Sayfalar

30 Eylül 2013 Pazartesi

TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR: 1 EKİM 1929;

84 YIL ÖNCE BUGÜN,

1869 YILINDA FRANSA’DA MONTAUBAN’DA BİR MOBİLYACININ OĞLU OLARAK DÜNYAYA GELEN, 13 YAŞINDA BABASININ ATÖLYESİNDE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN,
15 YAŞINDA TOULOUSE GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ BURSU KAZANAN, SONRASINDA PARİS’E GİDİP
“ÉCOLE NATIONALE SUPÉRIOR DES BEAUX-ARTS”A YAZILAN,
24 YAŞINDA “AUGUSTE RODIN”İN HEYKEL ATÖLYESİNDE ATÖLYE YARDIMCISI OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLAYIP 15 YIL ONA ASİSTANLIK YAPAN VE BİR YANDAN DA ÖĞRETMENLİK DE YAPARAK YENİ SANATÇILAR YETİŞTİREN,

“Güzelliğin temeli desen çiziminin bilinmesidir. Sonunda heykelcilik her manada çizimden başka bir şey değildir...” 

DİYEREK HEYKEL İÇİN DESEN ESKİZLERİNİN ÖNEMİNİ SAVUNAN, BUGÜN PARİS’TE KENDİ ADIYLA ANILAN MÜZEDE 6000 KADAR ESKİZİ SERGİLENEN FRANSIZ HEYKELTRAŞ VE SANAT ÖĞRETMENİ


ÉMILE ANTOINE BOURDELLE,

MAYIS 1929’DA GİTTİĞİ PARİS YAKINLARINDAKİ SAYFİYE YERİ VESİNET’TE HASTALANMIŞ VE 68 YAŞINDA VEFAT ETMİŞTİ.



Bourdelle’in eserleri bugün Rusya’dan Avustralya’ya kadar Dünyanın çeşitli kentlerinde müzelerde sergilenmektedir. En çok tanınan eserleri:

“Beethoven” Büstleri,

“Okçu Herakles”,









“ Paris, Champs-Élysées Tiyatrosu Cephe Rölyefleri” 






Emile Antoine Bourdelle, 1910-12 yılları arasında gerçekleştirdiği Paris, Champs-Élsées Tiyatrosu Cephe Rölyeflerinde, Müziğin, Sanatların, Güneşin, Ateşin ve Şiirin Tanrısı Apollon önderliğinde 9 Müz*den oluşan bir koro’yu tasvir etmiştir.

*Müz: (veya Musa) Yunanca “Mousai” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen “men” kökünden gelmektedir. Müzler, Yunan mitolojisinde, ilham tanrıçaları, ilham perileridirler. Müzler Tanrıların Kralı Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne’in kızlarıdır. Dokuz tanedirler ve efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiş ve her gece için de bir müz doğmuştur.
9 Müz’ü sıralarsak: Kleio - Tarih, Thalia - KomedyaTerpsikhore - Dans,
Euterpe - Flüt (müzik), Polymnia - Kutsal Şiirler, Kalliope - Destan/Epik şiir,
Erato - Korolu/Lirik Aşk şiirleri, Urania - Gök BilimiMelpomene - Tragedya’nın ilham perisidirler.
Müzlerin adları hemen hemen her şiirde geçer, ancak kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler.

Mitolojiden bir dip not: Müz’lerden, Korolu / Lirik Aşk Şiirlerinin ilham perisi olan ve çoğunlukla bir Lir ile birlikte tasvir edilen Erato, Anadolu’daki Frig kavminin efsanevi atalarından Arcas’ın karısıdır ve üç oğulları olmuştur. Bunlardan birinin adı Azan’dır ve Kütahya yakınlarında Çavdarhisar’da bulunan Aizanoi kenti adını bu oğuldan alır.
  

ve Paris’teki “Polonyalı Adam Mickiewicz* Anıtı”dır


*Adam Mickiewicz, Polonya’nın en önemli şairlerinden birisidir ve ömrünü Polonya'nın bağımsızlığa kavuşması için harcamıştır. Bu amaçla İtalya, Almanya, Macaristan ve Romanya'daki Polonyalı göçmenlerin toplantılarına katılmış, yıllarının çoğunu, Paris'te profesörlük yaparak, aynı zamanda Fransa'ya sığınan Polonyalı ihtilalcilerle işbirliği yaparak geçirmiştir. Dünyanın dört bucağına dağılmış olan Polonyalı göçmenlerle yazışmalar yapmış, birleştirici ilişkiler kurmuştur.



1855 yılında cebinde Fransa İmparatoru II. Napolyon’un bir mektubu ile İstanbul'a dinlenmek amacıyla değil, 1848 yılında Osmanlı Devleti’ne sığınan Polonya’lıların durumlarını incelemek ve 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda Polonya’lıların Osmanlı Devleti’nin safında aldıkları yeri güçlendirmek amacıyla gelmişti. Çünkü Kırım Savaşı Polonyalılar için bir fırsattı ve Fransızlar, İngilizler gibi Polonyalılar da Osmanlıları Ruslara karşı desteklemekteydiler.

Adam Mickiewicz’in İstanbul'daki evi Beyoğlu semtinde (Tatlı Badem sokağı)'nda köşebaşında, 29 nolu bir binadır. Bu üç katlı, her katta küçük iki odası bulunan 128 yıl önce, Polonya'nın milli şairi Mickiewicz'in oturduğu ve gözlerini kapadığı ev Kırım Savaşı'nda Polonyalılar'ın toplandıkları, hararetli konuşmalar yaptıkları, bir merkezdi.
1885 yılında İstanbul'da kolera salgını kol geziyormuş ve şair koleralı hastalara geçmiş olsun ziyaretlerinde bulunuyormuş. Hastalardan kolera mikrobunu alan şair 10 gün içerisinde fenalaşmıştı. Hastalığının kolera olduğunu ve bu hastalıktan kurtuluş bulunmadığını bilen ve bir ülkü uğrunda, Türkiye'ye gelmiş bulunan şair -bile bile ölüme giderken-yanından hiç ayrılmayan Türk ordusunda büyük hizmetleri bulunan arkadaşı Polonyalı İskender Paşa'ya son sözleri olarak şunları söylemişti:
"İstanbul'da, koleradan öleceğimi bilseydim,
yine buraya gelirdim.
Çünkü bu benim görevimdi.
Ben, Fransa'da bir ilim akademisinin umumi katibi olmaktansa, bir Türk taburunun
katibi olmayı tercih ederim."
Ölürken de belirttiği gibi, Mickiewicz'in Fransa'daki son şerefli görevi, ilim akademisi umumi kâtipliğiydi. Fakat Türk ordusunda bir kâtip olarak çalışmayı, Fransa'daki ilmi görevinin üstünde görmüştü.

26 Kasım 1855’de vefat eden Adam Mickiewicz için Polonyalılar dışında birçok başka milliyetten insanların da katıldığı kalabalık ancak sade bir cenaze tören yapılmış, iç organları çıkartılarak yaşadığı evin bodrum katına gömülmüş, cenaze daha sonra o zamanki usullere göre tahnit edilerek Fransız Elçiliği vasıtasıyla Paris’e gönderilmişti. Paris’te Madlen Kilisesi’nde yapılan bir cenaze töreni sonrasında Paris’te toprağa verilmişti. Ancak daha sonra Polonya’nın isteği üzerine mezarı açılarak kemikleri Polonya’ya gönderilmiş, Krakow’da bulunan Wawel Kraliyet Şatosu Kilisesi’nin mezarlığına gömülmüştü.
Adam Mickiewicz’in Paris’teki Mezarı
Böylelikle Adam Mickiewicz’in İstanbul’da, Paris’te ve Krakow’da hatırası yaşamaya devam etmektedir.






29 Eylül 2013 Pazar

TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR: 30 EYLÜL 1985;

28 YIL ÖNCE BUGÜN,

1959 YILINDA LAURENCE HARVEY İLE BAŞROLLERİNİ PAYLAŞTIĞI “ROOM AT THE TOP” (TEPEDEKİ ODA) FİLMİNDEKİ “ALICE AISGILL” ROLÜ İLE EN İYİ KADIN OYUNCU OSKARI, BAFTA ÖDÜLÜ VE CANNES FİLM FESTİVALİNDE EN İYİ KADIN OYUNCU ÖDÜLÜ ALAN
WEISBADEN, ALMANYA DOĞUMLU, YAHUDİ KÖKENLİ FRANSIZ SİNEMA OYUNCUSU VE YAZAR

(Simone Henriette Charlotte Kaminker)
SIMONE SIGNORET
FRANSA’DA AUTEUIL-ANTHOUILLET*DE VEFAT ETMİŞTİ.


Simone Signoret ve Yves Montand’ın Auteuil-Anthouillet’teki evleri



Simone Signoret 1977 yılında, ünlü Fransız yazar Romain Gary’nin
“La Vie Devant Soi” (Onca Yoksulluk Varken) romanından Moshe Mizrahi tarafından beyazperdeye aktarılan “Madame Rosa” filmindeki rolü ile Cesar Ödülü almıştı.


Simone Signoret, 1951 yılında tanışıp evlendiği Yves Montand ile ölümüne kadar birlikte yaşamıştı.Yves Montand’la birlikte
Pere Lachaise mezarlığı 'nda gömülüdür.

Simone Signoret, Marilyn Monroe ve Yves Montand birarada.
Yves Montand ve Marilyn Monroe kısa bir süre de olsa küçük bir aşk ilişkisi yaşamışlardı.




Simone Signoret’in, James Caan ve Katherine Ross ile başrollerini paylaştığı 1967 yapımı “Games” (Haris Kocanın Tuzağı) filmindeki eve gelen kozmetik satıcısı yaşlı kadın tiplemesi ve performansı benim unutamadığım rollerinden ve filmlerden birisidir. 


* Auteuil-AnthouilletKuzey Fransa'daki Haute-Normandie Eure bölümünde bir komün (köy).
Bu köyün ana caddesi, Rue Yves Montand’a adını veren ise Simone Signoret ve Yves Montand’ın evidir. Komünün (köyün) nüfusu 1962’de 495 kişi, 2008’de ise 833 kişidir. Yüzölçümü ise 11,66 kilometrekaredir ve kilometrekare’ye 71 kişi düşmektedir (2008).

28 Eylül 2013 Cumartesi

TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR: 29 EYLÜL 1547;

466 YIL ÖNCE BUGÜN,

38 DİLE ÇEVRİLMİŞ, DÜNYANIN EN ÇOK BİLİNEN VE OKUNAN ESERLERİNDEN BİRİ OLAN “DON QUIJOTE” ( DON KİŞOT) YAZARI, İSPANYOL ROMANCI, ŞAİR VE OYUN YAZARI
MIGUEL DE CERVANTES SAAVEDRA*,

MADRİD’İN 30 KİLOMETRE KUZEYDOĞUSUNDAKİ
ALCALÁ DE HENARES’TE DOĞMUŞTU.


Miguel de Cervantes, 7 Ekim 1571’de Papa V. Pius’un Osmanlılara karşı birlik çağrısı sonucu oluşturulan İspanyol ve Venedik donanmasıyla, İnebahtı’da Osmanlılarla yapılan savaşa “Marquesa” adlı gemide katılmış, göğsünden iki yara almış, bir top güllesiyle de sol elini kaybetmişti. Osmanlılara esir düşen Cervantes 1575-1580 yılları arasında Cezayir’de esir olarak yaşamış, daha sonra 1580 yılında da İstanbul Tophane’de Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa için Mimar Sinan’ın yaptığı Ayasofya’nın küçük bir kopyası olan Kılıç Ali Paşa Camisinde esir işçi olarak çalışmış, bu arada dört kez de kaçmaya teşebbüs etmiş ancak hiçbirinde başarılı olamadığı gibi ceza da almamıştı.

* İspanyol adlandırmasında ilk addan sonraki (Cervantes) Baba soyadı, ikincisi ise (Saavedra) anne soyadıdır.