Sayfalar

12 Nisan 2017 Çarşamba

Eski fotoğrafların izinde bir şehrin belleğine yolculuk, Konya...

Elinize eski bir fotoğraf geçtiğinde, ya da karşılaştığınızda neler düşünür,
neler hissedersiniz?
Ondan hoşlansanız da hoşlanmazsanız da, o size bir şeyler anlatır aslında, geçmiş günlerden bu güne mirastır; O tek başına, yaşanmış o bir anın, dönemin, kişilerin, olayların tanığıdır, çok şey bilir; Sorarsanız, sorgularsanız dile gelir, ses verir, çok şey anlatır. Çoğu zaman geçmişi, olayları, yakın tarihi, uzak tarihi kitaplarda okur, öğreniriz, bazen de keşfederiz, biraz derinleştirdikçe yeni yeni bilgilerle karşılaşır, şaşırırız... Bazen bu bir ses olur, bazen bir koku ya da tad, bazı zaman da bir fotoğraf olur, alır götürür sizi, daha önce yaşadığınız ancak farketmeden hafızanıza kazıdığınız mazinin o derinliklerine.

İnsanların mazisi, belleği olduğu gibi, şehirlerin de, mekanların da bir belleği, bir mazisi vardır. Bazı mekanlar vardır, hergün önünden gelir geçeriz, farketmeyiz, bilmeyiz, aslında o ne çok şey anlatmak ister, bir soran olsa. Bazı mekanlar, hatta daha da küçültürsek ölçeği, bazen bir kapı, bazen bir ağaç, bazı zaman bir çeşme, bazı zaman da bir cami, bir türbe, bir okul, kısacası bir bina; Geçmişten gelip yüzlerce yıldır hala yaşamını sürdüren, bazısı simgesi olur o mekanın, giderek belki de o şehrin, hatta memleketin.

Gördüğümüzde biliriz filanca şehirdedir ya da memlekettedir O. Kızkulesini, Galata kulesini, camilerin oluşturduğu o muhteşem silüeti görürürüz ve biliriz orası İstanbul’dur, Türkiye’dir. Öyledir, bazı binalar o şehirlere, memleketlere mal olur, sembolleşir; Eiffel’i görürüz biliriz Paris’tir, Fransa’dır, kırmızı iki katlı otobüsü, Big Ben’i görürüz de biliriz İngiltere’yi Londra’da olduğunu, Hürriyet Heykeli New York’tur Amerika’dır, Piramitler Mısır’dır, Kahire’yi hatırlatır. Hala ayakta oldukları, geçmişten gelip geleceğe taşındıkları, korundukları, hemen her yerde resimlerini gördüğümüz içindir ki, bilebiliriz belki de onları. Bazen bugün artık yerinde yeller esiyor olsa da, biraz kitap karıştırıyor, okuyor ve izliyorsak, yine de bilebiliyoruz Halikarnassus’un mozelesinin temsili resmini gördüğümüzde Bodrum olduğunu, ya da Taksim Gezi Parkına baktığımızda orada olmasa da bilebiliyoruz artık Taksim Topçu Kışlasını, gözümüzde canlandırabiliyoruz.

Elbette bu örnekler çok bilinen ve sıkça kitaplarda, gazetelerde, dergilerde, internette, TV’lerde  fotoğraflarını, videolarını gördüğümüz, hafızamıza kaydedilen imgelerdir.

Merakımdır, var olanı da, geçmişte var olup bugüne yetişemeyeni de bilmek, görmek isterim. O yüzden eski fotoğrafları çok sıkça arar bulurum, bu sıralar bunu çokça internette yapıyorum, bulduklarımı da arşivime kaydediyorum. Gün olur belki onun üzerine birşeyler yazabilir, bunu merak edebilecek kişilerle paylaşabilirim diye.

Genellikle şehirlerimizde zamana direnip günümüze ulaşabilen mimari eserler çoğunlukla kamusal yapılardır. Çok az sivil mimari örnek günümüze kadar ulaşabilmiştir. Hiç yoktur demiyorum ama kamusal dediğim, cami, kilise, sinagog gibi ibadethane, saray, kışla, mescid, medrese, türbe, çeşme, okul, hastane dışında ev, köşk, konak diye adlandırdığımız en küçük birimler ne yazık ki çeşitli nedenlerle, daha ziyade de miras hukuğumuzun yanlışlığı ve rant ekonomisi nedeniyle yok olup gitmişlerdir. Hoş artık rant uğruna koskoca sit alanları, korular, tarihi eserler bile bir kalemde gözden çıkarılabilmekteyken günümüzde...

Geçtiğimiz günlerde doğduğum şehir, Konya üzerine bir yazı kaleme aldım, daha doğrusu bir yazı yazmak isterken doğurdu iki oldu. O sırada konuyu destekleyici görsel arayışım sırasında internet ortamında karşıma çıkan bir fotoğraf ilgimi çekti. 3 yaşında ayrılmış olsam da Konya’ya ablam nedeniyle daha sonraki yıllarda çokça gittiğim için, mekanları az biraz biliyorum. Söz konusu fotoğraf benim hatırlayabileceğim dönemlerde zaten çoktan tarih olmuş bir bölgeyi göstermekteydi. Ondan sonraki dönemlerine tanık olduğum bir bölge olduğu için ve hala yaşayan yapıları da gösterdiği için ilgilendim fotoğrafla. Ancak kısa bir süre sonra o kadar çok fotoğrafına rast geldim ki aynı bölgenin ve hepsinde var olan özellikle bir konağın, ister istemez ona odaklandım. Bir derken, iki, üç, beş, derken neredeyse şimdilik çeşitli açılardan, bazen aynı noktadan çekilmiş 25 fotoğrafını buldum o konağın ve çevresinin.






Ve ister istemez geçmişin Konya fotoğraflarında hep baş köşeye kurulmuş olan, çevresi büyük değişimler yaşarken hep yerini korumuş olan bu Konağı araştırmaya başladım ve o Konak ve çevresinde zaman içerisinde değişen mekanları ve gelişen olayları, o fotoğrafların bana anlatabileceklerini, bir anlamda Konya’nın belki elli, belki yüz yıllık belleğine bir yolculuk yapmaya karar verdim.
Fotoğraf 1- Konya Alâeddin Tepesi eteklerinden doğuya, Hükümet Meydanına, Mevlana Türbesine, Şerafettin, Aziziye ve Sultan SelimCamilerine doğru bir bakış, 20. yüzyıl başları.
Tüm yazı boyunca hemen hemen tüm fotoğraflarda göreceğimiz, ve neredeyse başrole soyunmuş olan fotoğrafın sağ tarafında gördüğümüz kırma çatılı, dört katlı gösterişli Konaktır.
Fotoğraf 2- Bir önceki fotoğrafın Siyah&Beyaz hali
Söz konusu olan Konak, o yıllarda Konya’da nam salmış Maruni Tüccar Yusuf Şar'ın Konağıdır.
Yine hemen her fotoğrafta Yusuf Şar Konağı kadar olmasa da kendini belli eden ikinci yapı da, sağda köşesinde kubbeli kulesi olan binadır ki onun da adı Muallimler Birliği ve Maarif Evleridir.


Fotoğraf 3- Önceki iki fotoğrafta olduğu gibi biraz açı değiştirerek,
yine Konya Alâeddin Tepesi eteklerinden doğuya, aynı zamanlarda bakış.
Yusuf Şar Konağı ve Muallimler Birliği ve Maarif Evleri yine görülebilmektedir.
Fotoğraflarda yer alan diğer yapılar ve çevre ile ilgili olarak da yeri geldikçe bilgi aktaracaım. 
Konya ile ilgili karşılaştığım birbirine benzer eski üç fotoğraf (1,2,3); Alâeddin Tepesi’nin Doğu yamacı eteklerinden çekilmiş, ilerde tam ortada Şerafettin Camii ve minaresi, daha gerilerde koyu bir leke olarak görünen Mevlana Türbesi ve sağında Sultan Selim Camii, sağda ağaçların arkasında da belli belirsiz Aziziye Camii görünmektedir.

Konya’da ilk fotoğraf stüdyosu 1895 yılında Ermeni asıllı Garabed Kirkor Solakian tarafından açılmıştı. Çektiği kartpostalları siyah beyaz ve renkli olarak seri halinde hazırlanmıştı. Hepsinde ortak olan özellik ön ve arka yüzlerinde Fransızca veya Almanca Konya Hatırası yazısı bulunması ve fotoğrafların altında açıklamalara yer verilmesiydi. Blog içerisindeki bazı yazılı kartpostalların Garabed Kirkor Solakian’a ait olma ihtimali büyüktür.  




Garabed Kirkor Solakian’ın Stüdyo’da çektiği hatıra fotoğraflarından

ve özel tasarlanmış kartpostallarından örnekler.

Garabed Kirkor Solakian’ın stüdyosunda Agop ve Hasan Behçet Bey adlı iki yardımcısı vardı. 1916 yılında Konya’dan zorunlu göçe zorlanan Garabed Kirkor Solakian Konya halkının Valilik nezdinde kalması doğrultusunda yaptıkları başvurular sırasında vefat etmişti. Varisleri de fotoğrafhanesini kalfası Hasan Behçet Bey’e (1886 Ermenek-1958 Ankara) satmışlardı. Fotoğrafhanenin üstten camlı ve siyah perdeli bir stüdyosu vardı ve stüdyoda değişik avrupai mobilya, perde gibi aksesuarlar kullanılıyordu. Solakian cam negatif kullanarak, hatıra, vesikalık, resmi açılış ve tören fotoğrafları ve Konya’nın tarihi eserlerini, kamu yapılarını, Çarşı, Pazar ve insan fotoğraflarından oluşan ve bazıları renklendirilmiş 100’e yakın ve karpostallar çekmişti.

Sonraki yıllarda Foto Behçet’in Konya’nın belleğinde önemli bir yeri vardır.

Seyit Küçükbezirci şöyle yazar 1999’da;

“Konya’da hangi eski fotoğraf albümünü açarsanız, kahverenginin en güzel tonlarında çekilmiş ‘Foto Hasan Behçet’ kabartma yazılı eski resimler bulursunuz. 40-50 yıl öncesinin meşhur fotoğrafçısı ‘Hasan Behçet’ onbinlerce Konya’lının resmini baba kucağında, dede dizinde almış… tablolar gibi ‘Hasan Behçet’ fotoğrafları…. Hasan Behçet, bir sokağa fotoğrafhanesinin sokağına adını verecek kadar meşhur olmuş, eski Konya’da…İplikçi camiinden elli adım ötede soldaki sokakta halâ fotoğrafhanesinin binası durur. Biz çocukluğumuzda, ilk gençlik yıllarımızda bu ince dar merdivenlerden çıkılan yüksek ve dar binanın önünden geçerken, bir saygı duyardık…

Nedenini çok sonra düşündüm bu saygının…

Bu güzel san’at dalının adamına duyulan saygı hissiymiş bu meğerse… 
Halkımızın deyişiyle ‘Hasan Behçet’ sokağından her geçişimde, Hasan Behçet’in fotoğrafhanesi olan binayı, durur, bir süre seyrederdim. Sayısız insanın mutlu olanlarının kağıda geçirildiği bu bina, kimbilir, kaç bin Konya’lıyı en güzel günlerinde hatırlamakta… Kaç bin sevgili el, bu binada, bir objektif karşısında tutuştu. Bu eski bina sanki, bugünlerde hiç değil… Sanki, eski görkemli günlerinin hülyasını bir sıtma nöbetinin anlatılmaz ateşli hazlarında sayıklar gibi…”



Garabed K.Solakian’ın fotoğraf stüdyosu, yazının içerisinde ilerde değineceğim Avukat Fuat Anadolu Köşkü’nün yanından giren Vali İzzet Bey sokaktan girip sağa sapıldığında ulaşılan Görücü sokak üzerindeydi ve 1916 yılına kadar aynı yerde faaliyet göstermişti.

Fotoğraf 4-1888 veya 1896 tarihli, Guillaume Berggren tarafından Alâeddin Tepesi üzerindeki Amphilochius Kilisesi (Eflatun Mescidi) temelleri üzerine inşaa edilmiş olan saat kulesinden çekildiği sanılan 6 parçalık Konya Panoramasının dört ve bişincisinin birleştirilmişi olan bu fotoğrafta henüz Yusuf Şar Konağı’nın (kırmızı işaretli alanda) ve Maarif Evleri’nin inşaa edilmediği görülebilmektedir.
Baştaki iki resimden biraz daha eski olan yukarıdaki fotoğrafta (4) aynı bölgenin biraz daha eski zamanı görülebilmektedir. 1898 öncesi olmalıdır, zira Şerafettin Camii’nin önünde Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış olan 9 kubbeli Konya Bedesteni henüz ayaktadır.
Fotoğraf İsveç’li fotoğrafçı Pehr Vilhelm, bilinen adıyla Gustave Guillaume Berggren (1835-1920) tarafından çekilen 6 karelik Panoramik Konya fotoğraflarının dört ve beşincisinin birleştirilmiş halidir.
Gustave Guillaume Berggren, 6 karelik Konya Panoraması, 1896
Berggren, Anadolu-Bağdat Demiryollarını inşaa eden Almanlar ile anlaşarak demiryollarının takip ettiği güzergahtaki değişik kentlerde fotoğraflar çekmişti. 1888 yılında II. Abdülhamid’in Türk ordusunu modernleştirme çalışmalarına katkıda bulunmak için Alman Heyeti ile Türkiye’ye gelen ve Osmanlı ordusunda köklü reformlar gerçekleştiren Prusyalı Baron Colmar Von der Goltz Paşa’ya refakat ederek, bir Anadolu gezisine çıkmış, bu sırada İzmit, Adapazarı, İznik, Bilecik, Eskişehir, Manisa, Soma, İzmir, Salihli, Afyon, Kütahya, Ayaş, Akşehir ve Konya’yı da ziyaret etmiş, belgesel niteliğinde fotoğraflar çekmişti. Berggren, 36 fotoğraf ve 6 parçadan oluşan albümdeki Konya Panoramasını, ya 1888’deki bu seyahat sırasında, ya da daha sonra Bağdat Demiryolu’nun 1895’te Eskişehir-Konya arasındaki 445 km’lik hattının açılıp, 28 Temmuz 1896’da başlayan tren seferlerinin Konya’ya ulaştığı tarihlerde çekmiş olabilir. Ancak kaynaklar 1896’da çektiğini belirtmektedir.
Konya İstasyonu’nda bir karşılama, 4 Ağustos 1928
Fotoğrafın üzerinde, “Konya İstasyonu önünde Kız Muallim Mektebi talebeleri Mustafa Necati bey efendiyi intizar ederken” yazmaktadır. Bir alttaki fotoğraf aynı anın diğer açıdan çekilmiş olan fotoğrafıdır ve Kız Muallim Mektebi talebelerinin karşıladığı, 
Harf İnkılabı öncesinde yeni harflerin (alfadenin) tanıtılması ve dil bilgisi kurallarının öncelikle öğretmenlere verilecek olan kurs öncesi Konya’ya gelen Maarif Vekili Mustafa Necati (Uğural) bey, yanında Konya Valisi İsmail İzzet Bey (1874-1932) ve diğer görevliler ile birlikteler.

Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.


 24 Ağustos 1924 tarihinde seçelmiş olduğu Muallimler Birliği Genel Başkanlığı görevini sürdürürken, 20 Aralık 1925 tarihinde Maarif Vekili olan Mustafa Necati Uğural (1894-1929), eğitim alanında gerçekleştirdiği birçok düzenleme ve yeniliğin içinde en önemli çalışması Harf İnkılâbıdır.
Eski yazının tamamıyla değiştirilmesi konusu 1925 yılında ciddî olarak yeniden ele alınmış, Maarif Teşkilâtına Dair Kanunla kurulan “Dil Heyeti”, bir yazı komisyonu gibi çalışmaya başlamış ve 1928 yılı ortasında Lâtin harflerinden oluşturulan “Yeni Türk Alfabesi”nin kabulü yönündeki çalışmalar, Atatürk’ün desteği ile 1928 yılı Ağustos ayında uygulamaya konulmuştu. 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan ve 3 Kasım 1928 tarihinde Resmî Gazetede yayınlanan kanunla bu büyük değişiklik gerçekleştirilmişti.
Ancak ne yazık ki bu çalışkan icraat ve dava adamı yapmış olduğu bu çalışmaların meyvelerini göremeyecek, bu fotoğrafların çekilmesinden çok kısa bir süre sonra daha 35 yaşındayken Millet Mekteplerinin açılacağı gün, 1 Ocak 1929 Salı günü öğle vakti vefat etmişti. Onun vefatını ve bu beklenmeyen kayıp sonrasında Mustafa kemal Atatürk’ün üzüntüsünü Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında şu şekilde aktarmaktadır;
“O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif Vekili, Millet Mektebi’nin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç,
bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, Millet Mektebini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. ‘Ne evlattı O’ diye hayıflanıyordu.”
2 Ocak 1929 Çarşamba günü toprağa verilen Mustafa Necati Uğural’ın kabri başında,
Başbakan İsmet İnönü şunları söylemişti;

“ Necati'nin, hiçbir kirli benek taşımayan varlığını, birazdan toprağa vereceğiz. Onun hâtıraları artık mefkûreci, milliyetçi, cumhuriyetçilerin hafızasında kutsî duygularla yaşayacaktır. İnsanlara manevî ve mefkûrevî varlık dışındaki şeylerin boşluğunu hatırlatan bu muazzam anda, geleceğe dair düşündüklerimizi bir daha söylemeyi hayat vazifemize sadâkat, mefkure arkadaşımıza hürmet sayarım. .. İnkılâpçıların ölürken kalanlardan ve yeni yetişenlerden bir tek dileği vardır; Cansız bileklerinde sallanan vazife bayrağının kavranıp daha yüksekte dalgalandırılmasıdır...”     

Konya İstasyonu, 4 Ağustos 1928
Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy* koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.

* Hüsnü Kazım Ersoy: 1911 yılında Uşak’ta Eralioğullarından Osman Bey ve Kaşbelen (Mende) köyünden Hacı Ayşe ve Hacı Süleyman’ın kızları Havva hanımdan dünyaya gelen ve nüfus kağıdında Hüseyin Hüsnü Ersoy adı ile kayıtlı olan Hüsnü Kazım Ersoy, 1924 yılında Uşak İdadisinden, 1927 yılında da Orta mektepten mezun olmuş, mühendis olmak isteği ile İstanbul’a giderek Yıldız Mühendislik Mektebine yazılmış, ancak ekonomik nedenlerle eğitimini tamamlayamadan Uşak’a geri dönmüştü. 12 Nisan 1928’de Uşak 4 No’lu Nur İlkokuluna Muallim muavini (vekil öğretmen) olarak atanmış ve eğitimcilik hayatına bu şekilde başlamıştı. Çeşitli okullarda çalışan Hüsnü Kazım Ersoy, 1953 yılında Uşak’ta yeni açılan Hasan Hilmi İlkokuluna Başöğretmen (müdür) olarak atanmış, 1970 yılında vefat edene kadar da o okulda görevine devam etmişti. 42 yıl, 3 ay, 19 gün süren eğitimcilik hayatı dışında fotoğrafçılığı ile de tanınan Hüsnü Kazım Ersoy’un öğrencisi Haldun Temel Ersan’ın lütfedip bu yazı için benimle paylaştığı bu fotoğraflar, başöğretmenin 1928 yılında 3 ay süre ile Konya Muallim Mektebi’nde katıldığı bir eğitim kursu sırasında kendi çektiği ya da edindiği fotoğraflardandır.
Harf İnkılabı öncesinde yeni harflerin tanıtılması ve öncelikle eğitimcilere öğretilmesi için 19 Ağustos 1928 tarihinde ilk kez Konya Maarif Müdürlüğü’nün yeni harf kursu açılmış ve gazetelerde çok öncesinden bunun duyurusu yapılmış, Muallimler Birliği, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve Tıp Birliği’nin yeni harflerle ilgili açtıkları kurs ilanları gazetelerde yer almıştı. Hüsnü Kazım Ersoy’un katılmış olduğu kurs bu nitelikte bir kurs olmalıdır.
Bu kurs neticesinde başarılı olana Hüsnü Kazım (Ersoy) Bey’e;
“928 senesinde Konya erkek muallim mektebinde açılan A kursuna köy muallimi olmak üzere iştirak eden yukarda resmi ve ismi mevcut Kazım bey imtihanlarda dersler hizasında gösterilen notları almak suretile muvaffak olmuştur.” 
denilerek, Konya Erkek Muallim Mektebi Müdürlüğü tarafından,
14 /VI/1932 tarihli  bir de belge verilmişti.

Hüsnü Kazım Ersoy, Konya Erkek Muallim Mektebinde katıldığı kursta öğretmen arkadaşlarıyla. 7 Ağustos 1928
(1) Uşak’lı Hasan Fehmi Bey, (2) Hüsnü kazım (Ersoy)Bey, (3) Uluborlu’lu Lütfullah Nedim Bey,
(4) Afyon Aziziye’li Mehmet Hayri Bey, (6) Uşak’lı Mehmet Fahreddin (Banaz) Bey,
(7) Uşak’lı Hüseyin Cahit (Ergun) Bey
Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy* koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı
.

Konya’da ilk kurs, tüm halka yönelik olarak Maarif Müdürlüğü tarafından, 20 Ağustos 1928 Pazartesi günü, Gazi Mustafa Kemal Mektebi’nde açılmış, kursun pazartesi ve perşembe günleri saat yedi buçuk ile sekiz buçuk saatleri arasında eğitim vereceği duyurulmuştu. 21 Ağustos 1928 Salı günü de yine tüm halka yönelik olarak Türk Ocağı’nda açılan kursun ilk dersi de salı günü öğleden sonra Ocak Reisi Şaban Sırrı Bey’in nezareti altında Babalık Gazetesi başyazarı Muzaffer Hamit Bey ile Kız Orta Mektebi Türkçe Muallimi (Muallimesi) Saime Hanım tarafından verilmişti. Kurslar okuma yazma bilmeyenler için pazar ve salı günleri on altıdan on yediye kadar, okuma yazma bilenler için on yediden on sekize kadar düzenlenmişti. Öğretmen ve memurların yetiştirilmesine yönelik kurslar ise Maarif Emaneti tarafından 1 Eylülden itibaren açılmış, açılan bu kurslara 316 öğretmen katılmış, kurslar 20 Eylülde sona ermişti. Alfabe eğitimi alan öğretmenler 20 Eylül 1928 tarihinden itibaren okullarına geri dönerek yeni harfleri ve imla kurallarını okullarında öğrencilerine öğretmeye başlamışlardı.

Bu vesile ile Sayın Haldun Temel Ersan’a bu değerli fotoğrafları
benimle paylaştığı için ve katkısından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.  




Konya İstasyonu, 1904
Konya İstasyonu
Berggren, 1914 yılında sahip olduğu arşivini dağıtmış, bir kısmını da Alman Büyükelçiliği satın almıştı. Alman Büyükelçiliği’nin satın aldıkları günümüzde Alman Arkeoloji Enstitüsü Koleksiyonundadır. 26 Ağustos 1920’de İstanbul’da vefat eden Berggren, Feriköy Protestan Mezarlığı’na defnedilmişti.
Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:1, 1896
Solda çok gerilerde, duvarların arkasında boş arazide görülen kümbet tarzı piramidal çatılı türbe, Ebubekir Niksari (Kalender Baba) Türbesidir.



Ebubekir Niksari (Kalender Baba) Türbesi, Ankara Caddesi üzerindedir.
Çifte Kubbeler olarak bilinen iki Türbeden kuzeydekidir. Ebubekir Niksari, Niksarlıdır ve bir Kalendari Şeyhidir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin çağdaşıdır ancak onun 1273’te vafatından daha sonra vefat etmiştir. Sekizgen planlı Kalender Baba Türbesi, Selçuklu Mimarisi üslubunda bir Karamanoğlu yapısıdır. XIII. yüzyıla tarihlendirilen türbe, 1950 yılında Eski Eserleri Sevenler Derneği tarafından onarılmış, en son olarak da 2005 yılında onarım görmüştür. Türbenin beden kısmı Sille ve kesme iri Gödene taşlarıyla, kubbesi ise tuğla ile inşaa edilmiştir. İki renkli ve çeşitte taşın kullanılışı uzaktan bile türbenin dikkat çekmesini sağlar. Türbenin cenazelik katı toprak seviyesinin biraz üstünde ve kapı hizasına kadar dört köşe yapılmış, sonra sekiz köşeye geçilmiştir. Kapısı doğuya açılmaktadır. Kapı ile uyum içinde olan üç yüzünde geniş mermer çerçeveli büyük bir pencere kullanılmıştır. Türbe, daha yukarı kısımda bulunan sekiz yarık pencereden de ışık alır. Oldukça estetik olan kapısının eşiğinde iki mor mermer basamak vardır.


Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:2, 1896
Solda görülen kümbet tarzı piramidal çatılı türbe, Emir Seyfeddin Karasungur Türbesidir.

Emir Seyfeddin Karasungur Türbesi, Nisan 2013Emir Seyfeddin Karasungur, I. Alâeddin Keykubad ve halefleri döneminde çeşitli zamanlarda sırasıyla “emir-i devât”, “emir-i taşthâne”, “hazinedâr-ı hâss”, “nâib” ve “atabey” olarak önemli mevkilerde bulunmuş olan Selçuklu Devlet Adamı Celâleddin Karatay’ın ve Kemaleddin Turumtaş’ın kardeşidir. Bazılarına göre küçük yaşlarda müslüman olmuş rum kökenli, bazılarına göre de Orta Asya’dan gelerek Bizans sınırlarına yerleştirilen Oğuz Türklerinden olduğu iddia edilen Celâleddin Karatay özellikle Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus döneminde devletin dört direğinden biri olarak saltanat veraseti ile vezirlerin ve öteki görevlilerin atanmasına karar vermede önemli rol oynamış bir devlet adamıdır. Karatay vakfiyesine göre Emir Seyfeddin Karasungur 1235 yılında Emir-i İsfehsalar (Büyük ve Anadolu Selçukluları döneminde başkomutanlık) görevinde olan bir kişidir.
Emir Seyfeddin Karasungur Türbesi, Nisan 2013
Emir Seyfeddin Karasungur, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye yakın birisidir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin dost ve akrabalarına, özellikle de Selçuklu Emir ve Vezirlerine nasihat için yazdığı, dördü Arapça diğerleri ise Farsça olan 147 adet mektuptan oluşan ve ölümünden sonra biraraya getirilen “
Mektûbât veya Mekâtîb” adı verilen eserinde, Emir Seyfettin Karasungur’dan bahsedilmektedir.
Yakın bir tarihte yapılan araştırmalar sonucunda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin evinin yeri tesbit edilmişti. Araştırmalara göre evin bulunduğu alan tam da Emir Seyfettin Karasungur Türbesi’nin yanındaki 2013 yılında çektiğim fotoğraflarda otopark olarak kullanılan boş alandır. O tarihte otoparka bitişik olarak duran dersane binası boşaltılıp yıkılmış ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin evi ihya edilecekmiş. Bu evi inşaa etmek için hangi belgelere başvuracaklar acaba merak içerisindeyim.
Emir Seyfeddin Karasungur Türbesi pencere ve kapı detayı
Türbeyi aydınlatmak ve havalandırmak için yapılmış olan
dikdörtgen pencerelerde kullanılan ve ortasına demir ızgara yerleştirilen
mermerler eski bir bizans yapısından devşirilmiş taşlardır. 



Şems-i Tebrizi Türbesi, Mescidi ve mezarlık
Şems-i Tebrîzî Türbesi, Mescidi ve mezarlık
Şems-i Tebrîzî Türbesi ve Mescidi, Nisan 2013 
Şems-i Tebrîzî Türbesi ve Mescidi, Nisan 2013
Şems-i Tebrîzî Türbesi ve Mescidi, Şerafettin Camii’nin kuzeyinde eskiden mezarlık olan bir yere 13. yüzyılda inşaa edilmiş, 1510 yılında Abdürrezzakoglu Emir Ishak Bey tarafindan elden geçirilmis ve genişletilmişti. Mescid ile bitişik durumda bulunan taştan yapılmış türbe, içten tavanlı, dıştan sekizgen tambur üzerine tuğla ile yapılmış ve kurşun kaplanmış piramidal külahla örtülüdür. Eyvan şeklinde olan türbe mescide kalem işi süslenmiş ahşap bir Bursa kemeriyle açılır. Diğer yönlerde biri altta, diğeri üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır. Türbenin duvarları bezeme olmaksızın sade tavanı ise geometrik motiflerle süslenmiştir. Üzeri örtülü sandukanın altında bir mumyalık bulunur. Son olarak 1977 yılında restore edilen türbe ve mescid bir parça orijinalliğini kaybetmiştir. Birçok ünlü Devlet ve Din adamı ile alimlere ait mezarlar mezarlık kaldırılıp Türbenin çevresi Park haline dönüştürülürken kaybolmuştur. 1248 yılında vefat eden 
Şems-i Tebrîzî’nin gerçekten Konya’da mı yoksa haber vermeden çekip gittiği Tebriz’de mi öldürüldüğü bir soru işaretidir. Şems-i Tebrîzî’nin Tebriz’de Geçil denen bir mezarlıkta, aynı bölgede Hoy’da ve Pakistan’ın Multon şehrinde de türbeleri vardır. 


Bir zamanlar, Hatuniye (Devlet Hatun) Camii, Güdük Minare,
Arkada Alaaddin Camii görülebilmekte.
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden

Hatuniye (Devlet Hatun) Camii, Güdük Minare
Kınacı sokaktaki Hatuniye Cami’nin kuzey ve doğu tarafına sonradan yapılan kerpiç duvarlı ve kara örtülü medrese odaları zaman içerisinde tamamen yıkılmıştır. Minare kitabesine göre I. Selçuklu Sultanı I. Alaaddin İbn-i Keyhüsrev zamanında 627 yılında yapılan bu camiyi ve minaresini yaptıran veya tamir ettiren Hacı Mahmud Zâde Bedreddin Biremunî’dir. Minare, Konya’daki Selçuklu minarelerinin en eskisi olarak bilinir. Kısa ve enli oluşu yüzünden “Kütük ya da Güdük Minare” olarak anılır. Asker ressamlardan Hüsnü Yusuf Bey’in (1817-1861) yaptığı bir yağlıboya tabloda minarenin iki şerefeli olduğu ve depremlerde üst şerefenin yıkıldığı söylenmektedir. 1866 yılında Gustave Guillaume Berggren’in çektiği Konya Panoraması No:3’te minarenin tek şerefeli olduğu görülmektedir. Ancak, İstanbul Kandilli Rasathanesi’nin yayınları arasında çıkan 1850–1960 yılları arasındaki depremlere dair katalogda 1866 yılı sonlarına doğru Konya merkezli 4,9 şiddetinde bir depremden bahsedilmektedir, o zaman bu yıkımın daha önceki bir depremde olması gerekir. Minareye bitişik olan Caminin haziresinde Mahmud kızı Raziye Hatun’a (Devlet Hatun) ait bir kabir vardır ve ona bakılarak Caminin bu kişi tarafından yaptırıldığı ya da onun için yaptırıldığı düşünülmektedir. Raziye Hatun’un Selçuklu Sultanlarından birinin eşi ve Danişmend Oğullarından Muzafferü’d-din Mahmud’un kızı olabileceği düşünülmektedir.


Zenburi Mescidi, Tercüman ve Müftüler sokak köşesindedir.
13. yüzyıla tarihlenen türbe, batı köşesindeki minaresi ile birlikte tamamen
balıksırtı tuğla örgü tekniği ile inşaa edilmiştir. Kitabesi bulunamamıştır. Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Sultan Alaeddin'in Arıcıbaşısı ya da Kara Arslan tarafından inşaa ettirildiğini düşündüğünü yazmıştır. Tuğla örgülü minarenin alt bölümü sekiz köşelidir ve sekiz köşeden yuvarlak kesitli minareye geçişte mavi çiniden bir kuşak vardır.


İç Kara Arslan Mescidi, Apalılar ve Karaaslan sokak köşesindedir.
Çevresi dolduğu için çukurda kalmış olan mescidin 1990 yılında yapılan restorasyon sırasında Alaeddin Keykubat’ın isminin geçtiği bir kitabe bulunmuştur. 13. yüzyıla tarihlenen mescidin duvarları kısmen taş ve tuğladandır. Kapı söveleri ise devşirme mermerdendir. Kare planlı mescidin kubbesi sekizgen bir kasnağa oturtulmuştur. İç mekanda kareden sekizgene geçişi sağlayan küçük tromblar vardır.
Kara Arslan Türbesi, Muallim Ferit Uğur ve Yeşil Gözler
sokaklarının kesiştiği köşede yer alır. Türbe sekizgen planlı Kümbet tarzında,
alt gövdesi kesme taştan, piramidal külahı ise tuğladan inşaa edilmiştir.
Batıya açılan kapısının üzerinde iki satır halinde bozuk bir Selçuklu sülüsü ile
arapça kitabe yer alır. bir zamanlar renkleri ve süslemesi ile eşsiz olan sandukasından günümüze pek birşey kalmamıştır. Türbenin dört yüzünde küçük havalandırma ve ışıklık pencereleri vardır. Türbenin Ziyaeddin Karaarslan’a ait olduğu sanılmaktadır.
Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:4, 1896
Solda tek minareli avlulu yapı Kazanlı Medrese, Sağ başta Kubbeli olan Nalıncı Baba Türbesi, ortadaki kare planlı kırma çatılı olan da Nizamiye Medresesidir. Solda arkada ŞerafettinCamii önünde Konya Bedesteni, sağa doğru Hükümet Konağı ve Aziziye Camii 

Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:5, 1896
En solda 
Kubbeli olan Nalıncı Baba Türbesi, arkada kırma çatılı büyük ve minareli olan Kapu Camiidir. 1910 yılında Nalıncı Baba Türbesi’nin önündeki beşik çatılı dört pencereli çıkmalı yapının yerine Yusuf Şar Konağı inşaa edilmiştir. Sağa doğru giden sokak sonraki yıllarda Konya’nın en önemli caddelerinden biri olan ve üzerinden atlı tramvayın geçtiği
Muammer Bey Caddesi olacaktır.
 

Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:6, 1896
Alâeddin Tepesinden tam güneye bakılarak çekilen Panoramanın bu parçasında hemen hemen tam ortada görülen tek minareli, biri küçük iki kubbeli yapı, 1258’de Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus zamanında veziri Hacı Ebubekir Zade Hüseyinoğlu Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılan cami, türbe, çifte hamam, çeşme ve dükkânlardan oluşan
Sahip Ata Külliyesi’nin Hankâh’ıdır (1).
Sol tarafta görülen küçük kubbeli yapı ise, Hasbey Medresesi ya da Dârü’l-huffâz’ıdır(2).
















Sahip Ata Fahrettin Ali Hankâhı, 1279
Külliyeyinin mimarı, Ortodoks olup sonradan İslamiyet’i seçip Müslüman olmuş, Sarayda nakkaş ve Mimarlık yapmış, daha sonra vezir Sahip Ata Fahrettin Ali’nin yaptırdığı birçok eserde imzası olan Kelûk bin Abdullah’tır. (Kölük bin Abdullah). III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yine vezir olan Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1279 yılında yaptırılan ve büyük şeyhin, pirin türbesi bulunan geniş programlı tarikat yapısı olan Hankâh’ın ise mimarı bilinmemektedir. Sahip Ata’nın birçok yapısında ve Sahip Ata Camii’nin de mimarı olan Mimar Kelûk bin Abdullah o tarihte İnce Minareli Medrese’nin yapımıyla meşgul olduğu için bu yapıda görev almamıştır. Farsçadan gelen bir kelime olan “hankâh” eşik anlamına gelir ve bir yüceltme  ve onurlandırma ifadesi olarak kullanılır. Hankâh’lar birer dergahtır ve dervişlerin sohbet ve zikir için toplandıkları, zaman zaman da inzivaya çekildikleri yerdir. Sahip Ata Hankâhı, XIII. yüzyılın bilinen Selçuklu tekke ve hankâhları içerisinde en büyüğü ve simetriğidir. Hankâh 1945-50’li yıllarına kadar mescit olarak kullanılmıştır. Günümüzde tüm külliye, Sahip Ata Vakfı Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Hasbey Medresesi ya da Dârü’l-huffâz’ı (hafızlık okulu)
Yukarıdaki fotoğraf, 19. yüzyılda Garabed Kirkor Solakian tarafından çekilmişti.
Kitabesine göre 1421 yılında Karamanoğlu Alâeddin Bey’in döneminde Hatıplı Has Bey oğlu Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Hafızlık okulu olsa da kare planlı yapının, toprak altı katında bir cenazeliğin bulunması türbe olarak da yapıldığı izlenimi vermektedir. Tuğla ile inşaa edilip üzeri taş ile kaplanmış olan Hasbey Medresesi’nin batıya bakan giriş cephesi ihtişamlı işlemeli mermerler ile bezelidir. Kare gövdeden kubbe kasnağına üçgen pandantiflerle (tromp) geçilmektedir. Çokgen bir kasnak ile iyice yükseltilmiş kubbenin üzerinde tuğla örgü arasında belirli bir düzen içerisinde bırakılmış dişler sayesinde kubbe oldukça farklı ve etkili bir görünüm arzetmektedir. Giriş cephesindeki asimetrik düzen ve kaplama gibi duran mermer işlemeli taşların aslında tuğla duvarın içerisine kadar gömülü olması ve eski fotoğraflarda da aynı şekilde görünmesi bu işlemeli taşların devşirme (yıkılan başka bir mimari yapıdan alınmış) olduklarını düşündürmektedir. Kapı üzerinde mermer üzerine sülüs ile arapça bir kitabe yazılmıştır. Kitabede; “Bu buk’ayı* 824 (1421) yılında Mehmed İ
bn-i Alâ-ed-din’in hükümdarlığı zamanında - Allah memleketini muhalled** etsin - hayrat ve hasenat sahibi Hatıplı Hacı Has Bey oğlu Mehmed - Allah şanını yüceltsin - inşa etti ve Dâr-ül-huffâz yaptı.” diye yazmaktadır.

*buk’a: İslâm dünyasında türbe, zâviye ve özellikle eğitim yeri için kullanılan bir terimdir.
**muhalled: Ebedi. Daimi. Baki. Sürekli olarak kalan.

Hasbey Medresesi ya da Dârü’l-huffâz’ı, Nisan 2013
Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:4 ve 5 birleştirilmiş, 1896

Soldaki Minareli ve çift avlulu yapı ile fotoğrafın ön planında görünen ikişer pencereli çıkmalı yapı, devamındaki duvar ve en sağdaki kubbeli yapı ilk iki fotoğrafta da görülebiliyor ancak büyük bir bahçe içerisindeki kırma çatılı tek katlı ve yedi pencereli büyük yapı diğer iki fotoğrafta görülmüyor. Fotoğrafın ortasındaki kubbeli yapıdan soldaki minareli ve avlulu yapıya kadar olan binalar topluluğu aslında III. Murad zamanındaki dönemin toprak sahiplerinin, vergi yükümlülerinin kaydedildiği tahrir defterine göre Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün adıyla anılan Merkezi ve en büyüğü Bağdat’ta olan Konya Nizamiye Medresesidir. Nizamiye Medreseleri, genel olarak din, hukuk ve dil öğretimi yapan ve islam dünyasının her tarafından gelen birçok öğrenciyi Sünnî inançlarına göre yetiştirerek, Şiî propogandaları ve faaliyetlerinin önlenmesinde, mezhepler arasında dayanışma sağlanmasında, toplumda ortak düşünce ve emellerin güçlenmesinde, Selçuklu devlet adamlarının yetiştirilmesinde önemli katkıları olmuş Yüksek Öğretim Kurumlarıdır. Evliya Çelebi’nin medreselerin en ünlüsünün olduğunu söylediği Konya Nizamiye Medresesi, 1237 yılında Selçuklu döneminde yaşamış olan velîlerden Emir Nizameddin Ebi’l-Hasan Ali İbn-i il-Almis bin İdris tarafından yaptırılmıştır. Medresenin batı tarafındaki bir kitabesinden, mimarının bugün hala ayakta olan ve hadis öğrenimi için kurulmuş olan Dârü’l-hadîs Medresesi’nin de (İnce Minareli Medrese) mimarı olan Kelûk bin Abdullah (Kölük bin Abdullah) olduğu anlaşılmaktadır. Tak kapısının ve kitabesinin bazı parçaları ile bir kemeri, bugün İnce Minareli Medrese’deki Taş ve Ahşap Eserler Müzesi Koleksiyonundadır. Nizamiye Medresesi’nin bir bölümünde, medresenin bulunduğu avludaki beş dershaneli binasında
1 Eylül 1899 tarihinde  Konya’nın ilk idadisi (lise)  açılmış, bu bina daha sonra yıkılınca yerine Konya Valisi Muammer Bey tarafından 1916 yılında inşaa edilen daha küçük olan binada Rehber-i Hürriyet İlkokulu açılmıştı. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Cumhuriyetin ilk yıllarında ortadaki kırma çatılı büyük tek katlı bina yıkılarak arazisinin bir kısmından Vali Muammer Bey adıyla bir sokak açılmış geri kalan bölümüne de uzun bir blok olarak 2 katlı Maarif evleri inşaa edilmişti. Maarif Evlerinin köşesinde üzeri kurşun kaplı soğan kubbeli bir kulesi olan ve Maarif evlerinden ayrı gibi duran bölümü ise Muallimler Birliğidir. Konya Valisi Ahmet Muammer Bey’in 1916-18 yılları arasında ikinci kez valilik yaptığı düşünülecek olur ise, Nizamiye Medresesi’nin yıkılmasının ve Maarif Evleri ve Muallimler Birliği’nin bloğunun inşaasının 1916-18 yılları arasında olduğu söylenebilir.
Solda tek minareli avlulu yapı Kazanlı Medresesi,
arkada Şerafettin Camii önünde Konya Bedesteni
Gustave Guillaume Berggren Konya Panoraması No:4, 1896
Solda tek minareli avlulu yapı Kazanlı Medresesidir.

Arkada Şerafettin Camii önünde Konya Bedesteni 
Fotoğraf 5- Daha önceki fotoğraflardan biraz daha sola dönük olarak çekilmiş bu fotoğrafta merkezde görülen minareli ve avlulu yapı, Kazanlı Medresesidir. Aşağıda fotoğraf 4’ün bir kopyasında da sol başta görülebilmektedir.
Solda kalan avlulu ve bitişiğinde minaresi olan yapı topluluğu, Osmanlı öncesi döneme ait son medreselerden biri olan Unkapanı Medresesidir. Medrese, Karamanoğlu Beylerinden İbrahim Bey (1424-1464) tarafından yaptırılmıştır. Medreseler genellikle yaptıranın adı ile veya sonradan burada müderrislik yapanın adı veya ünvanıyla anıldığından, bu medrese de müderrislerinden birine izafeten Kazanlı Medrese adıyla anılmıştır.
Fotoğraf 7- Kazanlı Medresesi

Yine ilk iki fotoğrafta görülebilen ancak daha eski olanda mevcut olmayan, Maarif evlerinin tam karşısında Muammer Bey sokağının sağındaki kapı önü sundurmalı olan beşik çatılı bina, Rehber-i Hürriyet İlkokuludur. 1899 yılında Konya’nın ilk idadisi (lise) olan Nizamiye Medresesi’nden kalan bölümde, Vali Ahmet Muammer Bey’in örnek bir ilkokul açma düşüncesiyle, Nizamiye Medresesi’nden kalan arsa temizlenmiş ve Eylül 1916’da Rehber-i Hürriyet ilkokulu inşaa edilerek eğitime başlanmıştır. Okulun içerisinde bir sınıf da yine Vali Ahmet Muammer Bey’in teşviki ve yardımları ile Konya’nın ilk kitaplığı olan halk kütüphanesi olarak açılmış ve Konya İl Halk Kütüphanesi’nin çekirdeğini oluşturmuştur.

Fotoğraf 8- Panorama ile aynı zamanlarda çekilmiş başka bir fotoğraf. Nizamiye Medresesi ve Nalıncı Baba Türbesi, Yusuf Şar Konağı’nın henüz inşaa edilmediği görülmektedir.


Okulun hemen arkasındaki kubbeli olan yapı ise, Nizamiye Medresesi yıkıldıktan sonra kalan son bölümdür ve Nalıncı Baba Türbesidir.
Kubbesiyle Nalınca Baba Türbesi ve arkada kırma çatısıyla Kapu Camii ve Aziziye Camii

Selçuklu döneminde yaşamış olan velîlerden Nizameddin Ebi’l-Hasan Ali İbn-i il-Almis bin İdris tarafından 1237 yılında yaptırılmıştır ve mimarı daha önce de belirttildiği gibi Kelûk bin Abdullah’tır. Türbe III. Murad zamanından itibaren, halk arasında Nalıncı Baba Tekkesi olarak ünlenmiş, son dönemlerde mescit olarak kullanılmış ve 1928 yılında Rehber-i Hürriyet İlkokulu ile birlikte yıktırılınca, kitabesi İnce Minare Medresesi’ndeki Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’ne kaldırılmıştır. Nizamiye Medresesini, bu medresede müderris olarak görev yapmış, ahiliğin kurucusu sayılan, 32 çeşit esnaf ve sanatkârın lideri, piri filozof Ahi Evran’ın debbağları’ndan (dericilerinden) biri olduğu için Ahizade adını almış, Edirne ve İstanbul’da da çeşitli medreselerde müderrislik yapmış olan, Konyalı Ahizade Mehmet Efendi,
“Kubbeli, kargir muhteşem ve şark âleminde çok meşhur bir ilim yuvası idi.”

diye tanımlamıştı.
İl Halk Kütüphanesi, 1919 yılında Konya İl Özel İdaresine bağlanmış ve Rehber-i Hürriyet İlkokulunun hemen karşısındaki sonraları Maarif Evleri olarak anılan bloğa taşınmıştır. 1950-54 yılları arasında Konya Belediye Başkanlığı yapmış olan, 60 devrimi sonrası Kurucu Meclis Bakanlar Kurulu Üyeliği ve Şubat 1961’de de 25. T.C. Hükümeti’nde İmar ve İskân Bakanlığı yapan 1915 yılı Konya doğumlu A. Mehmet Rüştü Özal çocukluk anılarında; 
“Mahalle mektebinde elifba diyerek, Mıhçızade hocanın önünde diz çöküp, bir yıl kadar okuduk okumadık, Cumhuriyet hocası geldi. Güzel kılık kıyafetli bir hocaydı. İkinci sınıftayken, 1921-1922 yıllarında Rehber-i Hürriyet Okulu’nda eğitimimize devam ettik.”
diye anlatır, Rehber-i Hürriyet İlkokulu yıllarını.
Fotoğraf 9- Rehber-i Hürriyet İlkokulu-Halk Kütüphanesi
ve arkasında (güney) Nalıncı Baba Türbesi
Rehber-i Hürriyet İlkokulu Cumhuriyetin ilanından sonra 19 Mayıs İlköğretim Okulu adını almış ve 1927 yılına kadar bu binada öğretimine devam etmiş, 1928 yılında bina yıktırılınca da Güllükbaşı (Küllükbaşı) Mahallesi’ne Botsallar Konağı olarak bilinen iki katlı tipik bir Konya evine taşınmıştı. Mahallenin adı üzerine iki rivayet vardır, birincisi Şems’in o civarda bir gül bahçesi olmasına bağlı olarak, Güllükbaşı dendiği, diğeri de bölgenin surların dışında kalması nedeniyle Konya halkının çöplerini o bölgeye döktüğü için Küllükbaşı dendiği yönündedir.

Fotoğraf 10- Nalıncı Baba Türbesi
Türbe halk arasında Nalıncı Baba Tekkesi olarak ünlenmiş, son dönemlerde mescit olarak kullanılmıştı. Türbe, 1928 yılında Rehber-i Hürriyet İlkokulu ile birlikte yıktırılmış, Maarif Evleri ile okul arasında daha önce açılmış olan Muammeriye Caddesi Yusuf Şar Konağına kadar genişletilerek Mevlana Türbesi istikametinde, doğuya Hükümet Meydanı’na doğru iki şeritli ve ortası refüjlü Hükümet Bulvarı olarak yeniden düzenlenmişti. Bulvarın Alâeddin Tepesi ile  birleştiği bölümde kamulaştırmalar yapılarak kazanılan alan da Cumhuriyet Meydanı olarak düzenlenmişti (Fotoğraf 24).
5 Nisan 1928’de Konya Evkaf Müdürlüğü’nden Tapu Kadastro Müdürlüğü’ne yazılan bir yazıda;
“Nizamiye Medresesi namıyla maruf iken harap olarak arsasından kısm-ı azamı eyd-i ahara (diğer ellere) geçmiş, yalnız Nalıncı namıyla mevcut bulunan türbe de hedm olunarak (yıkılarak) bir kısmı tarike kalb ve asarı ….” 
denilmekte,
1 Ekim 1930 tarihli Kadastro Riyaset-i Âli’sine yazılan bir yazıda ise;
“Nizamiye nam-ı diğer Nalıncı namıyla maruf medrese çok zaman evvel yola kalb edilmiş ve hatta fazla kalan bir kısım arsasına da evler yapılmak suretiyle şekl-i aslisi büsbütün değiştirilmiştir. Yalnız bu medrese derununda bir kabri muhtevi bulunan mescit 1340 senesinden sonra yıkılarak yola kalb edilmiştir.”
denilerek, Nizamiye Medresesi’nden kalanların ve Nalıncı Baba Türbesi’nin tamamen yıkılarak arazisinin yola ve inşaa edilen yeni binalara terk edildiği açıkça belirtilmişti.
Bir rivayete göre, Nalıncı Baba Türbesi’nin Cadde açılırken yol kenarında ve kaldırımda kalan kısımlarını Belediye yetkilileri Şelçuklulardan kalma eski eserdir diyerek yıkmaya cesaret edememiş, ancak o sırada Filistin’den Konya’ya taşınan 12. Kolordu komutanı olan Fahrettin Altay Paşa (1880-1974), bir kısım asker ve belediye temizlik işçilerinden oluşturduğu bir gruba 25 Ağustos 1927 gecesi yıktırmış, bu duruma İzmir’e ilk giren Süvari Birliklerinin Komutanı olması nedeniyle sevildiğinden o sıralarda kimse de ses çıkartmamıştı.
Konya Sanayi-i Nefise Mektebi inşaatı
Konya Sanayi-i Nefise Mektebi inşaatı




Kayalı Park’tan Konya Sanayi-i Negise Mektebi
Ftoğraf SALT Araştırma Arşivi’nden
 

Kayalı Park ve Şerafettin Camii, sağda Konya Vilayet Binası.
Fotoğraf SALT Araştırma Arşivi’nden.
İlk üç fotoğrafta (1,2,3), Şerafettin Camii’nden bize doğru daha yakın görünen üçgen alınlıklı büyük çatılı yapı, 1558’de Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan 9 kubbeli Konya Bedesteni’nin yerine, haraptır diyerek yıktırılarak, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle, Konya Valisi Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa tarafından projelendirilip, Vilayet Ser Mühendisi Şefik Bey’in denetiminde 1898 yılında inşaatına başlanan ve 1901 yılında tamamlanarak açılan Konya Sanayi-i Nefise Mektebidir.
Şerafettin Camii önünde dokuz kubbeli Konya Bedesteni

1899’da yıktırılan Konya Bedesteni

1901 yılında açılan Konya Sanayi-i Nefise Mektebi
Konya Sanayi-i Nefise Mektebi, 1920’li yıllarda bir tadilat geçirmiş, tüm çatı örtüsünün şekli değiştirilirken, doğu ve batı yönündeki üçgen alınlıklar, sivri külahlı bacalar, çatı arası pencereleri kaldırılmış, kulelerin piramidal külahları da kaldırılarak kiremitle ve dışa taşan saçaklı bir çatı ile kaplanmıştı.
Daha sonraki bir dönemde bu fotoğrafta mevcut olduğu görülen girişteki üçgen alınlıklı revak ortadan kaldırılmıştı. O üçgen alınlıkta binanın kitabesi yer almaktaydı. Bugün kayıp olan bu kitabede, Sultan II. Abdülhamid’in Tuğrası, altında “Padişahım çok yaşa”, onun altında da “Sanayi Mektebi inşaatına memur izzetlu Şefik Bey” ve “1316” tarihi yazılmıştı. Bir kaynakta 1914-1917 yılları arasında Konya’da eserler veren Mimar Muzaffer Bey’in Sanayi-i Nefise Mektebi için de çalıştığını okumuştum, yapılan bu değişikliklerin I. Ulusal Mimarlık akımı çizgisine uygunluğu nedeniyle ona ait olduğuna dair düşüncelerim var.  



Sanayi-i Nefise Mektebi 1930’lu yıllar. 1978 yılında küçük bir yangın tehlikesi atlatan Sanayi-i Nefise Mektebi, erken müdahale ile kurtarılmış ancak, 3 Mart 1979 Cuma günü çinilerini kırıp ortadan kaldırmak isteyen bazı suçluların yakalanmasının ardından aynı gününgecesi saat 22-23 sularında çıkan şaibeli bir yangın sonucu büyük hasar görmüştü. Bu yangın üzerine yıkılıp yerine işhanı yapmayı arzulayan bir grup tekrar yoğun çabalara başlamış, ancak Anıtlar Yüksek Kurulu’nun izin vermemesi sonucu bu girişim engellenmişti. 1982 yılında Konya İli Özel İdaresi ile Selçuk Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakülteleri bir ortak protokolle binanın restorasyonuna girişmiş, 1989 yılında restorasyonu tamamlanan bina İl Özel İdaresi hizmet binası olarak kullanılmaya başlanmış, 2006 yılında İl Özel İdaresinin taşınması ile de İl Genel Meclisi Hizmet Binasi olmuştu. Bu restorasyon sırasında tekrar binanın 1901 yılında yapılmış olan orijinal haline dönülmüştü. Binanın orijinalinde var olan ve sonradan yangınlar ve hırsızlık sonunda kaybolan Kütahya çinileri Hafız Mehmet Emin usta tarafından yapılmıştı. Restorasyon sırasında orijinal desen kalıplarına sadık kalınarak Hafız Mehmet Emin ustanın torunları tarafından yönetilen Metin Çini Fabrikası, bu çinilerin yenilerini üretmişlerdi.  
Konya Sanayi-i Nefise Mektebi / Konya İl Genel Meclisi, 2013

Yusuf Şar Konağı


Yazının başındaki ilk üç fotoğrafta (1,2,3) olduğu gibi yukarıdaki fotoğrafta da dikkati çeken ve bundan sonraki tüm fotoğraflarda da onların ana teması olacak, diğer yapılardan çok farklı duran kırma çatılı, çatı arası ve bodrum katı ile birlikte dört katlı, gösterişli Konak ise, 19. yüzyılda Lübnan’daki Dürzi’ler ile yaşadıkları çatışmalardan sonra Beyrut’tan göç ederek 40-50 hane olarak Konya’ya yerleşen, Konyalıların “Araplar” ya da “Arapoğlu” olarak adlandırdığı, Tapu Sicil kayıtlarında ise “Katolik Rum” olarak geçen Marunî Cemaati’nin önde gelen isimlerinden, buğday ticaretinden zenginleşen inşaatçı, otelci, dövizci, banker ve uluslararası ticaret yapabilme ruhsatı olan tüccar Yusuf Şar’ın 1900’lerin başlarında kendi mimari anlayışlarına uygun olarak inşaa ettirdiği Konağıdır.  

Fotoğraf 11- Alâeddin tepesi etekleri ile Yusuf Şar Konağı arasında kalan düz çatılı kerpiç ev ve bahçesini kapsayan büyük parsel Yusuf Şar’ın eşi Feride Hanım’a aitti. Arka planda ağacın solunda görünen beyaz büyük bina Konya Hükümet Konağı, onun arkasında görünen de Sultan Selim Camisidir. Konya Hükümet Konağı’nın inşaasına, İngiltere ve İskoçya’da yüksek öğretim yapıp iyi İngilizce bildiği ve siyaseten de İngiltere’ye yakın olduğu için “İngiliz” lakabı takılan Konya Valisi Said Paşa’nın uzun mimari araştırmalar sonunda barok bir konak yapılmasına karar vermesi ile, 1883 yılında başlanmış, Gülriz Sururi’nin dedesi Sururi Paşa’nın Valiliği döneminde, 1887 yılında tamamlanmıştır. Ağacın sağında ise Aziziye Camii ve kırma çatılı yapısı ve tek minaresi ile Kapı Camii görülmektedir.
Fotoğraf 11- Yusuf Şar Konağı’nın solundaki (kuzey) beşik çatılı, dört pencereli yapı
Rehber-i Hürriyet İlkokuludur.





O yıllarda Yusuf Şar’ın Larende Caddesi’nin üzerinde, sırtlarını eski Konya kale duvarlarına 
yaslamış, boylu boyunca sıralı dükkanları, dönemin Konya’sında en önemli iş merkezleri durumundaymış.
Konya kale duvarları, arka planda kırma çatısı ve tek minaresi ile Kapu Camii, Aziziye Camii ve Sultan Selim Camii

Fotoğraf 12- Yusuf Şar Konağı, elektriğin varlığı nedeniyle bu fotoğrafın 1918 yılı
ve sonrasına ait olduğunu düşünebiliriz.


Bu fotoğrafta görülen sola doğru giden prizmatik babalı bahçe duvarı ve üzerindeki çıtalı kafes çitin, yukarıdaki Rehber-i Hürriyet okulunun fotoğrafındaki bahçe duvarının devamı olduğu ve solunda Rehber-i Hürriyet okulunun olduğu çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca bu fotoğrafta diğerlerinde olmayan önemli bir ayrıntı da, elektrik direkleri ve kablolardır.
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden 
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden



Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.
Konya’da ilk elektrik, 1918 yılında Alâeddin Tepesi’nde ufak bir binada üretilmiş ancak, ilk ciddi ve yaygın kullanım 1929 yılında Meram Dere boğazında kurulan hidroelektrik santralin devreye girmesiyle olmuştur.


Kafesli çitlerin varlığı henüz Milli Kütüphanenin ve Nalıncı Baba Türbesi'nin yıkılmadığı bir zamanı, 1927’den öncesini işaret eder. Bu fotoğrafta gördüğümüz elektrik direkleri ve kablolar da, 1918 yılında Konağa zaten çok yakın olan Alâeddin Tepesindeki küçük santralin ürettiği elektriği dağıtmaktadır. Bu bilgiler ışığında bu fotoğrafın 1918-1927 yılları arasında çekilmiş olduğu kesindir.
Fotoğraf 13- Mimar Muzaffer Caddesi, Atlı tramvay durağı ve Yusuf Şar Konağı, 1917
Elektriğin olmadığı, ancak atlı tramvay’ın çalıştığı dikkate alınınca bu fotoğrafın

1917 yılına ait olduğu söylenebilir. Zira Atlı Tramvay 1917 yılında çalışmaya başlamış,
elektrik ise 1918 yılından itibaren gelmiştir. 
Arkada Muallim Birliği’nin kurşun kaplı, soğan kubbeli köşe kulesi görülmektedir.

Fotoğraftaki (12) bir diğer detay ise parke taşı kaplı sokaktaki tramvay raylarıdır. Konya’ya elektriğin olmadığı bir zamanda 1898-1902 yılları arasında Konya Valiliği yapmış olan Sadrazam Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’nın önderlik etmesiyle 1906 yılında Selanikten getirtilen Atlı Tramvaylar ancak 1917 yılından itibaren çalışmaya başlamıştı.


Bu raylar onun raylarıdır, ancak söz konusu olan Atlı Tramvayları işleten müteahhitler zamanla kamu hizmetinden ziyade az masrafla daha çok para kazanmak için ulaştırma işlerini istismar etmiş, halk bazen tramvay ile gideceği yolu yayan giderek tramvaydan daha kısa sürede kat edince yolcu sayısı azalmış, buna bir de yeni kurulan Konya Otomobilciler Şirketinin İstasyon-Hükümet Meydanı arası getirdiği iki küçük otobüsü çalıştırmaya başlaması eklenince, tramvay taşımacılığı iyice önemini kaybetmişti.
Muammer Bey Caddesi üzerinde Atlı Tramvay, 1924 öncesi
sağda Hükümet Konağı ilerde Sultan Selim Camii ve Mevlana Türbesi

Tramvayları çeken atlar, eski körüklü arabalar ve faytonlarda yaşlanıp, güçten düşmüş, bakımsızlıktan kaburgaları çıkmış, zayıf ıskarta atlarından farksız ve yürümeye dermanı olmayan hayvanlardı. Konya gibi düz bir şehirde çok az da olsa inişli, çıkışlı olan bölgelerde zorlanan bu atlara yolcuların bir kısmı inerek yardım ederlerdi.1924 yılı sonbaharında, araştırmacı ve yazar Selçuk Es’in çocukluğunda hayvanlar tramvay arabasını çekemeyince tramvayda bulunan turistlerin, yolcularla birlikte aşağı indiğini ve arabayı itmeye başladığını, bu olayı fırsat bilen turistlerin bir tanesinin de fotoğraf makinası ile bu olayı görüntülediğini, akşam eve döndüğünde babası Musa Bey’e anlatmış, Belediye Başkanı olan (1923-1927) Musa Kazım Gürel Bey ise bir şey söylemeyip, sadece başını sallayarak gülümsemiş, aradan birkaç gün geçtikten sonra da atlı tramvay Belediye Encümeni kararıyla seferden kaldırılmıştı.


Fotoğraf 14- Mimar Muzaffer Caddesinden Yusuf Şar Konağı, 1917
Elektriğin olmadığı, ancak atlı tramvay’ın raylarının varlığı dikkate alınınca
bu fotoğrafın da 1917 yılına ait olduğu söylenebilir.
Arkada Muallim Birliği’nin kurşun kaplı, soğan kubbeli köşe kulesi görülmektedir.
Konya’nın elektrik işi, İstanbul’da faaliyet gösteren bir firmaya imtiyaz verilmek suretiyle 1918 yılında Alâeddin Tepesi’nin güneydoğusunda küçük ve basit bir fabrikanın inşa edilmesiyle başlamıştı. 1926 yılında Konya Belediyesi’nin 150.000 TL, Özel İdare’nin 183.000 TL, Macar Ganz Firması’nın 125.000 TL ve Konya Halkının da 42.000 TL, katkı koymasıyla oluşturulan bir sermaye ile Belediye öncülüğünde “Konya Elektrik Anonim Şirketi” kurulmuştu. Kurulan bu sistem odunla çalışan bir jeneratör ile elektrik sağlamaktaydı ve üretilen elektrik evlere veya resmi müesseselere verilemeyecek kadar yetersiz olduğu için sadece Hükümet Konağı ve çevresindeki sokaklar aydınlatılmıştı.
Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla odunun trenlerde kullanılmasının daha öncelikli olmasının yarattığı odun sıkıntısı yüzünden, tesis sık sık kesintiye gitmek zorunda kalmış, ancak 1926 yılına kadar faaliyet göstermişti. Savaş sonrasında aynı tesiste bu kez levemarin kömürü veya tozu kullanılarak 110 volt üzerinden elektrik üretilmeye başlanmış, elektrik sadece caddelerle, birkaç karakola ve birkaç eve verilebilmişti.
Ancak bir istisna olarak Yusuf Şar Konağı’na da elektrik verilmişti, zira o sırada Vali Konağı olarak kullanılmaktaydı.
2 Mayıs 1920’de Milli Mücadeleye karşı patlak veren Konya (Delibaş Mehmet) Ayaklanması sırasında, Temmuz 1920’de Konya Valiliğine atanan ancak ayaklanmacılar tarafından esir edilince ve onlarla uzlaşma çabasında başarılı olamayınca 22 Kasım 1920’de isyan bastırıldıktan sonra görevden alınan Vali Haydar Hilmi Vaner (1875-1954) bu Konakta ikamet etmiş, Konak daha sonraları Merkez Komutanı Rüştü Paşa’yı da misafir etmişti.
“Baylar, Çopur Musa olayından önce bir ayaklanma olayı da Konya’da çıktı. 5 Mayıs 1920’de Konya’da karışıklık çıkarmak amacıyla kurulmuş bir dernek bulunduğu anlaşıldı. Bu dernek üyelerinden ileri gelenlerinin tutuklanmasına başlandı. Bir gün sonra, tutuklanmakta olan bu ileri gelenler, halkı da kışkırtarak Konya içinde silahlı bir toplantıya giriştiler. Bir kısım halk da silahlı olarak dışardan geldi ve hep birlikte ayaklandılar. Konya’da bulunan komutan (Kuva-yı Milliye Komutanı Binbaşı Derviş), elindeki kuvvetlerle yiğitçe çarpışarak ayaklananları dağıtmayı ve önayak olanları tutuklamayı ve kovalamayı başardı.”
M. Kemal Atatürk - Nutuk’tan

Konya’da elektrik üreten müteahhitlerin zarar etmeleri ve sık sık işi bırakıp, kaçmalarının asıl nedeni, başta Vali Konağı olmak üzere birkaç ekâbir evinden ve bazı resmi binalardan mukavele gereği verilen elektriğin bedelini alamamaları ve bu nedenle kar oranlarının çok düşük olmasıydı. O zamanlar elektrik her gün akşam ezanıyla verilir ve gece 12’den 5 dakika önce üç kere kesilerek halk uyarılır ve sonra kesilirdi. Cumhuriyet’ten sonra Belediye bu küçük tesisi genişletmiş, kömür yerine benzin motorlarıyla elektrik üretmeye başlamıştı. Ancak tesisin ekzosunun gürültüsü civar mahallelerin şikayetine neden olunca ekzos, tesisin yanına açılan bir kuyuya bağlanıp üzeri de kapatılınca şikayetler azalmıştı. Alâeddin Tepesi’nin eteklerinde Gökalp Tiyatrosu olarak inşaa edilen sonraları Belediye Sineması’na dönüşen büyük ahşap binanın elektriği de artık bu tesisten karşılanmaya başlamış, bu nedenle sırf bu salon için, santral haftanın iki günü gündüzleri öğleden sonra da mesai yapmıştı. Belediye Sineması Pazar günü bayanlara, resmi tatil olan Cuma günleri de umuma mahsus olarak çalışıyordu.
Gökalp Tiyatrosu - Belediye Sineması
1927 yılında “Konya Elektrik Anonim Şirketi” ortaklarından olan Macar Ganz firması Meram Dere boğazında bir Hidroelektrik Santral yapımına girişmiş ve Haziran 1929’da şehre 220 volt elektrik vermeye başlanmıştı.

Budapeşte’li Ganz firması, daha ziyade ürettiği elektrikli tramvaylar ile ünlenmişti. Trifaze alternatif akım uygulamalarında da öncü olmuştu. Ayrıca yaptıkları işler arasında gemi, köprü, çelik yapılar ve yüksek gerilim ekipmanları da vardı.
Macar Ganz firması, tesisi 10 yıl süre ile işletmiş, “Konya Elektrik Anonim Şirketi” 1946 yılında fesih edilerek, santral kurulan Konya Belediyesi Elektrik-Su-Otobüs İşletme Müdürlüğü (E.S.O) tarafından satın alınmıştı.
Fotoğraf 15- Alâeddin Tepesi eteklerinden Konya’ya bakış, fotoğrafın solunda Yusuf Şar Konağı’nın köşesi görülmekte, yine elektrik direkleri ve elektrik kablolarının varlığı nedeniyle bu fotoğrafın da 1918 yılı sonrası olduğu düşünülebilir. Sol arkada Aziziye Camii ve onun sağında kırma büyük çatısı ve tek minaresi ile, eski Konya Kalesi'nin kapılarından birinin yanında 1812 yılında inşaa edilen ve bu yüzden de daha çok Kapu Camii olarak bilinen İhyaiyye Camii görülmektedir.
Maarif Evleri
ve
Mualimler Birliği



Solda Muallimler Birliği ve Maarif Evleri bloğu, en sağda kubbesiyle Nalıncı Baba Türbesi ve önünde Yusuf Şar Konağı, Muallimler birliği önünden geçen sokak Muammer Bey sokağıdır.
Nalıncı Baba Türbesinin solunda beyaz beşik çatılı yapı ise Rehber-i Hürriyet İlkokuludur.


Fotoğraf 16
Nizamiye Medresesi’nin yıkılmasının ardından 1916-18 yılları arasında Yusuf Şar Konağının karşı köşesine Kazanlı Medresesi ile Muammer Bey sokağı arasına, Batı-Doğu doğrultusunda uzunlamasına, bir bodrum üzerine 2 katlı olarak inşaa edilen kagir yapı Maarif Evleri adıyla anılacaktı. Alâeddin Tepesine yakın olan köşesi, ikinci katındaki konsol olarak dışarı çıkan yuvarlak kulesi ve kulesinin üzerini örten, kurşun soğan kubbesi ile hemen farkediliyordu. İlk yıllarda Alâeddin Tepesi yönündeki bağımsız girişi daha sonraları iptal edilmiş, kapı yeri duvar örülerek kapatılmış ve bu bölüm bir süre sonra Muallimler Birliği’ne ev sahipliği yapmıştı. Dikdörtgen ve üzeri kırma çatı ile örtülü yapının köşesinde, üzeri yuvarlak kemerli üç büyük ve uzun, dört küçük ve kısa pencere dizisi ile çevrelenmiş, üstte yuvarlak bir tepe penceresi ve üzerine şapka gibi oturtulmuş kabartma büyük yıldızlarla bezeli, uzun kurşun soğan kubbesi ve en üstte de ortodoks haçını andıran alemi ile, dikkati çeken kule, yapıya sonradan asılmış bir fener gibi görünmekteydi.
Fotoğraf 17
Fotoğraf SALT Araştırma Arşivi’nden






Bu kagir yapı, mimari özellikleri ve tarzı ile hiç de Konya’nın yerel mimarisiyle uyumlu değildi. Özellikle de kulesi ile bir tane bile eşi, benzeri yoktu. Bana Rus mimari eserlerini hatırlatan yapının, 20. yüzyıl başlarında Rus Konsolosluğu olarak kullanılmış olduğunu öğrenmem de benim bu düşüncemi doğruluğunu tartışılır hale getirdi. Yapı belki de baştan Rus Konsolosluğu olarak inşaa edilmiş de olabilirdi. 20. yüzyılın başında Konya yabancı devlet temsilciliklerinin ilgi duyduğu ve resmen konsolosluk seviyesinde temsil edildikleri bir şehir olmuştu. İlginç olan ise ilk açılan yabancı temsilciliğin de Rus Konsolosluğu olmasıdır. 1896 yılına gelindiğinde şehirde Rusya ve İngiltere olmak üzere iki konsolosluk vardır. 1899’da Fransız Konsolosluğunun açılmasıyla sayı üçe çıkmış, daha sonrasında da bu üçlüye Alman Konsolosluğu da eklenmişti.


1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin ertesinde imzalanan 1878 Berlin Andlaşması’nın 61. Maddesi ile Kıbrıs Sözleşmesi’nin ilgili maddesi gereğini yerine getirmek için İngiltere Hükümeti andlaşmanın hemen ertesinde Osmanlı topraklarının önemli noktalarında konsolosluklar kurmak üzere harekete geçmişti.

Berlin Andlaşması, Madde 61:
“Bab-ı Âli (Osmanlı Devleti) Ermeniler’in yaşadığı  eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı ve Çerkes ve Kürtlere karşı  Ermeniler’in huzur ve güvenliğini sağlamayı taahhüt eder. Bu hususta alınacak önlemleri büyük devletlere bildirecektir ve devletler de alınan önlemlerin uygulamasını gözetleyeceklerdir.”

Anadolu’yu bir başkasına kaptırmak istemeyen Rus Hükümeti de harekete geçmiş ve 1878’de başta Diyarbakır olmak üzere çeşitli Anadolu kentlerinde konsolosluklar açmışlardı.
28 Haziran 1879’dan 8 Ocak 1880 tarihine kadar Konya’da görev yapmış olan İngiliz Konsolos Vekili Yüzbaşı D. H. Stewart, Anadolu Genel Konsolosu Wilson ve İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Layard’a Konya’dan gidişatla ilgili sürekli raporlar göndermişti. 
Gertrude Margaret Lowthian Bell
(1868-1926)
Tarihçilerin “Çölün Kraliçesi” olarak adlandırdığı Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz gizli servisi adına Ortadoğu’da çalışmalar yapmış, “Arabistan’lı Lavrens” olarak tanınan ünlü ingiliz ajanı Thomas Edward Lawrence ile Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlemiş, yaptığı arkeolojik kazı çalışmalarını kendini gizlemek için kullanmış olan Gertrude Bell, 1907 yılında Anadolu’ya bir gezi yapmış, Konya’ya da uğramış, şehir ile ilgili oldukça fazla belgesel niteliği taşıyan fotoğraf da çekmişti. Gertrude Bell’in bıraktığı mektuplar ve günlüklerinden, 11 Mayıs 1907 günü babasına yazdığı bir mektupta, o gün Konya’ya geldiğini ve İngiliz Konsolosu ile buluştuğunu ve yemekten sonra da Alman Konsolosu’nun kendilerini ziyarete geldiğini, 23 Haziran 1907 günü de daha önce Hindistan’da tanıştığı ve 1906 yılında Konya’ya İngiliz Konsolos Vekilliği görevi ile gönderilmiş olan Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie ve eşi’nin evinde misafir olduğunu, akşam da evde bir kutlama yaptıklarını ve gece 12’ye kadar sohbet ettiklerini öğreniyoruz.
Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie, yalnız kadın Gertrude Bell’in duygusal anlamda belki de ilk ilgi duyduğu kişi olmuştu. 
Konya İngiliz Konsolos vekili
Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie (1868-1915)
Çanakkale Savaşı’na katılmış, 25 Haziran 1915’te
Gelibolu’da ölmüş ve oraya defnedilmişti.
Konya’da İstasyon’un açılması Demiryollarının tamamlanması ve trenin de 28 Temmuz 1896 itibarıyla şehre gelmeye başlamasıyla, süreli yayınlara ve gazetelere erişim de sağlanmıştı. 1869 öncesinde, Türkçe olarak sadece Konya Şehir Gazetesi yayınlanırdı. Gazetenin içeriği resmi duyurular, İmparatorluğun Başkenti İstanbul’dan gelen haberler ve tarımla ilgili makalelerden oluşuyordu. Demiryolları öncesinde, şehre teslim edilen gazete sayısı nüfustan 2000 kat daha azdı. Ancak, 1869’da demiryolunun açılmasıyla şehirde İngilizce, Rusça ve özellikle de Fransızca olan gazete ve dergiler okunmaya başlanmış ve ve popülerlik kazanmıştı. Le Matin, I’illustration, Le Temps, Le Journal, La Lecture Pour Tous, Le Rire Rouge, Les Anneles Poliqitues et Litteraries, Le Journal de St. Petersburg, Le Novoye’ Vremya, Le Tageblatt, Le Times gibi süreli yayınlar şehre teslim gelmeye başlanmıştı.


Konya’da İttihat ve Terakki’nin etkisinde yayın yapan “Hakem” gazetesinin başyazarı Yusuf Mazhar dönemin Konya Valisi Mehmet Arifi Paşa’nın makamına çıkarak, o sırada başyazarlığını deruhte ettiği Medrese temelli, İttihat ve Terakki’ye muhalif ve Ahali Fırkası’nın ve Hürriyet ve İtilâf’ın sözcülüğünü üstlenmiş ve Konya’da Nakşibendiye-i Halidiye Zâviyesi’nin şeyhi olan müderris Zeynelabidin Efendi
tarafından 19 Şubat 1909 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlayan “Meşrık-ı İrfan” gazetesinin imtiyazının kendisine verilmesini istemiş, bu isteği güler yüzle karşılayan Vali Mehmet Arifi Paşa’nın yardımsever ve babacan tavırlarından dolayı da, 23 Aralık 1910 tarihinde yayınlamaya başladığı gazetesine “Babalık” adını vermişti.
“Babalık” Gazetesi zaman zaman kesintiye uğramış, en son olarak da 1952 yılında Demokrat Parti’nin gazeteye verilen resmi ilanları engellemesi üzerine zaten güç şartlarda çıkartılabilen gazetenin yayın hayatı sona ermişti. Başyazarı ve yazı işleri müdürünün Samizade Süreyya olduğu gazetenin yazar kadrosunda Namdar Rahmi, Reşat Ekrem Koçu, şair Yahya Saim, Sadettin Nüzhet, Enver Behnan, Şapolyo ve Servet İskit gibi basın ve edebiyat dünyasında daha sonra isim yapmış kalem sahipleri yer almıştı. Gazete başladığı tarihten itibaren düzenli olarak haftada iki sayı olarak çıkartılmış, 5 Nisan 1921 tarihinden itibaren de haftanın her günü çıkan günlük bir gazete olmuştu. Günlük olarak çıkışının birinci yıldönümünde 7 Nisan 1922 günü Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü),
“Babalık’ı Garp Cephesinin vefakâr bir arkadaşı olarak addediyoruz”
diyerek telgraf çekip, tebrik etmişti.

“Babalık”, her zaman Milli Mücadele’nin yanında yer almış, 1921’den itibaren matbaasını ve sayfalarını Milli Mücadeleye tahsis etmiş, yayınlarını da o milli dava üzerine yoğunlaştırmıştı. Yunanlılarla savaşı ve onların yaptıkları tahribatları, zaferleri gününü gününe halka duyurmuş, Kurtuluş Savaşı’nda halkın milletçe yekvücut olmasını sağlamış, Yunan ordusu üzerine atılan iki milyon rumca beyannameyi kendi matbaasında üstelik gazetenin iki rum mürettibine rumca hurufat ile dizdirerek parasız basmıştı. Beyannameler kolordu tarafından alınıp düşman cephelerine uçaklar ile atılmıştı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, Konya’da Harf İnkılâbı ile ilgili haberleri duyurma, insanları kurslara yönlendirme, Latin harflerinin insanlar için yararını duyurma görevini de yine “Babalık” üstlenmişti. Harf İnkılâbı uygulamasında Türk alfabesi öğretiminin en önemli ayağını halk oluşturmuş, süreç içerisinde eğitim teşkilatının dışında Cumhuriyet Halk Partisi, Türk Ocağı, Muallimler Birliği, Tıp Birliği gibi siyasal/kültürel kuruluşların da büyük katkıları olmuştu. “Babalık”,19 Ağustos 1928’de Konya Maarif Müdürlüğü’nün ilk kez yapacağı yeni harf kursu duyurusu yapmış, ayrıca Muallimler Birliği, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve Tıp Birliği’nin yeni harflerle ilgili açtıkları kurs ilanları da “Babalık” sayfalarında yayınlanmıştı.
Konya’da ilk kurs, Maarif Müdürlüğü tarafından, 20 Ağustos 1928 Pazartesi günü, Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu’nda açılmış, kursun Pazartesi ve Perşembe günleri saat 7:30 ile 8:30 saatleri arasında yapılacağı duyurulmuştu.

Türk Ocağı’nda ise 21 Ağustos 1928 Salı günü  tüm halka açılan kursun ilk dersi öğleden sonra Ocak Reisi Şaban Sırrı Bey’in nezaretinde “Babalık” Gazetesi başyazarı Muzaffer Hamit Bey ile Kız Orta Mektebi Türkçe Muallimesi Saime Hanım tarafından verilmişti. Okuma yazma bilmeyenler için Pazar ve Salı günleri saat 16:00’dan 17:00’ye kadar, okuma yazma bilenler içinse 17:00’den 18:00’e kadar kurs düzenlenmişti.

9 Eylül 1928 günü, Konya Valisi İzzet Bey, Türk Ocağı’ndaki kursa katılmış, memurlara ve halka yeni harfler hakkında ders vermişti.
20 Kasım 1937, Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya’ya son gelişi.
“Konya’ya daima geliyorum. Konya’nın halkı ile birlikte havasını ve suyunu da seviyorum. Sağlığım üzerinde fevkalâde tesirlerini görüyorum.”
demişti,
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk,
Konya’ya 17-19 Ekim 1925’te,
yedinci kez gelişinde.
İstanbul ve İzmir’den sonra en çok Konya’ya uğramış ve en çok Konya’da kalmıştı. Konya’ya 13 kez gelen Mustafa Kemal Atatürk, bu ziyaretler sırasında toplam 33 gün şehirde konaklamıştı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 17 Ekim 1925 Cumartesi günü saat 11’de Konya’ya 7. kez gelmişti. O günlerde memlekette, Şapka Devrimi’nin heyecanlı günleri yaşanmaktaydı.
Konyalılar, İstasyonda başlarına şapka, ya da şapkaya benzer ne varsa giymiş bir şekilde Atatürk’ü karşılamıştı. Halkın çoğu, keçeden yapılan Konya külahının önüne bir güneşlik ekleyerek kaskete benzetmiş, başına geçirmişti. Bundan çok memnun olan Mustafa Kemal Atatürk, şapkasını sallayarak halkı selamlamış, İstasyondan doğruca Atatürk Köşkü’ne gitmişti. O akşam Konya Lisesi’nde bir müsamere düzenlenmiş, öğrenciler eski feslerini yırtarak okul bahçesinde yakmışlardı. 

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Ocağı’nı ziyareti
18 Ekim 1925, Pazar 
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, ertesi 18 Ekim 1925 Pazar günü, öğleden sonra Hükümeti ve Belediyeyi ziyaret etmiş, ardından Türk Ocağına gelerek gençlerle konuşmuştu. Bu Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya Türk Ocağını ilk ziyareti değildi. Daha öncesinde, 20 Mart 1923’te ziyaret ettiği Konya Türk Ocağı Hatıra Defterine şunları yazmıştı; 
“Konya, muhtelif Türk devletleri yaşamış öz Türk vatanıdır. Konya asırlardan beri tüten büyük bir Türk Ocağıdır. Türk harsının esaslı membalarından biridir. Konya Türk Ocağı, Konya Türlüğünün hakiki bir timsali olmalıdır. Bu Ocaktan milletin hissini, mefkuresini daima ısıtacak, nurlandıracak parlak alevler semalara yükselmelidir, o kadar ki bu alev vatanın bütün ufuklarında aydınlıklar vücuda getirilebilsin. Konya’nın genç dimağları, müteşebbis, cesur, sebatkar evlatları, Ocağınıza sahip olunuz. Bütün kara manialar, Ocağınızın ateşi karşısında derhal yanıp kara duman olmağa mahkumdur”
20 Mart 1923
Mustafa Kemal

Fotoğraf 18
18 Ekim 1925 Pazar günü Mustafa Kemal, Türk Ocağından Muallimler Birliği’ne geçmiş, Birlik salonunda Kız Öğretmen Okulu Öğretmeni Sabriye Hanımın heyecanlı konuşmasını dinledikten sonra, cevaben heyecanlı bir konuşma yapmıştı;
“Muhterem hanım ve beyefendiler!
Evvela müsaade buyurunuz;
Kız Muallim Mektebi Müdürü hanımefendiye sureti mahsusa da teşekkür edeyim.
Beni buraya davetlerinden, benim buraya gelmeme delaletlerinden dolayı. Bu vesileyle çok nurlu bir huzurun, çok feyizli dimağların karşısında bulunmakla mesudum, (Eliyle başka bir hanımı göstererek) muallim hanımefendiye teşekkür edeceğim ki benim güzide heyetinizle, zaten mevcut olan münasebet ve alakamı, hepinizin göğüslerinizde taşıdığınız rozetlerden birini bizzat göğsüme takmak suretiyle burada tespit ve ilana vesile vermiştir. Muallim Sabriye Hanım’ın hitabesini çok derin bir hassasiyetle dinledim;

Muallim ordusunun, nur ordusunun azim ve imanını ne kadar güzel tasvir ve izah buyurdular, kendilerini tebrik ederim. Beyanatı arasında, şahsıma ait, lütufkar sözlere hassaten teşekkür ederim. Bu noktada her yerde söylediğim bir hakikati tekrar etmeme müsaadenizi rica ederim: Memleket ve millet hizmetlerinde öncü olmak isteyenlerin ilham kaynağı, milletin hakiki duygu ve emelleridir. Bizim zikre değer bir hareketimiz varsa, o da milletin duygu ve temayüllerine, varlığına temas etmekten ibarettir. Her türlü muvaffakiyetin, her nevi kuvvetin, kudretin hakiki kaynağı milletin kendisi olduğuna kanaatimiz tamdır. Şimdiye kadar bu hareket tarzında asla aldanmadık; bundan sonra da aynı surette devam edeceğimize şüphe yoktur.

Muhterem arkadaşlar!
Yürümekte olduğumuz teceddüt, tekamül ve medeniyet yolunda sizlerden mürekkep bir nur ordusuna dayandıkça, behemehal muvaffak olacağımıza imanım katidir. Şimdiye kadar olduğu gibi, birbirimize ve hep beraberce, milletin iradesine dayanarak yürümekte devam edeceğiz. Milletimizin aşmaya mecbur olduğu merhaleler büyüktür. Aşılması zaruri olan bu merhaleler herhalde aşılacak ve en nurlu hedeflere varılacaktır; onun için birbirimize vereceğimiz işaret şudur:

İleri, ileri, daima ileridir!’’
Fotoğraf 19
Ertesi gün, 19 Ekim 1925 Pazartesi günü, Konya Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaret etmiş, Okul avlusunda kız öğrencilerin tenis oynamalarını on dakika kadar seyretmiş, daha sonra okul salonuna geçmişti. Konya Lisesi ve Konya Kız Öğretmen Okulu öğrencilerinin gösterilerinden sonra okul müdürü Saadet hanımın yaptığı konuşma sonrasında Mustafa Kemal Atatürk şu konuşmayı yapmıştı;

“Hanımlar, Efendiler
Bu dakikada dinlediğim, coşkun duygularla dolu sözleri çok samimi, çok semavi buldum. Teşekkürler ederim. Kız Muallim Mektebi, Kız Orta Mektebi, Erkek Lise ve Erkek Muallim Mektebi tarafından birlikte tertip olunan bu müsamerede bulunmaktan pek ziyade mesut ve müstefid oldum.

Müdürler, muallimler, talebeler! Memnuniyetle görüyorum ki, çok güzel çalışıyorsunuz. Girdiğim her yerde bütün milletin aynı suretle çalıştığına şahit oldum. Millet aynı noktaya aynı tarzda seri, azimkar adımlarla yürümektedir. Bu müşahedede bulunanlar elbette hükmeder ki, Türk milleti programını katiyetle tespit etmiştir. Bu programda kat’i hedefe ulaşan yollar açık ve muayyendir. Bütün millet elele vererek programını tatbik etmektedir. Bizim programımız yoktur, diyenlere söylemeliyim ki, bizim programımızı bütün tafsilatıyla laflardan mürekkep yazılarda arayanlar bu araştırmalardan memnun, mutmain olmayabilirler. Filhakika bizim programımızın ihtiva ettiği gayeler bakkal kağıtları üzerindeki tespit olunmuş programlardan büsbütün başkadır, yüksektir. Bizim programımızın olup olmadığında mütereddit bulunanlara onun tatbikat neticeleri olan fiiller ve eserlere dikkatle bakmalarını tavsiye ederim. Her geçecek gün milletin ortaklaşa çalışmasının yeni, hayırlı mahsülleri ve eserleriyle tetevvüç edecektir. Neticeler programımızın açık teyidi olacaktır. Kudretsiz dimağlar, zayıf nazarlar hakikati suhuletle göremezler. O gibiler büyük Türk milletinin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır. Fakat zaman bütün hakikatleri en geri olanlara dahi anlatacaktır. Arkadaşlar, ilim ve irfan heyetisiniz. Huzurunuzda bulunmaktan istifade ederek bir noktaya dikkat ve gayretinizi celbedeceğim:
Milletimizi vehmiyattan nefsini kurtamaya muktedir hale getirmeye çok çalışalım.”
Fotoğraf 20
Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1925 Salı günü, özel treni ile Afyon’a gitmek üzere Konya’dan ayrılmadan önce, Babalık Gazetesi muhabirine, Konya ve Konyalılar hakkındaki düşüncelerini şöyle iletmişti;

“Konya’da bu defadaki ziyaretimde on ay evvelkine nazaran pek çok ilerlemiş eserler gördüğümü kemal-i memnuniyetle beyan ederim. Yapılan ve başlanılan imar teşebbüsleriyle Konya’nın pek yakın zamanda bütün manasıyla medeni bir şehir, gıpta edilecek bir Türk mamuresi olacağına itimadım kuvvetlidir.
Çalışkan ve uyanık Konyalıların bilhassa medeni giyimin kullanımında gösterdikleri istek ve hassasiyet ayrıca kayda değerdir. Konya gençliğinde ve mekteplerde gördüğüm hayat eseri ve faaliyetleri takdir ediyorum.
Konya’ya geldiğimde ve dört günlük ikametim esnasında muhterem Konyalıların ve mümessillerinin büyük bir heyecanla şahidi olduğum samimi tezahüratından, gösterdikleri yürekten gelen samimiyetten pek mütehasis oldum.”




Maarif evleri ve Muallimler Birliği’nin arkasındaki Unkapanı Medresesi ya da bilinen adıyla Kazanlı Medrese ve doğusundaki minareli mescid 1926 yılında yıktırılmış, yerine 1927 yılında Konya Valisi İzzet Bey tarafından Alman Leno Şirketi’ne Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu yaptırılmıştı.
Önde kemerli kapısı ile Su Sarnıcının girişi, arkada Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu
en sağda yarısı çıkmış yapı ise Avukat Ahmet Fuat Anadolu Köşküdür.
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden.


Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı. 

Kesme taş ile yığma yapı tekniğiyle yapılan E tipi planlı okul, bodrum kat üzerine iki katlı olarak inşaa edilmiştir. Birinci katında dört sınıf, bir müdür odası, ikinci katta 5 sınıf, bir müdür muavini odası ve bodrum katta da 3 sınıf ve bir öğretmen odası bulunmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu

Binanın cephelerinde birinci kat pencereleri yuvarlak, ikinci kat pencereleri ise sivri kemerli olarak yapılmıştır.
Avukat Ahmet Fuat Anadolu ahşap köşkü, kırmızı okla işaretli 1900’den öncesi


Avukat Ahmet Fuat Anadolu ahşap köşkü, Alâeddin Camii’nden çekilen bir fotoğrafta
kırmızı okla işaretli, 1900’den öncesi. Fotoğrafın çekildiği yer de aşağıdaki fotoğrafta görünen Alâeddin Camii’nn soldaki minaresinin arkasındaki çatının üzerindendir.

Alâeddin Camii
Fotoğraf 22- Muallimler Birliği ve Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu
Solda dört katlı Avukat Ahmet Fuat Anadolu ahşap köşkü, altta aynı meydanda,

annem ve benim pusetle 1953 yılında çekilmiş olan fotoğraflarımızda da görülebilmekte.
(önündeki bina sonradan yıkılmış)

Aynı meydanda, Annem ve ben, Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu (sağda kadraj dışında)
Ahmet Fuat Anadolu Köşkü bugün de restore edilmiş olarak ayaktadır.

(Civelekoğlu ailesine, dolayısıyla şahsıma  ait bu anı fotoğrafını, lütfen izinsiz ve kaynak belirtmeksizin kopyalayıp başka platformlarda kullanmayınız.) 

Ahmet Fuat Anadolu Köşkü (solda).
Bir dönem Belediye Başkan Vekilliği de yapmış olan,
1952-54 yılları arasında Konya Barosu Başkanlığını yapan Avukat Ahmet Fuat Anadolu Köşkü,
1990 yılından itibaren Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu binası olarak kullanılmaktadır.
1908-1912 yılları arasında Arapoğlu makasında muayenehanesi olan
Gayrımüslim bir doktorun malikanesi olarak inşaa edilen Köşk,
daha sonra 
Avukat Ahmet Fuat Anadolu’nun mülkiyetine geçmişti.  

Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu binası,
bodrum, zemin, 1.kat ve çatı katı olmak üzere dört katlıdır.
Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu binası,
moloz taş, kesme taş, tuğla ve ahşap karkastan oluşmaktadır.
Yapının kırma çatısı Marsilya tipi kiremitlerle kaplıdır. 
Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu binasında,
açık ve kapalı çıkmalar ve çok sayıda pencere yapıya hareketli bir cephe kazandırmış, çıkma, çatı saçakları ve balkon korkuluklarındaki zengin ahşap işçiliği ile bezenmiş oyma süslemelerde bitkisel motiflerin yanısıra ayyıldız motiflerine de rastlanmaktadır.
Avukat Ahmet Fuat Anadolu Evinin 70’li yıllarda çekmiş olduğum bir fotoğrafı.
Sabahattin Ali’nin hikayesinden senaryosu Ayşe Şasa tarafından yazılıp sinemaya uyarlanan ve Yusuf Kurçenli tarafından çekilen, Türkan Şoray ve Hakan Balamir’in başrollerini paylaştığı 1987 Gramofon Avrat filminin bazı iç mekan sahneleri bu evde çekilmişti. Filmde Ahmet Fuat Anadolu evi Terzi Mürüvvet’in evi olarak kullanılmıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Cemile (Türkan Şoray) Dereköylü bir delikanlının yanında Meram’da bir oturağa gelmiş, ondan sonra bir iki ay bu çocukla dolaşmış, Dereköylü bir gece kavga arasında vurulup ölünce bütün öteki kimsesiz ve efesiz oturak kadınları gibi eski bir oturak alemi kadını olan Azime’nin (Güzin Özipek) eline düşmüştü. Azime ne tükenmez hazine yakaladığını bilmez değildi elbette, Cemile’yi önce terzi Mürüvvet’e götürmüş, hanımlar gibi giydirmiş, ayağına tokalı pabuçlar almış, bir hafta, on gün Mürüvvet’in (Gülsen Tuncer) evinde istirahat ettirmiş, usul erkan öğrenmesini sağlamıştı. Ondan sonra bir geceliğine oturağa göndermek için otuz, kırk, yerine göre yüz lira alarak ve sürüyüp götürmesinler diye de yanına kendi adamlarından bir silahlıyı -efesidir, yalnız göndermez- diye katarak kızı çalıştırmaya başlamıştı.
  



Osmanlı Devleti’nin, çok uluslu ve çok dinli bir
yapısı vardı. 1914 yılına gelindiğinde Osmanlı
Devleti topraklarında İslâm dinine mensup vatandaşlar yanısıra on üç ayrı cemaatin varlığı söz konusuydu. Bunlar, İstanbul Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı Rumlar, Ceneviz ve Venedik tâcirlerinin devamı olan Latinler, İstanbul Patrikhanesi’ne bağlı Gregoryen Ermeniler, Katolik Ermeniler, Mardin Patrikliği’ne bağlı Suriyeli Katolikler, Musul Patrikliği’ne bağlı Kaldenî Katolikler, Şam Patrikliği’ne bağlı Melkitler, Museviler, Bulgar Kilisesi’ne bağlı Bulgar Katolikleri, Maruniler, Nasturiler’di. Osmanlı Devleti’ne karşı tüm bu cemaatlerden onların dinî liderleri sorumluydu. Vergilerini bu dinî liderler toplar, kendi aralarındaki adlî sorunlarını ise kendi mahkemelerinde çözüme kavuştururlardı. Tüm dinler ve cemaatler dil ve din serbestisine tabii ve iktisadî yaşamlarında bağımsızlardı, hiçbir şekilde Osmanlı Devleti’nin müdahalesi söz konusu olmamıştı.

1860’larda Lübnan’dan Dürzi’ler ile yaşanan çatışmada büyük bir kıyıma uğrayan ve kaçarak Fransızların himayesinde Konya’ya gelen Katolik Kilisesi’nin Doğu ayin usulüne bağlı bir grup olan Maruniler, Osmanlı Devleti topraklarında kısmi bir özerklik kazanmışlardı. Maruniler, Konya Kalesi içinde 1910 yılında, bölgede uzun yıllardır çalışan Fransız ailelerine dini yardım ve destek vermek için gelen Assomptionistes Rahipleri tarafından sille taşı ile inşa edilen Saint Paul Fransız Katolik Kilisesi civarında kendi mimarilerinin izlerini taşıyan ve bazıları günümüze kadar yaşayan binalar yaptırarak o bölgede ikamet etmişlerdi.

Bu evlerden birisi ve baştan beri etrafında dolaştığımız Muallimler Birliği Binasının karşısındaki kırma çatılı dört katlı Konak, Marunî Cemaati’nin önde gelen isimlerinden, buğday ticaretinden zenginleşen inşaatçı, otelci, dövizci, banker ve uluslararası ticaret yapabilme ruhsatı olan tüccar Yusuf Şar’a aitti ve 1900’lerin başlarında inşaa edilmişti.

Yusuf Şar,
eşi Feride Hanım
ve oğulları
Fuat ve Behçet Şar...
1864 yılında, Mithat Paşa’nın ülke ziraatını desteklemek ve çiftçiye kredi vermek amacıyla Ziraat Bankası’nı kurmasıyla birlikte, Osmanlı Devleti’nin büyük vilayetlerinin hemen hepsinde Ziraat Bankası’nın şubeleri açılmıştı.

Ziraat Bankası Konya Şubesi, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle, 19 Haziran 1896 tarihinde 
315.561 kuruş sermaye ile ve 1’i reis, 1’i banka memuru, 1’i muavin, 4’ü aza, 1’i çiftlik müdürü, 1’i memur, 1’i muavin, 1’i birinci katip, 1’i ikinci katip ve 4’ü banka personeli olmak üzere toplam 16 kişi ile açılmış, o yılın sonuna kadar bankanın sermayesi 2.331.021 kuruş 39 paraya yükseltilmişti.

Şerafettin Camii karşısındaki Kayalı Park’a bakan Ziraat Bankası 1928 yılında inşaa edilmişti. 


1900’lü yıllara gelindiğinde ise, Konya’da Ziraat Bankası, Osmanlı Bankası yanısıra çok sayıda sarraf ve banker de  para piyasasında faaliyet göstermeye başlamıştı.

Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte ulusal ekonomi hareketleri canlanması, 
İttihat ve Terakki’nin, milli bankacılığın gelişmesi yönündeki çabaları ve halkın küçük tasarruflarının toplanmasıyla anonim şirketler kurulmaya başlamıştı. Bazıları artan sermayeleri ile bankacılık faaliyetlerine başlamış, yörede ticaretle uğraşanların banka hizmetlerini, özellikle de kredi gereksinimlerini karşılamış ve değişik ticaret kollarında yeni teşebbüslere öncülük etmişlerdi. Konya bu konuda Osmanlı kentleri arasında ilk olmuştu. İşte bu anlamda Konya’da başı çeken de, 1906 yılında sarraf ve banker olarak başladığı işi 1910 yılında Maruni Yusuf Şar’ı ortak alarak bankacılığa kaydıran Maruni İlyas Çaha olmuştu. Konyalı tüccar ve çiftçiye kredi sağlamanın yanı sıra, Konya’da sarraflık (altın, gümüş…vs) işiyle uğraşmak üzere kurulan ve kuruluş sermayesi 5000 lira olan, İlyas Çaha-Yusuf Şar Bankası’nın diğer bir ortağı da Fransız vatandaşı olan Abraham Haralamidis’ti. 1912 yılında bankanın sermayesi 120.000 lira olmuştu.

Konya ahalisinden pek çok kişi, 
İlyas Çaha-Yusuf Şar Bankası’na gelerek kredi ihtiyaçlarını temin etmişlerdi. Müşterilerine güleryüz gösteren banka Osmanlı Bankası’nın müşterine sağladığı her hizmeti verdiği gibi üstelik de bunu daha az bir ücret karşılığı yaparak, Ziraat Bankası’ndan sonra Konya’nın en önemli mali kuruluşlarından birisi olmuştu. Ancak bu durum I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla değişmiş, mali güçlerini artıran İlyas Çaha-Yusuf Şar Bankası, İngiliz ve Yunan elçilikleri ve İtilaf devletlerinin tesirinde kalarak onlardan gördükleri destekle Konyalılar üzerinde siyasi baskı kurmaya başlamışlar, yıllarca birlikte yaşadıkları komşularına dahi hoş olmayan tavırlar sergilemeye başlamışlardı. Bu sırada bir müşterileri ile yaşadıkları mükerrer senet meselesi yüzünden mahkemelik olmuşlar, tahkikatlar, yazışmalar, tekrar eden itirazlar uzamış gitmiş, Dahiliye Nezareti’ne kadar intikal etmişti. 1917 yılına gelindiğinde Konya’da gayrimüslümler arasında Dünya savaşı sırasında düşmanla işbirliği yaptıkları ve Konya Ekonomisine zarar verdikleri gerekçesiyle tehcir başlamış, göç ettirilenler arasına,
kurdukları banka ile Konyalı esnafını soydukları, haksız kazanç sağladıkları bilinen ancak mahkemesi sonuçlanmayan, İlyas Çaha ve Yusuf Şar da dahil edilmişti. Bankanın kurucularından Fransız vatandaşı Abraham Haralamidis ise çok öncesinde sınır dışı edilmişti. Halep kentine yerleştirilen Yusuf Şar ve İlyas Çaha, Mütâreke’den (1918) sonra Konya’ya geri dönmüş, Millî Mücâdele’nin başlamasıyla da Konya’daki işlerini yürütmesi için Ermeni Avukat Markaryan’a vekalet vererek tekrar Suriye’ye gitmişti. Bu arada mahkeme Konya’dan İzmir’e nakledilmiş, orada devam edlmiş ancak hiçbir karar çıkmayarak sonuçsuz kalmış, Banka da zaman içinde unutulup gitmişti.
Fotoğraf 23- Alâeddin Caddesi’nden Cumhuriyet Meydanına yaklaşımda
Hükümet Bulvarı başında Yusuf Şar Konağı
Yusuf Şar, yıllar boyunca kazandığı büyük paralar ile Konya’da birçok bina yaptırmış ve mülk edinmişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’a yerleşen Yusuf Şar, Konya’daki mülklerinin takibi ve idaresi için bir Süryaniyi vekilharç tayin etmişti. Bu Süryani vekilharçın 1928 yılında elyazısıyla tuttuğu muhasebe kayıtlarından, Yusuf Şar’ın sahibi olduğu 4 mağazadan aylık 140 lira, 5 hane ve 1 Otelden aylık 1765 lira, 3’ünden ücret almadığı 6 Ambardan da aylık 19 lira, toplamda ayda 1924 lira kira bedeli aldığı anlaşılmaktadır.

Bu mülklerin içerinde yer alan Yusuf Şar’ın 4 katlı büyük Konağı, Kurtuluş Savaşı yıllarında  Vali Konağı olarak da kullanılmış, hatta Konya Delibaş Ayaklanması sırasında Vali Haydar Hilmi Vaner Bey bu Konakta ikamet etmişti. Sonraları Yusuf Şar Konağı, Merkez Komutanı Rüştü Paşa’yı da konuk etmişti.

1920’den sonra Konya Belediyesi Hizmet Binası olarak kullanılan büyük Yusuf Şar Konağı, yine sözkonusu kayıtlardan edinilen bilgilere göre, Yusuf Şar’ın varisleri olan iki oğluna, Fuad ve Behçet Bey’lere geçmiş, Konya Belediyesi de kiracısı olduğu bu Konak karşılığında Behçet Şar’a aylık 917 lira kira bedeli ödemişti.

Yusuf Şar’ın varisleri Fuad ve Behçet Şar beylerin, Konya’da halk arasında “Enseli” ya da “Sarayli” olarak adlandırılan, dünyada ise “Seljuk Fantail” “Seldjuken tümmler” olarak bilinen ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin de beslediği bilinen, Konya yöresine özgü Selçuklu güvercinlerine ilgi duydukları ve sahip olup besledikleri anlatılır.

Yusuf Şar’a ait mülkler Süryani vekilharç tarafından 1935 yılına kadar idare edilmiş, o tarihten itibaren tüm binalar Emlâk-i Emriye’ye (Millî Emlâk) geçmiş ve oradan da Belediye’ye ve Hazineye intikal etmişti.   

Yusuf Şar Konağı, 1956 yılına dek Konya Belediyesi olarak kullanılmıştı. Binanın birinci katında Zabıta Müdürü ve Zabıtalar, Belediye Doktoru, Ebe ve Nikâh dairesi, Üst katta Belediye Başkanlık makamı ve Meclis Salonu bulunuyordu.
Fotoğraf 24- 1927 yılında Alâeddin Tepesinden doğuya Hükümet Meydanına doğru açılan iki şeritli ve ortası refüjlü Hükümet Bulvarı, sol köşede Muallimler Birliği ve Maarif Evleri, sağ köşede ise Yusuf Şar Konağı, önde görülen küçük beyaz yapı Trafodur.


Fotoğraf 25- Fotoğraf 24’den kısa bir zaman aralığı öncesi ya da sonrası, her şey aynı.
Maarif Evlerinden sonra sola giren sokak açılmadan ve daha Maarif Evleri de inşaa edilmeden önceki zamanlarda, bu fotoğrafta görünen Maarif Evlerinin arka köşesine denk gelen yerde zeminden biraz yükseltilmiş, etrafı parmaklık ile çevrilmiş, bir “çevrik” varmış. Burası Kur'an-ı Kerim’in 55. Rahman Suresi'nin 19. ayetinde adı geçen ve “iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir” anlamına gelen “Marac’el Bahreyn” diye adlandırılmıştı. Rivayet edilir ki bu yer, 1244 yılında Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya geldiğinin bir gün sonrasında, 30 Kasım’da Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile ilk kez karşılaştığı, sorular sorduğu ve aldığı cevaplar neticesinde dayanamayıp, düşüp bayıldığı yerdir. Daha sonraki yıllar içerisinde Mevlana Türbesinden dervişler her akşam gelip buraya kandil yakarmış ve mevleviler tarafından ziyaret edilirmiş. Cumhuriyetten sonra Tekke ve Türbeler kapatılınca bu çevriğe artık kandil de götürülmez olmuş, zamanla unutulmuş ve Maarif Evleri inşaa edilirken de ortadan kaldırılmış. 1953 yılında Belediye, bir dönem Konya Belediye Başkanlığı da yapmış olan Konya’lı eğitimci, yazar, gazeteci ve siyasetçi Mehmet Muhlis Koner (1886-1957), asıl adı Mustafa İzzet Baki olan edebiyat tarihçisi ve çevirmen Abdülbaki Gölpınarlı’nın (1900-1982) da dahil olduğu bir komisyon kurulmuş ve “Marac’el Bahreyn”in yerini belirlemek adına bir anıt hazırlanmasına çalışmışlardı. Komisyon bir kitabe hazırlarken Konya’da Atatürk Anıtı kaidesi dahil bir çok eseri bulunan Mimar Muzaffer Bey’in oğlu Yüksek Mimar Ali Mukadder Çizer de bir proje hazırlamıştı. Ancak hazırlanıp, o dönemin Belediye Başkanı Mehmet Rüştü Özal’a verilen dosya rafa kalkmış, proje ödenek yokluğu nedeniyle gerçekleşememişti. Abdülbaki Gölpınarlı’nın eski türkçe harfler ile hazırladığı kitabenin metni şöyleydi;
“Büyük bilgin ve mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn ile onun gönül dostu Şemseddin-i Tebrizî 30 Kasım 1244 günü ilk defa burada buluştu, görüştüler. Bu buluşmadan sonra, burası “Marac’al-bahreyn” yani “iki denizin buluştuğu yer” olarak adlandırılırdı.
Bu anıt, bu buluşmanın anısına dikildi.”

“Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi.
O altın madenim geldi. Başımın sarhoşluğu geldi. Gözümün nuru geldi. Bir dileğim olmuşsa, işte o dilediğim geldi. Dün gece mumla aradığım dost,
bu gün bir gül demeti gibi yoluma çıkageldi.” 

MEVLÂNÂ


Fotoğraf 26- Daha önceki 24 ve 25 numaralı fotoğraflarda var olan ancak daha sonraki fotoğraflarda göremediğimiz Yusuf Şar Konağı’nın girişindeki camekanlı bölüm önünde Öğretmenleri nezaretinde ilkokul öğrencileri ellerinde bayraklar ile yapılan bir milli bayram kutlamasına katılmaktalar. Yine bu fotoğrafta görülen demir bahçe parmaklıkları, 28 numaralı fotoğraftan sonra görülmemekte. 
Fotoğraf 27- Yine bir Milli Bayram kutlaması, öğrenciler ve halk ellerinde bayraklar ile Yusuf Şar Konağı’nın önünde ve çevresinde bayrama coşku ile katılıyor. Konağın 1. kat balkonunda “En Büyük Kuvvet ... Halktır” yazan bir döviz, pencerelerden bakanların salladıkları Türk bayrakları ve sol tarafta binaya bitişik bahçe kapısının taş babalarının solunda bir göndere çekilmiş CHP bayrağı dikkat çekmekte. 









Fotoğraf 28- Fotoğraf 24 ve 25’e göre daha sonraki bir dönem tek fark Bulvardaki refüje ekilen ağaçların bir parça büyümüş olmaları.

Fotoğraf 29- Bu fotoğrafta daha önceki fotoğraflarda görmediğimiz kadar bir genişleme farkedilmektedir. Fotoğrafta dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise birkaç tane bisiklet kullananın görülmesidir. Konya'lıların bisiklet ile tanışması 1920’li yıllara dayanır, daha sonraki yıllarda Konya şehrinin düz olması nedeniyle, yediden yetmişe herkesin bisiklet kullanması ile Bisiklet ile Konya özdeşleşmiştir. Ben çocukluğumda Konya’ya gittiğimde, Kazım Karabekir Caddesi üzerindeki ablamın evinin önünden su gibi akan bisikletletleri ile işe giden Konyalıların zil seslerini sabah uyandığımda yattığım yerden duyardım. 
Fotoğraf 30- Sağda Yusuf Şar Konağı’nın sırasındaki İnhisarlar İdaresi Binası’nın varlığı bu fotoğrafın 1935 yılından sonra çekildiğinin göstergesidir. Fotoğraf 27 ve 28’de var olan Yusuf Şar Konağı’nın bahçe kapısı, duvarı ve parmaklıkların bu fotoğrafın çekildiği tarihten itibaren kaldırıldığı ve Konağın merdivenlerinin direkt olarak kaldırıma açıldığı görülüyor. Fotoğraf 28’den daha sonraki bir dönemde çekilmiş olduğunu bahçe duvarının kalkmış olduğundan anlıyoruz ancak, Bulvardaki ağaçların tekrar neden küçüldüklerini anlamak pek mümkün değil. Solda ağaçların arkasında Muallimler Birliği ve Maarif Evlerinin hala yerlerinde olduğu da görülmektedir.
Fotoğraftın solunda ağaçların altında görünen, dikdörtgen üzerindeki yuvarlak kemerli yapı ise Alaeddin Tepesi Su Deposu’nun kapısıdır ve daha önceki fotoğraflarda da (Fotoğraf 3’te sağda, Fotoğraf 5’te solda KONYA yazısının altında) da görülmektedir. 
Konya Valisi Avlonyalı Ferid Paşa sehrin su ihtiyacını karşılamak üzere Cambaz Deli Osman’ın da tavsiyesi ile 1902 yılında Konya’nın 23 km güneybatısındaki Loras dağlarının güney eteklerindeki bir dere içinde bulunan ve Konya’dan 250 metre yüksekte olan Çayırbağı suyunu getirmeye karar vermis ve bu girişimi gerçeklestirmek için de bir “Su Komisyonu” kurarak ve halktan teberru olarak aldığı 16.000 lira ile bu işe başlamıştı. Çayırbağı halkı muhalefet etse de mevcut suyun yarıdan fazlasını 160 mm’lik demir borularla eğim sayesinde kolaylıkla ve tazyikli bir şekilde önce istasyona oradan da Alaeddin Tepesi’nde inşaa edilen 500 tonluk Kagir Su Deposuna aktarmış ve yine demir borularla şehrin çeşitli mahallelerindeki elli kadar çeşmeye taksim edilmişti. 1905 yılında Konya Valisi olan Faik Bey zamanında da tesis tekrar ele alınmış ve 2000 lira masraf yapılarak yenilenmişti. Fotoğrafta arka planda görülen iki adet kubbeli yapı ise 1927 yılında yaptırılan Su Depolarıdır ve zemin sorunları yüzünden kullanılamaz hale gelince 1954 yılında yıktırılmıştır.



Konya Valisi Avlonyalı Ferid Paşa’nın tavsiyesini aldığı ve Konya’ya su getirilmesinin asıl mimarı olan Cambaz Deli Osman ve Çayırbağ suyunun hikayesi kısaca şöyledir;



Bab-ı Aksaray’da yolcu atlarının tımarını yapan 15-16 yaşlarında yetim bir çocuktur tımarcı Osman. 1890’larda Osman’ın çamaşırcılık yapan fakir anasına mapusane müdürü hayrına Konya mapusanesinde idam edilen bir mahkumun üzerinden çıkartılan elbiselerini verir, kadıncağız elbiseleri eve getirir, yıkayım der ancak sıra kuşağa gelince bir ağırlık farkeder, bir de bakar ki kuşağın içine ustaca yerleştirilmiş yüzlerce altın vardır. İşte anasının bulduğu bu altınları alan Deli Osman kısa zamanda zengin olur ve tımarcılıktan tatar ağalığına terfi eder. Çiftlik, çubuk sahibi olur. Günlerden bir gün Konya sokaklarında atı ile gezinirken halkın su sıkıntısından şikayet ettiğini duyar ve atını sürdüğü gibi Hükümet Binasının merdivenlerinden yukarı,

Valinin makamına çıkar;

“Hey Vali Paşa hazretleri! Senden evvelki vali bu şehre bir kerana (kârhane) yaptırdı adı ‘Keranacı Vali’ye çıktı. Senin adın da ‘Susuz Vali’ye çıkacak. Burada boşuna ne oturuyorsun, halk susuzluktan kırılıyor. Su bulmanın çaresine baksana!..”
diye Valiye seslenir. Sesleri makamından işiten Vali Avlonyalı Ferid Paşa dışarı çıkar ve bakar ki bağırıp çağıran Deli Osman’dır.
“Gel deli ağa, bağırma içeri buyur”
der, atını bağlatır ve ikisi valinin makamında uzun uzun sohbet ederler.
Vali Avlonyalı Ferid Paşa,
“Deli ağa, ben de su işinden mustaribim ama çaresizim de. Su kıt, havuzlar kifayet etmiyor.
Bol su yok ne yapalım”
deyince, Deli Osman,
“Paşam sen o işi bana bırak. Hemen şuracıkta yanı başımızda Çayırbağı köyünde çok güzel hem de pek galabalık akan bir su var, onu getirtelim bu şehre”
diye cevap verir;
Vali Avlonyalı Ferid Paşa, hemen atları hazırlatır, Deli Osman Ağa ile birlikte Çayırbağı’na gider, suyu yerinde inceler ve suyun Konya’ya getirilmesine karar verir.

1902 yılında yapılan Alaeddin Su Deposu’nun Girişi.
Depo işlevini yitirmiş olsa da kapısı ve üzerindeki kitabesi
hala yerinde muhafaza edilmektedir.
Yukarıdaki fotoğrafta (30) daha önceki fotoğraflarda görmediğimiz yeni inşaa edilen yapılar var;
Bunların ilki, Cumhuriyet’in kuruluşunun Onuncu yılının kutlamalarının anısına, Hükümet Bulvarı’nın Cumhuriyet Meydanı’na bağlandığı noktada refüjün başına, kutlamadan 3 yıl sonra 29 Ekim 1933’te yerleştirilen ve üzerinde
“Konya halkı Onuncu Cumhuriyet Bayramını candan coşkunlukla bu alanda kutladı. 29.10.1933”
yazan Onuncu Yıl Anıtıdır.
İki sütunun taşıdığı yuvarlak bir kemer,
kemerin ortasında bir meşale ve
yaratılan boşluğun içinde mermer bir kaide üzerindeki anı taşı ile basit bir şekilde düzenlenmiş olan anıtın kemerinin üzerinde kabartma olarak Cumhuriyet Halk Partisinin yedi oku kabartma olarak işlenmişti.
Onuncu Yıl Anıtı, 1950 yılında iktidara gelen, Demokrat Parti zamanında, 1953’te kaldırılmıştı. Üstelik o sırada Belediye Başkanı olan (1950-54) Mehmet Rüştü Özal, onuncu yılda liseyi bitirmiş bir Konya’lı idi. Büyük bir ihtimalle de lise son sınıf öğrencisi olarak Cumhuriyet Meydanı’nda 3 yıl sonra bu anıtın yerleştirildiği noktada düzenlenen coşkulu
29 Ekim 1930, Onuncu Yıl kutlamalarına da katılmıştı.
Alaaddin Tepesine doğru bakışta, Onuncu Yıl Abidesi
Fotoğraf SALT Araştırma Arşivi’nden

Mevlana Caddesi’ne doğru bakışta,
Onuncu Yıl Abidesi
29 Ekim 1930’da Konya’da Cumhuriyet Meydanı’nda çoşku ile yapılan Onuncu Yıl Töreni  

Onuncu Yıl Abidesi
İkincisi, 1928 yılında Hükümet Bulvarı’nın genişletilmesi sırasında yıkılan Nalıncı Baba Türbesi’nin boş bırakılan arazisi üzerine 1935 yılında inşaa edilen idari ofisleri, satış mekanlarına ve depoya sahip üç katlı İnhisarlar İdaresi (Tekel) Binasıdır.

Yapının temeli, Mimar Nihat Bey’in hazırladığı projeye göre atılmış, ancak Mimar Nihat Bey’in daha sonra İnhisarlar İdaresi Genel Direktörlüğü Fen Heyeti’nden ayrılması üzerine, proje bu kez Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü, 1934 yılı mezunu Mimar Tahir Tuğ (1908-1990) tarafından yeni ihtiyaçlara göre tadil edilerek inşaat tamamlanmıştı.

Fotoğraf 31- Yusuf Şar Konağı, Onuncu Yıl Anıtı ve İnhisarlar İdaresi Binası, 1935 sonrası
Betonarme karkas olarak inşaa edilen bina bir bodrum, zemin, birinci ve teras kat olmak üzere dört katlıdır. Bina mimarlık tarihçilerinin “Ankara Kübiği” olarak adlandırdıkları bir üslubu yansıtmakta ve cephe çıkmaları ile de Holzmeister stilinin mimar üzerindeki etkisini göstermektedir.

Konya İnhisarlar İdaresi (Tekel) Binası’nın Ağustos 2015 görüntüsü

Özelleştirme kapsamında satışı yapılan ancak boş ve bakımsız olarak da olsa
günümüzde de ayakta olan, belki de yıkılacağı günü bekleyen
1935 yılında inşaa edilen Konya İnhisarlar İdaresi (Tekel) Binası
Üçüncüsü ise, 1 Ocak 1936 tarihinde, Alâeddin Tepesi’nin doğu eteklerine Hükümet Bulvarının tam ortasına denk gelecek şekilde inşaa edilen Şehitler (Meçhul Asker) Anıtıdır.
Şehitler (Meçhul Asker) Anıtı
Şehitler (Meçhul Asker) Anıtı ve arka planda Yusuf Şar Konağı
yerine inşaa edilen yeni Belediye Binası, günümüzde Türkiye İş Bankası
Şehitler Anıtı, 1933 - Nisan 1936 tarihleri arasında 5. Kolordu Komutanlığı yapan Korgeneral Cemil Cahit Toydemir (1883-1956) tarafından İstiklal Savaşı şehitlerinin anısına, Gödene ve Sille’den getirilen kesme taştan yaptırılmıştı. Dikdörtgen bir kaide üzerinde dört yuvarlak sütunun ortasında yükselen büyük bir sütundan meydana gelen Anıtın iki yönüne,
“Türk çocuğu senin ve yurdun için can veren Ulu Şehitlerini unutma”
yazılmıştı.

Şehitler (Meçhul Asker) Anıtı
Cemil Cahit Toydemir 1946’da VII. Dönem Cumhuriyet Halk Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçilmiş, 1946-47 yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı yapmıştı.


Fotoğraf 32




Fotoğrafta (32) ilk kez gördüğümüz soldaki köşesi yuvarlatılmış dört katlı bina, Konya’nın bilinen ilk apartmanı olan Hayat Apartmanıdır ve 1937 yılında Hükümet Bulvarı’nın kuzeyine, İnhisarlar İdare Binası’nın tam karşısına eskinin Baltacıoğlu, bugünün Mazhar Babalık sokağının köşesine inşa edilmiştir. Sokak içinde Hayat Apartmanının hemen yanındaki ada Babalık Gazetesinin çıkarıldığı Babalık Matbaası ve İdaresidir. Fotoğrafın tam sol köşesinde görülen yapı da 1938 yılında Cumhuriyet Meydanı ile Hükümet Bulvarı’nın kesiştiği köşeden bir önceki parsele inşaa edilen Konya’nın Belediye Sineması’ndan (Gökalp Tiyatrosu) sonraki ilk modern sinema salonu olan Yeni Sinemadır. Aynı tarihte, tam Cumhuriyet Meydanı’nın köşesine bu fotoğrafta görünmeyen Yeni Sinemaya bitişik olarak dönemin modasına uygun olarak yuvarlak köşeli bir konut inşaa edilmiştir ki, o da Yeni Sinema’nın sahibi olan Tevfik Ceylani’nin evidir. Tevfik Ceylani Evi ve Yeni Sinema bu parselde daha önce var olan Muallimler Birliği ve Maarif Evleri’nin parseline yapılmıştır.



Fotoğraf 33A- Bu fotoğrafta ve bir sonrakinde, yazıya başladığımdaki ilk fotoğraftan geriye arka plandaki cami ve benzeri büyük yapıları saymazsak eğer, bir tek Yusuf Şar Konağı’nın kalmış olduğu görülür. Ayrıca, Fotoğraf 30’da Yusuf Şar Konağı’nın hemen yanında görülen iki katlı binanın ikinci katının yıkılmış, tek katının varlığını sürdürdüğü de farkedilmektedir.

Fotoğraf FOTO A. Ektem’e aittir; Foto Ektem Stüdyosu, 1926 yılında kurulmuştu. Stüdyonun kurucusu 1908 Konya doğumlu Ahmet Hamdi Ektem’dir. Kunduracı çırağı olarak çalışma hayatına atılan Ahmet Hamdi Ektem, kendi gayretleriyle fotoğrafçılığı öğrenmiş, Gazi Lisesi (1923-1928) Beden Eğitimi Öğretmeni Süreyya Rifat Ege’nin hediye ettiği Alimünid makine ile seyyar fotoğrafçılığa başlamış, 1926 yılında da ilk fotoğrafhanesini açmıştı. Ahmet Hamdi Ektem Stüdyosunu 1955 yılında oğlu Abdullah Nevzat Ektem’e devretmişti. Stüdyo günümüzde torun Mehmet Ektem tarafından yaşatılmaktadır.
Ahmet Hamdi Ektem Stüdyosu fotoğrafının, Fahrettin Kadıoğlu tarafından renklendirilmiş hali.

Gazi Lisesi (1923-1928)
Beden Eğitimi Öğretmeni
Süreyya Rifat Ege

Fotoğraf 33B- Belediye 1939 Ağustos’unda Cumhuriyet Meydanı adı verilen bu meydanı parke taşı ile kaplamış, Belediye Binası olarak kullanılan Yusuf Şar Konağını da gerek temizlik gerekse hava taarruzlarına karşı bir tedbir olarak koyu kurşuni bir renkle badanalamıştı. Fotoğraf 33A ve B’de Cumhuriyet Meydanı’nda bu parke taşı kaplama faaliyetinin işareti olarak Onuncu Yıl Anıtının soluna doğru alanın o kısmında yığılı parke taşları görülebilmektedir, bu da fotoğrafların 1939 yılına ait olduğunun işaretidir.
Fotoğraf 34- Fotoğraf 30’da Yusuf Şar Konağı’nın hemen yanında görülen iki katlı binanın artık tamamen yıkılmış ve yerinin boş olduğu görülmekte. Bu fotoğrafı tarihlemek açısından en önemli ipucu Hükümet Bulvarı üzerinden Cumhuriyet Meydanı’na doğru gelmekte olan bir Belediye Otobüsünün varlığıdır. Konya’da Şehir içi düzenli otobüs seferleri 1941 yılında başlamıştı ve
başlangıçta Hükümet Meydanı-İstasyon, İstasyon-Dikimevi ve Dikimevi-Meram Çarşısı arasında seferler yapmıştı. Ancak bu fotoğraftaki otobüsün burunsuz tabir ettiğimiz tipte olması, bir önceki fotoğraflardaki ağaçların küçüklüğü ve bu fotoğrafdakilerin oldukça büyümüş ve gelişmiş olduklarını göz önüne alınırsa 1950’li yıllara denk geldiğini söyleyebiliriz. 
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden 
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden
1890 yılında doğan Tevfik Ceylanî Birinci Dünya Savaşı yıllarında Konya’ya gelip yerleşmiş, bir süre sarraflık yapmış, ardından Kurtuluş Savaşı döneminde ve Cumhuriyetin ilânından sonra Konya’da 18 yıl rakı üretmiş, Cumhuriyet Konya’sının ilginç insanlarından birisiydi.
Rakı üretiminden iyi para kazanmıştı ki, 1928 yılında önceki imalat ve satışıyla yetinmemiş ve Larende semtinde yeni bir fabrika açmıştı. Bu rakı fabrika devlet tarafından da desteklenmiş, hatta fabrika Genel Müdürlüğün verdiği plana göre inşaa edilmişti. Bu rakı fabrikası konusu Babalık Gazetesi’nde şöyle haber olmuştu;
“Müskirât âmillerinden Ceylani Bey tarafından Larende semtinde Müdüriyet-i Umûmiye’nin verdiği plana tevfîkan ve müceddeden asrî ve fennî bir müskirat fabrikası inşa ettirilmiş ve resm-i
küşadının icrası derdest bulunmuştur”

Tevfik Ceylanî’nin yükselişi daha sonraki yıllarda da devam etmiş, Belediye Sineması’na ortak olarak Sinemacılığa da başlamıştı. Daha sonra Belediye Sineması ortaklığından ayrılmış, içki üretimi de devlet tekeline alınınca, tamamen sinemacılığa yönelmiş ve 1938 yılında 500 kişilik kaloriferli, Yeni Sinema’yı inşaa ettirmişti. Tevfik Ceylanî’nin Avukat Arabaoğlu Kosti’nin Konağının ardında Tahir Paşa camisine doğru, günümüzdeki dersanelerin olduğu boş alanda bir de yazlık Ceylanî sineması vardı. Daima yenilikleri takip eden Tevfik Ceylanî, 1940’lı yıllarda markası Frigidaire olan buzdolabını Konya’da kullanan ilk kişi olmuştu.

Tevfik Ceylani Evi ve Yeni Sinema’dan sonra Hayat Apartmanına kadar olan sırada bahçe içerisindeki eski Belediye Başkanlarından Muhsin Faik Dündar’a ait iki küçük bina yıkılarak yeri Sinemacı Tevfik Ceylani’ye satılmış ve o araziye önce üst katı Şehir Lokali daha sonra da Gençler Birliği olarak kullanılan, zemin katı dükkanlardan oluşan iki katlı bir bina yapılmıştı. O dükkanlardan birisinde bulunan Nevzat Torunoğlu’nun Torunoğlu Büfesi’ni ve çocukluğumda gidip, ilk kez bize çok değişik gelen muzlu süt içtiğimizi hatırlarım. Karşı sırada da Tekel binasının yanından sağa giren sokağı geçtikten köşeden ikinci binanın altında Manav Pastanesi vardı, Rumelili İdris Manav’ın pastanesi, oradan aldığımız acıbadem kurabiyelerinin tadını da hiç unutamam, bir de Prenses’i meşhurdu. İdris'in diğer kardeşi Ahmet (Şişman) Manav’ın da bir pastanesi vardı o da Yusuf Şar Konağı’ndan Muammer Bey Caddesine girişte köşe başındaydı. Ahmet Manav ne kadar şişmansa İdris Manav tam aksine çok janti birisiydi.
Vilayet Meydanı’ndan Alaaddin Tepesine doğru Mevlana Caddesi
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden
Şehitler (Meçhul Asker) Anıtı“Türk çocuğu senin ve yurdun için can veren Ulu Şehitlerini unutma”
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden
Fotoğraf 35- Şehitler Anıtı’ndan Hükümet Bulvarına bakış.

Fotoğraf 36- Şehitler Anıtı ve ardında sağda Yusuf Şar Konağı,
solda Yeni Sinema ve Hayat Apartmanı

Fotoğraf 37- 1950 öncesi Onuncu Yıl Anıtı halen yerinde Yusuf Şar Konağı’nın sağındaki iki katlı bina artık tamamen yıkılmış, arazisi tahta perde ile çevrili.


Fotoğraf 38- 1950 öncesi, henüz Onuncu Yıl Anıtı yerinde durmakta. Solda köşede Tevfik Ceylani’nin evi.

Fotoğraf 39


Fotoğraf 40 - Konya Şeker Fabrikası’na rekor kırdıran bir hasat sonrasında yapılan Pancar Şenliğine katılan pancar yüklü at arabaları Alâeddin Tepesi önünde, 1954.
Arkada 
Avukat Ahmet Fuat Anadolu Köşkü, yanına bir apartman inşaa edilmiş.












19 Eylül 1954 Pazar günü Konya Şeker Fabrikası’nın açılış töreni olmuştu.

Şeker Fabrikaları’nın köylülere dağıttığı “PANCAR -Aylık Çiftçi Dergisi”nin 37. sayısında, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi, eski Diyarbakır valisi Kafkasya asıllı Dr. Mehmed Reşid Şahingiray’ın (1873-1919) oğlu olan, spor hakemliği ve spor yazarlığı, Şeker Şirketi Neşriyat Müdürlüğü de yapan, gazeteci Cehdi Şahingiray (1907-1981)

o günü şöyle kaleme almıştı.

“Bu yeni şeker fabrikalarının tesiri yalnız kuruldukları vilâyet dâhilinde kalmamakta bütün yurda yayılmaktadır. Konya şehri civardan gelenlerle birkaç gündür daha da kalabalıklaşmakta ve bir bayram hazırlığı havası içinde yaşamakta idi. Oteller dolmuş, evlerde civardan gelenler misafir edilmişti. 

19 Eylül Pazar sabahı, şafak söktükten hemen biraz sonra, davul ve zurna sesleriyle uyandım. Konya erken uyanmış ve sokaklara dökülmüştü. 

Daha çok erken saatlerde halk 3 kol halinde Alâeddin Tepesi’nin önündeki meydana, hükümet meydanına, şeker fabrikasının yoluna doğru akıyordu. 

Biraz şehirde dolaşmak istedik. Birçok kamyonların, otomobillerin Ankara şosesine doğru yol aldığını gördük. Bunlar hava meydanına kıymetli misafirlerini karşılamaya, kucaklamaya gidiyorlardı. Konyalıların gayret ve itimatla sarıldıkları şeker fabrikasının tahakkukunda hiçbir yardımı esirgemeyen Başvekil Adnan Menderes mesai arkadaşları, Devlet Vekili Dr. Mükerrem Sarol, Hariciye Vekili Profesör Fuat Köprülü, Maliye Vekili Hasan Polatkan, Nafıa Vekili Kemal Zeytinoğlu ile bazı mebuslar ve gazeteciler olduğu halde uçakla Eskişehir’den geliyorlardı. 

Büyük kafile şehire doğru yol aldı. Şehrin giriş yerinde büyük bir tak yapılmıştı. Bu ancak sevilen kimselere yapılan bir gösteridir. 

Bütün yol boyunca evlerden, dükkânlardan kaldırımları dolduran halk tarafından ‘yaşa, 

var ol’ diye bağırıyorlar ve candan tezahürat yapılıyordu. Bu hükümet meydanına kadar devam etti. Açık bir otomobilde bulunan Başvekil Menderes burada tarifi imkânsız bir sevgi tezahüratı ile karşılandı. Ayağa kalkan Başvekil halkın bu coşkun muhabbetine samimî tebessümü ve eliyle selâmlar vererek mukabelede bulunuyordu. Aynı manzara, aynı coşkunluk Alâeddin Tepesi’nin önündeki meydanlığa kadar fasılasız devam etti. Halk, bu halk adamının etrafını çevirmişti. Kafile etraftan katılan binlerce Konyalı ile bir sel halinde fabrika sahasına aktı.”

Fotoğraf 41 - Yine bir Pancar Şenliğinde pancar yüklü kamyonlar Hükümet Bulvarı’ndan Alâeddin’e doğru geçiyorlar. Milli Bayram kutlamalarında da Hükümet Bulvarı’ndan Cumhuriyet Meydanına çıkan esnaf ve sanat erbaplarını taşıyan araçlar geçer, geçerken de halka mest lâstiği, ayakkabı, bisküvi, şapka, ekmek, meyve gibi çeşitli hediyeler atar, yol kenarındaki insanlar, özellikle de çocuklar bunları kapışırdı.
Fotoğraf 42- Belediye Binasi ve yanında Meram’ın Detse köyünde dünyaya gelen ve Konya Sultanisi’nden mezun olan Mustafa İzmirligil tarafından 1961 yılında inşaa edilen İzmirligil Apartmanı inşaat halinde.
1913-1923 yılları arasında Konya Sultanisi adıyla hizmet veren okul, Mimar Muzaffer Bey tarafından yapılan Darü’l-Muallimin’dir ve 2005 yılından beri Konya Erkek Lisesi adıyla eğitim ve öğretime devam etmektedir. Mustafa İzmirligil, Birinci Dünya savaşı’na katılmış, Şam’da İngilizlere esir düşmüş, savaş sonrasında Konya’ya dönüşünde ticaret ile uğraşmış, otomobil acenteliği ve petrol bayiliği yapmıştı. Mustafa İzmirligil, Darü’l Muallimat’ta (Kız Öğretmen Okulu) öğretmenlik yapmış, Konya Rehberi 1921 ve Eski Eserler Kılavuzu -1944 adlı eserleri kaleme almış, ayrıca Konya Halkevi Başkanlığı da yapmış olan Faik Soyman’ın (1876-1960) Darü’l Muallimat’tan mezun olmuş ve Halk Kütüphanesi’ni açmış olan kızı Sıdıka Soyman (İzmirligil) ile evlenmişti. İzmirligil Apartmanı halen ayaktadır.



Fotoğraf 43- Önde Belediye Binası olan Yusuf Şar Konağı ve arkasında inşaa halindeki İzmirligil Apartmanı, 1961. Belediye Binasının arkasındaki ağaçlıklı alan küçük bir Park olarak Yusuf Şar Konağı yıkılana kadar yaşamıştı.










Cumhuriyet ilanından sonra 13 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti ilan edilen Ankara için, Ankara Belediyesi’nin 1927 yılında açtığı kent planlaması yarışmasına katılıp, kazanan, 1928’de hazırladığı plan 23 Temmuz 1932’de kabul edilerek uygulamaya konulan ve 1939 yılına kadar Ankara-Berlin arasında sürekli olarak gidip gelen Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen’e Konya için de bir imar planı yapması rica edilmişti. Jansen, o sırada kent planını yapmak üzere Adana’ya gideceğini ancak İstasyon’da karşılanırsa ve rehberlik edilirse Konya’yı gezip, bir çalışma yapabileceğini söylemesine ve İstasyon’a kadar gelip 3-5 saat beklemesine rağmen karşılamaya hiçbir yetkilinin gelmemesi üzerine sinirlenerek, şehri terketmiş ve tekrar teklif edildiğinde de şiddetle reddetmişti.
Alaaddin Tepesinden Mevlana Caddesine bakış, orta refüjde 10. Yıl Anıtı, sağda Yusuf Şar Konağı, yanında Tekel Binası.
Fotoğraf SALT Araştırma Arşivi’nden
Mevlana Caddesinden Alaaddin Tepesine bakış, orta refüjde 10. Yıl Anıtı, Alaaddin Tepesi eteğinde Şehitler (Mechul Asker) Anıtı, ileride solda yolun başında Yusuf Şar Konağı
Fotoğraf SALT Araştırma Arşivi


Bundan sonra, Konya için çağdaş anlamda ilk kent planlaması çalışmaları ancak 1940’larda başlamış, 816 hektarlık alanı kapsayan ve 17 paftadan oluşan, kentin gelişimini batı ve güneybatıya yönlendirin, kat yüksekliğini 3 kat ile sınırlayan ve parsel genişliklerinin on metreden az olmamasını şart koşan ilk imar planı Yüksek Mimar Asım Kömürcü tarafından 4 Ekim 1946 tarihinde onaylanmış, yürürlüğe girmiş ve 20 Aralık 1954’e kadar uygulanmıştı.

1946 İmar Planı yetersiz kalınca, 1954 yılında Konya için İkinci İmar Planını, belki de bugün bu yazıyı kaleme almama bile neden olan, dünyaya, olaylara, çevreme, kısacası herşeye sadece bakmanın değil görmeye çalışmanın önemini anlatan ve öğreten, 2 yıl önce 30 Temmuz 2015’te kaybettiğim, saygıyla andığım, sevgili hocam Leyla Taylan Baydar ve eşi Ferzan Baydar hazırlamışlardı. 912 hektar alanı ve 19 paftayı kapsayan bu ikinci imar planı, 20 Aralık 1954’de onaylanarak uygulamaya konmuş ve 9 Nisan 1960 tarihine kadar uygulanmıştı. Bu planda şehrin konut alanlarının gelişme yönü olarak kuzeybatı, batı ve güneybatı yönleri seçilmiş, kentin güneydoğusundan başlayıp, güneyde, batıda ve kuzeyde devam eden ve kuzeydoğu’da sona eren 40 km’lik bir çevre yolu önerilmiş, eski garaj olarak bilinen yer, otogar alanı olarak düzenlenmişti.

Leyla Taylan Baydar ve Ferzan Baydar’ın hazırladığı 1954 Konya İmar Planı

Yusuf Şar Konağı, uzun yıllar Konya Belediyesi olarak kullanılmış ve ihtiyaca cevap vermediği gerekçesi ile 1956 yılında yıkılmış, İnhisarlar İdaresi Binası ile arasında kalan park da istimlâk edilerek, birleştirilen bu iki araziye 1957 yılında açılan bir mimari projesi yarışması sonucunda, birinci seçilen Metin Hepgüler’in bu proje yarışması sırasında tanışıp Site Mimarlık Bürosu adıyla ortaklık kurduğu, Doğan Tekeli ve Sami Sisa ile birlikte yaptıkları projeye uygun olarak, 1960 yılında hizmete giren yeni bir Belediye Sarayı inşa edilmişti.
Alaaddin Tepesi eteklerinde, Eski Orduevi
Fotoğraf, SALT Araştırma Arşivi’nden


Fotoğraf 44- 1956-57 yıllarına ait bu Alâeddin Tepesi fotoğrafında Yusuf Şar Konağı’nın yıkıldığı ve yerinin boş olduğu, karşı köşede ise Muallimler Birliği’nin yerine inşaa edilen Tevfik Ceylani evi ve Yeni Sinema’nın henüz ayakta olduğu görülmektedir.


Bu Alâeddin Tepesi fotoğrafı ise aynı bölgenin günümüzdeki durumunu göstermektedir.

1960’lar, Solda sırasıyla Tevfik Ceylani Evi, Yeni Sinema, Hayat Apartmanı ve Hayat Apartmanının yanında sokak içinde eski Babalık Gazetesi’nin binası. Babalık Gazetesi binası tadil edilerek Babalık Otel olarak devam etmişti. Sağda Yeni Belediye Sarayı ve yanında İzmirligil Apartmanı 
1970’ler, Yeni Belediye Sarayı, yanında İzmirligil Apartmanı ve solda arkada Hayat Apartmanı


1980’ler, Yeni Belediye Sarayı, solda Yeni Sinema ve ardında Hayat Apartmanı

Belediye Başkanı Ahmet Öksüz’ün döneminde (1984-89) Belediye Sarayı, 1985-86 yıllarında Türkiye İş Bankası’na satılmış, Belediye de 1986 yılında inşaa edilen yeni Belediye Binasında hizmetlerine devam etmeye başlamıştı.
1992 sonrası, Yeni Belediye Sarayı Türkiye İş Bankası’na satıldıktan sonra
bina komple tadil edilmişti.

Hayat Apartmanı halen mevcut yanındaki Babalık Oteli yıkılmış yerine
günümüzün Selçuk Oteli inşaa edilmiş. Yeni Sinema ve Tevfik Ceylani Evi’nin yerine de bir banka inşaa edilmiş.












Eski Muallimler Birliği ve Maarif Evlerinin yerine önce Tevfik Ceylani Evi ve Yeni Sinema inşaa edilmiş, sonra onlar da yıkılarak bir Banka binası inşaa edilmişti. Solda ağaçlar arasında Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu , bankanın arkasında da Babalık Oteli’nin yerine yapılan Selçuk Oteli görülmekte.


















Maruni Yusuf Şar’ın Konya’da Cumhuriyet Meydanı’ndaki sonradan Belediye Binası olan Konağından başka mülkleri de vardı. Bu konak ile aynı zamanlarda Yusuf Şar şimdilerde Zafer Meydanı olarak adlandırılan bölgede Atatürk Caddesi ve Kazım Karabekir Caddesi arasında kalan üçgen bir adada aynı bahçe içerisinde iki Konak daha inşaa ettirmişti.

Zafer Meydanına hakim köşedeki bodrum dahil dört katlı, çatısında iki soğan kubbesi olan büyük Konak, 1910-14 yılları arasında Fransız Konsolosluğu, Kurtuluş Savaşı sırasında 1923 yılına dek Askeri Hastane olarak kullanılmıştı. Özellikle Garp cephesinden gelen yaralı askerler buraya getirilir, tedavi olanlar taburcu edilir, ölenlerin cenazeleri buradan kaldırılırdı.

Konya şehri en büyük fedakârlığını Büyük Taarruz esnasında yapmıştı. Büyük Taarruz sırasında Konya’ya gönderilen yaralı gazilere Konyalılar şevk ve heyecanla yardıma koştmuşlardı. İlk yaralı gaziler 28 Ağustos’ta Konya’ya gönderilmiş, bunu haber alan halk istasyona koşmuş ve gazileri coşku ile karşılamışlardı. Yaralıların hastanelere taşınması için Eskişehir Otomobil Fabrikası bir otomobil, Tramvay Şirketi de bir tramvay ve arabacılar da arabalarını tahsis etmişlerdi. Ermenekli Tüccarlardan Mehmet Şükrü Efendi orduya 500 lira bağışlamış, hastaneyi ziyaret eden Yusuf Şar 30 kilo bisküvi, Konya Belediyesi de gazilere 19 okka çay ile birer paket sigara hediye etmişti. Şehirdeki Osmanlı Bankası da gazilere para yardımında bulunurken, Darü’l-Muallim ve Darü’l-Muallimat talebeleri de gazilerin yaralarının pansumanında yardımcı olmuş, ayrıca okuma yazma bilmeyen yaralı askerlerin ailelerine mektup yazmalarına yardımcı olmuşlardı.

Konak, Kurtuluş Savaşı sonrasında 1941 yılına dek İkinci Ordu Müfettişliği binası olmuş, Konağın üst kat güneybatı tarafı Ordu Müfettişlerinin lojmanı olarak kullanılmıştı. 1942 yılından itibaren Kolordu Komutanlığı Karargah Binası olarak kullanılmış, Askeri Mıntıka Komutanlıkları 1947 baharında lağvedilince de, 1948’de Konak Menzil Müfettişliğine tahsis edilmiş, 1958 yılında da Milli Emlak Dairesine devredilmişti. 1959-65 yılları arasında Kız Lisesi, 1965-97 arasında da Kız Ortaokulu olarak hizmet vermişti. 1998 yılından itibaren Karatay Zübeyde Hanım Anadolu Kız Meslek Lisesi, Kız Meslek Lisesi, Pratik Kız Sanat Okulu, Uygulamalı Anaokulu olarak kullanılan Konak, restore edildikten sonra Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü adıyla faaliyet göstermeye başlamıştı.


  Konağın bodrum katında kalorifer dairesi, depo gibi çeşitli mekânlar uzun ince koridorun etrafında sıralanmıştır. Zemin katta plan simetriktir ve girişten itibaren bina ikiye ayrılır. Plan, birinci ve ikinci katlarda iki ayrı yapı gibi çalışır. Binanın girişi iki tanedir ve giriş kapılarına birinci katın güney cephesinde sırt sırta yapılmış iki ayrı simetrik merdivenle çıkılır. Çift katlı camekânlı bir bölmeden salona geçilir. Yapının ana giriş cephesinde merdivenle çıkılan ikinci bölüm tüm cephe boyunca çıkma yapmıştır. Bu çıkmaların üzerinde çatı katında iki adet bakır kaplı soğan kubbe yer alır.



Taş ve tuğla kullanılarak doğu batı yönünde, yığma tekniğiyle inşa edilen Konak, zemin katta basık kemerli, üst katlarında ise dikdörtgen çerçeveli çok sayıda pencere ile aydınlatılır. Binanın çatısı taşkın saçaklı ve kiremit ile örtülüdür. Binanın cephe sıvalı ve üzeri boyalıdır. Kat döşemeleri ahşap kirişlemelidir, ancak sadece orta kısımlardaki ıslak (tuvalet) hacimlerde volta döşeme kullanılmıştır. Başlangıçta ahşap olan merdivenler zaman içerisinde betonarmeye çevrilmiş ve basamakların üzeri mozaik ile kaplanmıştır. Zemin katta döşemelerde taş ve mozaik kaplamanın yanısıra, giriş hollerinde bitkisel ve geometrik desenli İtalyan karo mozaikler kullanılmıştır. Yapının birinci ve ikinci  katlarında gördüğümüz üç cepheli çıkmalar camekân gibi ahşap doğramalar ile kapatılmıştır.
Alâeddin Tepesi eteklerinden Güneybatıya bakış.
Solda arka planda 3 katlı günümüzün Olgunlaşma Enstitüsü binası ve
sağda gerilerde yıkık minaresi ile  XII. yüzyıl Selçuklu Veziri Hoca Hasan Camii

Bu fotoğraf 1910-11 yılları arasında çekilmiş olmalıdır zira Konağın batısındaki (sağında) yeşil alan içerisinde 1912 yılında inşaa edildiğini bildiğimiz Atatürk Evi henüz görülmemektedir.

Önde Atatürk Evi, arkada Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü Binası
Konağın batısında yer alan ve 1912 yılında inşaa edilen Atatürk Müzesi de hemen hemen bu Konak ile aynı mimari özelliklere sahiptir. Onun da aynı ada içerisinde hatta aynı bahçe içerisinde olması, bahçe duvarlarının, bahçe giriş kapılarının ve taş babalarının, demir parmaklıkların bile aynı olması, o Köşk’ün de yine Yusuf Şar tarafından yaptırıldığı ve onun mülkü olabileceği ihtimalini güçlendiren unsurlardır.
Konya kız Olgunlaşma Enstitüsü Zafer Meydanı cephesi


Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü Atatürk Caddesi Cephesi, iki ayrı giriş.












Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü Batı Cephesi (Atatürk Evi’ne bakan cephe)


Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü Kazım Karabekir Caddesi Cephesi













1912 yılında inşaa edilen bu Köşkte Mustafa Kemal Atatürk, 20 Mart 1923 günü eşi Latife Hanımla birlikte geldiği zaman 4 gün, 3 Ocak 1925’te de yalnız geldiğinde ise 11 gün konuk olmuştu.
Atatürk Evi, arkada Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü Binası




3 Ocak 1925, Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk Evi’nde
Alttaki resimde günümüz hali görülen evin en dikkat çeken değişikliği, birinci kat balkonunun ferforje korkuluğudur. Restorasyon sırasında Betonarmeye dönüştürülmüş olabilir.

Köşk, 1927 yılında Konya Belediyesi’nin aldığı bir kararla Köşkü Atatürk’e armağan edilmiş, Atatürk bundan sonra Konya’ya her gelişinde bu köşkte kalmıştı.



19 Temmuz 1928 günü Konyalıların Atatürk’e şükranlarının bir ifadesi olarak, “Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Konyalıların hediyesidir” kaydı ile Atatürk adına tescil ettirilmiş ve tapusuna da konulmuştu. 

1916 yılından sonra Vali Konağı olarak da kullanılmaya başlanan Köşk, Atatürk’ün vefatından sonra tekrar Vali Konağı olarak kullanılanmaya devam etmişti. 

Köşk, 1963 yılında Konya Valiliğinden Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne devredilmiş, bir yıl sonra da (Atatürk Evi ve Müzesi) adıyla ziyarete açılmıştı.


Konya’daki diğer Maruni evlerinden örnekler

Maruniler’in Fransız Katolik Kilisesi civarında kendi mimarilerini taşıyan binalar yaptırarak ikamet ettikleri bilinen bir gerçektir. Bugün Mimarlar Odası temsilciliği olarak kullanılan bina, aynı sıradaki ikiz evler ve Avukat Arapoğlu Kosti Konağı hala yaşayan Maruni evlerine örnektir.
İlk örnek 1958 yılından itibaren konut ve muayenehane olarak kullanılan ve Dr. Nevzat Özkal Evi olarak bilinen, günümüzde ise Mimarlar Odası Konya Temsilciliği olan binadır. Mimarlar Odası tarafından satın alınmış, 1982’de 1710 ve 5805 sayılı yasalar gereği koruma altına alınmış, 1991 yılında da 2. grup tarihi yapı olarak tescillenmiştir. Bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç kattan oluşan yapı, orta sofalı karnıyarık plan şemasına sahiptir.
Zafer Meydanı, Atatürk Caddesi üzerindeki Konya Mimarlar Odası Temsilciliği

Konya Mimarlar Odası Temsilciliği
Konya Mimarlar Odası Temsilciliği
Konya Mimarlar Odası Temsilciliği

Mimarlar Odası Konya Temsilciliğinin sırasında ve ona çok benzeyen ve büyük bir ihtimalle aynı ustanın elinden çıkmış olan bu ikiz evler 19. yüzyılın ilk yarısında konut olarak inşaa edilmişlerdir. Her ikisi de 1991 yılında tescil edilen bu konutlar zaman içerisinde ticari işletmeler tarafından kullanır hale gelmişti. Farklı zamanlarda basit onarımlar geçiren binalar Bodrum, Zemin ve birinci kattan oluşmaktaydı. Orta sofalı “karnıyarık” plan şemasına sahiptiler.
Mimarlar Odası Konya Temsilciliği binası gibi bu ikiz evler de 1991 yılında tescil edilmiş olmalarına rağmen nasıl olmuşsa olmuş, çok yakın bir tarihte, 2013 yılından sonra yıkılıp yerlerine iki tane beton blok dikilmiştir. Soldakinin yerinde bir İnternet Cafe, sağdaki köşebaşındakinin altında ise bugün Vakıfbank vardır.

1951 yılında ailem ile birlikte geldiği Konya’da gelin olarak bıraktığımız, hayatının son 67 yılına Konya’da geçiren, bir anlamda artık Konya’lı olan sevgili ablam Birand Tonguç, benim Konya üzerine hatırlayamadıklarımı bana anlatan bilgi dağarcığımdır, sık sık onun bilgisine danışırım, o da hala zehir gibi olan o şahane hafızası ile bana hatırladıklarını bir bir anlatır. Bu ikiz evleri sorduğumda verdiği bilgi ise, bu evin Giritli Eczacı Mustafa Cevdet ve iki kız kardeşine ait olduğu yönünde. Konya'nın en yaşlı ve en eski eczanesinin sahibi Girit’in Hanya şehrinde 1885 yılında dünyaya gelen Eczacı Mustafa Cevdet Yarsal, 26 Kasım 1966 tarihinde vefatından altı ay öncesine kadar sahibi olduğu Sıhhat Eczanesi’nin başında gömleği sırtında büyük bir vazife duygusu ve sorumluluğu ile mesleğini icra etmiş Konya’da sevilen bir insanmış. Giritli Eczacı Mustafa Cevdet Yarsal, orta ve lise tahsilini Selanik ve İzmir’de yapmış, 1905 yılında da Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi Eczacılık Bölümüne girerek 1909 tarihinde mezun olmuştu. Mezuniyetinden sonra bir süre Beyrut’ta Nisa Hastanesinde Eczacı olarak çalışan, Birinci Dünya savaşı sonrasında Konya’ya yerleşen Mustafa Cevdet Yarsal, Milli Mücadele zamanlarında cephe gerisindeki değerli hizmetleri nedeniyle İstiklal Madalyası ile de taltif edilmişti. Konya’da Türk Ezcacılar Birliği’nin kuruluşunda da ilk müteşebbisler arasında bulunmuştu. Ne kendisinin ne de kızkardeşlerinin çocukları olmadığı için büyük bir ihtimalle bu ikiz evler vefatları sonrasında hazineye intikal etmişti.



Ne yazık ki bu ikiz evler artık yok.
Nisan 2013 tarihinde çektiğim fotoğrafta henüz yıkılmamış,
yerlerinde duruyorlardı. 1991 yılında tescil edilmiş olmalarına rağmen
nasıl olur da yıkılırlar, bunu anlamak gerçekten çok zor.
1860’larda Lübnan’dan Dürzi’ler ile yaşanan çatışmalar sonucunda kaçarak Fransızların himayesinde Konya’ya gelen Marunilerin önde gelen isimlerinden olan Avukat Arapoğlu Kosti, 1892 yılında inşaa ettirdiği bu konağa, Fransızlara duyduğu minnete karşılık “Ögüsten Dolasu Mepsiyens” adını vermiş ve Fransız Katolik bir misyon biçmişti. Aldığım kaynaktan aynen aktardığım “Ögüsten Dolasu Mepsiyens” ifadesi büyük bir ihtimalle Fransızca bir söylemin Türkçe okunduğu gibi yazılmış halidir, ancak yetersiz Fransızcam ile ancak buradaki “Ögüsten”in “Augustin” olduğunu çözebildim. “Dolasu” için de bir fikrim olmakla birlikte tam emin olamadığım için bu tümcenin toplamda ne anlama geldiğini ne yazık ki çözemiyorum. Büyük bir ihtimalle “Dolasu”da “de le sous” ama işte bir şey ifade etmiyor bana ne yazık ki “mepsiyens”i çözemedikten sonra. Augustin, St. Augustin’den gelmekte, Konyadaki Fransız Katolik Kilisesi’ni inşaa eden rahiplerin de Assomptionistes Rahipleri olduğunu daha önce yazmıştım. Bu Assomptionistes tarikatının asıl adı Augustins de l’Assomption, yani bu rahipler aslında 354 - 430 yılları arasında yaşamış ve “Devleti tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlayan” ünlü bir filozof ve tanrıbilimci olan Aziz Augustin (Augustinus veya Aurelius Augustinus) tarikatına bağlılar. Avukat Arapoğlu Kosti de bu bağlılığa uygun olarak konağını kutsamak adına böyle bir isim vermiş olabilir.
Solda Fahrettin Paşa Parkı, sağda Amerikalı Doktor William Dodd’un Hastanesi, 1933.
Sokağın ilerisinde 10. yıl kutlamaları için yapılmış olan bir tak görülmektedir.


Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.
Fahrettin Paşa Parkında 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Vali İsmail İzzet Bey

(1874-1932) konuşma yaparken. Arkada Amerikalı William Dodd’un Hastanesi ve
sağında Eczanesi.


Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.
1928 yılında Fahrettin Paşa Parkı’nda yapılan 30 Ağustos kutlamalarından başka bir fotoğraf. Fotoğraftaki yazıda: “Konya 30/8/1928 Asım Paşa, Fahreddin Paşa Parkı'nda irâd-ı nutk ederken” yazmaktadır. Asım Paşa olarak belirtilen kişi, Büyük taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebelerinde cephe Kurmay Başkanlığı görevini yürütmüş, daha sonraları orgeneralliğe yükselmiş olan, Mustafa kemal Atatürk’ün Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşı Orgeneral Asım Gündüz’dür. (1880-1970)
Turgut Özakman “Şu Çılgın Türkler” kitabında Asım Gündüz ile ilgili şu notu aktarır;

“...Gece muharip örgütünün yöneticileri, Süleymaniye’deki güvenli evde buluştular. Binbaşı Ekrem çok sıkıntılı görünüyordu, hemen içini döktü: ‘Şimdiye kadar kim Ankara’dan çağrı aldıysa, derhal Anadolu’ya hareket etti. Bugün Harbiye Nezareti İstihbarat Müdürü ve Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşı Albay Asım Gündüz’e, Ankara'ya çağrıldığını bildirdim ama gitmek için hiç beklemediğim bazı şartlar ileri sürdü.’ şaşırdılar: ‘Ne gibi şartlar?..’
Binbaşı Ekrem (Mahmut Ekrem Bey) cebinden not aldığı kağıtları çıkardı:
‘Hanedandan bir şehzade ile (bahsi geçen Abdülmecid Efendi’nin oğlu Ömer Faruk Efendi’dir, Asım Gündüz Ömer Faruk Efendi’nin hocasıdır) birlikte Anadolu’ya geçmek... Şehzadenin bir cepheye komutan yapılması... Kendisinin de Şehzadenin Kurmay Başkanlığına atanması.’
(Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul İstihbarat Şefi) Yüzbaşı Aziz Hüdai’nin (Akdemir) yüzü, cehennem taşı yalamış gibi buruşuverdi. ‘yahu...’ diye bağırdı, ‘...bizim albay, demek ki daha uyanmamış. Elbet bir gün o da uyanır. Durumu Ankara’ya bildirelim.’ Mustafa Kemal’in cevabı iki gün sonra ellerine geçecekti:
‘çağrı iptal edilmiştir!..”
Fotoğraf: Hüsnü Kazım Ersoy koleksiyonundan, Haldun Temel Ersan paylaşımı.
Fahrettin Paşa Parkında 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları, farklı açıdan.
Bir süre Fransız Okulu olarak hizmet veren konak daha sonraları, 1920-22 yıllarına dek Fransız Hastanesi olarak çalıştırılmış, 1970’li yıllara kadar ev olarak kullanılmış, daha sonra da Anavatan Partisi İl Merkezi Binası olmuştu. 1991 yılında tarihi eser olarak tescillenen yapı, 1999 yılından itibaren restoran, nargile salonu ve kafe olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Fahrettin Paşa Parkı ve arkada Augustins de l’Assomption Fransız Katolik Kilisesi 


Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı ve Atlı tramvay
Dördüncü bina 1912-1923 yılları arasında çalışan Dr. William Dodd’un 80 yataklı Amerikan Hastanesidir. Milli Mücadele’den sonra ordu tarafından kullanılan bina 
1937’de çıkan bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelmiş daha sonra 1957 yılında o parsele Balıkesir’den Konya’ya nakledilen 2. Ordu için Ordu Karargah Binası yapılmıştı. Söz konusu Ordu Karargah Binası günümüzde askeri personel çocukları için talebe yurdu olarak kullanılmaktadır.

Fahrettin Paşa Parkı’ndan Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı’na bakış, Parkın yeri sonraları binalarla dolmuştur. O yıllarda Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı’nın ikinci katındaki çıkmanın cepheden bakıldığında kule gibi görünmesini sağlayan kurşun kaplı bir yarım kubbesi olduğu görülüyor. Arkada görünen 3 katlı bina Konya Halkevleri Binasıdır. 1933 yılında Cumhuriyet Fırkası Genel Merkezi’nin talebi üzerine 500 lira bedel ödenerek Alâeddin Tepesinin eteğinde, kilise sokağı üzerindeki Rumlardan intikal eden Rum Tatbikat Mektebi üstü açık, dört duvardan ibaret bir şekilde satın alınmış, tadil ve tanzim edilerek Halkevi olarak kullanılmaya başlanmıştı. 1950’li yıllarda Alâeddin Tepesi’nin etrafındaki Alâeddin Caddesi genişletilirken Halkevi ve Belediye Sineması da yıkılmış, arsaları Alâeddin Tepesi’nin yeşil alanına dahil edilmişti.

Mimar Muzaffer Bey Caddesi üzerindeki Dr. William Dodd’un 80 yataklı Amerikan Hastanesi ve ilerde sağda Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı


Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı, Mimar Muzaffer Bey Caddesi, 2013
19. yüzyılın sonlarında Anadolu'ya göç eden Maruni Avukat Araboğlu Kosti tarafından konut olarak yaptırılan konak, 1892 yılında Fransız Okulu olarak, daha sonra 1970 yılına kadar yeniden konut olarak kullanılmıştır. Daha sonra Anavatanh Partisinin il merkezi olmuştur. 1991 yılında tarihi eser olarak tescillenen yapı, 1999 yılından itibaren restoran, nargile salonu ve kafe olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı, Mimar Muzaffer Bey Caddesi, 2013
Bodrum kat, zemin kat, birinci kat ve çatı katından oluşan dört katlı Konak, taş ve ahşap işçiliğinin Konya’daki en güzel örneklerinden birisidir. Konak, 
orta sofalı “karnıyarık” plan şemasına sahip, köşe parsele yerleştirilmiş, iki girişli bir yapıdır. İnşaa edildiği yıllarda açık balkon olarak yapılan kapı üzerindeki çıkma, daha sonraki yıllarda ahşap doğrama ile kapatılarak, camlanmış ve iç mekana katılmıştır.

Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı, Mimar Muzaffer Bey Caddesi, 2013

Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı, Mimar Muzaffer Bey Caddesi, 2013
1- Konya Kız Olgunlaşma Enstitüsü, 2- Atatürk Müzesi, 3- Mimarlar Odası Konya Temsilciliği
4- Bugün yıkılmış ve yerine iki blok yapılmış İkiz Evler
5- Maruni Avukat Arapoğlu Kosti Konağı


70’li yıllarda çekmiş olduğum bir fotoğrafta bir diğer Maruni Evi, yine Atatürk Caddesi üzerinde İkiz Evlerden birkaç adım ötede tam Zafer Meydanına bakan bir konumdaydı. Sanırım günümüzde yerine yapılan bina Fatih Sürücü kursu veya onun bir öncesidir.
Bilgi dağarcığım ablama sorduğumda hatırladığı kadarıyla bu evin Hatice (teyze) Sancıoğlu’na ait olduğunu, o vefat ettiğinde kendi çocukları olmadığı için evlatlık edindiği Fatma isimli kızına kaldığı bilgisini aldım. Evin Hatice Sancıoğlu vefat etmeden önce yıkıldığını, arka bahçesindeki arsaya yapılan apartmana taşındığını hatırlıyor bir de. 


Bu blogu yayınladığım ilk gün, vakit geçirmeden okuyarak,
hemen sonrasında büyük bir şevk ve istekle arşivinde var olan bazı Konya fotoğraflarını benimle paylaşarak, blogun görsel zenginliğine katkı koyan ve her zaman olduğu gibi bana katkılarıyla güç veren,
Ankaralı dostum Ahmet Soyak’a bir kez daha
teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 




Kaynaklar:






1- M. Sabri Doğan, Atlı Tramvaydan elektrikli Tramvaya, Elektrik enerjisinin Konya’daki Serüveni 

Koyunoğlu Müzesi, Müze Araştırmacısı, 2004-Konya 



2- Haşim Karpuz, G. Berggren ve Konya’nın ilk anıt Fotoğraf Albümü 

Uluslararası Sosyal Araştırmalar dergisi, Cilt: 6, Sayı: 25 



3- Ahmet Kuştepe, Mevlana Caddesi tarihi dokunun analizi ve süreç içinde değişimi 

T.C. Selçuk Üniversitesi Mimarlık Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ocak 2011 



4- Doç. Dr. Musa Şaşmaz, İngiliz Yüzbaşı Stewart’ın Konya Konsolosluğu ve 

Adli Yönetime dair Raporu (1879-1882) Niğde Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi 



5- Doç. Dr. Mehmet İpçioğlu, Gertrude Bell’in Anılarında Konya 

Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi-21, 2009 



6- Yusuf Mazhar ve Babalık Gazetesi, Konya Yenigün Gazetesi, 15 Ağustos 2015 



7- Hakan Aydın, II. Meşrutiyet döneminde Konya’da islamcı muhalefetin sesi: 

Meşrık-ı İrfan, T.C. Selçuk Üniversitesi 



8- Necmi Uyanık, Vahdi Alanya, CHP’den DP’ye Konya’da Belediye Başkanları ve Faaliyetleri 

Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 163 



9- Murat Güzel, Belediye bir zamanlar kiracıydı.

memleket.com.tr / 14.12.2008



10- Murat Önge, 19. yüzyıldan günümüze değişen ve dönüşen bir kültür mirası olarak
Konya Alâeddin Tepesi
Çankaya Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, 30 Aralık 2015

11- Ahmet Atalay, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Konya’da Şirketleşme 
ve Milli Bankacılık Faaliyetleri
T.C. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı,
Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Bilim Dalı, Doktora Tezi, Konya 2010

12- Dicle Aydın, Esra Yaldız, Yeniden kullanıma adaptasyonda
bina performansının kullanıcılar üzerinden değerlendirilmesi
METU, Journal of Faculty of Architecture, 2010/1

13- Dicle Aydın, Esra Yaldız, Süheyla Büyükşahin Sıramkaya, 
Evaluation domestic Architecture via the Contex of Sustainability: 
Cases from Konya City Center 
International Journal of Architectural Research, Volume 9, Issue 1, March 2015 

14- Yakup Kaya, Muhammet Çakır, Konya Örneğinde Harf İnkılabı’nın uygulanışı ve 
Millet Mekteplerinin Faaliyetleri (1928-1935) 
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi Cilt:5, Sayı6, 2016 

15- Mahir Selim Akçakaya, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Konya’da Günlük Yaşam 
T.C. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 
Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2010 

16- Tolga Bozkurt, Tekel (İnhisarlar) İdare Binası 
Birinci Ulusal Mimarlık Dönemine ait bir Kamu Binası 
Konya Ansiklopedisi, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları No:247, sf:310-312, 
Konya 2015 

17- Nail Bülbül, Eskiden Nerede Ne Vardı? yazı dizisi 
Konya Merhaba Gazetesi 

18- İsmail Detseli, Cambaz Deli Osman Çayırbağı Suyu 
Konya Memleket Gazetesi, 18 Temmuz 2007 

19- Seyit Küçükbezirci, “Pancar Şenliği” ile doğan Dev... 
Konya Memleket Gazetesi, 29 Eylül 2013

20- Prof. Dr. Haşim Karpuz, Anadolu’nun ilk Fotoğrafhanesi, Konya Foto Behçet’in Tarihi
Sanat Tarihi Dergisi, Cilt:XXII, Sayı:1, Nisan 2013









11 yorum:

irondino dedi ki...

Tek kelimeyle Bravo

Unknown dedi ki...

Öncelikle emeğiniz ve bu güzel tarih sunumunuz için sonsuz şükranlarımı sunarım. Böyle bir mirası derleyip paylaştığınız için bir Konyalı olarak çabanıza müteşekkirim.

Fakat size bir bilgi sunmak istiyorum; İkiz Evler diye geçen tarihi konakların yıkıldığını söylemektesiniz fakat onlar hala ayaktalar. Sanırım bir bilgi yanlışlığı doğmuş. Bugün halen, ön ceğhesine göre sağ taraftaki konak, mütevazi bir cafe olarak işletilmektedir. Sol taraftaki konak ise en son gördüğümde boşaltılmış şekilde duuruyordu. Ayrıca İkiz Evler olarak gösterdiğiniz fotoğrafların yeri haritada yanlış konumlandırılmış. Sizin gösterdiğiniz fotoğraftaki konaklar Avukat Araboğlu konağının biraz daha altında, Zafer meydanı'na doğru giderdek Tahir Paşa Camii'nin karşısındadır.

Bu eşsiz tarih gezisi için tekrar teşekkür ederim.
Mustafa DOĞAN

Hülya Erdoğan Datça dedi ki...

Anlatamam sevincimi!
Bu kadar iyi hazırlanmış bir sayfa daha görmedim,

İzninizle paylaşacağım

Hülya Erdoğan Datça dedi ki...

Tebrikler ediyorum.
Muhteşem bir çalışma

D Gezbeli dedi ki...

Çok çok güzel bir çalışma...büyük emeklerle hazırlandığı belli oluyor.
Kolaycılığın ve nakilciliğin etkin olduğu ülkemizde, böylesine güzel çalışmaları ortaya çıkaranların emeklerinin karşılığını, karşılıksız paylaşmak yerine kitap haline getirmeleri kanaatimce daha güzel olacaktır.
Okunupta silinecek ya da sadece soft ortamda tutulacak bir eser değil.
Konya doğumlu bir insan olarak içten teşekkürlerimi belirtmek isterim.

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Teşekkür ederim sayın Gezbeli, yorumlarınız beni fazlasıyla sevindirdi. Kitap öneriniz için de teşekkürler, şu an için benim adıma erken bir teşebbüs olur. Bu konuda yetkin birisi olduğumu düşünmüyorum, bunu akademisyenlere bırakmak daha uygun olur diye düşünüyorum, benimki amatörce bir merak, bir takip ve iz sürücülük gibi adlandırabilirim bunu daha çok, ama bu bile çok keyifli ve mutlu eden bir uğraş. Saygılarımla

Adsız dedi ki...

Bir Konyalı olarak verdiğiniz emek için teşekkür ederim. Sürekli yürüdüğümüz sokaklarda artık sanal tarihi bir görüntü var gözlerimde her geçtiğimde oralara bu gözle, tarihteki izdüşümleriyle bakıyorum. Duygulandırıyor yürüdüğümüz toprakların kısacık tarihinde bile bu kadar çok hikaye, yaşanmışlık olması... tekrar teşekkürler Levent Bey.

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Ben de size teşekkür ederim. Ne mutlu bana böyle bir katkım olabildiyse. Ben de Konya doğumluyum ve yıllar içerisinde gelip gidişlerim oldu, severim. Çok anılarım var, sevgili ablamı o şehire gelin bıraktığımızdan bağlarım hep sürdü o şehirle, bana bazı konularda, takıldığımda o canlı hafızası ile ışık tutmuştu bu yazıyı kaleme alırken. Ne yazık ki çok yakın bir zaman önce kendisini kaybettim. Bu vesile ile, onu bu yazıya ve diğer yazılarıma yapmış olduğu katkılardan dolayı minnetimi ifade etmek ve ruhunu şad etmek isterim.

Adsız dedi ki...

Ablanıza rahmetiyle muamele etsin Allah (c.c.), taksiratını affetsin inşallah. Başınız sağolsun. Ölmek yeniden doğmaktır. Ablanız sizin vesilenizle bizlere bıraktığı mirasla manen çok dua almış görünüyor. Uzun yıllar hatıralarda yaşayacaktır. Saygılarımla...

Adsız dedi ki...

Levent bey cok guzel bir yazı emeginize sağlık varolun sayenizde bilgilendik

Ahmet dedi ki...

Gönlünüze yüreginize emeklerinize saglık çok güzel bir çalışma olmuş çok teşekkür ederim sabah 09:00 dan 17:00 a kadar resimlerinizle ilgilendim izniniz olursa isminizi lütfederek konya ile ilgili konya sayfasında paylaşmak istiyorum