Sayfalar

4 Ocak 2017 Çarşamba

4 OCAK; 57 YIL ÖNCE BUGÜN, FRANSIZ FELSEFECİ VE YAZAR ALBERT CAMUS VEFAT ETMİŞTİ.

TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR:

4 OCAK 1960;



57 YIL ÖNCE BUGÜN,



Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa, anlamsız, hatta anlamlı olmasa bile bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası olmadığını savunmuş,


Dünyanın Absürd olduğu sonucuna ulaşmış,
ama varılan bu noktada da hiçbir zaman kalınamıyacağına inanmış, eleştirmenler tarafından Varoluşçu ve Absürdist olarak nitelendirilmesine de şiddetle karşı çıkmış olan ve bir söyleşisinde en absürd ölüm biçiminin otomobil kazasında ölmek olduğunu belirten, Alsas’lı bir baba ve İspanyol bir anneden Cezayir’de dünyaya gelen
Fransız Felsefeci ve Yazar
Albert Mathe,
edebiyatta bilinen adıyla

ALBERT CAMUS




ironik bir şekilde, Sens yakınlarında Villeblevin kasabasında geçirdiği bir otomobil kazası sonucu 46 yaşında hayatını kaybetmişti.




Albert Camus daha o yıl, 18 Ekim 1957’de
(Réflexions Sur la Guillotine) “Giyotin Üzerine Düşünceler” başlıklı makalesi ile,
“Günümüzde insanlık vicdanının sorunlarını, net görüşlü ciddiyetle aydınlatan önemli edebi eserleri için”
açıklamasıyla Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştü.

Camus, (L’Etranger)“Yabancı” adlı romanında
zamansız ölümü şöyle tanımlamıştı;
“Ne Yapalım’, diyordum, ‘ölmem kaçınılmazmış!’ Başkalarından önce ölecektim, su götürür yanı yok bunun. Ama herkes bilir ki, hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız, insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi. Çünkü, her iki halde de, pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da yaşayacaklardı, hem de binlerce yıl… Şimdi de olsa, yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan. Şu anda beni bu düşüncemde biraz üzen şey, yirmi yıl daha yaşamayı düşünürken, yüreğimin korkunç derecede hoplamasıydı. Ama onu bastırmak için, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığı zaman, düşüncelerimin ne olacağını hayal etmek yetiyordu. Değil mi ki insan ölecekti, öyleyse bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi.”


Albert Camus ve 1945’te evlendiği ikinci eşi matematikçi ve piyanist Francine Faure’in, Catherine ve Jean adlarındaki ikizleri ile birlikte yaşadıkları, mavi pancurlu evleri, kaldırım taşlı dar sokakları, pencerelerinde çiçek sepetleri ve begonvilleri ile “Fransa’nın en güzel köylerinden biri” olarak tanımlanan Lourmarin’de bir evleri vardı.
Albert Camus, ikizleri Catherine ve Jean ile 
14 yaşındaki Catherine ve Jean babaları ile, 1957


Yıllar sonra babası Albert Camus’u
şu tümcelerle anlatmıştı,
kızı Catherine Camus;

“Benim için babaydı o.
Tuhaf, amma tuhaf şey. Gülüşüne bayılırdım.
Başkaları için, Albert Camus bir efsaneydi, baba değil.
Bilincinde olmadığım ve babamın bizden uzak tuttuğu şöhret,
erkek kardeşimle benim üstümüze düştü
ve ezdi bizi.

Lisede ilk defa adaletsizliği sezmiş.
Başkalarının dünyasıyla kendisininki arasında
bulunan uçurumu.
Daha sonraları Saint-Germain-des-Prés’de de
aynı şey olacaktır. Cüzamlı gibi bakarlar ona.
Babam kendini cüzamlı gibi hissetmiyordu ama.
Morali tamdı.
Ama adaletsizlik yerli yerindeydi, daima.
Fotoğraflarda, öğrencilerin çoğunda
kocaman kravatlar var.
Onda yok.
Daha o zamanlarda özgürmüş.
Sonraları, ‘güzellik var, bir de aşağılananlar’ dediğinde ve
‘ne güzelliğe ne de aşağılananlara sadakatsizlik etmek’ istemediğinde,
işte o zaman başladı her şey galiba.

Babam eski eşya almaya bayılırdı.
Annemle biz iki kardeş eve ilk geldiğimizde
her yeri dayayıp döşemiş, mobilyaları,
perdeleri, yatak örtülerini, hepsini yerleştirmişti.
Hatta tencereleri ve süzgeçleri bile satın almıştı.
Bir sürü tuhaf nesne vardı, bitpazarından gelme: azizlerden kalma eşyalar,
kutsal ekmek kapları. Bayılmıştım. Bir odam vardı,
babamın seçtiği güzel mobilyalarla döşeli. Tıpkı hediye paketi gibi bir ev.
Odasında yazı takımı vardı.
Babam ayakta yazardı, siyah ya da lacivert mürekkeple.
Ama burada, bu taraçada, yere oturarak yazdı
İlk Adam’ı.
Serviye karşı.
Servi hâlâ yerli yerinde...”
Catherine Camus

Ayrıca, Albert Camus’un doğumunun 100. yılı anısına Aix-en-Provence’de 2013 Avrupa Kültür Başkenti Programında yer alan bir gösteride kızı Catherine;
“53 yıl boyunca, ölümünün acısını çektim. Her gün onu düşünüyordum. Para yarışı, tüketimcilik ve diğer bireylerin acılarını umursamamazlığın hâkim olduğu günümüz dünyası hakkında ne düşünürdü bilmiyorum.”

“Onun adına konuşamam, fakat biliyorum ki yazdığı şeyler hala geçerliliğini koruyor ve günümüz insanına hitap ediyor.”

diye konuşmuştu.




Bu fotoğraf, sanatını Paris’te sürdüren Pablo Picasso’nun yazdığı sürrealist (Le Désir Attrapé par le Queue) “Kuyruğundan yakalanan arzular” adlı oyunun 19 Mart 1944’te Michel Leiris’in evinde özel olarak sahnelenmesi sırasında çekilmişti.
Ortada Picasso, arkasında başında türbanıyla Tiyatro, televizyon ve sinema aktristi Zanie de Campan, solda gözlüklü ve titrek çıkmış olan Yazar ve şair Raymond Queneau, Picasso’nun sağında arka sırada eşarplı Valentine Hugo, Picasso’nun solunda elinde çantasıyla Galeri sahibi Louise Leiris, elinde bir kitapla birlikte Simone de Beauvoir, yerde çömelmiş ağzında piposuyla Jean-Paul Sartre ve Picasso’nun önünde çömelmiş afgan tazısıyla ilgilenen Albert Camus, onun sağında diz çökmüş sürrealist yazar ve etnograf Michel Leiris. Oyun Albert Camus önderliğinde gerçekleştirilmiş, Simone de Beauvoir “Kuzen”, Paul Sartre “Yuvarlak Ayak”, Michel Leiris “Büyük Ayak”, Raymond Queneau “Soğan”, Zanie de Campan “Turta”, Louise Leiris “İkinci Köpek”, Gazeteci Jaques- Laurent Bost “Sessizlik”, Picasso’nun sevgilisi, ressam, fotoğrafçı, şair ve picasso’nun birçok tablosunun modeli Dora Maar “Yağlı Izdırap” rollerini  
üstlenmişler, Picasso sadece izleyici olmuştu.

2 Ocak 1960 günü eşi Francine ile birlikte, misafirleri, yakın arkadaşı Michel Gallimard, eşi Janine’i ve kızları Anne’i öğle yemeğinde Hotel Ollier’in eski moda restoranında ağırlamışlardı. Michel Gallimard Jean-Paul Sartre ve André Gide’nin dünyaca tanınmasını sağlamış Fransız Yayın Şirketinin kurucusu Gaston Gallimard’ın yeğeni ve aynı zamanda da Albert Camus’un yayıncısıydı.
Lourmarin Hotel Ollier

O gün öğle yemeğinde Paris’e dönüş de konuşulmuştu. Yemek dönüşü Albert Lourmarin’deki Renault garajını ziyaret etmiş ve sahibi için (L’Etranger) Yabancı’nın bir kopyasını “Güzel Lourmarin’e sık sık dönüşüme katkıda bulunan M. Baumas’a” diye yazarak imzalamıştı. Otomobil yolculuğu özellikle de hızlı olanlar otomobiller Albert’i sinirlendirirdi. Bu nedenle Francine, Albert için tren yolculuğunu uygun görmüş hatta çocukları da dahil olmak üzere hepsi için planlama yapmış ve biletlerini de almıştı.
Albert Camus ve arkadaşı Michel Gallimard



Ancak nasıl olduysa olmuş, Albert tren yolculuğundan vazgeçmiş, 3 Ocak Pazar günü, Michel Gallimard, eşi Janine, kızları Anne ve onların skye terrier köpekleri Floc ile Lourmarin’den Paris’e doğru Michel Galliard’ın siyah renkli ve bej deri iç döşemeleri olan 1957 model lüks Facel Vega HK 500 (FV3B) otomobili ile yola çıkmışlar, otomobil’de yeterli yer olmadığından Francine ve ikizler tren ile Paris’e gitmeyi tercih etmişlerdi.

Mesafesi beş yüz milden daha az olan Lourmarin’den Paris’e yol alırken sakin bir köy olan Orange’da öğle yemeği molası vermişler, daha sonra Paris’e 116 km uzaklıktaki Sens’te başka bir iki yıldızlı Michelin restoranında Hotel de Paris et de la Poste’da durmuşlar, patates püresi ve siyah sosis yemiş, tek bir şişe kırmızı Burgundy’i paylaşmışlardı.
Sens, Hotel de Paris et de la Poste

Sens yolculuğu, güzel ama iki yanı korkutucu, ölü ağaçlar dizilmiş düz yollarla devam etmişti. Yollar sessiz, ama yoğun sis vardı. Janine Gallimard daha sonra, kazadan önceki anlarda hiçbir patlama ya da çatlama hatırlamadığını söylemiş ancak, son hatırladığı şeyin Michel Gallimard’ın (Merde!) “Kahretsin!” diye bağırdığı, ardından da otomobilin şiddetli bir titreme ile yoldan çıktığı olmuştu. O sırada Villeblevin yakınlarındalardı ve Janine kaza anını tamamen unutmuş, ancak kaza sonrasında ilk ve tek hatırladığı köpekleri Floc’u çağırarak çamurun içerisinde oturduğu olmuştu. Kazadan sonra Floc bir daha asla görülememişti.



Gallimard’ın Facel Vega’sı önce bir ağaca daha sonra da bir başkasına vurmuştu. Kaza sonrası çekilen ve gazetelerde yeralan fotoğraflarda kontrolden çıkan otomobilin nemli asfalt yüzeyini yaklaşık yüz elli metre kadar söktüğünü göstermişti. Raporlar enkazın 16 metre yarıçapında bir alana dağılmış olduğunu söylemişti. Enkazın çoğu yolun bir yanında, büyük Chrysler motor sıcak bir halde yolun diğer tarafındaydı. Tek tanık Camus’un arkadaşının dikkat çekici seçkin otomobiliyle 150 km/saat hızla yanından geçtiğini gören bir kamyoncuydu.

Kazadan sonra Facel Vega’nın gösterge panelindeki saatin 1:54 ya da 1:55’i gösterdiği kayıtlara geçmişti.

Arka tarafta oturan Janine yaralı olarak kazadan kurtulurken, önde oturan Camus darbenin şiddeti ile arkaya savrulmuş, başı arka pleksiglas camdan dışarı çıkmış, metal kaportaya çarparak boynu kırılmış ve ölmüştü. Camus’u bedenini enkazdan ayırabilmek için 2 saat uğraşılmıştı. Michel Gallimard kaza sonrasında “Ben mi kullanıyordum?” diyecek kadar bilinçliyken, beş gün sonra kaldırıldığı hastanede beyin kanamasından vefat etmişti.


Garip bir şekilde, kazayı inceleyen yerel doktorun adı Marcel Camus’tu. Olay yerini inceleyen görevliler arabanın içerisinde buldukları Albert Camus’un çantasında henüz bitirmemiş olduğu (Le Premier Homme) “İlk Adam”ın el yazmaları, Othello’nun bir okul çevirisi ve Nietzsche’nin (Die fröhliche Wissenschaft) “Gay Bilim”i kitabının Fransızca çevirisi olduğunu görmüşlerdi. Ayrıca o çantadan Camus’un birlikte yapacakları Paris gezisi için Francine tarafından alınmış ve kullanması planlanan, ancak kullanılmayan tren bileti de çıkmıştı. (Le Premier Homme) “İlk Adam” adlı otobiyografik roman, Fransa’da ancak 1994 yılında yayınlanabilmişti.
Gallimard, hız konusunda oldukça ünlüydü ancak deneyimli bir sürücüydü. Daha sonra Paris’teki servis müdürlüğü Gallimard’ı yıpranmış lastik kullanmamaları konusunda uyarmış olduğunu, onun da “Geri döndüğümde değiştireceğim” diyerek yanıtladığını iddia etmişti. Ayrıca Gallimard’ın Facel Vega’sının arka tekerleğinin iki kez sıkışmış rulman hatası verdiği servis kayıtlarında ortaya çıkmıştı. Nemli bir yolda bir rulman sıkışması 150 km/saat hızda gerçekleştiyse, Facel Vega umutsuzca kontrol dışı kalmış olabilirdi.

Kaza, dünya gündemine büyük bir şok olarak düşmüştü. Fransız kültür sekreteri Andre Malraux, Müdür Yardımcısını Cumhuriyeti temsilen kaza mahalline göndermiş, Camus’un dünya görüşüne saygı göstermek ve gerekli işlemlerde herhangi bir uygun olmayan dini müdahaleye izin verilmemesi konusunda da uyarmıştı.


Bu arada, Camus’un cenazesi Villeblevin Belediye Binası’nda muhafaza edilmişti. Cenazeyi gören bir Cezayirli gazeteci “çıplak bir ampul ışığında çok yorgun bir şekilde uyuyor gibiydi” demişti.



Üç günlüğüne Paris’teki öğretim görevine geri dönen Francine Camus’u bulmaları zaman almıştı.1967’de Villeblevin yetkilileri, Camus’un anısına anıtsal bir çeşme inşaa etmişti. Yazarın “Sisifos Söyleni”adlı kitabından bazı satırlar yazılmıştı;
“Zirveye yapılan mücadele, bir insanın kalbini doldurmak için yeterlidir”.



New York Times, Camus’un “şans etkisiyle” ölmesinin “korkunç bir felsefi ironi” olduğunu yazmıştı. Zira o, “hiçbir şey bir çocuğun ölümünden daha kepaze olamaz” ve “hiçbir şey araba kazasında ölmekten daha saçma olamaz” demişti.

Albert Camus’un cenazesi Lourmarin’de toprağa verilmişti. Başlangıçta kabrin üzeri Pelin otu (Absinthe - Artemisia absinthium) kaplamışken daha sonra onun yerini biberiye almıştı.

2009 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Albert Camus’un cenazesinin Soufflot Sainte Genevieve tepesindeki Panteon’a taşınarak (Aux Grands Hommes) “Büyük Adamlar” kitabesinin altına yerleştirilmesini önermişse de Camus'un oğlu Jean Camus, bu ihtişamın (The Rebel) “Başkaldıran İnsan”ın yazarının anısına uygun olmadığını söylemiş ve Camus’un Lourmarin’de kalmasında israr etmişti.

Albert Camus, insanlara ne bir berraklık ne de bir anlam sunan bu dünyada bunları aramalarının sonucu ortaya çıkan “Absürd”lüğü ve bu konudaki felsefesini (La Peste) “Veba” ve (L’Étranger) “Yabancı” isimli romanlarında işlemiş, (Le Mythe de Sisyphe) “Sisifos Söyleni” deneme kitabında da açıklamaya çalışmıştı.


“Sisifos Söyleni” yazarın II. Dünya Savaşı’nda yayınladığı bir denemesidir. Kitap adını bir Yunan Mitolojisinden alır. Sisifos (Sisyphus) Homeros’a göre ölümlülerin en bilgesidir.

Tanrıları kızdırması sonucu bir kayayı dağın tepesine çıkartmakla cezalandırılmıştır. Kayayı her yukarı çıkarttığında kaya yeniden aşağı yuvarlanır. Sisifos da her seferinde aşağı inip kayayı tekrar dağın tepesine çıkartmaya çalışır. Albert Camus’a göre bu kısır döngüyü trajik kılan, Sisifos’un her deneyişinde kayanın tekrar geri yuvarlanacağını bile bile kayayı yine de yukarıya taşımaya gayret edişidir. Bu saçmadır ve Camus bu noktada, “yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan” kavramını kurar.
Yaşamı ve intiharı sorgularken, saçmayı, başka bir deyişle uyumsuzu anlatır.


Bu durum bütün dinlerin temelini oluşturur ve din sayesinde yaşama anlam verilebilir. Fakat Camus bunu kabul etmez, en büyük uyumsuz kahraman Sisifos üzerine saçma’nın farkındalığının tarihsel gelişimini anlatır.

Camus, pes etmez.Sisifos’un durumuna sonsuza kadar çare bulamayacağını bilir. Fakat, saçmanın geriletilebileceğinin farkındadır. Bu yüzden “tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter.” diyerek intiharı haksız çıkartır.



İntihar sorununu felsefenin merkezi bir konusu olarak ele alan düşünür varoluşçu Albert Camus olmuştur. Ona göre “tek felsefi sorun intihardır”. Camus'nün sorunu, yaşamın yaşamaya değip değmediği sorunsalı üzerine kuruludur. Ancak bu Camus’u bir intihar savunusu yapmaz, bunu felsefi bir sorun olarak irdeler; onun görüşü, insanın kendini öldürmesi mümkün olmasına rağmen yaşamak durumunda oluşuyla ilintilidir.Sisypos Söylencesi adlı kitabında Camus, intihar ve saçma kavramları bağlamında yaşamı değerlendirir.
“Hayat aslında yaşamaya değmeyecek kadar saçmadır, ancak bununla birlikte yaşamak gerekir”
der Albert Camus.

...


“For the Few Who Own the Finest”
















“ En iyilere sahip O birkaç kişiye özel” 

sloganıyla ilk kez 1954 Paris Otomobil Fuarı’nda tanıtılan Facel Vega, 50’li yıllarda hayal edilebilecek tüm teknik donanımlara sahipti. Örneğin bir Radyo telofonuyla satışa sunulan ilk otomobillerden birisiydi. Gövde tasarımı Fransız ve Amerikan kültürünün şaşırtıcı bir karışımıydı.

Bol miktarda kromaj detay, küçük kuyruk yüzgeçleri bile Amerikan otomobillerini çağrıştırıyordu. Büyük olmasına rağmen Fransız zerafetini taşıyordu.

Çok ağır bir otomobildi ve büyük bir Chrysler V-8 motora sahipti. Bu lüks ve gösterişli Facel Vega’ya sahip olanlar arasında Pablo Picasso, Ava Gardner, Christian Dior, Ringo Starr, Max Factor Jr, Joan Fontaine, Tony Curtis, Dean Martin, Fred Astaire, Danny Kaye, François Truffaut, Robert Wagner, Anthony Quinn, Fas Kralı Hasan, Debbie Reynolds, İran Şahı Rıza Pehlevi, Frank Sinatra, Maurice Trintignant gibi ünlü isimler vardı.
Facel Vega’nın üretimi 1964’te durdurulmuştu.



Ava Gardner (üstte) ve Debbie Reynolds (altta)
Lüks Facel Vega otomobilleriyle





1989 yapımı Rebecca De Mornay
ve Paul McGann’ın başrolünü paylaştıkları Dealers “Borsada Kriz” filminde,
Daniel Pascoe (Paul McGann)

bir Facel Vega II kullanmıştı.



2007 yapımı Pixar’ın “Ratatouille” filminde de bir Facel Vega HK500 görünmüştü.


Ayrıca Facel Vega, birçok Fransız çizgi romanında da yer almış bir otomobildi.

İlk olarak 1961’de yayınlanan ve Jacques Martin’in çizdiği L'Ouragan de feu,
Kasırga Yangını isimli Belçika’da yayınlanmış 
TenTen benzeri bir çizgi romanda Facel Vega. 

























Hiç yorum yok: