Yine eski bir fotoğraf,
yeni bir bilmece...
Kendisi çıkıp geliverdi karşıma, başka bir sebilin, çeşmenin peşine düşmüşken üstelik. Bir pazar dönüşü, pırasalar ve daha kimbilir nelerle dolu küfesini kenara bırakmış, soluklanıp belki bir tas su içmek ya da elini yüzünü yıkayıp terden kurtulmak isteyen hamalın bıyık altından mahcup biraz da çekingen gülümsemesi gibi sıcak, sımsıcak bir “selam-ün alleykum” ve kaçamak bir göz kırpması ile “beni tanır mısın, bulabilir misin? peki...” dermiş gibi karşıma dikilen, bu bir zamanların güzelliğiyle mağrur, çok bilmiş ve güngörmüş soylu çeşmesi... Göz kırpmasını yadırgamam, zira bilirim ki su kaynağı anlamına gelen o güzel adını, Farsçada göz anlamına gelen “çeşm”den almıştır.
Göründüğü kadarıyla anlatacak çok şeyi vardır, dizi dizi kitabeleriyle; Ah!.. keşke bir de çözebilsem Osmanlıca okumayı...
Hamal hala günlük hayatta fes giydiğine göre, kabaca bir zaman aralığı belirlemek gerekirse eğer, söylenebilecek tek şey, 28 Kasım 1925’ten öncesi olduğudur; Malum Cumhuriyet’in ilanından sonra 1925 yılı öncesinde de bazı mesleki kıyafetlerde değişim olmuştu elbet, ancak halk, yine de dini bir değer yüklediği fese bağlılığını sürdürüyordu. Bu konuda bir reform hareketi şart olmuştu ve 25 Kasım 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 671 No’lu “Şapka İktisası Hakkında Kanun” kabul edilmiş, TBMM üyeleri ve memurlarına, başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirilmiş, Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından kesinlikle men edilmişti. “Şapka İnkılâbı” adındaki bu reform, 28 Kasım 1925 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti.
Artık bir kere girdik bu işe, hemen de havlu atmak olmaz, üstelik kim kırabilir böyle alımlı ve cilvenaz bir çeşmenin ricasını. Farz oldu bulacağız, tanıyacağız, tanıtacağız onu.
yeni bir bilmece...
Kendisi çıkıp geliverdi karşıma, başka bir sebilin, çeşmenin peşine düşmüşken üstelik. Bir pazar dönüşü, pırasalar ve daha kimbilir nelerle dolu küfesini kenara bırakmış, soluklanıp belki bir tas su içmek ya da elini yüzünü yıkayıp terden kurtulmak isteyen hamalın bıyık altından mahcup biraz da çekingen gülümsemesi gibi sıcak, sımsıcak bir “selam-ün alleykum” ve kaçamak bir göz kırpması ile “beni tanır mısın, bulabilir misin? peki...” dermiş gibi karşıma dikilen, bu bir zamanların güzelliğiyle mağrur, çok bilmiş ve güngörmüş soylu çeşmesi... Göz kırpmasını yadırgamam, zira bilirim ki su kaynağı anlamına gelen o güzel adını, Farsçada göz anlamına gelen “çeşm”den almıştır.
Göründüğü kadarıyla anlatacak çok şeyi vardır, dizi dizi kitabeleriyle; Ah!.. keşke bir de çözebilsem Osmanlıca okumayı...
Hamal hala günlük hayatta fes giydiğine göre, kabaca bir zaman aralığı belirlemek gerekirse eğer, söylenebilecek tek şey, 28 Kasım 1925’ten öncesi olduğudur; Malum Cumhuriyet’in ilanından sonra 1925 yılı öncesinde de bazı mesleki kıyafetlerde değişim olmuştu elbet, ancak halk, yine de dini bir değer yüklediği fese bağlılığını sürdürüyordu. Bu konuda bir reform hareketi şart olmuştu ve 25 Kasım 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 671 No’lu “Şapka İktisası Hakkında Kanun” kabul edilmiş, TBMM üyeleri ve memurlarına, başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirilmiş, Türk halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından kesinlikle men edilmişti. “Şapka İnkılâbı” adındaki bu reform, 28 Kasım 1925 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti.
Artık bir kere girdik bu işe, hemen de havlu atmak olmaz, üstelik kim kırabilir böyle alımlı ve cilvenaz bir çeşmenin ricasını. Farz oldu bulacağız, tanıyacağız, tanıtacağız onu.
Neyse ki, bu konuda bana rehberlik edecek oldukça kapsamlı bir rehber var elimin altında; İstanbul Tarihi Çeşmeler Külliyatı’nı bir süre karıştırıp sonunda buluyorum onu.
Sultan III. Ahmed (1673-1736) 1703-1730 yılları arasında 27 yıl hükümdarlık etmiş, 23. Osmanlı Padişahı. |
Adını ilk kez ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın bir şiirinde kullanarak koyduğu bir dönemde,
yüzlerini batıya çevirmiş, geçmişten gelen klasik ve geleneksel değerleri koruyup yeni olanı estetik ile birleştirerek hayata geçirmeye çalışmış olan, Sultan III. Ahmed ve 1717’de kızı Fatma Sultan ile evlenerek damadı ve sonra da Sadrazamı olan Nevşehirli İbrahim Paşa’nın son on iki yıllık saltanatlarını kapsayan 1718-1730 yılları arasındaki kısa ancak, sosyal, kültürel ve sanatsal alandaki etkisiyle tarih sayfalarında yerini almış, suyun sosyal hayat içerisinde sıklıkla yer aldığı, çeşmelerin işlevselliği dışında görsel olarak da estetik bir anlayışla inşaa edildiği Lale Devri’nde, 1722 yılında inşaa edilmiş olan bu güzel çeşmenin adı:
Ahmediye Çeşmesi
Üsküdar Ahmediye Mahallesi, Gündoğumu Caddesi
üzerindeki Ahmediye Çeşmesi aslında bir cami, haziresi, imareti,
muvakkithanesi, sıbyan mektebi, medresesi, kütüphanesi, çeşmesi ve sebili
olan bir külliyenin ikinci çeşmesidir.
Adını Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın hazinedarı Tavaşi (hadım edilmiş) Hasan Paşa’dan alan ve tarihi 16. yüzyıla dayanan Üsküdar’ın eski mahallelerinden Tavaşi Hasan Ağa Mahallesi ile adını yoksullara kepçeyle aş dağıttığı için Kepçe Dede namıyla anılan, söylene söylene kepçe, kefçeye dönüşünce, adı Kefçe Dede olan Mehmet Dede’den alan,
Kefçe Dede Mahallesi birleştirilerek,
mahalleye 2008 yılında buradaki külliyeyi yaptıran Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’ya ithafen Ahmediye Mahallesi adı verilmiştir. Mahalle, Batıdan Salacak, Kuzeyden Aziz Mahmud Hüdayi ve Mimar Sinan, Güneyden Zeynep Kamil ve Salacak, Doğudan da Mimar Sinan ve Zeynep Kamil Mahalleleri ile çevrilidir.
Üsküdar Ahmediye Mahallesi |
Adını Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın hazinedarı Tavaşi (hadım edilmiş) Hasan Paşa’dan alan ve tarihi 16. yüzyıla dayanan Üsküdar’ın eski mahallelerinden Tavaşi Hasan Ağa Mahallesi ile adını yoksullara kepçeyle aş dağıttığı için Kepçe Dede namıyla anılan, söylene söylene kepçe, kefçeye dönüşünce, adı Kefçe Dede olan Mehmet Dede’den alan,
Kefçe Dede Mahallesi birleştirilerek,
mahalleye 2008 yılında buradaki külliyeyi yaptıran Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’ya ithafen Ahmediye Mahallesi adı verilmiştir. Mahalle, Batıdan Salacak, Kuzeyden Aziz Mahmud Hüdayi ve Mimar Sinan, Güneyden Zeynep Kamil ve Salacak, Doğudan da Mimar Sinan ve Zeynep Kamil Mahalleleri ile çevrilidir.
Bu eski fotoğrafta Ahmediye Meydanı’ndan eski Ahmediye Caddesi, günümüz Gündoğumu Caddesine bakış. İlerde Ahmediye Camii’nin kubbesi ve minaresi görülmektedir. |
60’lı yıllara ait bu eski fotoğrafta eski Ahmediye Caddesi, günümüz Gündoğumu Caddesi ve Ahmediye Camii’nin minaresi görülmektedir. |
Külliyenin bânisi olan Eminzâde Hacı Ahmet Ağa, İzmirli Ali Paşa’nın kardeşiydi ve tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul Gümrükçüsü olmuştu. 1705’te Padişahın güvenini, itimadını kazanmış ve Enderun’un en nüfuzlu amiri olarak Silâhdar, daha sonra Sipahi Ocağının komutasına atanmış, Sipahiler Ağası, Başbaki Kulu (Maliye Müfettişi) ve 1715’in Ocak ayında tekrar Silâhdar Ağası olmuş, aynı yıl Receb ayında bu görevden azledilmişti. 1716’nın Mayıs ayında Paşalık ünvanı verilerek Erzurum Beylerbeyliği görevine atanan Eminzâde Hacı Ahmet Ağa, 1716’nın 21 Eylül’ünde paşalık rütbesi kaldırılarak Arşuva Kalesine gönderilmişti. Sonra sırasıyla 1717’de Divan-ı Hümayûnda Reis’ül Küttab’a yardımcılık yapmak, padişahın huzuruna çıkacak elçilere eşlik etmek ve Divan çalışmalarının aksamadan yürütülmesini sağlamak üzere Çavuşbaşı tayin edilmiş, ardından Darphane Emini ve 1722 Mayıs ayında yeniden Çavuşbaşı, bir yıl sonra tekrar Darphane Emini ve 1726’da Tersane Eminliği’ne getirilmişti. Sonra Sultan III. Ahmet zamanında, padişahın ve yakınlarının kamu yararına yaptırdığı binaların inşa ve tamir işlerine bakmak üzere Bina Emini olmuştu. 1730’da vefat eden Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’nın cenazesi, banisi olduğu Ahmediye Külliyesinde, Ahmediye Camii ile Dershane arasındaki haziredeki kabrine defnedilmişti.
Gündoğumu
Caddesi üzerinde, Ahmediye Camii Külliyesi’nin güneyindeki ana girişin, Dershane
kapısının sağında, Dershanenin altında duvara yerleştirilmiş olan Ahmediye
Çeşmesi, kapının solundaki sebille aynı üslupla inşaa edilmiştir.
Türk çeşme mimarîsinin en güzel örneklerinden
olan ve beyaz mermerle yapılmış olan çeşme, dikey bir dikdörtgen çerçeve
içerisinde şekillendirilmiştir. Bu dikdörtgen çerçeve, dışarı doğru kıvrık dal
ve rumilerden oluşan kalın bir bordür ile çevrilmiş, içe doğru ise tek sıralı
mukarnaslı bir bordür dönmüştür. Dikdörtgenin üzerinde ise yine palmet tepelikler, iki rozet ve bitkisel bezemeler ile şekillendirilmiş bir taç yer almaktadır.
Çevrevenin
yüksekliğince sağ ve sol tarafında tepesi palmet tepelikle biten iki sütunçe
yer almaktadır. Sebilde olduğu gibi çeşmede de en dikkat çekici unsur onbir
dilimli yelpaze şeklindeki palmettir. Bu palmetin üzerinde yine çerçevenin
içinde kalmak üzere dört satır aradan bir ince hat geçtikten sonra tekrar bir
satır ve toplamda beş satır olmak üzere 10 mısralık talik hat ile yazılmış
yapım kitabesi yerleştirilmiştir.
Çeşmenin (Miladi 1134) 1721-22 tarihli yapım kitabesi |
Çeşmenin (Miladi 1134) 1721-22 tarihli yapım kitabesi |
Zihî
dil-cû yı zîbâ
çeşmesâr-ı
rûh-perver
kim
Atâş-ı ümmete mâü’l hayâtı eyledi icrâ
Zihî hâtır güşâ aynü’l-hayât-ı hûb-manzar kim
Bakıp reşk eyler ana çeşme-i mihr-i cihân-ârâ
Hilâl-i îyd eğer zencîr-i râh-ı kehkeşân birle
Asılsa Kefçe-âsâ tâkına şâyestedir hakkâ
Bu dilkeş çeşmesârın âb-veş bânîsinin dâ’im
Zülâl-i tab’ını gerd-i kederden pâk ide Mevlâ
Atâş-ı ümmete mâü’l hayâtı eyledi icrâ
Zihî hâtır güşâ aynü’l-hayât-ı hûb-manzar kim
Bakıp reşk eyler ana çeşme-i mihr-i cihân-ârâ
Hilâl-i îyd eğer zencîr-i râh-ı kehkeşân birle
Asılsa Kefçe-âsâ tâkına şâyestedir hakkâ
Bu dilkeş çeşmesârın âb-veş bânîsinin dâ’im
Zülâl-i tab’ını gerd-i kederden pâk ide Mevlâ
Kitâbenin tarih beyti, manzumeden ayrı olarak aradan bir kontur geçirilip, bir satır aşağıya düşürülerek yazılmıştır.
Bu mısra’la dedi hâtif ona bir bî-bedel târîh
Emînzâde bu ayn-ı çeşmesârı eyledi icrâ
1134
(1721-22)
Palmetin
altında çeşmenin aynasını sonlandıran yatık bir kemer bulunur ve kemerin içi çiçek
desenleri ile bezenmiştir. Zarif bir mihrabı çağrıştıran çeşmenin
aynası, küçük bir dikdörtgen şeklinde, üst kısmı dilimli bir şekilde
kemerlendirilmiş düz ve sadedir. Kemerin üzerinde küçük bir kartuş içerisinde
Ayet Kitabesi, 21. Enbiya Suresi, 30. Ayet
yer alır.
Çeşmenin Ayet Kitabesi |
Çeşmenin Ayet Kitabesi |
“...ve
min el-mâi külle şey’in hayy”
“... ve herşeyi sudan canlı kılıp hayat verdik...”
“... ve herşeyi sudan canlı kılıp hayat verdik...”
1863 yılının 11 Ekim’inde Tiryal Kadın* tarafından tamir ettirilen çeşmenin ayna
taşının hemen üzerinde beş mısralık bir tamir kitâbesi yer almaktadır.
Sultan II. Mahmud’un 1826’da evlendiği 18. eşi, üçüncü ikbalidir.
Çeşmenin 1863 tarihli, tamir kitabesi |
Çeşmenin 1863 tarihli, tamir kitabesi |
Cennet-mekân Gazi Sultan
Mahmud Han-ı Sani aleyhi Rahmetü’l-Bârî
Hazretlerinin harem-i ismet-penahilerinden üçüncü
İkbali Devletlû Tiryal Hanım Hazretleri’nin
işbu mâü’lhayatın
Menba’ından bed’ile mecrasının
mücedded hükmünde tamir ve ihyasına
Himmet ve bu babda na’il-i
muvaffakiyyet olmuşlardır.
27 Receb, Sene 1280
11 Ekim 1863
Gündoğumu Caddesi ile Esbabcı Sokağı’nın kesiştiği köşede yer alan ve bir iç avlu etrafında şekillenen Ahmediye Külliyesine, biri Gündoğumu Caddesi’nden diğeri ise Esbabcı sokaktan olmak üzere iki ayrı kapıdan girilmektedir. Gündoğumu Caddesi üzerindeki kapı Tekke ya da Dershane Kapısı adıyla anılır ve kitabeli asıl giriş kapısıdır. Kapının sağında Ahmediye Çeşmesi, solunda ise bir Sebil yer alır.
Sebil
Devrinin karakteristik özelliklerini sergileyen, zarif ve güzel Ahmediye Camii sebili, 1721-22 yıllarında Ahmediye Camii, medresesi, mektebi, kütüphanesi ve çeşmesi ile beraber Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılmıştı.
Devrinin karakteristik özelliklerini sergileyen, zarif ve güzel Ahmediye Camii sebili, 1721-22 yıllarında Ahmediye Camii, medresesi, mektebi, kütüphanesi ve çeşmesi ile beraber Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılmıştı.
Yollarda, gelip geçenlerin su içmeleri için yapılan sebillerin (sebilhane) bazılarında içerisinde bulunan kuyudan çekilen sular, bazılarında ise mermer ya da topraktan yapılmış küplere sakalarca getirilen sular pencerelerinde sürekli olarak dolu olarak bulundurulan, genellikle bir zincirle bağlanıp, sabitlenmiş kulplu bakır, pirinç ya da tombak maşrapalar ile dağıtılır ve dağıtılan bu sudan kesinlikle para alınmazdı. İlk açılışta bir süre, kandil, bayram veya cuma günleri gibi özel günlerde ve gecelerde bal ve şekerden yapılmış şerbet verilmesi de adettendi.
Üsküdar’da 16. ve 19. yüzyıllar arasında inşaa edilen birçok sebilin, günümüzde ancak 21 tanesinin adı ve yerler bilinmektedir. Bunlardan 7 tanesinin yapılış tarihleri bilinmemektedir. Üsküdar’daki bu 21 sebilin üçü hariç geri kalan hemen hepsi Üsküdar İskelesi ile Karacaahmet Türbesi arasındaki, Roma, Bizans ve Osmanlı zamanından beri İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan yolun üzerinde konumlanmıştır. Anadolu’ya gitmeye hazırlanan her yolcu, Karacaahmet Türbesi’nin bulunduğu mevkiye geçerken yol üstünde öncelikle Aziz Mahmud Hüdâyî Türbesi’ne uğrar, dua eder ve buradaki sebilden su içerdi. Sadece 12 sebil, bir dua ve toplanma yeri olan Karacaahmet Türbesi’nin bulunduğu yerde yapılmıştı.
Sebil ve Tekke Kapısı |
Sebil |
Sebil |
Sebil, Pencere üzerindeki 13 dilimli yelpaze şeklindeki palmet ve yapım kitabeleri |
Ahşap saçak ile palmetler arasındaki 12 mısralı Yapım Kitabesi, sağdan sola dizilmiştir. |
Sağdaki birinci pencere üzerinde;
Eminzâde cenab-ı hacı Ahmed kim bu âlemde Ana oldu müyesser hâk-bûs-i Kâbe-i ulya
Zehi zîba sebîl-i mâ-i selsal-i musaffâ-ter
K’olur nûş eyledikce ayn-ı Zemzem-veş safâ-bahşâ.
Ortadaki pencere üzerinde;
İdüb teşmir bâzu-yi fütüvvet fî-sebîlillâh
Pür itdi ni’met-i hayr ile Çeşm-i Kepçeyi hakka Terazide n’ola tartılsa âbı dürr ü güherle
Letâfetde ana lülesi lâla olamaz hemtâ.
Soldaki pencere üzerinde;
Ataş-ı nâse bir âb-ı musaffayı sebîl itdi
Yenabi-i himemden bu mahalle eyleyüb icrâ
Safâ-yı lezzetini bir kez düşünde Kûh-ken görse
İderdi ömrü oldukca leb-i Şîrin’den istiğnâ
Sebil, Pencere üzerindeki 13 dilimli yelpaze şeklindeki palmet ve yapım kitabeleri |
Sağdaki birinci pencere üzerinde;
Aceb mi teşne lebler olsa şîrîn-kâm da’vâlı
Ziyafet eyledi atşane şehd ü şir ile gûyâ
Ortadaki pencere üzerinde;
İdüb hayratını mebrûr ide Hakk sa’yini meşkûr Mu’în ola hemişe ana lûtf-i hazret-i mevlâ
Soldaki pencere üzerinde;
Gelen dil-teşneye her kûzesi Sâlim* didi tarih
Zülâl-i pâki nûş it bu sebîl-i âbden sıhha.
Sene 1134
(1721-22)
(1721-22)
Sebil, Pencere üzerindeki 13 dilimli yelpaze şeklindeki palmet ve yapım kitabeleri |
*Sâlim: Sebilin Yapım Kitâbesi, Şeyhülislâm Mirza Mustafa Efendi’nin oğlu, 1736-37 yıllarında Mekke Kadılığı da yapmış olan Şair Kazasker Mirzazâde Sâlim Mehmet Emin Efendi tarafından hazırlanmıştır.
Dershane
Ahmediye Külliyesi içerisinde yer alan Dershane, Gündoğumu Caddesi’ne açılan Mermer Dershane kapısının ve iki yanında yer alan sebil ile çeşmenin üzerinde fevkani olarak yer almaktadır.
Dershanenin Gündoğumu Caddesinden görünüşü, altta sebil, kapı, çeşme ve hazire |
Dershanenin iç avludan görünüşü, altta geçit sağda sütunlu ve kemerli revağın altında ise abdest almak üzere yapılmış musluklar yer almaktadır. |
Dershane de yine, 1720-21 tarihlerinde Tersane Emini Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bu Dershane, 182 sene mektep vazifesi gördükten sonra, 1899 tarihinde ölen Ahmediye Camii imamı ve Rufaî şeyhi Mahmut Efendi tarafından Tekke haline dönüştürülmüş, bu yüzden o güne kadar Dershane Kapısı olarak adlandırılan mermer kapı bu tarihten sonra Tekke Kapısı olarak anılmaya başlamıştı.
Dershanenin iç avludan görünüşü, solda hazire |
Kesme taştan inşaa edilen Dershane, Sultan III. Ahmed döneminde 1703 yılında, Hassa başmimarı Ebûbekir Ağa’nın yerine tayin edilen Hassa başmimarı Kayserili Mehmet Ağa’nın eseridir. Bu görevde 1706 yılına kadar kalan ve yerine Hacı İbrâhim Ağa atanan Kayserili Mehmet Ağa depremden zarar gören Eyüp Sultan Camii’nin minarelerinde gösterdiği başarıdan sonra, 3 Şubat 1709 tarihinde ikinci kez Hassa başmimarlığına atanmıştı. Bir ara yeniden Hassa başmimarlığından uzaklaştırılan Kayserili Mehmet Ağa 1729-30 yıllarında tekrar Hassa başmimarlığına atanmış, 1734-35 yıllarına kadar bu görevde kalmış, o tarihten sonra Surre Eminliği görevi verilerek Şam’a gönderilmişti. Bu görevden İstanbul’a geri dönüşünde dördüncü kez Hassa başmimarı olan Kayserili Mehmet Ağa, 1740 yılında çıkan bir yangında harab olan Beyazıd Camii yakınındaki dükkanların yeniden kagir olarak inşaa edilmesi için verilmiş fermana uymayarak ahşaptan yapılmasına karar verince, rüşvet aldığı iddiasıyla idamına karar verilmişken, araya girenlerin yardımıyla bu cezadan azledilmek suretiyle kurtulabilmişti.
Bu olaydan sonra gözden düşen Kayserili Mehmet Ağa’nın en önemli eseri Lale Devri’nin en popüler mekanı Kağıthane deresinin kıyısında Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın isteği üzerine 7 Haziran 1722 tarihinde yapımına başlanan ve kısa sürede bitirilen Sâdâbâd Sarayı ve derenin karşı kıyısındaki çayırda inşa ettiği İmrahor (Mîrâhur) Kasrı’dır. Sadece Dershane değil, tüm Ahmediye Külliyesi Mimar Kayserili Mehmet Ağa’nın eseridir.
Kağıthane, İmrahor (Mirahur) Kasrı, Sebah Joaillier |
Kağıthane, İmrahor (Mirahur) Kasrı |
Dershanenin iç avludan görünüşü, solda hazire |
Ahmediyye Câmi’i bânîsi kılmışdı binâ
Bu mahalde’tidirip (bir) pâk u ra’nâ mektebi
Çok zamânlar kâim olmuşken geçende bir harîk
Hâ’ile eyledi ihrâk u (hem) imhâ mektebi
Bânî-i sânî olup Osmân Efendi hayr ile
Yapdı bu kerre esâsından pek alâ mektebi
Cevherî târîhini sıbyân okur ezber Senîh
Bu mücedded etdi inşâ (hem) bu vâlâ mektebi
Ebced hesabına göre yazılmış olan kitabenin tarihi, tarih mısrasının vezni bozuk olduğu için çözülememiştir. Ancak, şairin “Çok zamânlar kâim olmuşken geçende bir harîk, hâ’ile eyledi ihrâk u imhâ mektebi” (inşaasından çok zaman geçmişken, geçende bir yangın mektebi ağlanacak, acınacak bir hale getirdi, imha etti) beyitine dayanarak, Dershaneyi onarım görecek kadar tahrip eden ve inşaasından uzunca bir süre sonra gerçekleşen bu yangının, şairin ölümünden önceki bir dönemde meydana geldiğini de hesaba katılarak, 1000 civarında evin (başka bir kayda göre 536 ev) 45 dükkanın, 2 mektebin, 1 ermeni kilisesinin yandığı 14 Ağustos 1887 büyük Üsküdar yangını olduğu düşünülebilir.
Dershanenin revağını örten iki kubbeden birisi ve alemi. |
Sekiz köşeli, tek kubbeli dershanenin önünde zemini taş döşeli, başlıkları mukarnaslı (stalaktitli) zarif sütunların taşıdığı kemerler ile 7 açıklıklı ve ortası çapraz tonoz ve iki yanı da kubbe ile örtülü bir revak yer alır.
Gündoğumu Caddesinden Dershane ve hazirenin görünüşü |
Dershanenin stalaktitli (mukarnaslı) köşe sütun başlığı |
Dershanenin stalaktitli (mukarnaslı) köşe sütun başlığı |
Dershanenin stalaktitli (mukarnaslı) sütun başlıklarından biri |
İnşaa edildiğinde açık olan bu revak yıllar içerisinde camekan ile kapatılarak iç mekana katılmıştır.
Dershanenin giriş kapısı |
Dershanenin giriş kapısı üzerinde beş satırlı, on mısralık 1722 tarihli ve Kavsarazâde Selîm Mehmed Efendi tarafından düzenlendiği sanılan bir kitabe vardır.
Dershanenin giriş kapısı ve üzerindeki kitabe |
Dershanenin giriş kapısı üzerindeki kitabe |
Cenâb sâhibü’l-hayrat ya’nî el-Ḥâc Ahmed kim
Anın nakş-ı mekin iştihârıdır Emînzâde
Hezâr ahsenet o merd-i âkibet endîş ü âgâh
Ki olmaz ziynete dihi rûze-i dünyâya dildâde
Bilüb dehrin fenâsın dâ’imâ fikr-i muad eyler
Bugünden hâzır eyler zahr ü zârın yevm-i miâde
Bu beyt-i ilm ü fazlı hasbeten-li’llâh idüb ma’mur
Ulûma sa’y iden tâlibler içün itdi âmâde
Selîmâ zeyl-i itmâmında nakş itdim bu târîhi
Bu dârü’z-zeyn-i ilmi eyledi tekmîl Emînzâde
Sene 1134
(1721-22)
Anın nakş-ı mekin iştihârıdır Emînzâde
Hezâr ahsenet o merd-i âkibet endîş ü âgâh
Ki olmaz ziynete dihi rûze-i dünyâya dildâde
Bilüb dehrin fenâsın dâ’imâ fikr-i muad eyler
Bugünden hâzır eyler zahr ü zârın yevm-i miâde
Bu beyt-i ilm ü fazlı hasbeten-li’llâh idüb ma’mur
Ulûma sa’y iden tâlibler içün itdi âmâde
Selîmâ zeyl-i itmâmında nakş itdim bu târîhi
Bu dârü’z-zeyn-i ilmi eyledi tekmîl Emînzâde
Sene 1134
(1721-22)
Sekiz köşeli Dershane, mihrap ve revak dışında kalan ve dışarı açılan dört yüzünde yer alan, altta dikdörtgen ve şebekeli, üstte kemerli ve fil gözü vitraylı iki sıra halindeki sekiz pencere ile aydınlatılmaktadır. İç mekanda yer alan mukarnaslı mermer mihrap dershanenin sebil tarafındaki güney cephesinde, dışarıya çokgen ve yarım kubbe ile örtülü olarak taşmaktadır.
Dershanenin bir bölümü günümüzde Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne bağlı Üsküdar imareti, diğer bir bölümü ise Diyanet İşleri Başkanlığı Üsküdar Müftülüğü’ne bağlı Erkek Kur’an kursu olarak kullanılmaktadır. Dershaneye bağlı olarak orta avluyu, avlunun güneyinde yer alıp kuzeye açılan beş, avlunun batısında yer alıp doğuya açılan altı medrese odası L şeklinde dizilerek çevreler. Kesme kefeki (küfeki) taşından yapılmış, kare planlı, kubbeli bu L şeklinde dizilmiş 11 Medrese odasının önünde, baklava stalaktitli (mukarnaslı) başlıkları olan mermer sütunların ve yuvarlak kemerlerin taşıdığı kubbeli bir revak vardır. Günümüzde camekan ile kapatılmış bu revağa bir kapı ile açılan, bir dolap nişi, ocağı ve bacası olan bu medrese odaları, yatılı 50 öğrenciye hizmet vermektedir. Medrese odalarının arka tarafında helaları da mevcuttur.
Medrese odaları, bir dönem Hilâl-i Ahmer tarafından kullanılmış, daha sonra da Kızılay’ın imareti haline getirilmiş ve 1965 yılına kadar Üsküdar’daki yoksul halka yemek dağıtılmıştır.
Kuzey yönünde Kütüphane ve Cami, doğu yönünde Cami, haziresi ve Dershane, güney yönünde Dershane, abdeshane ve 6 medrese odası, batı yönünde de 5 medrese odası ve Kütüphane ile çevrelenmiş ve iki girişi bulunan Külliyenin avlusu, yapılaşmanın çok yoğun olduğu Üsküdar Ahmediye Mahallesinde bir gizli bahçe gibidir.
İster Gündoğumu Caddesi’ne açılan tonozlu geçitli kapıdan girin, ister Esbabcı sokağına açılan merdivenli kapıdan, avluda sizi temizlik ve bakımlı bir bahçe karşılayacaktır.
Ahşap kameriyesi, yine cilalı ahşap bankları, gölgelik sağlayan ağaçları, gözü okşayan Kamelya çiçekleri ve en önemlisi de yakın tarihlerde yapılmış olduğunu sandığım kaskadlı fıskıyesi ile som mermerden havuzunda akan serin suların sesi ile şehrin karmaşasından uzak, günün yorgunluğunu unutacağınız ve huzur bulacağınız bir atmosferde bulacaksınız.
Avlunun güneyinde Dershane ile 11 odalı L planlı Medrese Odalarının arasında, dört mermer sütunun taşıdığı, kilit taşı rozet süslemeli yuvarlak kemerler ile taşınan tonoz örtülü bir revağın altında Abdesthane yer alır ve 9 adet abdest musluğu bulunmaktadır.
Medrese odaları, bir dönem Hilâl-i Ahmer tarafından kullanılmış, daha sonra da Kızılay’ın imareti haline getirilmiş ve 1965 yılına kadar Üsküdar’daki yoksul halka yemek dağıtılmıştır.
L şeklindeki Medrese odalarının batı kanadı ve sağda Kütüphane |
Havuzlu avlunun etrafında solda Dershane, onun sağında Abdeshane ve en sağda L şeklindeki Medrese Odalarının Güney Kanadı |
Yürüyüş yollarının ortalarındaki padima kaplama. |
“... ve herşeyi sudan canlı kılıp hayat verdik...” |
Külliyenin Ana Kapısı
Avluyu tonozlu bir geçit ile Gündoğumu Caddesine bağlayan Dershane ya da Tekke Kapısı, Ahmediye Külliyesinin ana kapısıdır.
Dershane kapısından, külliyenin avlusuna üzeri tonozlu bir geçitten geçilerek girilir. Geçidin içerisinde sağdaki ikinci kapıdan ve iki dirsekli taş bir merdivenden fevkânî olarak kapının üzerine inşaa edilmiş olan Dershane’nin revağına çıkılır. Soldaki bir kapıdan da sebile giriş vardır.
Tonozlu geçidin kilit taşlarından birinde bir halka vardır. |
Üsküdar Meydanı’ndaki III. Ahmet Meydan Çeşmesi’nde (1727-28) daha güzel örneklerini görebileceğimiz ve Lâle Devri mimarî eserlerinde sıkça görülen etrafı kabartma çiçek nakışlı ve kenarı dantelâlı olan bu mermer kapı, başlı başına bir sanat eseridir ve Külliyeye girişte hemen dikkatleri çeker. Mermer kapının en üstünde geniş stalaktitli (mukarnaslı) ve çiçek nakışlı bir korniş, onun altında da tarih kitabesi yer alır.
Külliyenin Ana kapısı, Dersane veya Tekke Kapısı |
Külliyenin mermer ve basık kemerli ana kapısının üzerinde, şairi belli olmayan 4 sıralı 16 mısralık bir tarih kitabesi yer alır.
Emînzâde cenâb-ı Hacı Ahmed
Sütûde-menkabet Ağa-yı zî-şân
Bu nâzik-ter mahallin Üsküdar’ın
İdüb müstağrak-ı na’mâ-yı ihsân
Yapub câmi bu Kepçe Mescidi’ni
Getürdü su idüb atşâna reyyân
Binâ itdi bir a’lâ dershâne
Bu yolda sarf idüb mâl-i firâvân
Okunsun ilm-i din fıkh u ferâiz
Ehâdis-i Nebi tefsîr-i Kur’an
Olub hayratı makbûl-i İlâhî
Mu’ammer ide anı Rabb-i Rahmân
Müzehheb nusha-i ikbali tâ haşr
Ola vâreste asîb-i devrân
Didi bir ehl-i dil târîh-i sâlin
Zehî tahsîlgâh-ı ilm ü irfân.
Sütûde-menkabet Ağa-yı zî-şân
Bu nâzik-ter mahallin Üsküdar’ın
İdüb müstağrak-ı na’mâ-yı ihsân
Yapub câmi bu Kepçe Mescidi’ni
Getürdü su idüb atşâna reyyân
Binâ itdi bir a’lâ dershâne
Bu yolda sarf idüb mâl-i firâvân
Okunsun ilm-i din fıkh u ferâiz
Ehâdis-i Nebi tefsîr-i Kur’an
Olub hayratı makbûl-i İlâhî
Mu’ammer ide anı Rabb-i Rahmân
Müzehheb nusha-i ikbali tâ haşr
Ola vâreste asîb-i devrân
Didi bir ehl-i dil târîh-i sâlin
Zehî tahsîlgâh-ı ilm ü irfân.
1134*
(1721-22)
(1721-22)
*1134 tarihi, ta’miyyeli’dir. Divân Edebiyatı’nda bu tür tarih kitabelerinde şair ebced hesabıyla (harflere verilen değerler ile gizli şifreleme yöntemi) tarih düşürür. Burada da son mısranın ebced değeri 1133’ü gösterir, ancak şair ta’miyye ile bir önceki mısrada eksik ya da fazla rakamı kapalı bir şekilde anlatır, ifade eder ki buna ta’miyyeli tarih denir, “didi bir” ta’miyyesi ile ve ebced hesabıyla 1133’e 1 eklenerek 1134 tarihine ulaşılır.
Külliyenin ana kapısının mermer pervazındaki zarif bezemeler |
Külliyenin ana kapısının mermer pervazındaki zarif bezemeler |
Hazire
Ahmediye Külliyesi haziresi, Gündoğumu Caddesi üzerinde Dershane’nin bitiminden başlayarak Ahmediye Camii’ne kadar ve Esbabcı sokağında Ahmediye Camii’nden başlayıp Kütüphane Kapısına kadar iki bölüm halindedir.
Ahmediye Külliyesi haziresi, Gündoğumu Caddesi üzerinde Dershane’nin bitiminden başlayarak Ahmediye Camii’ne kadar ve Esbabcı sokağında Ahmediye Camii’nden başlayıp Kütüphane Kapısına kadar iki bölüm halindedir.
Gündoğumu Caddesi üzerinde Ahmediye Çeşmesinden Esbabcı sokağının köşesindeki Camiye kadar altı adet kemerli ve yedi adet kare toplamda 13 tunç şebekeli penceresiyle külliyenin haziresinin çevre duvarı devam eder.
Dershaneden başlayan hazirenin 6 kemerli ve tunç şebekeli penceresi |
Hazirenin ilk 6 penceresinden sonra camiye kadarki 7 kare tunç şebekeli penceresi |
Gündoğumu Caddesi ile Esbabcı sokağının köşesinde Gündoğdu Caddesine bakan ikinci hazirenin ve caminin minaresinin altında avlu duvarına gömülmüş olarak beyaz mermerden ve kitabesiz olarak ikinci bir çeşme yer alır.
Ayna taşı üzerindeki lale deseni |
Bu ikinci çeşme ayna taşındaki bezemelere bakılırsa yine Lale Devrinde, ancak Külliyenin inşaasından daha sonraki bir dönemde yapılmıştır. Kitabe yerlerinin hazırlanmış ancak üzerine bir kitabe yazılmamış olması da ilginçtir.
Gündoğumu Caddesi üzerinde, çeşmenin biraz gerisinde, minarenin sol altına isabet eden noktada, avlu duvarına bitişik olarak bir sadaka taşı yer alır.
Gündoğumu Caddesi üzerinde, çeşmenin biraz gerisinde, minarenin sol altına isabet eden noktada, avlu duvarına bitişik olarak bir sadaka taşı yer alır.
Sadaka Taşı |
haziredeki Külliyenin Bânisi Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’nın lahid biçimindeki 1730 tarihli kitabesinin yazılı olduğu mezartaşı, kavuksuz ve köşeli bir sütun biçimindedir. Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’nın oğlu Osman Ağa’nın ve diğer oğlu Emin Muhammed Ağa’nın ikisi de Kasım 1746 tarihli, çiçekli ve kâtibî başlıklı mezar taşları ise Lâle Devri’ne özgü vazo içinden çıkan zarif çiçek motifi kompozisyonlarının güzel örneklerini sergiler. Aynı haziredeki Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’nın kızları ve eşinin mezar taşları da bezemeleri ile, karakteristik Lâle Devri motiflerini ve üslubunu yansıtır.
Ayrıca, mezar sandukalarının yan taşlarındaki (pehle) tabak içerisindeki meyve motifleri ve bazı taşlardaki tarikat sembolleri dikkat çekicidir. Caminin minberinde olduğu gibi haziredeki bazı mezar taşlarında da selvi ağacı kabartmalarına rastlanmaktadır.
1730’da vefat eden Külliyenin Bânisi Eminzâde Hacı Ahmet Ağa’nın lâhdinin kavuksuz, köşeli bir sütun şeklindeki baş taşındaki kitâbede;
El-Fatiha.
Dirîğa Hacı Ahmed sâhibu’l-hayrât Eminzâde
Ki terk-i âlem-i fâni idüb azm itdi ukbâya
Rızâ-yı Hakk’a mal ü canın bezl eyledi merhûm
Ki bilmişdi cihân bâki değil a’lâ vü ednayâ
Neşîmensâz-ı Firrdevs-berîn olub Hüdavenda
Resûl-i Ekrem olsun Cennet-i âlâ’da hem-saye
Bu mısra’la didi târîh-i fevtin geldi bir dâ’i
Eminzâde cihândan göçdü tâ Firdevs-i a'lâya
Sene 1143
(1730)
Ki terk-i âlem-i fâni idüb azm itdi ukbâya
Rızâ-yı Hakk’a mal ü canın bezl eyledi merhûm
Ki bilmişdi cihân bâki değil a’lâ vü ednayâ
Neşîmensâz-ı Firrdevs-berîn olub Hüdavenda
Resûl-i Ekrem olsun Cennet-i âlâ’da hem-saye
Bu mısra’la didi târîh-i fevtin geldi bir dâ’i
Eminzâde cihândan göçdü tâ Firdevs-i a'lâya
Sene 1143
(1730)
yazmaktadır.
Kitâbenin hem caddeden hem de hazireden görülebilmesi için, aynısı ayak taşının dış yüzüne de yazılmıştır. Üçüncü pencere önündeki lâhdin şâhideleri (mezarların baş ve ayak taraflarına dikilen üzerinde çoğunlukla yazı veya çiçek motifleri bulunan mezartaşları) haziredeki bazı mezar taşlarında olduğu gibi eşsiz servi ve sarmaşık gülü kabartmaları ile bezenmiştir.
Bir rivayete göre, Ahmediye Camisinin bânisi olan Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa, kendisi için 1722 yılında Camiye bitişik olarak, mihrab duvarı önüne bir türbe yaptırmış ancak rüyasında Kefçe Dede namıyla anılan Mehmet Dede’yi görünce bundan vazgeçmişti.
Zira türbenin inşaa edildiği bu yere, daha önce 1540 yılında vefat eden ve Ahmediye Camisinin bulunduğu yerde daha önce var olan mescidin de bânisi olan Kefçe Mehmet Dede defnedilmişti.
Esbabcı sokağına bakan hazire,
Gündoğumu Caddesi’ndeki hazireden daha küçüktür.
Gündoğumu Caddesi’ndeki hazireden daha küçüktür.
Esbabcı sokağa bakan ikinci hazireden görünüm |
Esbabcı sokağa bakan ikinci hazireden görünüm |
Ahmediye Camii
Tershane Kethüdası Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından yaptırılan caminin inşaasına 1721 yılında başlanmış, 1 yıl sonra 1722 yılında bitirilmiş ve ibadete açılmıştı. Önce cami inşa edilmiş, daha sonra haziresi, imareti, muvakkithanesi, çeşmesi, sıbyan mektebi, medresesi, kütüphanesi ve sebili ilave edilmişti. Gündoğumu Caddesi (eski Ahmediye Caddesi) ile Esbabcı Sokağı’nın birleştiği köşede meyilli bir arazi üzerindeki bu külliyenin, Osmanlı mimarisinde ve kültür tarihinde klasik dönemden sonra batılılaşma dönemine geçişi temsil eden Lâle Devri’nin baş mimarı Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştı. Zamanla harap olan cami, 1861 ve 1885 yıllarında onarım görmüş, en son olarak da 1965 yılında tekrar restore edilmişti.
1965 yılında restore edilen caminin, ahşap son cemaat yerinin taş kapısı, halen yerinde durmaktadır. |
Eski ahşap tekke ve son cemaat yerinin 1965’te yıkıldıktan sonra kalan taş kapısının kemeri |
Minarenin şerefesindeki mermer korkuluk ve küpeştesi ince bir işçiliğin eseridir. |
Ahmediye Camii’nin tamamen kesme taştan yapılmış minaresi |
Caminin kubbesi her bir kenarında sivri kemerli fil gözü pencereler olan sekizgen bir kasnağa daha sonra da dilimli tromplar vasıtasıyla ile duvarlara oturtulmuştur. Kare planlı caminin duvarlarında iki sıra olarak yedisi altta, sekizi üst sırada dikdörtgen, kesme taş söveli, tunç şebekeli pencereler yer almaktadır. Kare pencerelerin üzerlerinde yer alan hafifletme kemerleri taş ve tuğla karışımıyla almaşık düzende yapılmıştır.
Caminin kubbesinin alemindeki Lale dikkat çekicidir. |
Kütüphane
Külliyenin Esbabcı sokağa açılan ikinci kapısının yer aldığı kuzey cephesinde yine fevkâni, köşesi konsollar üzerinde dışarı taşırılmış olarak ve yine Eminzâde Hacı Ahmet Ağa tarafından 1721-22 yıllarında mimar Kayserili Mehmet Ağa’ya yaptırılmış olan Kütüphane binası yer almaktadır. Külliye avlusunun Esbabcı Sokağı’na açılan ikinci ve merdivenli kapısı bu yüzden “Kütüphane Kapısı” ismini taşır ve kitâbesi yoktur.
Kütüphaneye avluya açılan dar bir kapıdan girilir. Uzunca bir koridorun sonunda iki taş basamak ile sahanlığa, ardından 360 derece dönülerek on basamak ile kütüphane önündeki revağa çıkılır. Üstü altı mermer sütunun taşıdığı üç kubbe ile örtülü olan revak zaman içerisinde camekanla kapatılarak Dershanede olduğu gibi iç mekana katılmıştır. Sol tarafında bir küçük çeşme ve helâ bulunmaktadır. Çeşmenin suyu, sakalar tarafından taşınmaktadır. Tek sağır büyük kubbesi sekiz yüzlü bir kasnağa oturtulmuştur. Alt-üst 13 pencereden ışık alır. Kemerli ve mermer söveli kapısından içeri girildiğinde sol tarafta iki kapaklı dolap, üç katlı mermer bir niş bulunduğunu görürüz. Tam karşıda yaşmaklı bir ocak bulunmaktadır.
Kütüphanenin 1726 tarihli bir vakfiyesi vardır.
Günümüzde Kur’an kursu olarak kullanılan kütüphanenin iç mekânında bir ocak, iki dolap ve işlemeli üç mermer niş bulunmaktadır. Burada uygulanan küçük boyutlu kat odalarının zemin katına konsollarla bindirilen cumbalı cephe düzenlemesi, özellikle XVIII. yüzyılın kütüphane ve sıbyan mekteplerinde yaygınlık kazanmıştır.
Daha çok zevk, sefâ ve eğlence devri olarak bilinen Lale Devri’nin, adını o dönemde İstanbul’da yetiştirilen ve zamanla ünü Dünya’ya yayılan lale çiçeğinden aldığı bir gerçektir, ancak bu dönem Osmanlı İmparatorluğunun hiçbir devrinde Lale Devri olarak anılmamıştır. Bu isimle anılmaya başlaması çok sonradan olmuştur.
İlk kez Yahya Kemal Beyatlı, “Bir Saki” gazelinde bahseder Lale Devri’nden, daha sonra yakın arkadaşı Ahmet Refit Altınay ile yaptıkları bir sohbet sırasında, Sultan III. Ahmed ve sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın birlikte 1718-1730 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşam biçimini etkileyen ve değiştirmeye neden olan zevk, sefa ve eğlenceye dayalı bu etkinlikleri “Lale Devri” olarak tanımlar. Ahmet Refik Altınay da bu dönemi anlatan kitabına “Lale Devri” (1913) adını verince, bir süre sonra bu dönem Lale Devri olarak anılmaya başlanır.
Yahya Kemal Beyatlı, Fransa’da bulunduğu sırada yazmış olduğu gazellerde Lale Devri’nin ünlü şairi Nedim’in şiirlerinden oldukça fazla etkilenmiştir. Bu gazellerde Nedim’in kullandığı kelimeleri kullanarak onun yaşattığı Lale Devri’ni, zevk, sefa ve eğlencelerini günümüze taşımaya çalışmıştır.
Bir Saki
O muğbeçeyle tanıştımdı Lâle Devri’nde,
Fütâdegânına son bir piyâle devrinde.
On altı yaşına dâhil o şûh-ı Sa’d-âbâd,
Cihânı verdi idi ihtilâle devrinde.
Lisânı şîve-i Şîrâz’dan nümûne idi
Acem-perestî-i Rûm’un imâle devrinde.
Teferrüd etmedi derler nazîri bir sâkî
Cem’in serîrine câlis sülâle devrinde.
Kemâl, Kasr-ı Cinân içre, ser-be-ser bir şeb
O muğbeçeyle tanıştımdı Lâle Devrinde.
Fütâdegânına son bir piyâle devrinde.
On altı yaşına dâhil o şûh-ı Sa’d-âbâd,
Cihânı verdi idi ihtilâle devrinde.
Lisânı şîve-i Şîrâz’dan nümûne idi
Acem-perestî-i Rûm’un imâle devrinde.
Teferrüd etmedi derler nazîri bir sâkî
Cem’in serîrine câlis sülâle devrinde.
Kemâl, Kasr-ı Cinân içre, ser-be-ser bir şeb
O muğbeçeyle tanıştımdı Lâle Devrinde.
-Yahya Kemal Beyatlı-
(1884-1958)
Yahya Kemal Beyatlı Lâle Devri’nde içki sunan kimliği belirsiz genç bir sakiden (muğbeçe) bahseder ve bu meyhane çırağının özelliklerini sıralar;
On altı yaşındaki bu genç sâkî’nin, mükemmel bir şekilde Farsça konuştuğunu söyler. Ayrıca o mecliste bulunan Farsçaya tutkun olan Rûm
(Anadolu’da yaşayanlar)’ların, muğbeçenin konuşmasına hayran olduklarını da belirtir. Yahya Kemal Beyatlı, şiirinde cennete benzeyecek kadar güzel olan bir kasr’dan da bahseder, Cinân Kasrı’dır bu ve Cinân, cennet kelimesinin çoğuludur. Cinân Kasrı, Lale Devri’nin gözde mekanı Sa’dâbâd’daki saraylardan birisidir. Nedim’in şiirlerinde de bu isim aynen yer alır.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Cinân Kasrı’ndan, genç bir muğbeçeden, Sa’dâbâd’dan bahsettiği bu şiiri bana ister istemez tartışmalı da olsa, Nedim’in o meşhur Serv-i Revan şiirini hatırlatır.
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e.
Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan
Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan
Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e
Geh varıp havz kenarında hirâman olalım
Geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım
Gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e
İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden
Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e
Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e
-Nedim-
(1681-1730)
Kaynaklar:
1- Yrd. Doç. Dr. Necdet Ertuğ, İstanbul Tarihi Çeşmeler Külliyatı, 3 Cilt
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi, İSKİ Kültür Yayını, 2006
2- Fazilet Koçyiğit, Lale Devri Çeşmelerinin Karakteristik Özellikleri
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:7 Sayı:16, Nisan 2014
3- Z. Hale Tokay / Zuhal Çobancaoğlu,
Vakıf Eseri İstanbul Çeşmelerinin Koruma Sorunları ve Öneriler
4- Aktan Müge Yılmaz,
Reşat Ekrem Koçu’nun “İstanbul Ansiklopedisi” adlı eserine yansıyan Üsküdar Manzaraları
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:17, Bahar 2011
5- Üsküdar Belediyesi, Üsküdar Sokak İsimleri Tarihçesi, Kasım 2013
6- S. Dilek Yalçın Çelik, Eski Şiirin Rüzgârıyla’da Lale Devri ve Dönemin Ruhu
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 2011
7- İbrahim Öztürkçü, Üsküdar’da Bir Lâle Devri Yadigârı: Ahmediye Külliyesiİstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Hizmeti, İSMEK El Sanatları Dergisi, 7 Ağustos 2015
7- İbrahim Öztürkçü, Üsküdar’da Bir Lâle Devri Yadigârı: Ahmediye Külliyesiİstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Hizmeti, İSMEK El Sanatları Dergisi, 7 Ağustos 2015
8- Dr. Nurdan Şafak, Üsküdar Yangınları (1885-1915), Bildiri
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu V, 1-5 kasım 2007
6 yorum:
Sayın Levent Civelekoğlu,
sizin blogunuzu Sultan Ahmet camii arka sokağındaki yıkık minareyi nette araştırırken buldum ve her bie araştırmanızı müthiş bir haz ve keyifle okudum.
Yazılarınız ve araştırmalarınız gerçekten çok iyi bir araştırma, hazırlanma ve en önemlisi bilginin sonucu ve özellikle mimarinin dönemlere etkisiyle, İstanbul hakkındaki herşeyle ve tarih boyu yapı ve insan hikayeleriyle ilgilenen benim için bulunmaz bilgi hazinesi.
Çok teşekkür ediyorum.
Ve sizin bir gün Konya gibi Samsun hakkında da yazmanızı bekliyorum:)
Saygılar, sevgiler
fatma
Sayın Fatma hanım ilginize ve iltifatlarınıza çok teşekkür ederim. Yazılarımı yazmama neden olan bazen bir belge, bir fotoğraf ya da kendi yaşadıklarım, gördüklerim ve fotoğrafladığım konular olmakta veya tarihten bu güne düşen notlar başlığı altında bazı konuları açmaya paylaşmaya çalışıyorum. Samsun ile ilgili bir yaşanmışlığım olmadığı için ancak ilgimi çeken bir konu ya da fotoğraf olursa yazmayı düşünebilirim. Tarihten bu güne düşen notlar başlığı altında Samsun Atatürk Anıtı ile ilgili oldukça geniş ve detaylı bir yazı yazmıştım bilmem karşılaştınız mı, okudunuz mu? Linki aşağıdadır:
http://lcivelekoglu.blogspot.com/2014/01/15-ocak-82-yil-once-bugun-samsun-19.html?m=1
Bu tip izler peşinde koşmak ne güzeldir!..
Levent Bey yazınız çok hoş olmuş. Ahmediye Külliyesi'ni en ince ayrıntısına kadar incelemişsiniz. Elinize kolunuza sağlık. Bilgilerden dolayı teşekkürler.
Baruthane NazırıEminzade Hacı Ahmet Ağanın torunu olurum.
Merhabalar Levent Bey,
Evvela tebrik ederim.
Ben bu sokakta yer alan tekkeler üzerine yüksek lisans çalışması yaptım.
Çalışmam Aralık 2022'de kitap olarak raflarda yerini alacak kısmetse
Yazınız içerisinde 1965 tarihli bir foto var.
Bu fotonun kaynağı nedir?
Kullanma durumu nedir?
Yorum Gönder