Sayfalar

13 Mart 2020 Cuma

Kadıköy Moda’da bir “Deli Saraylı”... (I)


30’lu yaşlarımda tanıdım onu, daha öncesinde rastladım mı hatırlamıyorum, rastladıysam da gençliğimin verdiği o delikanlılıkla farketmemiş olabilirim, halbuki hep oradaymış meğer, herkes tanırmış onu; Paşa’sının o en çok sevdiği, göz bebeği karavaş*ını...
*karavaş: satın alınan ya da savaşta tutsak edilen ve üzerinde sahibinin tam kullanma hakkı bulunan kadın, cariye, odalık.

Gençliğine yetişemedim, yaşı epey bir ilerlemişti ben rastladığımda. Her ne kadar gizlemeye çalışsa da hali, tavrı, giyimi, kuşamı ve dimdik duruşuyla fark ediliyordu hemen, yeni yetme alafrangaların arasında.

Hep aynı yerde gördüm onu, hiç değiştirmedi konumunu, ne biraz sağa, ne biraz sola, hep aynı yerdeydi... Yanında yöresinde ondan hiç ayrılmayan, sarmanı, tekiri, arabı, tek gözü, topalı hiç eksik olmazdı; Ayağının dibinde, sırtında, kucağında, bazen de abartıp tepesine çıkmış vaziyette, o onlarca kedisiyle öylece durur, orda değilmiş gibi davranırdı; Önünden gelip geçeni izler çaktırmadan, göz göze geldiklerini, onu farkedenleri zarifçe selamlardı.

Zarif bir eda ile, parmaksız eldivenli sağ elinin parmakları arasına yerleştirip de efkârla tellendirdiği sigarasından her bir nefes çekişinde, orta parmağında dikkat çekecek kadar büyük bir yüzüğü görmemek mümkün değildi. Yüzüğün montüründe birbiri içerisine geçmiş iki adet büyük M harfinden oluşan monogram, yürekten bağlı olduğu aidiyetin bir işaretiydi, hiç çıkartmamış ve gururla taşımıştı yıllardır bu emaneti...

Pırtık, yılların kiri pası ve lekeleri ile eskimiş bir tuvali andıran mantosunun eteklerine tutturulmuş, sallanan rengarenk civcivli metal meşrubat kutuları ve kulağına taktığı onların parlak açma halkalarıyla bütünleşmişti adeta...



Hani derler ya Deli Saraylı* bu haliyle aynen öyleydi. Üstü başı pek temiz olmazdı, hatta kirliydi de, acayip bir tarzı vardı alışılagelmedik, ne bulduysa takıp takıştırmış, sürüp sürüştürmüştü. Çok renkliydi, göz alıyordu ama yine de bunca abartıya rağmen, farketmeyenler de az değildi, geçip gidiyorlardı onun oradaki varlığından habersiz, dönüp bakmayan çoktu; Belki de artık onun varlığını kanıksamışlardı da ondandı. Alıcı gözle bakılsa, görülebilirdi ne kadar sade, ağırbaşlı ve nadir olduğu; Ona kalsa o ne takıp takıştırmayı severdi öyle, ne de sürüp sürüştürmeyi. Onu bu maskara hallere sokan caddenin iti kopuğu, yeni yetme fırlamalarıydı. O her ne kadar istemese, engel olmaya çalışsa da gelip gidip boyuyorlar, sağına soluna bir şeyler takıştırıyorlardı. Neler yoktu ki üzerinde, dondurması bitip de yarısı ısırılmış bir külah, buruşturulmuş pet şişe, dibi delinmiş naylon poşet bile bulunurdu üzerinde, makyajını ise grafitticiler üstlenmişti, daha çok geceleri sahildeki kayalıklarda iki üç bira devirdikten sonra eve dönüşlerde severlerdi onu boyamayı, o yorgun düşmüş uyuklarken.
* saraylı: Osmanlı İmparatorluğu döneminde padişah sarayında, karavaş olarak ya da başka bir görevde bulunmuş olan kadın.




Siz bakmayın “Deli Saraylı” dediğime, sanmayın onu küçümsediğimi; Aslında gerçekten de bir saraylıydı o. Aldanmayın şimdiki haline bakıp da, görmüş geçirmişti, insan bir düşmeye görsün, şimdi böyle işte çoluk çocuğun oyuncağı olmuştu.


İtalyan bir babadan doğmuştu, Mısır’a giderken Akdeniz’de, Osmanlı levendleri bir İngiliz Kalyonu’ndan tutsak edip, ganimet olarak kapmış getirmişti Osmanlı’nın payitahtına, İstanbul’a o nazenini. Nasıl olduysa Avrat Pazarı’nda bir rumun eline geçmişti önce üç para, beş kuruşa; Çok geçmeden de bir Osmanlı Paşa’sına ederince satılmıştı. Daha on üç yaşındaydı Paşa’nın haremi olduğunda. Çok güzeldi, güzelliği dillere destandı, dışardan bakıldığında buz gibiydi, soğuktu, içi ısınamamıştı buralara da o yüzden, pürüzsüz, bembeyaz bir cildi vardı, balık etliydi, enine boyuna sağlam yapılıydı, “dalyan gibi” dedikleri türdendi… Mesafeliydi, uzaktı belki ama dışarı yansıtamadığı bir ruh güzelliği, donanımlı ve zengin bir iç dünyası vardı.


Pek kimselere benzemeyen o oya gibi işlenmiş yüzüne bakmaya doyamazdı Paşa’sı. Gün içerisinde her zaman diliminde ve her farklı yöne baktığında değişen anlamlar yüklenirdi çehresine. Balkonda güneşin ufukta denize batarak kayboluşunu izlerken başkaydı yüzü, buraya getirildiği yurdunu ararcasına içi hüzün dolar, gözleri yaşarırdı; Sabahın ilk ışıklarında ise bambaşkaydı, bağdaki kara üzümlerin buğusunda, Sienna şarabının burukluğunu anımsar, efkarlanır, başı döner, kaşları çatılırdı; Kapı önünde merdivenlerin başında gelenleri karşılarken bir başkaydı yüzü, serin kuzey rüzgarlarının esintisinde dalgalanan saçları yüzünde oynaşırken neşelenir, yüzünde güller açardı; Holün karanlığında ise karamsarlaşır, gün boyu vitraylardan süzülen rengarenk ışıklar onu halden hale sokar, yüzünde derin çizgiler oluşturur, bilinmeyen gizemlerini ortaya çıkartırdı.

Çok sevdiği bir de atı vardı, Sienna’yı, at yarışlarını hatırlatsın da mutlu olsun, onu daha çok sevsin diye belki, Paşa’sı almış getirmişti Büyükdere’deki bir çiftlikten, bir de geyik onun gibi ürkek, narin ve özgürlüğe düşkün. Gözden düştüğü, kapı önüne konduğu günlerde sonradan görme bir taşra zengini çekip alıvermişti atını gözlerinin önünde, geyiğini de bir başka Başkentli snob…




Kalabalık bir ailesi olmuş, onların arasında büyümüş, serpilmişti. Ne düğünler, ne dernekler görmüş, ne şaşaalı günlere tanık olmuştu; Güzel günler kadar, belki de daha fazla, terk edilip unutulduğu, dört gözle gidenlerin gelmelerini beklediği, sessizce yalnızlığına ağladığı acı günler de görmüştü. Sonuç olarak Paşa’sını sevmiş miydi? bilmem, ama ona bağlı kalmıştı hep, bu hala onun adını taşımasından belli. Kendi çocuğu olmamıştı ama, Paşa’sının çocuklarına gözü gibi bakmıştı, onları dizinin dibinden ayırmamış, kollayıp uyutmuştu çoğu zaman. Onlar da büyüyüp birer ikişer yuvadan uçtuktan, Paşa’sını kaybettikten ve Hanımefendi onu gözden çıkartıp kapının önüne koyduktan sonra, yüzlerce çocuğa kol kanat germiş, onların etrafında koşuşturmalarıyla avutmuştu yalnızlığını; Şimdilerde ise o acı günleri sokağın kedileriyle unutmaya ve her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışıyor büyük bir metanetle.

Ben onu, ilk gördüğümde daha yüz yaşlarındaydı,
şimdilerde çoktan yüz otuz beşi devirmiş olmalıdır.


Moda Caddesi’nin neredeyse bitimine yakın, üzerinde pilastırlar bulunan, sıvanarak üzeri sade bezemeler ile zenginleştirilmiş, başında ve sonunda biri su haznesi (deposu), diğeri ise bekçi kulübesi olan iki tek katlı yapı ile sınırlandırılmış 2,5-3 metre yüksekliğindeki kargir taş duvarın tam orta aksında, iki yandan 4-4,5 metre yüksekliğinde iki heybetli pilastır ile belirginleştirilmiş, sağı ve solunda tek kanatlı küçük ve yine ferforje yaya giriş kapılarının olduğu o iki kanatlı büyük ferforje cümle kapısının önündeyim yine, yıllar boyunca yaptığım gibi. Cümle kapısının demir çubuklarının arasından baktığımda sadece olabildiğince derin bol ağaçlıklı bir bahçeden başka hiçbir şey görmezdim ilk zamanlar, sonraları demir çubukların ardından kaynatılan sac nedeniyle artık onu da göremez olmuştum bir süre sonra. Ferforje kapının iki büyük kanadının her birinin tam ortasında, göz hizasında, iki elips içerisine yerleştirilmiş özenle yapılmış iki “M” harfinden oluşan dökme demirden birer monogram yer alıyordu, “MM”; Kafamı kaldırıp yukarı baktığımda da kapının iki yanındaki pilastirlara oturtulmuş yarım daire şeklindeki sarı boyalı bir sac levha üzerinde “Kadıköy Kız Lisesi” yazısını okurdum ilk zamanlarda, sonradan o tabela yerinden kalktı yerine düz bir şekilde duvara monte edilmiş bir tabela kondu, “İstanbul Kadıköy Lisesi” oldu adı. Ayrıca yaya kapıları ile tek katlı küçük kulübeler arasındaki duvarları solda üç, sağda dört eşit parçaya bölen, duvardan 50 cm. kadar yüksek pilastırların her birinin üzerinde de Koç başı bezemeli Malta taşından büyükçe vazolar dikkatimi çekerdi hep. O sıralarda o duvarlar kırmızıya yakın koyu bir pembe ile boyalıydılar, üzerinde başkaca bir şey olmaksızın, ancak sonraki yıllarda hem rengi değişti, sarıya yakın iki tonda bej bir boya ile boyandı, hem de üzerine farklı zamanlarda farklı sokak sanatçıları tarafından grafittiler yapıldı. Görüp görebildiğim bu oldu yıllarca, gelip geçtikçe kontrol etmemin, ilgilenmemin nedeni, olur da o kapıyı açık bulur, içeriye girebilir miyim umuduydu aslında.

Bahçenin içerisinde ne olduğunu göremediğim ve kapısındaki Kadıköy Kız Lisesi tabelası nedeniyle yıkıldığını ve yerine modern okul binalarının yapıldığını düşündüğüm Mahmud Muhtar Paşa Köşkü olarak anılan o dillere destan mermer konağın yıkılmadığını, yerinde durduğunu okuduklarımdan öğrenmiş, isteğim bir kat daha artmıştı. Merakımı ancak yıllar sonra 2014’de Mühürdar’ın ara sokaklarında yaptığım bir yürüyüş sırasında, o yöndeki ikinci kapısını açık bulup girdiğimde giderebilmiştim.




Moda’ya elbette sadece mermer konağı görmek için gitmiyordum; İstanbul’da, Anadolu yakasında onca yoğun yapılaşmaya ve trafiğe rağmen gitmekten, vakit geçirmekten keyif aldığım yerlerin başında yer alır Moda. Yıllanmış çitlembik ağaçlarının arasından denizi seyrederek ve belki de İstanbul’un en özgür ve mutlu sokak hayvanlarını severek o burnu dolaşmak, arada bir çay molası verip çitlembik ağaçlarının altındaki çay bahçesinde yorgunluk atmak ve insanları seyretmek her zaman keyif vermiştir bana. Benim bir merakım da, aslında buna tutku da denilebilir, gezdiğim dolaştığım yerlerde, hele de öncesinde o bölge ile ilgili bir şeyler okumuş ve bir birikim edinmişsem, geçmişin izlerini aramak, okuduklarımı yerinde görmektir. Bir yerde, bazen bir duvar yıkıntısının, bazen bir kapının, bazen de yıkılmak üzere olan bir evin önünde durup oranın geçmişte nasıl olduğunu, orada vaktiyle kimlerin yaşadığını, kimin hayatlarına dokunduğunu, nelere tanık olduğunu düşlemek gibi bir takıntıdır bu. Zaman içerisinde gördüğümü, işittiğimi, okuduğumu keşfetmek, onu fotoğraflamak, konuyu daha da derinleştirmek ve sonuçlarını paylaşmak gibi de bir iş edindim kendime; İşte bu yazmaya çalıştığım da onun bir parçasıdır. Geçmişten günümüze kalan, bir çok zorluğa, kıyıma, yıkıma karşın ayakta kalabilmiş ve kayıplarına rağmen özelliklerini ve güzelliğini koruyabilmiş Mahmud Muhtar Paşa’nın Mermer Konağı ile ilgilenmem de bu nedenledir. Konu hakkında elbette yazılmış, çizilmiş bir çok yayın, kitap, makale vardır, olacaktır da. Benim yapmaya çalıştığım, tüm okunanların süzgecinden geçirilmiş, onu sadece fiziki özellikleri ile değerlendirip, anlatmakla kalmayan, çatısı altında yaşamış insanların hayatlarındaki payını, yıllar içerisinde yaşanmış tarihsel olaylar içerisindeki tanıklıklarını bir araya getirebilmek ve anlatabilmek çabası, denemesidir.

Mermer Konağın yer aldığı Moda Burnunun

konak inşaa edilmeden önceki

durumuna bakacak olursak;
Kalkedon ve Moda Burnu ile ilgili bulabildiğim en eski tarihli harita, Petrus Gyllius’un “De Bosporo Thracio Lib. III.” adlı 1561 tarihli kitabındaki yazılı tanımlamalara dayalı olarak çizilmiş eski bir haritadır. Bu haritada MS II. yüzyıl’da Khalkedon’un dört limanı olduğu görülmektedir. Birincisi bugünkü Kadıköy İskelesinin olduğu yerdeki liman, İkincisi Khalkedon (Kurbağalı) deresi ağzından içeri doğru giren bir haliç şeklindeki Khalkedon Limanı, üçüncüsü Kalamış’taki Eutrope Limanı, dördüncüsü ise Fenerbahçe burnunun kuzey tarafındaki Hiera Limanıydı. Haritada görülmektedir ki kıyı şeridi bugünkünden oldukça farklıdır. Son olarak da Kadıköy koyunun kuzeyinde Haydarpaşa yakınlarında güneyden gelen rüzgarlara karşı inşaa edilen bir dalgakıranla korunan Himeros (İbrahimağa) deresinin denize döküldüğü yerdeki Himeros limanı vardır. Himeros Limanı ve Khalkedon deresi ağzındaki Haliçte olan liman, günümüzde derelerin getirdiği alüvyonlarla dolmuştur. Bugün bu alanlar Haydarpaşa Çayırbaşı ve Kuşdili çayırı olarak bilinmektedir.

Petrus Gyllius’un (Pierre Gilles 1490-1555)
“De Bosporo Thracio Lib. III.” adlı kitabındaki yazılı tanımlamalara göre çizilen
Chalcédoine haritası’nda da kırmızı noktalar ile işaretlenmiş Khalkedon surları görülmektedir.

1544 yılında, Fransa kralı I. François’ın delegesi olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’a gelen Pierre Gilles’in (Petri Gyllii / Petrus Gyllius) “De topographia Constantinopoleos, et de illivs antiqvitatibvs libri qvatvor” (Konstantinopol’ün Topoğrafyası ve onun dört eski defteri) adlı 1562 tarihli kitabındaki yazılı tanımlamalarına dayanarak 1666 yılında yine Fransa Kralı için çalışan Coğrafyacı ve haritacı Guillaume Sanson’un (1633-1703) çizdiği, 1666 tarihli “Anaplus Bosphori Thracii” haritası da bulubildiğim ikinci en eski haritalardan birisidir; ki buna aslında kroki denilebilir. Bu krokide de en dikkat çekici olan, Moda Burnu’nun Kuşdili deresi’nden (Antik çağda Khalkedon deresi, günümüzde Kurbağalıdere) Kadıköy limanına dek düz bir hat halinde bir sur ile kapatılmış olduğudur. İlginç olan her iki haritada da görüldüğü gibi Khalkedon’luların o zamanlardan itibaren yaptıkları bu savunma duvarı (sur) ile Moda burnunu sur dışında bırakmış, yerleşim yeri olarak kullanmamış olmasıdır.




1666 tarihli Guillaume Sanson haritasında Khalkedon ve Moda Burnu
Fransız askeri harita mühendisi François Kauffer (~1751-1801) bilim insanlarının ve harita meraklılarının İstanbul’un “bilimsel ölçekteki ilk haritası” olarak nitelendirdiği 1776 tarihli İstanbul Haritasında, İstanbul şehrini hem Anadolu hem de Avrupa’daki banliyölerini de içine alacak şekilde çizmişti.




Harita Mühendisi François Kauffer’in çizdiği İstanbul haritasında Kadıköy ve çevresi de görülmekte, Chalcedon (Kadıköy), kıyıda küçük bir yerleşim birimi ve bunun çevresindeki bağlar ve bahçeler olarak gösterilmektedir.  Söz konusu haritada Kadıköy’ün güneyi tamamıyla bağlar ve bahçelerle kaplıdır ve buralarda İstanbul’un sebzesi ve meyvesi yetiştirilmektedir. 






1776 tarihli François Kauffer haritasında, geniş yeşil alanlarla kaplı arazinin en güney ucundaki Moda burnunun adı, bu haritada
“Mondi Bournou” (Dünyalar Burnu) olarak belirtilmişti.
1776 tarihli François Kauffer haritasında Mondi Burnu

François Kauffer’in haritasında net bir şekilde Moda Burnu’nun o tarihlerde “Vignes” (asmalar) denilerek tamamen bağlar ve bahçelerle kaplı olduğu gösterilmiş, sadece Mühürdar burnunda “Kiosk” (Köşk) yazarak bir yapının varlığına işaret edilmişti.
François Kauffer’in haritasında “Kiosk” olarak belirtilen yapının ve çevresinin, Fransız Kraliyet resim ve gravür sanatçısı J. Goubaud tarafından 1822-1825 yılları arasında Mühürdar sırtlarından bakılarak çizilmiş gravürü. Bu gravür 1784-1791 yılları arasında Fransız büyükelçisi olarak İstanbul’da bulunan Marie-Gabriel-Florent-Auguste de Choiseul’un Paris’te Brükselli yayıncı Innocent-Louis Goubaud (1770-1847) tarafından 1809-1819 yılları arasında yayınlanan “Picturesque Voyage of Constantinople and the banks of the Bosphorus” (Pitoresk Konstantinopolis Yolculuğu ve Boğaz kıyılarından) adındaki kitabında yer alan 49 adet gravürden birisidir.
Osmanlı’nın belli başlı kişilikleri için yaptığı portre çalışmaları ile tanınan Fransız ressam
Antoine de Favray’ın (1706-1798) 1773 yılında Tophane kıyılarından Anadolu yakasına bakarak yapmış olduğu İstanbul Panoraması tablosunda Kadıköy ve bağ, bahçeler ile kaplı Moda Burnu.
François Kauffer 1776’da çizmiş olduğu haritayı daha sonraki yıllarda, Fransız arkeolog, gökbilimci ve gezgin Jean-Baptiste Lechevalier (1752-1836) ile birlikte tekrar ele almış, doğrulamış, revize ederek 1786’da ve sonra da 1803’te tekrar yayınlamışlardı. Bu haritalarda bu kez Moda Burnu “Monde Bournou” (Dünya Burnu) olarak belirtilmiş, ayrıca bu haritalarda artık tek tük de olsa yapılaşmanın başladığını gösterilmişti.
François Kauffer ve Jean-Baptiste Lechevalier 1786 tarihli İstanbul Haritası

François Kauffer ve Jean-Baptiste Lechevalier 1786 tarihli İstanbul Haritası’nın
bir başka versiyonu

François Kauffer ve Jean-Baptiste Lechevalier 1786 tarihli İstanbul Haritası’nda Moda Burnu.
Bu haritada kıyıdaki küçük yerleşme biriminde, bugünkü Osman Ağa Camii’in yerinde 1612 yılında yapılan mescit ve 1747’ de Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılan İskele Camii anıtsal yapılar olarak dikkati çekmektedir. Bunların gerisinde kasabanın içinde Saint Euphemeia Kilisesi yer almaktadır.
1788 tarihli haritada Moda Burnu yine Mondi Burnu olarak belirtilmiş
ve sadece Mühürdar’da bir Köşk belirtilmiş.

François Kauffer ve Jean-Baptiste Lechevalier 1815 tarihli
İstanbul Haritası’nda Moda Burnu
François Kauffer, Fransız Coğrafyacı ve haritacı Jean-Denis Barbié du Bocage (1760-1825) ile birlikte çizdiği haritayı tekrar revize etmiş ve 1819’da tekrar yayınlamıştı. Geçen 16 sene içerisinde Moda burnundaki yapılaşmanın çok olmasa da, özellikle Mühürdar ve Küçük Moda tarafında artmaya başladığı gözlenebilmektedir.

François Kauffer ve Jean-Denis Barbié du Bocage’ın 1819 tarihli
İstanbul Haritası’nda Moda Burnu
1821 tarihli Avusturyalı Franz Fried (1811-1868) İstanbul Haritasında Moda.
Jean-Baptiste Lechevalier, 1784-1791 yılları arasında İstanbul’daki Fransız büyükelçisi Marie-Gabriel-Florent-Auguste de Choiseul’un  sekreteri olarak atanmadan önce, İtalya ve Anadolu’yu ziyaret etmiş ve bu bölgelerle ilgili arkeolojik çalışmalar yapıp, yayınlamıştı.
Jean-Baptiste Lechevalier, 1785-1787 yıllarında Truva’yı keşfetmeyi amaçlamış, Troad’daki (Biga Yarımadası) arkeolojik araştırmalarından sonra, 1787’de Moldavya ve Wallachia bölgelerini içine alan başka bir yolculuğa çıkmış, bölgede kaldığı süre boyunca Karadeniz kıyılarını gezmişti. Jean-Baptiste Lechevalier, Anadolu’da yaptığı bu çalışmalar sırasında Hellespont (Çanakkale Boğazı), Bithynia [Anadolu’nun kuzeybatısında, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Phrygia (Frigya), Galatia (Kızılırmak ile Sakarya arasında kalan, merkezi Ankara olan bölge), batısında Propontis (Marmara Denizi), doğusunda Paphlagonia (Bartın, Amasra, Kurucaşile, Cide yöresi) ve Galatia’yla sınırlanmış, bugünkü Bolu, Kastamonu, Bursa ve Zonguldak illerinin bulunduğu coğrafi alan] ve Propontis (Marmara Denizi) bölgelerini tanımlamış, ayrıca İstanbul Boğazı hakkında detaylı topografik veriler ortaya koymuş ve İstanbul’daki Roma, Bizans ve Osmanlı anıtlarını tanımlamıştı. Ayrıca, André-Joseph Lafitte-Clavé ve Joseph-Monnier* adlı Fransız Ordu mühendisleri ile birlikte topladıkları verilere dayanarak Euxine Pontus (Karadeniz’in güney kıyıları) hakkında coğrafi gözlemler yapmış, tüm bu bölgelerin ayrıntılı haritalarını da çizmişlerdi.

*Fransız Ordusu mühendislerinden André-Joseph Lafitte-Clavé, 1784-1788 yılları arasında, Kral XVI. Louis döneminde, Osmanlı’yı deniz savaşları ve tahkimat binaları konusunda yetiştirmek, topçu birimlerini modernleştirmek ve eğitmek için Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilmişti. André-Joseph Lafitte-Clavé ile birlikte Joseph-Monnier de 1784’ten itibaren, Sultan II. Abdülhamid döneminde 31 Temmuz 1782 - 31 Mart 1785 tarihleri arasında Sadrazamlık yapan Halil Hamîd Paşa (1736-1785) tarafından kurulan ve Fransız arşiv belgelerine göre, 29 Nisan 1775 tarihinde Haliç’teki Tersane Zindanı civarında (Camialtı Tersanesi yakınlarında) açılan yeni mühendislik okulu Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun’da mühendislik çizimleri ve teknikleri dersleri vermişlerdi.
Jean-Baptiste Lechevalier’in André-Joseph Lafitte-Clavé ve Joseph-Monnier ile birlikte hazırladığı Marmara Haritası.
Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun’u Haliç’ten gösteren bir gravür, 1789
Osmanlı Devleti’nin Reis’ül Küttabı (Hariciye Nazırlığı kurulmadan önceki dönemde Dışişlerinden sorumlu devlet görevlisi) Islahatçı yazar ve ressam Mahmud Raif Efendi’nin (ölümü 1807) 1798 yılında Londra dönüşü İstanbul’da yayınladığı “Tableau des Nouveaux Reglements de L'Empire Ottoman” (Osmanlı İmparatorluğu'nda Yeni Nizamların Cetveli) adlı kitabındaki 28 çizimden birisidir.

1860 Tarihli İsimsiz bir İstanbul Haritasında Kadıköy, Mühürdar ve Moda
1860 sonrası yapıldığı anlaşılan bu haritada, dikkati çeken en önemli değişiklik bugünkü Mühürdar ve Moda semtlerinde gözle görülür bir yerleşmenin meydana gelmiş olmasıdır. İskeleden Moda’ya ve Yoğurtçu’ya kadar olan arazi hala boşluklar halindedir. Fakat Mühürdar’dan başlayarak kıyı boyu, Moda, Küçük Moda ve Şifa, Kurbağalıdere çıkışına kadar seyrek de olsa konutlar inşaa edilmiştir.
1882 tarihli Carl Stolpe haritası

19. yüzyılın ikinci yarısında, İstanbul ile ilgili haritalar yaygınlaşmıştı. Bunun nedeni Osmanlı başkentine giderek artan sayıda Avrupalı turistinin gelmesiydi. Bu dönemde şehre gelen turistleri hedefleyen seyahat rehberlerine Prusyalı subay Carl Stolpe’nin 1860’lardan başlayarak çizdiği İstanbul haritaları da eklenmeye başlamıştı. İstanbul’daki Lorentz & Otto Keil* tarafından yayınlanan haritaların baskısına, tarihi yerler hakkında bol miktarda bilgi içeren Fransızca ve Almanca açıklamalar da eşlik etmişti. Farklı renkler kasabanın çeşitli bölgelerini, “dini kompozisyonlarına göre” ve mezarlıklarını açıkça göstermekteydi. Daha sonraki baskılarda mavi çizgiler kentsel ve şehirlerarası demiryollarını da göstermişti. Stolpe haritaları yüzyılın sonuna kadar sayısız baskıdan geçerek başarısını kanıtlamıştı.

* Uluslararası Kitapçı OTTO KEIL, Grand Rue Pera No:457
Passage Oriental’in (Doğu Pasajı) karşısında, İSTANBUL
“Fournisseur du Sultan”, Sultan’ın tedarikçisi ünvanına sahip ( Saray kitapçısı) olarak tanınan Otto Keil “Kayl” Pera'nın önde gelen kitapçı ve yayıncılarından biriydi ve yüksek düzey Osmanlı bürokratlarının uğrağı niteliğindeydi. Aynı zamanda da kartpostal editörlüğü de yapıyor, albümler hazırlıyordu. Otto Keil, Sultan Abdülhamit zamanında Osmanlı Sarayı’na da kitap satıyordu.

Altta,1881 yılı “Annuaire Oriental” Şark Yıllığı’nda Lorentz & Keil tanıtım ilanı.
Carl Stolpe’nin 1882 tarihli bu haritasında, Anadolu Bağdat demiryolunun inşa edilmekte olduğu görülmektedir. Demiryolu ve Haydarpaşa Garı’nın inşası, Kadıköy’ün gelişmesine, özellikle Yeldeğirmeni bölgesinin yoğun biçimde konutlarla örtülmesine neden olmuştu. Aynı haritada dikkati çeken bir diğer nokta da Mühürdar’da ve Moda’da bulunan iki köşkün varlığıdır. Mühürdar’daki köşk, Serasker Rıza Paşa’ya, Moda’daki diğer köşk ise Alfred James Frederick Barker ailesine (daha sonraları Mahmud Muhtar Paşa) ait olan köşklerdir.

Fransız İnşaat Mühendisi, J.Sloniewski’nin 1887 tarihli haritasında da aynı köşkler görülmektedir. Ancak bu haritalar, yapıların kesin konumlarını belirlemek için doğru ölçekte değillerdir. Bu nedenle Harita demekten ziyade bunları kroki olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.

Fransız İnşaat Mühendisi J. Sloniewski’nin 1887 tarihli haritası
Daha ileri bir tarihe geldiğimizde, Anadolu, Trakya ve Boğaziçi’ne bir yolculuk yapan, İngiliz jeolog, doğa bilimci ve kuş bilimci Hugh Edwin Strickland (1811-1853), 1836 yılının Mart’ında İstanbul ve çevresinin jeolojisi hakkında araştırmalar yapmış ve
“...bu çok lanetli bir inceleme olsa da, bölgenin keşfedilmemiş olduğunu ve diğer gezginlerin çalışmalarında bulunan kısa jeolojik araştırmaların çok tatmin edici olmadığını göstermek için yeterliydi. Bu nedenle, gözlemlerimi, küçük de olsa, ilerde bu ilginç bölgeyi keşfetmeye teşvik edilecek jeologlara rehberlik edebilecekleri umuduyla topluma iletiyorum...”
diyerek bir kaynak bırakmıştı.
Jeolojinin yanısıra bir kuş bilimcisi olarak Hugh Edwin Strickland, 17. yüzyılın sonlarına doğru soyu tükenmiş, yaklaşık 1 metre boyunda, 20 kilo ağırlığındaki, uçamayan bir kuş olan efsanevi Dodo hakkında da araştırmalar yapmış ve aynı zamanda günümüz Dünya Kuş Listesi’ndeki 33 kuş türünü de keşfetmişti.

Hugh Edwin Strickland, William Jardine tarafından 1858’de yayınlanan “Memoirs of Hugh Edwin Strickland” (Hugh Edwin Strickland’ın anıları) kitabında;
“...Üsküdar’a geçip Sultan Selim'in inşa ettiği bazı görkemli kışlaları geçtim ve kayalıkları takip ederek, artık hiç bir iz kalmamış antik Kalkedon’un (Chalchedon) üzerine kurulmuş olan Kadıköy’ün devamında, yaz aylarında Fransızların gözde yazlık mesiresi olan (Cape of Monde) Monde Burnu’na ulaştım. Güneyinde küçük bir koy olan bu burnun karşısında ise İznik Körfezi'nin (yazar burada güneye bakarak, ya Fenerbahçe Burnu’nu görüp İzmit Körfezi girişi demekte, ya da açık havalarda çok ilerlerde görünen Armutlu Yarımadası’nı kastetmişti) girişini oluşturan başka bir burun vardı.”
diyerek o yıllarda Moda Burnuna “Monde Bournou” dendiğini kayıtlara geçirmişti.
Moda Burnunun tam ucunda Çitlembik ağaçları arasından Fenerbahçe’ye bakış
Promotu - Mondi - Monde - Mondo - Monda
M O D A
Anlaşılmaktadır ki, Antik çağlarda, Bizans döneminde dahi Promotu burnu olarak adlandırılan Moda Burnu 16., 17. yüzyıllardan itibaren farklı lisanlarda “Mondi” veya “Monde” gibi adlarla tanınır olmuş ve bu isimler yıllar içerisinde evrilerek Moda’ya dönüşmüştü. Bu arada 1799 1806 yılları arasında İstanbul’da diplomatik tercüman olarak çalışan Avusturyalı Oryantalist ve tarihçi Baron Joseph Hammer-Purgstall’ın (1774-1856) yazmış olduğu ve J.J Hellert tarafından Fransızcaya tercüme edilerek 1843’te Paris’te yayımlanan “Histoire De L'empire Ottoman” (Osmanlı İmparatorluğu Tarihi) kitabında yer alan, 1776-1786 tarihleri arasında François Kauffer, Jean-Baptiste Lechevalier ve Jean-Denis Barbié du Bocage’ın çizdikleri Constantinople ve banliyöleri haritalarından sonra, 1831 yılına kadar meydana gelmiş değişikliklerin işlendiği haritada, Moda Burnu, Moda Bourni (Promontoire de Chalcedon) olarak belirtilmişti. Fransızca “Promontoire” ve Latince “Promontorium” kelimeleri “Burun” anlamına gelmektedir.
Moda Burnu, Nazmi Ziya Güran (1934)
Tuval üzerine yağlı boya, 52,5 x 66,5 cm.
S/S/M- Sakıp Sabancı Müzesi Koleksiyonu
Avusturyalı oryantalist ve tarihçi Baron Joseph Hammer-Purgstall’ın kitabında yer alan
1831 tarihli Constantinople haritasında Moda Burnu, Moda Bourni / Promontoire de Chalcedon olarak belirtilmiş.
Bu arada haritada Haydarpaşa Çayırında bir manastır (Couvent) Kadıköyde 1761’de inşaa edilen Sultan III. Mustafa Camii (İskele Camii) ve yine Kadıköyde çarşı içerisinde günümüzde de ayakta olan Hagia Euphemia Kilisesi de antik yunan kilisesi olarak (S. Euphemi ancienne Eglise grecque) belirtilmiştir. 
Bu güne kadar oraya neden Moda dendiğine dair herhangi bir kaynağa rastlayamadım. O nedenle bu haritalar ve kitap, çok kesin ve emin olmamakla birlikte Moda isminin nereden geldiğine ilişkin bir ipucu olabilir. Haritayı çizenin bir Fransız, bölgenin de anılarda da belirtildiği gibi Fransızların gözde bir yazlık mesiresi olduğu hesaba katılırsa, “Mondi” ve “Monde” kelimeleri Fransızcadır ve Dünyalar ve Dünya anlamlarına gelmektedir. Neden, Dünyalar ya da Dünya denmiştir bu burna, hiç bir kaynağa denk gelmedim, ancak bir fikir yürütmem gerekirse, o günlerin küçük dünyasında, İstanbul’un ve Kalkedon’un konumları gereği boğaziçine bakan ufku dar, içe dönük çerçevesinde, Marmara Denizi’ne doğru uzanmış, engin bir denize bakan, geniş bir bakış açısına sahip bu burun, belki de dış dünyaya, dünyalara açılan bir pencere, bir kapı olarak değerlendirilmiş ve o nedenle bu isim verilmişti.

Haritalardan da anlaşılacağı üzere, 17. yüzyıla gelene dek bağlar ve bahçelerle kaplı olan Moda Burnu, 1836 yıllarından sonra yavaş yavaş da olsa iskan edilmeye başlanmıştı.
Bu durumda, günümüz Moda Caddesi’nin iki yanını kaplayan ve denizi görmenizi engelleyen yüksek apartmanların ortasında bir an durup, yanınızda belki de ilk kez Moda’ya gelmiş arkadaşınıza dönüp, elinizi ufuklara doğru uzatarak, büyük bir iştahla, o beylik deyişi yapıştırmanızın tam yeridir, ki bu durumda o ünlü klasik söz pek uygun düşer;


“Dans les temps anciens, il s'agissait toujours de vignobles”

“Eskiden buralar eeep bağlıktı be yaw!..”

Başlarda tek tük müteşebbis Rumların yerleştiği, ardından da zengin Fransız ailelerin büyük araziler satın alarak, bahçeler içinde malikaneler inşaa edip yerleştikleri Moda Burnu, kimlik değiştirmeye başlamıştı. Bankerlik yapan ve Osmanlı padişahına borç verecek kadar zenginleşip palazlanmış, kökenleri konusunda farklı iddialar olsa da sonuçta Fransız tabiyetine girmiş olan, Tubini ve Lorando aileleri başı çekenler olmuştu. Tubini Ailesi bugün Kadıköy PTT binasından başlayarak, Hilton Doubletree Otele kadar uzanan ve Mühürdar eteklerine dayanan bir derinlikte büyük bir arazi üzerinde, Lorando Ailesi de bugün Küçük Moda diye adlandırdığımız bölgede, büyük bir arazi üzerine inşaa ettirdikleri malikanelere yerleşmiş ve yaşamaya başlamışlardı. Onları yine Fransız tabiyetinde olan Charnaud, La Fontaine aileleri takip etmiş, ardından da başını İngiliz Whittall (Vitol) ailesinin çektiği, Fransız asıllı olup İngiliz tabiyetine geçmiş olan Barker ailesi gibi İngilizler, büyük araziler satın alıp malikanelerini inşaa ederek, neredeyse İstanbul’un Moda’sında bağımsız bir koloni oluşturmuşlardı. Moda bir İngiliz kolonisi haline gelmiş, aileler iç içe yaşamaya başlamışlardı. Bu aileler arasında evlilikler yoluyla kurulan bağlar geliştikçe, yoğunluk da yeni inşaa edilen bahçeler içerisindeki konaklar, köşkler ve malikaneler sayesinde günden güne artmaya başlamıştı.
Yerleşim öncesi yıllarda Moda Çayırı.

Moda’da inşa edilen evler, klasik konaklardan, Boğaziçi yalılarından ve Adalar’daki köşklerden farklıydı. Moda’da yaşayan zengin aileler, çoğu bahçe içinde, genellikle iki katlı, farklı ve bireysel üslupta evler inşa ettirmişlerdi. Moda söz konusu dönemde bir anlamda eklektik bir mimari görünüm sergilemekle birlikte, bütününde ortak bir karaktere sahipti.



Kadıköy civarı ve özellikle Moda, 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişmeye başlamış, kıyıdaki köy görüntülü kasabanın daha önce bağlık ve bahçelik olan çevresi yerli ve yabancı zenginlerin, Sultan II. Abdülhamid dönemi paşalarının bahçe içindeki büyük konaklarından oluşan bir konut dokusu meydana gelmişti. I. Dünya Savaşı’ndan ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra söz konusu dokuyu oluşturan yerli paşalara ve yabancılara ait konaklar yavaş yavaş el değiştirerek azalmaya başlamış, zaman içerisinde çoğu müteahhitler tarafından yıkılıp yerlerine günümüz Moda’sını kaplayan betonarme apartmanlar inşaa edilmişti. Onlarca Konak, köşk ve bahçeli evlerden günümüze iki elin parmaklarını dahi geçemeyecek kadar az örnek kalabilmişti. Bunlardan biri Sarıcazade Arif Paşa Apartmanı, diğeri de Mahmud Muhtar Paşa’nın Mermer Konağıdır.

Moda’nın öncüleri
Whit tal’ler

Aslen Worcester'lı olan büyük dede Charlton Whittall (1764-1823) ve Sarah (Gallier) Whittall’ün oğulları Charlton (Jr.) (1791-1867) ve James’i (1798-1836) yetişmeleri için 1809’da Avustralya’nın New South Wales eyaleti Syndney kenti ile ticaret yapan Richard Foster Breed & Co. Şirketini temsil etmek üzere çırak olarak İzmir’e göndermişti. İzmir’e geldikten 2 yıl sonra Charlton (Jr.), bir yandan Richard Foster Breed & Co. Şirketi’ni temsil ederken diğer yandan da 1811’de C. Whittall & Co. Şirketini kurmuştu. Şirket 1812’de İngiliz Levant Ticaret Şirketi üyeliğine kabul edilmiş, Levant Özgürlüğü’nü ve 4. Sınıftan İmparatorluk Mecidiye Nişanına layık görülmüştü. 1817’de Charlton (Jr.) küçük kardeşi James’e ve kızkardeşi Mary’ye (1800-1850) 1/3’er hisse vererek şirkete ortak etmişti. Böylelikle İzmir’de ticarete başlayan Charlton (Jr.) Whittall İzmir’in dışında küçük bir köy olan (Birunâbâd ) Bornova’ya yerleşmiş ve 1814’te Venedik’in İzmir Konsolosu’nun torunu ve Avusturya’nın ve İzmir konsolosunun kızı, Bornova doğumlu Madelaine Victoire Blanche (Giraud) Whittall (1790-1861) ile evlenmişti. Charlton (Jr.) Whittall 1820’de tahminen 18. yüzyılda bir manastır olarak inşaa edilen Büyük Ev’i satın almıştı.



Charlton (Jr.) Whittall oğlu James John Whittall’ü, diğer kardeşleri gibi daha altı yaşındayken İngiltere’ye göndermiş, James John 1830’lara kadar İzmir’e dönememişti. James John Whittall’, 27 Ağustos 1838’de Magdalene Blanche Giraud ile evlenmişti. Büyük Ev, Charlton (Jr.) Whittall’ın vefatından sonra üçüncü çocuğu James John Whittall’e intikal etmiş, böylece James John ve Magdalene Blanche (Giraud) Whittall 

Bornova’daki Büyük Ev’de yaşamaya başlamışlardı. Çiftin ilk çocukları James William Whittall, 1 Aralık 1838’de Bornova Büyük Ev’de dünyaya gelmiş, daha sonra çiftin 7’si erkek, 6’sı kız on üç çocuğu daha olmuştu.

Çok güçlü bir karaktere sahip olan ve ailesine hatta Bornova’daki topluluğa dahi hükmeden bir kişiliğe sahip annesi Magdalene Blanche (Giraud) Whittall, herkesin sevdiği ancak bir o kadar da çekindiği otoriter bir kadındı. 1912 yılında kocası James John Whittal’ün ölümünden otuz, oğlu James William Whittall’ün ölümünden iki yıl sonra İzmir Bornova’da Büyük Ev’de 89 yaşında vefat etmiş, geriye adeta tüm aile fertleri için son emirlerini ve yasaklarını içeren yazılı bir vasiyet bırakmıştı.
“...Bunların hepsi uzun bir yaşamın sonunda elde edilen deneyimlerdir ve hepsi sizlerin iyiliği içindir.”
“... Whittal’ler Symrna’nın en önde gelen ailesidir. Daima saygılı olun, doğruluktan uzaklaşmayın. Dürüst ve açık olun. Yardıma muhtaç olanlara yardım edin ve tüm insanlarla hiçbir ayrım yapmadar dost olarak, barış içerisinde yaşamaya özen gösterin. Whittall’ler olan bizler, akrabalarımızla beraber çok geniş bir aile topluluğuyuz. Her aile bireyi ile bağlarınızı korumanızı öneriyorum. Birbirinizle olan ilişkilerinizde sabırlı olunuz, anlayışlı olunuz ve hataları hoşgörüyle karşılayarak, hatayı önce kendinizde aramaya çalışınız ve sonra vereceğiniz kararla hareket ediniz.
Sadece kendi refahınız için değil, diğerlerinizin de zenginliği için çaba gösteriniz...”



James John Whittall en büyük oğlu James William Whittall’ü (1838-1910) İzmir’deki şirketlerinde yetiştirdikten sonra 1860’da aile şirketi C. Whittall & Co.’nun İngiltere’deki çıkarlarını temsil etmek ve Kuru mal ve Kimyasal ticareti yapan James Collier Harter & Co. Şirketine katılmak üzere Manchester'a göndermişti. 1862’de İzmir’e dönen James William Whittall 9 Nisan 1862’de İzmir Buca’lı Samuel Barker’ın kızı Edith Anne Barker ile evlenmiş, çiftin 1863’te İstanbul Moda’da Edith Mary ve Ethel Marianne adlarında iki kızları olmuştu. 1864’te tekrar Manchester’a dönen ve Cheshire Bowdan’a yerleşen, James Collier Harter & Co. Şirketi ile ortaklık görüşmelerine başlayan James William Whittall’ün 20 Nisan 1864’te Frederick Edwin adında bir oğlu olmuştu. James William Whittall, 5 Temmuz 1864 tarihli “The London Gazzette”de yer alan bir habere göre 28 Haziran 1864’te Thomas Harter, James Collier Harter ve W. J. Harter ortaklığına, Jeremiah Bower ile birlikte 5. Ortak olarak imza atmıştı.
7 Ocak 1866’da dördüncü çocukları Linda Frances İstanbul Moda’da doğduğuna göre 1866’da aile İstanbul’a dönmüştü. 22 Haziran 1870’de beşinci çocukları Gertrude Anna (Gertie)’nin Cheshire, Bowdon’da doğduğuna göre, aile 1870’de tekrar İngiltere yerleşmişti. İngiltere’nin soğuk ve rutubetli iklimi James William Whittall’ün sağlığını bozmuş, doktoru daha sıcak bir iklimde yaşamasını tavsiye etmişti. İngiltere’den beş çocuğu ve hamile olan eşiyle ayrılmış, uzun bir deniz yolculuğundan sonra İzmir Bornova’ya dönmüşlerdi. 8 Şubat 1871’de altıncı çocukları William James Hartner dünyaya gelmiş, şirkete ortak olmak üzere olan üç erkek kardeşi ile rekabet etmek istemediğinden C. Whittall & Co.Şirketinden ayrılmış, kendi başına yeni bir iş kurmak için İstanbul’a yerleşmeye karar vermiş, karısı ve altı çocuğu için uygun konaklama yeri bulma sorunu ile karşı karşıya kalmıştı. Bu yüzden Marmara Denizi’nin Asya kıyısında Kadıköy’de henüz meskûn olmayan Moda köyünde birkaç dönümlük bir arazi satın almıştı.



İstanbul Moda’ya yerleştikten sonra sırasıyla doğan, 1872’de Reginald la Fontaine (Reggie), 1873’te Harry Augustus, 1874’te Florence Philippa, 1876’da Hugh Elliot Charles ve son olarak da 1878’de Kenrick Edward, 3 erkek, bir kız çocukları ile toplamda 11 çocuklu büyük bir aile olmuşlardı.
Sir James William ve Lady Edith Anne (Barker) Whittall ailesi Moda’da,
29 Aralık 1902
1870’de Moda Caddesinden denize kadar Moda parkına kadar inen yamacın üzerindeki büyük arazide, İstanbul’un Sarayburnu’na bakan, çok geniş bahçeler içerisinde Alfred James Frederick Barker’in kız kardeşi Edith Anne Barker ile evli olan James William Whittall (Vitol) Tower House (Kule Ev) olarak bilinen bir malikane inşaa ettirmişti. James William Whittall, Kuleli Evin yanında daha önceleri inşaa edilmiş ve Balkan Skylitzis (Schilizzi) ailesinden bir kodamana, Zannis Stephanovich*e (Stefanović, 1806-1886) ait ve Whittall’ün Kuleli evinden daha büyük olan ahşap konağı (aşağıdaki hava fotoğrafında (2) numaralı ev) satın alarak 12 çocuğu olan, en büyük oğlu Frederick Edwin Whittall ve gelini Adèlaïde Helen (La Fontaine) Whittall’e (1867-1948) hediye etmişti.
Konağın arazisi boyunca denize kadar inen, bugün Devriye sokak olarak bildiğimiz sokağın adı, üzerinden yıllar geçmesine rağmen, Alman Mavileri olarak bilinen 1913 tarihli haritalarda hala Stefanovitch Sokak olarak belirtilmektedir.  
Zannis Stephanovich Schilizzi bu ahşap konağın yerinin satın alınması sırasında, kendisi de oraya göz dikmiş olan Yıldız Sarayı Doktoru Sarıcazade Arif Paşa ile rekabete girmiş, onun finansal ve politik nüfuzuna rağmen araziyi satın almış ve bu konağı inşaa ettirmişti. Bu araziyi kaybetmek Sarıcazade Arif Paşa’yı fazlasıyla kızdırmış, onun tam karşısına düşen, yolun karşı kaldırımındaki büyük araziyi alarak, 1903 yılında mimar Constantine P. Pappa’ya bugün bile Moda’daki apartman blokları arasında kendini gösteren çok katlı taş konağını inşaa ettirmişti. Böylelikle Sarıcazade Arif Paşa o araziye sahip olamasa da inşaa ettirdiği konağın pencerelerinden Zannis Stephanovich Schilizzi’nin o muhteşem bahçesine ve konağın ardındaki deniz manzarasına bakmanın mutluluğu ile yetinebilmişti.

Daha sonrasında James William Whittall, zaman içerisinde Kuleli Ev’in büyük arazi içerisinde, onun etrafında kızları ve oğulları için büyüklü, küçüklü evler yaptırmış, adeta kendisi ve büyük ailesi için küçük bir Whittall dükalığı yaratmıştı.

* Sakız adası doğumlu ve İtalyan tabiyetindeki Galata’nın önde gelen bankerlerinden olan Zannis [John (İng.), Giovanni/Gianni (İt), Yanni(Tr)] Stephanovich Schilizzi, 1875’te Osman Hamdi Bey’in Kadıköy Daire-i Belediye’sinin (1869’daki düzenleme ile İstanbul 14 alt birime bölündüğünde ortaya çıkan 14 dairenin 13.'sü “Şehremaneti Kadıköy Dairesi” olmuştu) ilk Reisliğini yaptığı dönemde, İzzet Efendi, Kirkor Efendi, Mösyö Lorando, Mösyö Tubini, Mösyö Korpi, Rıza Efendi, Mösyö Dimitraki, Canik Ağa, Mösyö Ralli, Abacıbaşı Ligor Efendi’nin yanısıra Belediye Meclisi üyesi olarak yer almıştı.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Avrupa bankalarının Türkiye’ye sırt çevirdiği dönemde Osmanlı Hükümeti, para ihtiyacını İstanbul’daki yerli bankerler ve bankalardan sağlamış, bu borçlanmalara karşılık kendilerine en önemli devlet gelirleri teminat olarak göstermişti. 22 Kasım 1879’da, Osmanlı Hükümeti, Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri tarafından kurulan “Rüsûm-ı Sitte” (Altı vergi) İdaresi aracılığıyla Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerine olan borcunu 10 yılda ödemeyi taahhüt etmiş, teminat olarak da tütün, tuz, pul, balık, bazı yerlerin ipek vergisi ile alkolden sağlanan gelirleri göstermişti. Osmanlı Bankası’nın müdürleri H. Forster, Emile Deveaux ve Von Haas ile Galata bankerlerinden George Zarifi, Salomon Fernandez, Bernard Tubini, Eustache Eugenidi, Theodore Mavrokordato, A. Vlasto, A. Barker, Paul Stefanovich Schilizzi, Leonidas Zafiri, Georges Coronio, Ulysse Negroponti’nin yer aldığı ve bu altı gelirin yönetimini üstlenen Rüsûm-ı Sitte’nin yönetiminde Zannis Stephanovich Schilizzi de yer almıştı.
Whittall Aile Arması
(Persevere; Whittall Ailesinin mottosudur ve Sebat anlamına gelmektedir.
Zorluklar karşısında, başarı ihtimali az ya da hiç olsa dahi yola devam etmek anlamındadır.)
1920’li yıllarda, Whittall Dükalığı ve çevresi
(1) James William Whittall (1838-1910) ve Edith Anna (Barker) Whittall’ün (1840 - 1935)’ün
Kule evi (Tower House),
(2) James William Whittall’ün oğlu Frederick Edwin Whittall (1838-1910) ve Adèlaïde Helen (La Fontaine) Whittall’ün (1867 - 1948) Evi,
(3) James William Whittall’ün oğlu William James Hartner Whittall (1871 - 1930) ve Liliane Adeline Whittall’ün (1872 - 1959) Evi,
(4) James William Whittall’ün kardeşi Richard Whatson Whittall’ün (1847-1920) oğlu Richard James (Dick) Whittall’ün ve James William Whittall’ün kızkardeşi Blanche Magdalen (Whittall) La Fontaine’in (1855-1939) kızı Daisy Edith (La Fontaine) Goad’ın (1882-1982) Evleri,
(5) James William Whittall’ün oğlu, Reginald la Fontaine Whittall (1872-1952),
Gwendoline (Barfield) Whittall Evi,
(6) James William Whittall’ün oğlu Kenrick Edward Whittall (1878-1963) ve Rus asıllı eşi Alexandra Boscovitch’ün Evi,
(7) Moralızade Ali Bey’in Konağı,
(8) Mahmud Muhtar Paşa Mermer Konağı,
(9) 1903 yılında mimar Constantine P. Pappa’nın (1868-1931) yaptığı,
Yıldız Sarayı Doktoru Sarıcazade Arif Paşa’nın Konağı.

Fotoğrafın sağ alt köşesine doğru en ön sırada yer alan beşik çatılı villa, 1960’larda yıkılmış, arsası Cimcoz ailesi tarafından satın alınarak üzerine Salah Apartmanı inşaa edilmişti.
Alttaki haritada aynı binalar 1938 tarihli Jacques Pervititich haritasında da görülmektedir. Ancak bu haritada James William Whittal’ün Konağı (1) “harap” notu ile belirtilmiştir ki, o tarihte konağın bir nedenle artık mevcudiyetini yitirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu haritada yukarıdaki fotoğrafta yer almayan James William Whittal Konağı’nın solunda denize daha yakın bir noktada, duvar dibine uzun dikdörtgen bir bina yapıldığı fark edilmektedir.
1938 tarihli Jacques Pervititch Sigorta haritasında,
Whittall Dükalığı ve çevresi.
1920 tarihli hava fotoğrafında görebildiğimiz dikkat çeken nokta,
James William Whittall’ün Kuleli Evi’nin (Tower House), 1938 tarihli Pervititch haritasında “harap” olarak işaretlenmiş olmasıdır. Herhangi bir kaynakta buna neden olan bir olaya rastlamamış olmama rağmen, en erken 1920, en geç 1938 tarihinde bilinmeyen bir nedenle Kuleli Ev’in yıkılmış olduğunu anlamaktayız.


James William Whittall’ün Kuleli Ev’i (Tower House) 
Kuleli Ev’in (Tower House) bahçesinde oynayan Whittall ailesinin çocukları 
James William Whittall’ün Kuleli Ev’i (Tower House) 
James William Whittall’ün oğlu Frederick Edwin Whittall Evi.
(Eski Zannis Stephanovich Schilizzi Konağı)
Frederick Edwin Whittall’ün en küçük oğlu Edward la Fontaine Whittall’ün (1902-1985) ile Iris Barnet (Gow) Whittall’den 1920’de doğan torunu David E. Whittall, konağı şöyle anlatmıştı;
“Evin ana özelliği önden terasa uzanan bir salondu. Duvarlarda, ortasında delikler bulunan yaklaşık altı Aubusson halısı ( Orta Fransa’da bulunan Aubusson köyünde dokunan el dokuması halılardır) asılıydı. Bunlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında, evin Enver Paşa tarafından Türk subayları için bir hastane olarak alındığı ve ısıtmak için kullanılan sobaların bacaları içinden geçsin diye yapılmıştı. Her iki tarafta ana odalar vardı. Sağ tarafta, Büyükanne Lily’nin [Adèlaïde Helen (La Fontaine) Whittall] zamanının çoğunu bezik oynayarak geçirdiği ortasında mangal olan bir Şark Odası vardı. Soldaki yemek odası terasa nazırdı. Yemek odasının cam kapıyla bölünmüş iki küçük odası olması dışında sol tarafta ne olduğunu pek hatırlayamıyorum. Diğerinde bir kanepe ve iki sandalye vardı ve nişan odası olarak bilinirdi. İkinci ve üçüncü (çatı katı) katlarda birçok yatak odası vardı. 1947’de kaldığımda yatak odamın penceresinin dışında, üzerinde incir bulunan bir sarmaşık vardı. Teras, deniz seviyesinde küçük bir rıhtıma ve alt bahçeye bakmaktaydı. Bahçede gölgesinde sandalye ve masa bulunan birkaç manolya ağacı vardı.
Roland William la Fontaine Whittall
(1893- 6 Eylül 1915) 
Büyükbabamın çalışma odası ön kapının solundaydı, oldukça küçüktü ve duvarda Gelibolu’da öldürülen amcam Roland’ın portresi vardı. Kendi ülkesi ile Osmanlı İmparatorluğu arasında barışı sağlamak için çok çaba harcayan, ancak bir oğlunu bu şekilde kaybetmek büyükbabama çok dokunmuş olmalıydı. Diğer iki oğlu da Selanik cephesinde Bulgaristan’a karşı savaşmıştı. Odada koyu kahverengi panelli duvarlar ve koyu kahverengi deri mobilyalar vardı. Onlara el yapımı olarak beyaz Ruslar tarafından yapılmış ve güzel mobilyalara sahip küçük bir ev modeli (bebek evi) eşlik ediyordu. Değerli eşyaları arasında bir Türk cep saati koleksiyonu ve büyükbabam için vazgeçilmez olan Holland & Holland yapımı 7.62 bir Mannlicher tüfek vardı. Görme yeteneğini kaybettiği için çoğu zaman bir gözcüye ihtiyaç duyduğunda, benim yardımımla o tüfeği martıları terastan kaçırmak için kullanırdı. Büyükbabamın çalışma odasının karşısında, tam boy yeşil baize kaplı bir bilardo masası yer aldığı bir bilardo odası vardı. Konağın ön girişi, büyükbabamın çalışma odası ve bilardo salonu arasındaydı, hol güzel kanepeler, koltuklar, sehpalar ve bir kuyruklu piyano ile döşenmişti. Ayrıca büyük pencere muhtemelen soğuk havayı uzak tutmak için bir paravan ile korunuyordu. ”

Adèlaïde Helen (La Fontaine) Whittall 14 Mayıs 1948’de 81 yaşında, Frederick Edwin Whittall ise, 5 Mart 1953’te 89 yaşında Moda’da vefat etmişlerdi.
James William Whittall’ün oğlu Frederick Edwin Whittall Evi, İç mekan.
James William Whittall’ün oğlu Frederick Edwin Whittall evinin çocuk bahçesinden görünümü.

William James Harter Whittall Evi
James William Whittall’ün oğlu
William James Harter Whittall Evi
William James Harter Whittall Evi
William James Harter Whittall Evi
William James Harter Whittall Evi’nin bahçesinde çocuklar

William James Harter Whittall Evi’nin bahçesi
Sağda James William Whittall’ün kardeşi Richard Whatson Whittall’ün oğlu Richard James (Dick) Whittall’ün ve James William Whittall’ün kızkardeşi Blanche Magdalen (Whittall) La Fontaine’in kızı Daisy Edith (La Fontaine) Goad’ın Evleri; Solda James William Whittall’ün oğlu, Reginald la Fontaine Whittall Evi. Ortada görülen Whittall Çıkmazının tam karşısında James William Whittall’ün Kuleli Evi (Tower House)
James William Whittall’ün oğlu Kenrick Edward Whittall ve Rus asıllı eşi Alexandra Boscovitch’ün Evi. Bu beşik çatılı küçük ev Whittall Parkı denilen büyük bahçenin içerisinde değil, Whittall parkının karşısında, Devriye Sokağın karşısındaki evlerden biriydi.
James William Whittall’ün Tower House’unun yer aldığı ve Whittall Parkı olarak adlandırılan büyük bahçe yamaçtan alçalarak sahile kadar ulaşır. Sahilde Whittall’lerin yelkenli teknelerini ve motorbotlarını bağladıkları bir de iskele mevcuttur. 
Whittall Dükalığı DÜN / BUGÜN
1938 tarihli Jacques Pervitich haritası ile 2020 Google Map karşılaştırması.
Geçen 82 yıl içerisinde günümüze kalan iki Konak dışında yaşanan büyük değişim;
(1) Alfred James Frederick Barker’ın Mermer Konağı, (2) Sarıcazade Arif Bey Konağı.
Bornova’daki Whittall’lerin Büyük Evi,
James William Whittall İstanbul’a yerleştikten sonra 1858 doğumlu kardeşi Herbert Octavius Whittall’e geçmişti.
Bornova’daki Whittall’lerin “Büyük Evi”
Bornova’daki Whittall’lerin “Büyük Evi”
 Herbert, 1902’de İngiliz Arkeolog ve casusu Gertrude Bell’i misafir etmişti. Ayrıca 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmesini destekleyen Herbert Octavius Whittall, 1921’de Yunan Prensi Andrew’u (Yunanlıların İzmir’den kaçarken şehri ateşe vererek yakmalarını gemiden izleyen Prens Andrew’u Büyük Ev’de ağırlamıştı.
Yunan Prensi Andrew (1882-1944),
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in kocası Prens Philip’in babasıdır.
9 Eylül 1922’de Türk Ordusu’nun İzmir’e girerek işgali sonlandırması üzerine Herbert Octavius Whittall, Büyük Evi Giraud ailesine satmış, İngiliz levantenlerin bir kısmı gibi savaş gemileri ile götürüldükleri Malta’da Lazaretto Kışlasına yerleştirilmişti. Anılarında Malta’da kendilerine verilen yemeğin bir hayvana dahi verilemeyecek kadar kötü olduğunu yazan Herbert Octavius Whittall, 3 Şubat 1929’da Tunus’ta Villa Varosa’da vefat etmişti. Norman Giraud Ailesinin 1936’ya kadar yaşadığı Büyük Ev halen ayaktadır ve günümüzde Ege Üniversitesi Rektörlük Binası olarak kullanılmaktadır.
Ege Üniversitesi Rektörlük Binası (Büyük Ev)

Türk Orduları’nın İzmir’in işgalini sonlandırmasının ardından Türklerin İstanbul’a yönelmesi Moda’da yaşayan İngiliz kolonisini telaşlandırmış, İngiltere Hükümeti’nin uyarısı üzerine çoğu trenler ve onlar için tahsis edilmiş gemiler ile İstanbul’u terk etmişlerdi. Ekim ayında Mudanya’da İsmet İnönü ile Türkiye‘de kalan İngiliz Birliklerinin komutanı General Harrington arasında imzalanan ve savaşı sonlandıran Mudanya Mütarekesi, ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması ile İngiltere ile Türkiye arasındaki savaş da düşmanlık da sona ermiş, kalan son İngiliz Birlikleri ve savaş gemileri son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahideddin’i de alarak ebediyen İstanbul’dan, Türkiye’den ayrılmıştı. Böylece Türkiye’de özellikle de Moda’da yaşayan İngiliz vatandaşları sulh içinde yaşama şanslarını kaybetmişlerdi. Bu sonuçtan Osmanlı Türkiye’sinde büyük ticari başarı sağlamış, sosyal ve diplomatik olarak ünlenmiş Whittal ailesi de payına düşeni almış, zengin yaşantıları tüm parıltısını yitirmişti. Türkler açık bir şekilde düşmanlık göstermeseler de mesafeli duruyor, eskisi kadar dostane davranmıyorlar, sadece bireysel dostluklar devam ediyordu.
İngiltere Kralı VIII. Edward’ın 6 Eylül 1936 Pazar günü, Moda Deniz Kulübü’ne yaptığı ziyaret sırasında, Moda İskelesi üzerinde onu karşılayan İngiliz Kolonisi mensuplarıyla. Ziyaretin bitiminde Kral VIII. Edward Nahlin Yatına dönerek beraberindeki Madam Simpson’u da alarak, onunla birlikte açıkta demirli bulunan Ertuğrul Yatı’na geçmiş ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte kendisi şerefine düzenlenen kayık yarışlarını izlemişti.   
Bu gergin durum ancak yıllar sonra İngiltere Kralı VIII. Edward’ın Eylül 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret için Nahlin isimli yatıyla İstanbul’a yaptığı resmi ziyaret sonrasında çözülmüş, ancak hiç bir zaman eskisi kadar güçlü ve samimi bir dostluk bir daha gerçekleşememişti. Kral VIII. Edward’ın İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Lorraine ile birlikte Moda Deniz Kulübü’ne yaptığı ziyaret sırasında İstanbul’daki tüm İngiliz kolonisi Moda iskelesinde hazır bulunmuştu.
Kral VIII. Edward Moda’da düzenlenen kayık yarışlarını izledikten sonra Nahlin Yatıyla Florya’ya geçmiş, Deniz Köşkü’nde düzenlenen kokteyl sırasında;
“Ben bir kralım, ama denizin üzerinde böyle şirin ve sakin düşünme ve dinlenme yerine sahip değilim. Hele böyle bir halkın yanında, halkla bulunmak şerefi çok ama çok büyük bir şeydir”
demişti...
İngiltere Kralı VIII. Edward’ın 6 Eylül 1936 Pazar günü Moda Deniz Kulübü’nü ziyareti sırasında
onu Kulübün Fahri Başkanı ve dönemin İktisat Bakanı Celal Bayar karşılamıştı.
 James William Whittall, İstanbul İngiliz Ticaret Odası’nın kurucusu olmuş ve odanın 18 yıl başkanlığını yapmıştı. İstanbul’da James William Whittall’ün kendi adına kurduğu, başlangıçta Sirkeci Kınacıyan Hanında yer alan, daha sonra yine Sirkeci’deki Sansaryan Hanına taşınan J.W. Whittall & Co. Şirketine, J. C. Harter & Co. Şirketi’nin İstanbul’daki temsilcisi olarak faaliyet gösteren, İzmir’de oriental halı pazarlamacılığı yapan, kızkardeşi Edith Amelia’nın (1860-1947) kocası Sidney James William La Fontaine’i (1846-1930) %35 hisse ile ortak yapmıştı. Ancak 1885’te Sidney James William La Fontaine’in ortaklıktan ayrılmasıyla şirket ağır kayıplara uğramış, %35 hisse ile 21 yaşındaki en büyük oğlu Frederick Edwin şirkete ortak edilmişti.
Jacques Pervititch tarafından çizilip, James William Whittall’e hediye edilmiş
bir haritada, Sirkeci’deki Whittall aile şirketi ve Moda’daki Malikanesi belirtilmiş.
1885 yılı “Annuaire Oriental” Şark Yıllığı’ndaki J. W. Whittall tanıtım ilanı.
Adres olarak Bahçekapı, Meydancık Sokak, Ömer Efendi Hanı karşısı olarak belirtilmektedir.
Sadece zengin bir iş adamı olmakla kalmayan James William Whittall, aynı zamanda botanikte keşifler yapmış, “The Times”te yayınlanan yazılar yazmış bir entellektüeldi ve 1898 yılında Kraliçe Viktoria tarafından kendisine “Sir” ünvanı verilmişti. Daha sonraları gelişmeye başlayan şirket James William Whittall’ün 11 Nisan 1910’da vefatına kadar tiftik, fındık, afyon, bira için maltlık arpa ve hayvan yemi için arpa, mısır, yulaf, çeşitli tohum ihracatı yapmış, Londra'da Lloyds aracılığıyla deniz sigortası acenteliği ve Frederick Edwin’in gözetiminde 1887’de İngiliz sermayesi ile kurulan Susurluk’taki Boraks Şirketi’nin imtiyazları ile maden yönetmek gibi faaliyetlerde bulunmuştu. 1911’e kadar İngiltere’deki anlaşmalar hala J. C. Harter & Co. Şirketi ile gerçekleştirilmişti. Şirket ayrıca 1914’ten I. Dünya Savaşı’ndan sonrasına, 1925’e kadar İzmir yakınlarında Karaburun’da bir Civa madenine sahip olmuş ve işletmişlerdi.
1949 tarihli Yedikule-Kazlıçeşme hava fotoğrafında
(1) Whittall ailesinin Yedikule İplik Fabrikası, (A) Yedi Şehitler Türbesi
ve (B) Fabrikanın bugün de yerinde olan fabrikanın bacası.
Jacques Pervititch Sigorta Haritaları Eylül 1939 tarihli Kazlıçeşme paftasında,
(1) Whittall ailesinin Yedikule İplik Fabrikası ve
(2) Mensucat Santral Limited Şirketi Fabrikası
Altta 2020 tarihli uydu fotoğrafında, Whittall ailesine ait Yedikule İplik Fabrikasının (1) arazisinin Otopark olarak kullanıldığı, fabrikadan günümüze sadece Marmaray Kazlıçeşme İstasyonu’na çok yakın olan bir baca kaldığı görülmekte. Mensucat Santral Limited Şirketi Fabrikasının (2) 28 bin metrekarelik büyük arazisi ise 2007 yılında 45 milyon dolara “sinek pekmeze gelir, ben de ballı işlerin peşindeyim” sözüyle ünlü işadamı Mesut Toprak’a satılmış, ardından imar değişikliği yapılarak arazi üzerine gökdelen dikilmesinin zemini hazırlanmış ve “Onaltıdokuz-İstanbul” adıyla, 155 metre yüksekliğinde 3 adet gökdelen inşa edilmişti. Ardından İstanbul silüetini bozduğu gerekçesi ile şikayete konu olan söz konusu gökdelenler için, zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Sahibiyle konuşmuyorum” diyerek konuya dahil olmuş, küslüğünü dile getirmişti. O dönemde traşlanacağı iddia edilen ancak öylece hiçbir şey yapılmadan olduğu gibi kalan devasa Rezidans blokları hala durmaktadır. Haritada ayrıca o günlerden günümüze kalan; (A) Yedi Şehitler Türbesi, (B) Fabrikanın bugün de yerinde olan bacası, (C) Kara Mustafa Paşa Camisi ve (D) bir Çeşme de görülebilmektedir.

 Kara Mustafa Paşa Camisi ve sol arkada Fabrikanın bacası
Demirhane Caddesi kenarındaki Çeşme (Fotoğraf: Caner Cangül)
Yedi Şehitler Türbesi ve ardında Fabrikanın bacası (Fotoğraf: Caner Cangül)

James William Whittall ve ailesi, 1890’da Kazlıçeşme’de 45 bin 

metrekarelik bir alan üzerinde “Akmeşe” adlı Yedikule Pamuk İpliği Fabrikası kurmuş, zaman içerisinde fabrikaya kardeşi Frederick Edwin Whittal (1864-1953) ve oğlu James Frederick la Fontaine Whittall (1890-1981) da ortak olmuşlardı. Çok uzun yıllar Whittall ailesi tarafından işletilen “Akmeşe” Yedikule Pamuk İpliği Fabrikası zarar nedeniyle iflas etmiş ve 1929 yılı içinde 60 yaşındaki Halil Ali Bey, oğlu Fuad ve akrabası Halil Rıfat Edin’in desteği ile Kazlıçeşme’de bir tekstil fabrikası kurmuş, Mensucat Santral Limited Şirketi, Whittall’lerin Yedikule’deki Akmeşe Pamuk İpliği Fabrikasını da satın almış yeniden faaliyete geçirmişti.

Akmeşe Pamuklu Mensucat; pamuktan ipliği, iplikten kumaşı üretmiş, kumaşları aprelemiş, Avrupa standartında üretim yapan ilk fabrika olmuştu. “Halil Ali Basması” çok ünlü olmuştu. 1934 yılında ise yepyeni teknolojiyle “Mensucat Santral”i kurmuşlardı.



21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilip, 2 Temmuz 1934 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak 2 Ocak 1935’te yürürlüğe giren Soyadı Kanun ile Halil Ali Bey, İstanbul’da Vardar soyadını almak istemiş, damadı Pamir Bey’in babası Cazım Bey ise İzmir’de Demirzade soyadını almak istemişti. Ancak her iki soyadı da daha önce alındığı ve aynı soyadı bir şehirde iki kez verilmediği için, Halil Ali Bey “Biz, bez işi yapıyoruz, o halde ‘Bezmen’ soyadını alalım diyerek, karar vermişti.



Fabrika beş yıl içerisinde büyük bir ivme kazanmış 100 bin lira olan şirket sermayesi, 1942’de Anonim Şirket örgütlenmesine geçilirken 400 bin’e, 1947’de 5 milyon liraya yükseltilirken de Bezmenler bu yapılanma sırasında Taranto ailesi ile fabrikaya ortak olmuştu. Daha sonra yürürlüğe konan Varlık Vergisi döneminde Taranto ailesine konan yüksek tutardaki verginin yarısını Leon Taranto kendi kaynaklarından ödemiş, Mensucat Santral’deki hissesini bir sanayiciye 1 milyon liraya satmak istediğinde Bezmenler buna karşı çıkmış, Leon ve Moiz Taranto 4 milyon lira değerindeki hisselerini mecburen ortakları Bezmenler’e satmak zorunda kalmıştı. Mensucat Santral Marshal Planı uygulaması sırasında ABD’den alınan yeni makinelerle üretimini artırmış, 50’li yılların ilk yarısında Türkiye’deki özel sektör tekstil ticaretinin tek hakimi Halil Ali Bezmen olmuştu. Halil Ali Bezmen’in 1955’te vefatından sonra Mensucat Santral’in başına oğlu Fuad Bezmen geçmişti. Gerileme sürecinin sonunda Mensucat Santral 1993 yılında iflas etmiş ve kapanmıştı. Fuad Bezmen Türkiye’nin ilk ve en büyük tekstil kuruluşlarından biri olan Mensucat Santral’i borçları yüzünden Yapı Kredi Bankası’na devretmiş, banka makineleri satmıştı. O büyük fabrikadan geriye bugün sadece bazı yıkıntılar ve büyük bir arsa kalmıştı.

2020 tarihli Uydu fotoğrafında fabrikanın arazisinin artık bir otopark olarak kullanıldığı görülmekte. Fabrikadan geriye kalan sadece (kırmızı ok ile işaretli) bacası. 
Fabrika bacasının Demirhane Caddesi’nden görünüşü. Yolun kenarında görünen küçük eski yapı Kazlıçeşme Yedi Şehitler Türbesidir. İstanbul’un fethi sırasında şehit olan 7 askerin kabri olarak bilinen türbe, İstanbul'daki ilk Türk şehitliği olarak kabul edilmektedir. Fetihten asırlar sonra Hacı İvaz tarafından şehitlerin defnedildiği yer bulunmuş ve etrafı duvar ile çevrilerek muhafaza altına alınmıştır. Caddeye bakan kısmında küçük bir giriş kapısı ve penceresi olan türbenin içinde incir ağacı vardır.
Fabrika bacasının Marmaray Kazlıçeşme İstasyonu’ndan görünüşü. Arkada Reklam billboardları ile kaplanmış olan yer ise fabrikadan kalan yıkıntılardır.

26 Haziran 1890 tarihli günlük gazete Zuhûr’da Kazlıçeşme Mensucat Fabrikası’nın açılış günü ile ilgili olarak şöyle bir haber yer almıştı;



“Memleketimizi geliştirmek ve refaha götürmekteki çabaları destekleyen Padişah Efendimiz (Sultan II. Abdülhamid) lütuf, destek ve müsaadeleri ve teşvikleri ile Divan-ı Hümayun üyesi saadetli Reşit beyefendi hazretleri Kazlıçeşme’de bir mensucat fabrikası inşası için imtiyaz vermişlerdir. Geçen yazımızdaki açıklamaya göre, fabrikanın inşaatı bu kerre hitam bulmuş olmakla, dünkü gün Sirkeci Garı’nda tahsis edilen özel bir katarla adı geçen fabrikaya ilgililer ve davetliler teşrif buyurmuşlardır. Katarın Kazlıçeşme’ye gelişinde bu fabrikanın idare reisi Bernard Tubini (Fransız uyruklu, meşhur Galata bankerlerinden), başkatibi Şirinyan Mihrah Efendi ve Meclis-i İdare üyesi Mösyö Kupa, Mösyö Mavrokordato, Mösyö Parker, Mösyö Piresi ve fabrikanın imalat müdürü ve sair kişiler tarafından büyük bir coşku ve hürmetle karşılandılar. Fabrika yöneticileri ve davetliler huzurunda fabrikanın her ciheti gezdirildiği gibi, mevcut makineler muharrik kuvvet vasıtası ile işletilerek mensucat dahi dokunmuş ve bu görüntü herkes tarafından pek ziyade takdir ve beğeni kazanmıştır.

Davetlilere mahsus bir büfe kurulmuş olarak şampanyalar, biralar, sair nefis içkiler, yemekler ve şekerlemeler ve dondurmalar ve pastalar ile dolu ve donatılmış olduğundan, bütün misafirlere fevkalade ikram ve ihtimamda bulunulmuştur. Bundan sonra imam hazretleri İbrahim Ethem Efendi tarafından padişahımıza uzun ömür, saadet ve sağlık temennileri ile başlayan bir dua okunmuş ve sonunda herkes tarafından ‘Padişahım çok yaşa’ nidaları ile padişaha sadakat yemini edilmiştir. Bu dua ve merasimden sonra devletlü Raif Paşa hazretleri tarafından aşağıdaki nutuk irad edilmiştir.

‘Padişahımız efendimiz Osmanlı tahtına çıktığından beri Osmanlı memleketi dahilinde gerek mahalli maarif ve gerek nafia işlerinden pek çok terakkiyat kaydedilmiştir. On beş seneden beri memleketimizin her tarafında tezgahlar ve fabrikalar tesis edilmekte bulunduğu gibi bu kerre böyle büyük bir sermaye ile bu derece muntazam ve büyük bir fabrika vücuda getirilmesi dahi padişahımızın asırın ilerlemesine ve gelişmesine uyumu konusunda fikir ve gayretlerini ortaya koyduğundan, bu fabrikanın devlete ve mülke pek hayırlı hizmetler vereceğini bütün gücümle ümid ederim. Kumpaniyenin (şirkete o devirde verilen ad) intizamı fabrikanın sınai gelişmeye hizmet etmesini sağlayacaktır. Tanrı padişah efendimiz hazretlerini daima bu yolda muvaffakiyete mazhar buyursun, amin!’

Bu nutuktan sonra bütün misafirler ‘Padişahım çok yaşa’ nidaları ile hislerini vurmuşlar ve kurbanlar kesilmiştir.

Bu açılış merasiminde Şurayı Devlet Reisi devletlu Arifi Paşa hazretleri ile Şehremaneti Meclisi Reisi saadetlu Ahmet Paşa ve daha sonra birçok zevatın ve önemli yabancı kişilerin bulunduğu görülmüştür.”


James William Whittall
(1838-1910)

1910 yılında İstanbul Moda’daki Kuleli Evinde 72 yaşında vefat eden James William Whittall, Haydarpaşa’daki İngiliz Mezarlığı’na defnedilmişti.
James William Whittall & Co. Şirketinin işleri giderek bozulmuş ve 1969’da kapanmıştı. Lady Edith Anna (Barker) Whittal’ün 1935 yılında 95 yaşında vefat etmesinden sonra, aile fertleri Moda’daki Whittall mülklerini parsel parsel, yapsatçı müteahhitlere satmış ve ülkeyi terk etmişlerdi.

Hugh McKinley Whittall
(1896-1976)
James William Whittall’ün İzmir doğumlu oğlu William James Hartner Whittall (1871-1930) amcası Richard Watson Whittall’ün (1847-1920) kızı Liliane Adeline Whittall (1872-1959) ile evlenmiş, 1896’da Moda’da Hugh McKinley Whittall adında bir oğulları olmuştu.
Hugh McKinley, I. Dünya Savaşı sırasında, Türkiye’deki aile şirketi kapanınca ailesi ile birlikte Yunanistan ve Roma’da yaşamış, Müttefik Orduları ile birlikte Gelibolu’da savaşmış, savaştan sonra da 1924’te ailesi ile birlikte Türkiye’ye geri dönmüştü. Son derece dirayetli bir kadın olan annesi Liliane Adeline Whittall, Moda’da yaşadıkları sürece, aile bireylerini yaz kış demeden her akşam Beyaz Ev’de düzenlediği çay saatlerinde bir araya getirmeyi hiç ihmal etmemişti. Moda’dan ayrılmak zorunda kalınca önce İskenderun’da Soğukoluk’da kiraladığı bir eve, daha sonra şirketin işlerini üstlenmek üzere Tuna nehri üzerindeki Romanya’nın Braila kentine yerleşen Hugh McKinley Whittall, Türkiye’den uzak kaldığı uzun yıllardan sonra tekrar doğduğu yuvaya, İstanbul’a geri dönmüş, ancak Moda artık onun hayallerindeki Moda olmaktan çıktığı için Taksim Sıraselviler’de Boğaza bakan bir apartmana yerleşmişti. Tutkuyla bağlı olduğu Moda için “The Whittalls of Turkey 1809-1973” adlı sadece aile üyeleri için yazdığı anı kitabında şu şiiri kaleme almıştı;




“Seni ve çiçekleri düşündüm,

Allah’ın güneş ve açık havada yarattığı

Yabani çiçekler tepelerde boy veriyor.

Çiçekler çoktandır ki soldular.

Fakat aklımda hala ayrılmamak var.

İlkbaharın güzellikler dolu mutluluğu

Neşe dolu bekleyişler

Bitmeden umutlar

Ve gerçeklerin tamamı

Ve sana karşı bitmeyen bir aşktır bu,

Uzun yıllardan beri!”

Edward Whittal’ün 1874 yılında İzmir yakınlarındaki dağlarda kış aylarında gördüğü bu bitki bir kardelendir. Londra’da Chelsea Çiçek Fuarında ilk kez tanıtılan bu çiçek Edward Whittall tarafından “Snowdrops” (kardelen) olarak adlandırılmışsa da literatüre ve belem dünyasına Galanthus Whittallii adıyla geçmiştir. Bir diğer adı da Galanthus Elvisii’dir. Türkiye’de Kuzeybatı, Batı, Güneybatı Anadolu’da bulunan, genel olarak kardelen adıyla bilinen bu bitki, kış aylarının sonunda 900-1800 metre yüksekliklerde ardıç ve çam ormanları arasındaki açıklıklarda, kayalık ve serin yerlerde, nemli ve humus açısından zengin topraklarda doğal olarak yetişir. 
James William Whittall’ün 7 erkek kardeşinden biri olan İzmir Bornova doğumlu Edward Whittall (1851-1917) Botaniğe merak sarmış, yaşantısının büyük bir bölümünü Anadolu’daki vahşi bitkileri, çiçekleri keşfetmekle geçirmiş, aile şirketinin ticari faaliyetleri ile çok fazla ilgilenmemişti. Toros Kardeleni denilen Galanthus Whittallii’yi keşfetmiş, doğadan topladığı soğanları Bornova’daki Köşkünün bahçesine ekerek, yeni türler elde ettiği gibi, bunları İngiltere’ye Çiçek Fuarlarına göndererek tanıtımlarını da yapmış, İngiliz Bahçe Kültürüne birçok yabani çiçek soğanı kazandırmıştı.
Edward Whittal’ün Akdeniz yörelerinde yaptığı seyahatlerde bulduğu ve Uluslararası kayıtlarda Fritelleria Whittallii olarak Türkiye’de yerel adıyla Ağlayan Gelin olarak bilinen çiçek. Çok soğanlı bir bitkidir ve 10-1200 metre yüksekliklerde kızılçam ormanı açıklıkları ve makilik alanları tercih eden bu bitki Mart, Mayıs aylarında çiçeklenmektedir.  
Edward Whittal’ün bulduğu ve Uluslararası kayıtlarda Tulipa Whittallii adıyla geçen bu lale,
Türkiye’de yabani olarak yetişen narin bir laledir.



Edward Whittall’ün Bornova’daki Köşkünün bahçesinden başka Nymph Dağı (Kemalpaşa Nif Dağı) yamaçlarında geniş teraslı bir bahçesi de vardı. Hayatını bulduğu sıradışı bitkilerin tohum ve soğanlarını yaymaya adamış, onların dikkatli bir şekilde kayıtlarını da tutmuştu. 40 kadar bahçıvan çalıştırarak yaptığı bahçesi güzelliği ile ünlenmiş, selvi, manolya, kestane, terebentin, judas, ginko, portakal ve limon ağaçlarının yanı sıra Büyük Evin bahçesinde bir gölet ve gül bahçesi yaptırmıştı.

Edward Whittall, 1917’de 67 yaşındayken Londra’da vefat etmişti.
Edward Whittal’ün Bornova’daki Köşkü geçmişti ve aşağıda günümüzde.



Edward Whittall’ün bu olağanüstü bahçesi, halen torunu Brian Giraud'un ellerinde gelişmeye devam etmektedir. Çok çeşitli yeni bitkilerin tanıtılması, zambak havuzlarının çevre düzenlemesinin yapılması ve suyun yüzyıllar önce açılan kuyulardan akmaya devam etmesi, Edward Whittall’in mirası olan bu muhteşem tarihi bahçenin, günümüzde de ihtişamını onun zamanındaki gibi canlılık ve tazeliği ile korunmasını sağlamaktadır. Köşk günümüzde, düğün gibi büyük organisyonlara ev sahipliği yapmaktadır.


Uzun yıllardır İzmir Bornova ve Buca’da yaşayan Charnaud, Maltass, La Fontaine ve Barker aileleri de zamanla, James William Whittall’ü takip ederek İstanbul’a gelmiş ve Moda’ya yerleşmişlerdi.

Daha öncelerde Moda’ya tek tük yerleşmiş olan Rumlar ve Ermeniler ile birlikte Moda, büyük ölçüde Türk olmayan bir banliyö haline gelmişti. İlk zamanlarda Moda’dan her gün İstanbul’a gidip gelmek için Kadiköy’e 15 dakikalık bir yürüyüş yapılması ve ardından da karşıya geçmek için kürekli ya da yelkenli bir tekne kiralanması gerekiyordu. Başlangıçta sırf bu nedenle James William Whittall, Kuleli Evinin sahiline özel bir iskele yaptırmış, bir de tekne almıştı. Daha sonraları bu tekne ve iskele onların yurtdışından gelen misafirlerini, yakın temas halinde oldukları büyükelçilik mensuplarını karşılamak için de işe yaramıştı. Moda köyündeki sosyal hayat oldukça özgür ve kolaydı, insanlar her zaman ve genellikle önceden haber bile vermeden birbirlerine rahatlıkla gidip geliyor, bazen bir fincan kahve, bir bardak soğuk su veya bir tatlı kaşığı reçel ile karşılanıyorlardı. Bunun dışında zaten giderek evlilikler yoluyla yakın ilişkiler içerisinde olan bu koloni kendi aralarında akşam yemeği partileri, dansları ve çay partileri düzenleyerek renkli bir hayat yaşıyorlardı.

James William Whittall’ün oğlu William James Hartner’dan olan torunu Hugh McKinley Whittall yazdığı “The Whittalls of Turkey 1809-1973” kitabında Moda ile ilgili şunları yazmıştı;
“… 1877’de sadece Moda’nın 95 İngiliz sakini varken 1906'da sayı 149’a varmıştı. Kapitülasyonlar sayesinde İngilizler kendi dünyalarında yaşıyor ve çok farklı alanlarda çalışıyorlardı. Kendi Hakimleri, Hapishaneleri, Postaneleri, Hastaneleri ve kendi Konsolosluk Mahkemeleri vardı. Bir çoğu Moda’da çalışan İngiliz avukatlar ve doktorları vardı. Özel mülklerinin dokunulmazlığı vardı. Moda’da Fırıncıları, Haydn’ın ve Harty’in Mağazaları gibi İngiliz dükkanları vardı. İngilizlerin hakim olduğu uluslararası Konstantinopolis Kulübü dışında Pera’da tamamen İngiliz Kulübü ve Moda’da Kadıköy Kütüphanesi ve Enstitüsü vardı.
Bebek, Tarabya’daki turnuvalara alternatif olarak Moda’da da Tenis Turnuvaları düzenleniyordu.

Bornova’nın aksine, bir köy olarak Moda’nın kendisi karakter bakımından farklıydı, birçoğu ahşaptan olan evlerin belli bir stili ve mimarisi yoktu. Evlerin çoğunun odaları parke kaplıydı ve açık kömür şömineleri vardı. Çoğunun düzenlenmiş, tanzim edilmiş bahçeleri, deniz görüşü ve güzel günbatımı manzaraları vardı. Günümüzde Moda tüm bu özgün karakterini ve ambiyansını kaybetti. Spor tesislerinden sadece Moda Klubü'nün halefi Deniz Klubü kaldı, ancak yatları olmadan!..

Kapitülasyonlar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaldırıldı ve Moda’nın İngiliz sakinleri yeni Türkiye Cumhuriyeti yasalarına entegre olmak zorunda kaldılar. Yavaş yavaş genç nesil göç etti ve dağıldı ki, Moda’daki İngiliz koloni 1940’a kadar 65’e kadar düştü ve şimdi ise (1973) sadece 13 kişi kaldı.”
Ev Partilerinde Moda’lı Levanten hanımlar
1883-84
Barker’lar ve
Mermer Konağın doğuşu;

1581 yılında, bazı İngiliz tüccarlar, Kraliçe I. Elizabeth’ten izin alarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Levant* bölgesinde, ki bu Toros Dağları’nın güneyindeki Ortadoğu’da geniş bir alanı tanımlar ve batıda Akdeniz, güneyde Arabistan Çölü ve doğuda Mezopotamya ile sınırlı olan bölgedir, ticari merkezlerle ticaret yapmak amacıyla bir şirket kurmuşlardı; Levant Company (Şirketi). Şirketin merkezi Halep olmuş, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerle de ticaret yapılmıştı.


*Levant terimi ilk defa İngiltere’de 1497 yılında ortaya çıkmıştı, Fransızca Levant kelimesinden türemiş ve yükselme manası taşıyan kelime, güneşin yükseldiği nokta (Güneş Doğu’dan yükselir) anlamıyla kullanılmış ve batılılar için doğuyu anlatır olmuştu. Levantenler, dinlerini, adetlerini ve bir yerde Avrupa ile benimsedikleri, bağlantılarını, düşünce tarzlarını koruyarak kendilerini yaşadıkları ülkeye, yani Doğu’ya önyargısız bir şekilde bağlamış olan; Kimliklerine bir yurt, toprak sevgisini ve bir Doğu felsefesini ilave etmiş kişilerdi.



İlk İngiliz tüccarların bölgede iş yapmaya cesaret etmeye başlamasıyla, İngiliz gemileri 1570 yılında Akdeniz’de görünmeye başlamış ve İngiliz tüccar şirketi ,1579 yılında Osmanlı Sultanı ile anlaşma (kapitülasyon) imzalamıştı. Levantan ismi özellikle Venedikli, Cenevizli, Maltalı, Fransız veya diğer Avrupa-Akdeniz orijinli insanlara karşılık geliyordu, ki bunlar Anadolu’da veya daha geniş anlamıyla Osmanlı topraklarında Haçlı Seferleri ve Bizans’tan beri yaşayan insanlar ve onların torunlarını kapsıyordu. Yaşamlarını İstanbul’da Galata, Nişantaşı, Şişli bölgelerinde, İzmir’de Bornova ve Buca gibi bölgelerde sürdürmüşlerdi.



1825 yılında “Levant Company”nin dağılmasıyla Türkiye’deki İngiliz tüccarlar, şirketten boşalan yeri doldurmak için derhal harekete geçmişler ve aile şirketleri kurarak İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu ile olan ticaretinde söz sahibi ve egemen olmuşlardı.



1811 yılında İzmir (Boujah) Buca’ya ve (Birunâbâd -Bournabat) Bornova’ya yerleşerek bir şirket kurmuş olan Whittall’ler başı çekmiş, onları Lee ve Barker aile şirketleri takip etmişti. Ardından Charnaud ve La Fontaine adlı Fransızlar da sözkonusu şirketlerle ortak çalışmaya başlayınca, Ege Bölgesi’nin dış ticaretini neredeyse bir “Tekel” haline getirmişlerdi. Bu birkaç Levanten aile kendi içlerinde evlilikler yoluyla da güçlü bağlar kurmaya başlamışlar, büyüyen bu aile şirketleri ticaretten büyük servetler elde etmişler, daha sonra İngiltere’nin de desteği ile Ege Bölgesi’nde büyük yatırımlara girişip mülkler edinmeye başlamışlardı.



Bu Levanten ailelerden biri olan Barker ailesinin Marsilya’da yaşayan ve Huguenot (Kalvinist Protestan) olan ataları, Fransa’da kıyıma uğramaktan kurtulmak için ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlar, İngiltere’ye gitmiş, Bakewell- Derbyshire’a yerleşmiş ve İngiliz uyruğuna geçmişlerdi.



İngiltere'nin Derbyshire Dales bölgesindeki küçük bir pazar kasabası olan Bakewell’li 1709 doğumlu Thomas Barker (1709-1754) ve eşi Sarah (Marris) Barker’in (1705-1773) hayatta kalan dört oğlundan [John (1731), Thomas (1733) Robert (1735), William (1737)] en küçüğü olan William Barker, 23 Haziran 1825’te İzmir’de vefatına kadar Levant Company adına ticari faaliyetlerini sürdürmüştü. Aynı yıl Levant Company de kapatılmıştı.



William Barker’in iki eşinden (Flora Robin ve Elisabeth Mary Schnell)

5 kız, 15 erkek, toplamda 20 çocuğu olmuştu.
John (Jack) Barker
(1771-1849)

William Barker’in ilk eşi Flora Robin’den 9 Mart 1771’de İzmir’de doğan oğlu John (Jack) Barker (1771-1849), 18 yaşında İngiltere’ye eğitime gönderilmiş, 1797’de İstanbul’a dönmüş ve İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Sir John Spencer Smith’in özel sekreterliğini yapmıştı. 1799-1803 tarihleri arasında Levant Company’nin Halep Konsolosluğu yapan John (Jack) Baker, önce İngiltere’nin İskenderiye Konsolosluğu daha sonra da 1826’dan 1833’e kadar Mısır Başkonsolosluğu görevini yürütmüştü. Mayıs 1833’ün sonunda Mısır’dan ayrılan John (Jack) Barker, Suriye’de Orontes (Asi) nehri kenarındaki Suedah’ta (Samandağ) bulunan eşinin mülkiyetindeki çiftliğe yerleşmiş, burada farklı egzotik meyve ağaçları yetiştirmişti. Yetiştirdiği meyveleri İngiltere’ye göndermiş, Chiswick Bahçe Kültürleri Derneği tarafından madalya ile ödüllendirilmişti.
John (Jack) Barker’ın Asi nehri kıyısında Suedah’daki (Samandağ) arazileri ve çiftliği 1833.
Arkada görünen dağlar Amanoslardır ve halk arasında Gavur dağları olarak anılır. 


John (Jack) Barker, 1849 yılında Rhosus Dağı’ndaki (günümüzde Hatay, Arsuz) Bitias Ermeni (günümüzde Batıayaz) köyü yakınlarındaki yazlık evinde felç ve beyin kanaması neticesinde vefat etmiş, köydeki Ermeni kilisesinin duvarının dibine defnedilmişti. Barker’lerin Halep, Beyrut, İskenderiye ve Mısır’daki diplomatik görevleri ve ticari faaliyetleri daha sonra babadan oğula geçerek ve yaygınlaşarak devam edip gitmişti.



Baba William Barker’in ikinci eşi Mary’den 10 Ekim 1793’te doğan oğlu Samuel Barker (1793-1841) Levant Company’nin ortaklarından olan La Fontaine ailesinden Marienne Frances Fontaine (1804-1878) ile
1 Temmuz 1883’te İzmir’de evlenmiş üç kızı [ Maria Frances (1834), Julia Sophia (1837), Edith Anne (1840)] ve Alfred James Frederic Barker (1835-1909) adında bir oğlu olmuştu.



Samuel Barker’ın tek oğlu olan Alfred James Frederick Barker, 1836’da İzmir’de dünyaya gelmişti. Erken yaşlarda gönderildiği Malta’da inşaat mühendisliği eğitimi alıp Yunanistan Teselya’da mühendis olarak çalışan Alfred James Frederick Barker, 1857’de İzmir’e dönmüştü. Alfred James Frederick Barker, 29 Ekim 1862’de, John Henry Charnaud (1809-1874) ve Caroline Nicolette La Fontaine’in (1810-1878) 12 Ocak 1844’te Trabzon’da dünyaya gelen en büyük kızları Evalina Julia Charnaud ile evlenmişti. Çiftin İzmir’de dört çocukları olmuştu. Alfred Herbert ♂ (İzmir1863-1956), Francis Henry ♂ (İzmir, Bornova 1865-1922), Evalina Caroline Maria ♀(İzmir1866-1959), Hildebrand Benjamin Samuel ♂ (İzmir, Bornova 1869-1901)



1863 yılında Osmanlı Bankası’nın faaliyete geçmesinden önce Osmanlı mali tarihinde önemli yeri olan Galata’da Baltazziler, Loranda, Tubini, Corpi, Stefanoviç, Negroponte, Coronio, Shilizzi ve Alberti gibi Levanten bankerlerin yanısıra Camondo, Fernandez gibi Musevi, Öyenidi, Mavrogordato, Zarifi, Zafiropulo ve Lasto gibi Rum, Köçeoğlu, Mısırlıoğlu gibi Ermeni ve Alléon gibi yabancı uyruklu bankerlere rastlanmaktaydı.
21 yaşındayken İzmir’e dönen Alfred James Frederick Barker, 1863 sonrasında Osmanlı Bankası İzmir şubesine müdür olarak atanmıştı.

İzmir Rıhtımı ve Kordonu Projesi
Düzenli bir limanı ve gerekli tesisleri olmayan İzmir için Osmanlı Hükümeti 1863’te İzmirde bir liman ve kordon yaptırtmayı gündemine almış, yaklaşık olarak Tabya’dan (Konak meydanı civarı) başlayıp, Tuzla Burnuna kadar denize kazıklar çakarak ve bunların üzerine sallar yerleştirerek bir kordon yapmayı düşünmüş ancak bu düşünceden öteye gidememişti. Alfred James Frederick Barker, 1867’de John Charnaud ve George Guarracino ile birlikte “Smyrne Quay Company” (İzmir Rıhtım Şirketi) adında bir şirket kurmuş, denizi doldurarak bir rıhtım ve kordon inşaa etmek için bir proje hazırlayıp hükümete başvurmuştu. 18 Kasım 1867’de dönemin Sultanı Abdülaziz’e sunulan projeyi padişah beğenmiş, ticaretin kaynağı olan İzmir’in gelişeceğini, güzelleşeceğini belirterek işe süratle başlanması yönünde talimat vermişti.
İzmir Rıhtımı ve kordonu

Talimat üzerine, 27 Kasım 1867’de Ticaret Nezareti ile “Smyrne Quay Company” arasında bir imtiyaz sözleşmesi imzalanmış ve şartname maddeleri üzerinde de karara varılmıştı. Beş yılda tamamlanması planlanan İzmir Rıhtımı şartnameye göre inşaa edilirse kullanım hakları 30 yıl müddetle “Smyrne Quay Company”ye ait olacaktı. Aynı zamanda şirket masrafları karşılamak üzere denizi doldurarak elde edeceği araziyi konut arazisi olarak satma hakkına da sahip olacaktı. Rıhtım, Konak Meydanının sonundaki Sarı Kışladan başlayıp, gar binasının (Alsancak) bulunduğu Tuzla Burnuna (Punta) kadar 3800 metre uzunlukta ve 18 metre genişliğinde olacak, ayrıca yüklenici şirket, kordona demiryolundan gümrüğe, gümrükten demiryoluna eşya naklini kolaylaştıracak bir de tramvay hattı döşeyecekti. “Smyrne Quay Company”, 1867’de inşaatı yapmak üzere daha önce Marsilya ve Cherbourg limanlarını inşaa etmiş, Süveyş Kanalı’nın açılmasında da mali destek koymuş olan Fransız Dussaud Kardeşler ile anlaşmışlardı. Altı milyon Franka mal olacağı hesaplanan proje için Dussaud Kardeşler 200.000 frank değerinde 400 hisse almayı da vaad etmişti. Ancak şirketin çıkarttıkları her biri 20 sterlinlik 5000 hisse senedinin satışı umulan seviyeye ulaşmamış, “Smyrne Quay Company”, Dussaud Kardeşlere getirdikleri malzemelerin karşılığını ödemekte sıkıntılar yaşamaya başlamış, sermaye toplayamadıkları içinde şirketin elindeki imtiyaz haklarını
6 Mayıs 1869’da Dussaud Kardeşlere devrederek şirketlerini iflastan kurtarabilmişlerdi. Böylelikle “Société des Quais de Smyrne” (İzmir Rıhtım Derneği) adı ile kurulan yeni bir şirket, 1875 yılında limanı, 1876 yılında da Pasaport mevkiindeki binaları tamamlayabilmişti.
“Débarcadère et Bureau de Passeports” (İskele ve Pasaport Bürosu)
İzmir Feribot terminal binası, Fransız mühendis Guiffray tarafından 1867-1886 yılları arasında İngiliz mühendislerin projeleri sonrasında İzmir Limanı’nın bir parçası olarak rıhtım ve dalgakıran ile birlikte inşa edilmişti. Uluslararası deniz trafiği için bir kontrol noktası olarak kullanılan binalar pasaport kontrol işlemlerinden dolayı “Pasaport” diye adlandırılır, bilinir.
İzmir’deki bu başarısız girişimden sonra, 1869’da İstanbul’a giden Alfred James Frederick Barker, 1872 yılında Kambiyo ve Esham Şirket-i Osmaniyesi (La Societe Ottoman de Change et de Valeurs) Bankası’nın kurucularından biri olmuş, 1895 yılına dek aktif olarak yönetiminde olmuştu. Banka İtibar-ı Umum Osmani Şirketi (Crédit Général Ottoman) himayesinde Galata’da faaliyette bulunan Kırım Savaşı sırasında 300.000 sterlin sermaye ile kurulan D. Enginidis ve Şürekası şirketi ve F. M. Ciado ile birleşerek ortaya çıkmıştı. Osmanlı Devleti’nde bankacılık faaliyetleriyle ilgilenen bu bankanın sermayesi 600.000 sterlindi. Sözkonusu sermaye beher hisse 11 liradan 60 bin hisseye bölünmüştü. Kuruluş aşamasında sermayenin yarısının ödenmesi şart koşulmuş, hisselerin 55 bin adeti kurucular tarafından satın alınmış, kalan 5 bin adet hisse senedi halka arz edilmişti.
Kambiyo ve Esham Şirket-i Osmaniyesi
(La Societe Ottoman de Change et de Valeurs) Bankası’nın Hisse Senedi (Tahvil)
1871 yılının ikinci yarısında, Antoine Vlasto, Andre Syngros, Georges Coronio ve Etienne Scouloudi adlı Galata bankerlerinin girişimiyle İstanbul Bankası’nın kuruluşu için Babıâli nezdinde girişimler başlamış, 1872 yılında kuruluş izni alınmıştı. Bankanın diğer ortakları yine Galata piyasasının tanınmış isimleri olan Fernandez Diaz, Paul Stefanovich, Théodore Mavrogordato ve A. Psichari’ydi. Anonim şirket olarak kurulan İstanbul Bankası’nın nominal sermayesi beheri 11 lira ve 100 bin hisseden oluşmak üzere 1.1 milyon Osmanlı lirasıydı. Kurucuların %70 hisseye sahip oldukları bu bankanın geri kalan hisseleri Londra ve Galata’da halka arzedilmişti, 5 bin hissesi ise Bank-ı Osmanî-i Şâhâne (Osmanlı Bankası) tarafından satın alınmıştı.
Kambiyo ve Esham Şirket-i Osmaniyesi
(La Societe Ottoman de Change et de Valeurs) Bankası’nın Hise Senetleri (Tahvil)
İstanbul’a geldikten sonra Alfred James Frederick Barker ve Evalina Julia Charnaud Barker çiftinin 4 çocuğu daha olmuştu. Kathleen Helen Adelaide ♀ (1875-1948), Cecil Charles ♂ (İstanbul, Kadıköy 1878-1948), Marianne Julia Harriet ♀ (İstanbul, Kadıköy 1880-1962+), Eric Clement ♂ (İstanbul, Kadıköy 1883-1976) Böylece Barker ailesi 8 çocuklu büyük bir aileye dönüşmüştü.

O yıllarda Moda, boş fundalık bir araziydi, çayırlıktı ve balıkçılardan başka pek kimse yaşamazdı. Mühürdar ile  Kurbağalıdere arasında güneye doğru bir çıkıntı yaparak uzanan Moda burnu denize dik yamaçların üzerinden bakardı. Genişleyen ailesi için Alfred James Frederick Barker 1883-84 yılllarında, Moda Caddesi ile Mühürdar Bahçesi arasında deniz kenarında 16 dönümlük bir arazi satın almış ve İtalyan asıllı bir mimara bu büyük arazi içerisinde mermer bir konak inşaa ettirmişti ki konumuz olan Mermer Konak budur.
1938 tarihli Jacques Pervititch Sigorta haritasında,
daha sonra Mahmud Muhtar Paşa Konağı olarak adlandırılacak olan
(haritada Saray olarak belirtilmiş) Alfred James Frederick Barker’in Mermer Konağı
ve sol tarafında James William Whittall ailesine ait Whittall Dükalığı.
Moda, İzmirden gelerek İstanbul’a yerleşen İngiliz ticaret adamlarının kazandıkları hudutsuz paralarla satın alacakları araziler üzerine yaptırdıkları malikaneler ile kısa sürede kalabalıklaşmış, 1877 yılında sayıları 95’e çıkmıştı. Moda bir İngiliz kolonisi haline gelmiş, evlilikler yoluyla da aileler yakınlaşmış ve içiçe yaşamaya başlamışlardı.

Alfred James Frederick Barker’ın Kambiyo ve Esham Şirket-i Osmaniyesi 1875 krizinde büyük yaralar almıştı. Kambiyo ve Esham Şirket-i Osmaniyesi 1894 yılında İstanbul Bankası’nı bünyesine katmış, faaliyetlerine 1899 yılına kadar devam etmiş ve 1901-1902 yıllarında tasviyeye girmişti.

Alfred James Frederick Barker, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında mali müzakerelerde yer almış, daha sonra Sultan II . Abdulhamid tarafından çıkarılmış bir kararname “Muharrem Kararnamesi) ile kurulan, bir taraftan Osmanlı, diğer taraftan da Türkiye’de alacaklı Avrupalı ülkeler temsilcilerinden oluşan bir yönetim kurulu eliyle yönetilen, Osmanlı’nın dış borçlarının muntazam ödenmesini sağlamak için Osmanlı Hazinesi’nden tahsis edilen gelir kaynaklarını kullanan Düyun-u Umumiye İdaresi’nde İngiliz Hükümeti’nin temsilcisi olarak yer almış ve bu görevi Osmanlı Bankası Başkanı Sir Edgar Vincent’in bu göreve atanmasına kadar sürdürmüştü.

Osmanlı Bankası Başkanı Sir Edgar Vincent
(1857-1941)
Yakın doğu’da şöhret ve saygınlık kazanmış, ipek kumaş ve meyve ticareti ile uğraşan Alfred James Frederick Barker, entellektüel bir insandı ve İran halıları, çinileri, Etrüsk çanak çömlekleri, Roma ve Yunan bronz sanat eserleriyle ilgilenir, onların koleksiyonlarını yapardı.






Alfred James Frederick Barker ve ailesi Mermer Konak’ta mutlu, mesut bir yaşantı sürdürürlerken, 10 Temmuz 1894 Salı günü saat 12:25 sularında, müezzinlerin ezan okuduğu sırada önce hafif, ardından da şiddetli sarsıntıların takip ettiği ve sonraları İstanbul halkı tarafından “1310 zelzelesi” ve “büyük hareket-i arz” diye anılan, bir deprem meydana gelmişti. Marmara sahillerinde deniz önce 200 metre geri çekilmiş, ardından da şiddetli dalgalar halinde karaya vurmuş, o sırada denizde olan mavnalar, balıkçı kayıkları kayalara çarpa çarpa parçalanmıştı. Kapalıçarşının kubbeleri çökmüş, Yeniçeriler çarşısı, Bodrum, Kellekesen hanları yıkılmış, Uzunçarşı, Tahtakale, Sirkeci harabeye dönmüş, Gedikpaşa, Kadırga, Kumkapı, Yenikapı, Langa ve Samatya’da yüzlerce ev yerle bir olmuş, Edirnekapı, Mihrimah ve kariye camilerinin minareleri yıkılmış, yer yer büyük yangınlar çıkmıştı.






11 Temmuz 1894 tarihli Sabah Gazetesi depremi;

“... Dün sabah beşe çeyrek kala, şehrimizde evvela hafifçe bir hareket-i arz hissedilmesini müteakip gayet şiddetli bir darbe ile her taraf sarsılmaya başlamıştır. 10-12 saniye kadar süren şiddetli darbeden bir çeyrek kadar sonra, kısa fasılalarla dört defa daha hareket olmuş, ayrıca akşama doğru iki hareket daha yaşanmıştır.”

şeklinde aktarmıştı.

1310 (1894) Zelzelesi sonrasında Kapalıçarşı 

Depremden oldukça korkan ve endişelenen Barker ailesi, üç hafta kadar Mermer Konağın bahçesinde kurulan çadırlarda yaşamaya çalışmış, daha sonra da Mermer Konağı terk edip, Boğaz’a Yeniköy’e taşınmışlardı.




Alfred James Frederick Barker’in en küçük kızı Marianne Julia Harriet, 1962 yılında 82 yaşındayken kaleme aldığı anılarında çocukluğunun Moda’sını, Mermer Konağı ve 1310 (1894) zelzelesini şöyle anlatmıştı;


“...Müteşebbis Rumların kurarak Moda adını verdikleri ve kalabalık bir İngiliz kolonisinin yaşadığı, Marmara’nın mavi sularının kenarına yerleşmiş çok sevimli bir yörede doğdum. Mermer Konak’ın büyük bir bahçesi vardı. Güneşin batışı, Rum balıkçıların denizden gelen şarkıları, iki Türk kürekçinin çektiği sandalla yapılan gezintiler eşsiz şekilde güzeldi. Konaktan İstanbul gözükür, minarelere bakar, yıkılmış bir Bizans İmparatorluğu’nun hasretini derinden hissederdim. Türkler İstanbul’u aldıktan sonra birçok kiliseyi camiye çevirmişlerse de bakımlı tutmuşlardı.


Yaşantımız muhteşem Mermer Konağın bahçesinde İngiliz arkadaşlarımla büyük bir mutluluk içinde geçiyordu.



1894 yazında İstanbul’da korkunç bir deprem oldu. Annem ve bütün ev halkı bahçeye fırladık. Bu saatlerde babam, kuzenlerimle beraber İstanbul tarafındaydı. Onlar salimen Mermer Konağa dönünceye kadar büyük bir endişe ve korku yaşadık.



Korkudan kimse konağın içine giremiyor, İtalyan asıllı kahyamız yemek servisini içerde yapmayı kesinlikle reddediyordu. Ailemiz konakta çalışan oniki personel, biri Hırvat, ikisi Arnavut üç bahçıvan, herkes bahçedeydi. Civardaki evlere de deprem korkusu yayılmış, herkes dışarılara çıkmıştı. Nihayet gecenin bahçede geçirilmesine karar verilerek üç büyük çadır kuruldu ve içleri İran halıları ile döşendi. Birinde bizler, diğerinde kuzenlerim, üçüncü çadırda ise personel yatıyordu.



Bizim bu çadır kampımız üç hafta sürdü. Biz çocuklar için kampta geçen günler çok eğlenceliydi. Yemekler havuzun kenarındaki ağaçların gölgesinde yeniyor, belki de hiçbir şey düşünmüyorduk. Hele bir gün yemek servisi yapan uzun boylu İtalyan kahyanın havuza düşmesi neşemize neşe katmıştı.



Kamp hayatından en fazla şikayet eden halamdı (James William Whittall ile evlenmiş olan Edith Anne Barker-Whittall). Sivrisineklerden çok rahatsız oluyor, buna mani olmak için elinde bir şemsiye tutup, başına da müslin bir bez örtüyordu.



Deprem bir defa olmuş, tekrarlamamıştı. Hiç kimseye zarar vermemiş, sadece küçük kardeşim (Eric Clement) eğreti bir yataktan yere düşmüştü.



O yaz bizim için en büyük değişiklik Yeniköy’de Avusturya Sefareti’nin yanındaki o çok güzel villaya taşınmak oldu.



Eşyalarımız, on iki personelimiz iki inek, onların buzağıları, ablamın çok sevdiği kuşların kafesleri mavnalara dolduruldu. Bir istimbot mavnaları çekiyor, denizin ortasında sanki bir hayvanat bahçesi gidiyordu. Rum hizmetçilerin kıymetli elbiselerini ellerinde taşıdıklarını gören annem bunları paket yapmalarını söyledi. Onlar da bu öneriyi reddettiler. Annem ‘üç ay bunları böyle mi muhafaza edeceksiniz?’ diye sorunca ‘Evet, kirlenenin üstüne temizini giyeceğiz.’ diye cevap verdiler. Rum hizmetçiler elbiselerini kat kat giymeye karar vermişlerdi.”




Alfred James Frederick Barker’in kız kardeşi Edith Anne Barker ise, yine İzmir’li Levanten ailelerin belki de en ünlüsü olan Sir James William Whittall ile 1862’de evlenmiş ve 11 çocukları olmuştu. Onların 1864 Moda doğumlu kızları Ethel (Stella) Madeleine Marianne Whittall de, dayısı Alfred James Frederick Barker’in oğlu 1863 Bornova doğumlu Alfred Herbert Barker ile evlenmişti.
Mermer Konak’tan başta üç aylığına ayrılarak depremden daha az etkileneceklerini düşündükleri Yeniköy’e taşınan Barker Ailesi, daha sonra deprem korkusunu bir kez daha yaşamamak adına ve Alfred James Frederick Barker’in bozulan sağlığı nedeniyle Moda’ya geri dönmemişler, 1895 yılında Mermer Konağı Rum asıllı Demetrakopoulos’a (kaynaklar Dimitri Velademi yazar) satarak, İstanbul’u terk etmiş, İngiltere’ye Esher’e göçmüşlerdi.

Alfred James Frederick Barker, 1 Ocak 1909’da,
eşi Evalina Julia Charnaud Barker ise 17 Şubat 1934’te
Esher, Elmfield’de vefat etmişlerdi.



Dimitri Velademi ailesi 1895’in sonbaharında satın aldıkları
Mermer Konak’ta çok uzun yıllar yaşamamış, iki yıla kalmadan 1897’de, Mermer Konağı Mahmud Muhtar Bey’in eşi Prenses Nimetullah Hanım’a satmışlardı.


Dimitri Velademi ile ilgili araştırmalarımda bir bilgiye henüz ulaşamadım, ancak ismin kaynaklarda Türkçe okunuşuyla yazıldığını, aslında ismin Dimitrious Vladimir veya buna benzer bir şey olduğunu düşünmekteyken, Levantine Heritage Foundation’un (Levantine Kültürel Miras Vakfı) web sayfalarında şöyle bir nota rast geldim;

“Ailesi 1905’ten 1935’e kadar Mahmud Muhtar Paşa Konağı’nın yakın çevresinde yaşayan merhum Alexandra Giochas Apergis’in aktardığına göre, konak onlardan daha önce,

Demetrakopoulos ailesine aitti.”

...



Mermer Malikânesi’nin yeni sahipleri;


Kaynaklar:

1- “Modalı Vitol Ailesi” Osman Öndeş, Tarihçi Kitabevi, İstanbul 2012

2- “İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918)”
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi Cilt IX. sf:91, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1988.

3- “Mahmud Muhtar Paşa, Maziye Bir Nazar Berlin Antlaşmasından Harb-i Umumiye Kadar Avrupa ve Türkiye-Almanya Münasebetleri”
Yay. Haz.: Erol Kılınç, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999

4, “Abdülhamid'in Düşüşü” Francis Mc Cullagh, (Çev.: Nihal Önol),
İstanbul Kitaplığı, İstanbul 1990

5- “Derviş Vahdetî ve Çavuşların İsyanı 31 Mart Vak’ası ve İslamcılık”
Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 2001

6- “31 Mart Bir İhtilalin Hikâyesi” Mevlanzade Rifat, Haz.: Berîre Ülgenci,
Pınar Yayınları, İstanbul 1996

7- “İstanbul Gazetelerinin Başyazarlarının kaleminden
31 Mart Vak’ası öncesi ve sonrası” Murat Hanilçe, İlyas Ak.
SSAD Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 2, Mart 2018

8- “31 Mart Olayı” Sina Akşin
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1970

9- “Ale’l-ıtlak Baldırı Çıplak / Hâtırat, Malakât, Mülâkât” Mehmet Yüce
İletişim Yayınları, İstanbul 2018

10- “John Garstang ve Sakçagözü Kazıları (1908-1911)” Ali Çiftçi
Tarih İnceleme Dergisi XXXIV, Şubat 2019

11- “Şehirde bilmediğimiz bir çok hazineler var” Röportaj, Ümit Deniz
Milliyet Gazetesi, 17 Mart 1953

12- “Mahmud Muhtar Paşa (1867-1935) Hayatı, Askeri ve Siyasi faaliyetleri, Eserleri” Said Olgun, Yüksek Lisans Tezi.
T.C. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı,
Ankara 2006

13- “Neslişah: Cumhuriyet devrinde bir Osmanlı Prensesi” Murat Bardakçı
Everest Yayınları, İstanbul 2017

14- “Emine Semiye Hayatı, Fikir Dünyası, Sanatı, Eserleri” Şahika Karaca
Doktora Tezi, T.C. Erciyes Üniversitesi, Türk Dile ve Edebiyatı Anabilim Dalı,
Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Kayseri, Temmuz 2010

15- “Balkan Savaş Günlüğü-Türklerle Cephede” Gustav von Hochwächer
İş Bankası Yayınları, İstanbul 2019

16- “Bir Milli Felaket olarak Balkan bozgunu ve geciken uyanış” Caner Arabacı, Prof. Dr., N.E.Ü. SBBF Öğretim Üyesi.

17- “Balkan Harbi Üçüncü Kolordu’nun ve İkinci Doğu Ordusunun Muharebeleri” Yayına Hazırlayan: A. Basad Kocaoğlu, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2012

18- “Mısır Milliyetçi Hareketi ve Türk Dış Politikası (1924-1925)” Recep Çelik
TAED-Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, Ocak 2109

19- “Milli Mücadele sürecinde Mısır ile kurulan bağ ve
‘Kemalist Propoganda’ algısı”
Ü. Gülsüm Polat, Akademik Ortadoğu Araştırma Dergisi, 2013

20- “Son Dönem Saray Bahçelerini Süsleyen Heykeller” Emine Atalay Seçen
Milli Saraylar Dergisi, 2011

21- “Öteki Dünya” Murat Bardakçı, 27 Aralık 1998 / Hürriyet

22- “İlk Kurşun” Soner Yalçın 22 Ekim 2014 / Sözcü

23- “Türkiye Büyük Millet Meclisi (1920-1992) ve
Osmanlı Meclisi Mebusanı (1877-1920)” İhsan Ezherli
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:54, Ankara 1992

24- “Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1929-1939 / 1929: Yönetimde Merkeziyetçiliğin İnşası” Sonay Bayramoğlu
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi. Kamu Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Ankara 2007

25- “Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri / Gemiler, Efsaneler, Denizciler”
“Balkan Yenilgisi, Kimlik sorunu ve Averof Zırhlısı” Zafer Toprak
Pera Müzesi Yayınları, İstanbul, Mayıs 2009

26- “Maziye bir Nazar/ Berlin Antlaşmasından Harb-I Umumiye kadar Avrupa ve Türkiye Almanya Münasebetleri” Mahmud Muhtar
Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999

27- Cumhuriyet Kitap Eki, 15.9.1994 sf:7

28- Milliyet Gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesi, 5, 6,7, 8, 9 Ocak 1954

29- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXII, Mart-Temmuz-Kasım 2006, Sayı: 64-65-66, Ağustos 2008

30- “Atatürk dönemi Türkiye-Mısır siyasi ilişkileri” Nazan Pürmüslü
Yüksek Lisans Tezi, T.C. İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Cumhuriyet Tarihi Bilim Dalı, Malatya 2015

31- “Mahmud Muhtar Paşa’nın Aydın Valiliği (1909-1910)” Said Olgun
TOD Tarih Okulu Dergisi, Yıl:8, Sayı: 22, Sf: 213-38, Haziran 2015

32- “Çakırcalı Mehmet Efe Kronolojisi” Ercan Uyanık
Ege Defterleri, Sayı:04, Kış 2014

33- “Yüce Mahkeme’de Haritacılığın Aydınlanması: François Kauffer ve Konstantinopolis Araştırması” Mary Pedley
İSAM, İslam Araştırmaları Merkezi, Osmanlı Araştırmaları, Sayı 39, 2012

34- “Kadıköy Çarşı Bölgesi ve civarın değişen kentsel dokusunun eski haritalar üzerinden irdelenmesi” Sezgi Giray Küçük
Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Sempozyumu Bildiriler Kitabı 03-05 Mayıs 2018, Gece Kitaplığı , Sf: 361-378, Ekim 2018 İstanbul

35- “Alageyik sokağı bir Liman mıydı?” Deniz Kavukçuoğlu
Doğan Kitap, İstanbul 2002

36- “Memoirs of Hugh Edwin Strickland” William Jardine
İlk baskısı 1858, Cambridge Universitiy Press 2011

37- İzmir Kilise Kayıtları, Döküman Ms 29744A,
Londra Kew Büyükşehir Arşivi

38, Smyrna, BMD (Births, Marriages and Deaths)
19th Century British Newspapers.
[İzmir, DEÖ (Doğum, Evlilik, Ölüm) 19. Yüzyıl İngiliz Gazeteleri]
The Times Newspaper, 01.01.1909

39- www. ancestry.com/geneaology/records/

40- “Constantinople to Kensington/
The Reminiscences of Geoffrey William Whittall 1906-2003”
John W. Whittall
Troubador Publishing Ltd. 2012

41- “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bankacılığın Gelişimi ve Regülasyon”
Dr. Erol Ortabağ
Türkiye Bankalar Birliği Yayın No:326, İstanbul 2018

42- “Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası” Nihat Yılmaz
Yüksek Lisans Tezi, T.C. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Tarih Anabilim Dalı, İstanbul 2009

43- “Yeni Çiftlik Köyü / Tarihi, Ekonomisi, Sosyal ve Kültürel Yapısı”
Necdet Zeki Gezer, Kemal Gözler, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Bursa 2014

44- “The Whittalls of Turkey 1809-1973” Hugh Whittall
Çok geniş olan Whittall aile üyeleri için hazırlanan bu kitap çok nadirdir
ve sadece bir kaç kopyası kalmıştır.

45- “Constantinople and Istanbul, 72 years of Life in Turkey”
Sidney E.P. Nowill Obe
Troubador Publishing Ltd. 2011

46- “Avrupalı mı Levanten mi?” / “Levantenler ve Levantizm” Alex Baltazzi
Yayına hazırlayan: Arus Yumul, Fahri Dikkaya
Bağlam Yayıncılık, İstanbul 2006

47- “Asıl Efendiler / Levantenler” Osman Öndeş
Şenocak Yayınları, Nisan 2010, İstanbul

48- “Atatürk’ten Neşredilmemiş Hatıralar” Tefrika, Prof. Herbert Melzig
İstanbul Ekspres Gazetesi, 1952

49- “İzmir Rıhtımı ve İşletme İmtiyazı” Mübahat S. Kütükoğlu
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1979

50- Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin
T.C. Kültür Bakanlığı İstanbul V numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Bölge Müdürlüğü’ne başvuru dilekçesi,
Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul
15 Ağustos 2011


51- www. wikitree.com


52- “İngiliz Said Paşa ve Günlüğü (Jurnal) Burhan Çağlar
Arı Sanat Yayınevi, 2010

53- “KHRYSOPOLİS, SCUTARİ, ESKİDAR, USGÜDÂR:
TARİHÎ HARİTALARDA ÜSKÜDAR“
Yrd. Doç. Dr. Yasemin Nemlioğlu Koca
21-23 Kasım 2014, VIII. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu / Bildiri
Üsküdar Belediyesi, 2014

54- “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye - II, Tanzimattan 1. Dünya Savaşına”,
Stefanos Yerasimos
Belge Uluslararası Yayıncılık, Temmuz 2001

55- “Mühürdar’dan Moda’ya Geçmişe doğru bir Gezinti” Deniz Kavukçuoğlu
Heyamola Yayınları, 2010

56- “Başlangıcından günümüze Türkiye’de Fransız Okulları” Ekrem Aksoy
Synergies Turquie No:8, 2015

57- “Türmiye’de Laik Fransız Okulları (1919-1925)” Engin Deniz Tanır
(TOD) Tarih Okulu Dergisi, Haziran 2019, Yıl 12, Sayı XL

58- “Türkiye’de Tarihsel gelişim süreci içinde yabancıların taşınmaz edinimlerinin Analizi” Editörler: Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş, Prof. Dr. Vahit Doğan, Prof. Dr. Şebnem Akipek Öcal
Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Taşınmaz Geliştirme Anabilim Dalı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve TÜBİTAK Kamu Araştırmaları Grubu,
Eylül 2013

59- “Tercüman Çıkmazı ölçeğinde bir sokak Analizi”,
Nalan Dönmez Yakarçelik, Sanat Tarihçi-Müze Bilimci

60- “Elazığ Eğitim Tarihi”
Nihat Büyükbaş, M. Zeki Ulufer, A. Feti Kavak, Yusuf Can
Elazığ Milli Eğitim Müdürlüğü Yayınları, Elazığ 2010

61- “Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren Banker Lorando ve Tubini Aileleri”
Yüksek Lisans Tezi, Semih Sefer,
T.C. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı


Hiç yorum yok: