ÖZEL SEMERCİYAN CEMARAN
ve KALFAYAN
ERMENİ İLK VE ORTAOKULU
Saint Marie Fransız Okulunu geçip Yenidershane sokaktan devam edip sağ kolda eskinin küçük esnaf ve zanaatkarlarının işlikleri gibi görünen, iki katlı, altındaki kemerli bölümleriyle birbirinden bağımsız bölümleri olan ve büyük bir ihtimalle civardaki kiliselerden birine (muhtemelen Surp Garabet Ermeni Ortodoks Kilisesi) gelir getiren bir vakfa ait büyük yapıyı geçince Hacı Murat sokağın köşesinde, büyükçe demir parmaklıklı bir bahçe içerisinde, kagir olarak inşaa edilmiş, giriş fasadının tepesinde dikkati hemen çeken büyük bir taş kürenin yer aldığı, günümüzdeki adıyla Özel Kalfayan Ermeni İlk ve Ortaokulu ile karşılaşıyorum.
![]() |
Jacques Pervititch'in Sigorta Haritaları'nın Ekim 1930 tarihli 76 numaralı paftasında Akaretler ve Semerciyan Cemaran/Kalfayan Ermeni İlk ve Ortaokulu |
![]() |
Jacques Pervititch'in Sigorta Haritaları'nın Mart 1932 tarihli 74 numaralı paftasında Akaretler ve Semerciyan Cemaran/Kalfayan Ermeni İlk ve Ortaokulu |
![]() |
Jacques Pervititch'in Ekim 1930'da çizdiği Sigorta haritalarının 76 No'lu paftası |
Surp (aziz) Garabed Kilisesi'nin kuzeydoğusunda bulunan bağı içinde bir zamanlar Kudüs Ermeni Patrikhanesi'nin misafirhanesinin bulunduğu yerde 1719-20 yılında, eğitime-kültüre, barış ve dostluğa hizmet etmiş olan, 1715-41 yılları arasında İstanbul Ermeni Patriği olan Bitlisli IX. Hovahannes Golod'un çabalarıyla, üç katlı ve ahşap olarak yapılan İstanbul’daki ilk Ermeni ruhban okulu açılmıştı. Bu okul başlangıçta Surp Garabed Mektebi olarak anılmaya başlamıştı. Surp Garabed Kilisesi’nin, manastır, okul ve geniş bağların yapılandığı bu alan erken dönemlerden başlayarak özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda önemli bir kültür merkezi olmuştu. Daha sonraları, okul bugün bulunduğu yerde Hassa mimarı Garabed Amira Balyan ve eniştesi saray mimarlarından Hovhannes Amira Serveryan tarafından tasarlanarak yeniden, kagir olarak inşa edilmiş ve 13 Eylül 1838’de Ermenice'de okul anlamına gelen Cemaran adıyla, Yatılı Yüksek Okulu (lise/kolej düzeyinde) olarak hizmete açılmıştı. 1841’de kapatılarak el konulan okul, 1845 yılına dek askeri hastane olarak kullanılmıştı. O dönemin İstanbul Ermeni Patriği İstanbullu II. Madteos Çuhacıyan'ın (1844-1848) ricaları üzerine cemaate geri verilmiş, 1846’da Cemaran Okulu adı altında tekrar hayata geçirilmiş, ancak eski görkemini yitirmişti. Birçok öğrenci yetiştiren ve en son tamiratını 1877 yılında gören taş (tuğla-beton) binada devam eden karma okul, Yenimahalle'de 14 Ağustos 1887 Pazar günü bir kaynağa göre saat dokuz buçukta, başka bir kaynağa göre de onu çeyrek geçe çıkan ve altı buçuk saat kadar süren bir yangında kiliseyle birlikte yanmış harap olmuştu. 1911’de bu okuldan yetişen, Ermeni tuhafiyeci hayırsever Levon Semerciyan tarafından yeniden 3 katlı ve 8 odalı olarak görkemli bir şekilde kagir olarak yaptırılmış ve bu son banisine atfen Semerciyan-Cemaran adını almıştı. Benim şahsi görüşüme göre, Hassa mimarı Garabed Amira Balyan ve eniştesi saray mimarlarından Hovhannes Amira Serveryan tarafından tasarlanarak 1838'de inşa edilen okul binasının kagir olması nedeniyle söz konusu 1877 Yenimahalle yangını sırasında tümüyle harap olup yıkılmadığı, belki sadece çatı, döşeme, pencere, kapı gibi ahşap bölümlerinin yangından etkilenmiş olabileceği, kagir duvarlarının ise ayakta kalmış olabileceği yönündedir. Mümkündür ki Levon Semerciyan tarafından yapının ayakta kalabilen kagir dış duvarları kullanılarak onarıma gidilmiş, döşemeleri, çatısı ve diğer ahşap kısımları onarılarak, yeniden yapılarak yapı kurtarılmıştır. Bu şekilde düşünmeme neden olan en önemli neden, binanın Balyanların mimari anlayışına uygun bir stili olmasından kaynaklanmaktadır.
Etrafı alçak duvarlarla çevrili bir bahçe içinde yer alan dikdörtgen planlı okul, bodrum kat üzerine iki katlı olarak inşa edilmiştir. Okulun ana girişi güneyde ve yol kotundan dokuz basamak yukarıdadır. Ayrıca kuzeyinde bahçeye çıkış düzenlenmiştir. Girişi mermer sütunlar ve üçgen bir alınlıkla belirginleştirilmiştir. Dokuz basamaklı bir platformla ulaşılan giriş kapısı cepheden içeri çekilerek belirgin hale getirilmiş, giriş holünün orta aksında geniş bir koridor kuzeyde katlara ulaşılan bir merdiven kovası ve koridorun iki yanında da odalar yer almaktadır. İç mekanda duvar ve tavanlar sıvalı, orta holde tavan eteğini iki kademeli sade bir silme dolanmaktadır. Oldukça yüksek tutulan bodrum katında basık kemerli pencereler bulunmaktadır. Su basman seviyesindeki bir korniş tüm yapıyı çevrelemektedir. Binanın cephesi pilastırlar ve üçlü pencere gruplarıyla düşeyde üç bölüme ayrılmıştır. Binanın aksında yer alan anıtsal giriş ve üstünde çifte sütunlarla oluşturulmuş hafif çıkmalı bir balkon yer almaktadır. Balkon kesik arşitrav görünümlü ortası barok kıvrımlı ve madalyonlu bir tepelik ile sonlanmakta, mahya üzerinde de sembolik bir küre yer almaktadır.
Su basman seviyesinde yapının iki yanı rustik görünümlü pilastırlarla sınırlandırılmıştır. Korniş seviyesinde üzeri kartuşlu bir tabana oturtulan iki katlı plastırlar iyonik sütun başlıklarıyla sonlandırılmıştır. Pilastırların üst seviyelerinde bitkisel motifli bezemeler yer almakta, çatı eteğini de dişli friz ve volütlerle bezeli bir korniş dolanmaktadır. Güney cephesi hariç tüm cephelerde bodrum katında basık kemerli pencereler yer almaktadır. Kat silmeleri, pencere söveleri ve üçgen mermer alınlıkla zenginleştirilen cephe çatı hizasında geniş tutulmuş bir silme ile tamamlanmıştır. Birinci ve ikinci katlarda eşit aralıklarla yer alan düz atkılı pencerelerin arasına yerleştirilen iki katlı pilastırlarla düşeyliği vurgulanmaktadır. Cephelerdeki tek fark Kuzey cephesinde bahçeye açılan bir kapının yer almasıdır. Okul, XIX. yüzyıl mimari anlayışını yansıtması açısından özgün bir yapıttır.
Yaşanan bu uzun süreçte, Üsküdar Ermeni Cemaati’nin nüfusundaki düşüş, okullardaki öğrenci sayısını da ciddi olarak etkilemiş, bu dönemde Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan (1822-1889) tarafından 1866'da Halıcıoğlu'nda kurulan, 1900 yılına kadar yetimhane ve el sanatları okulu olarak hizmet veren 1928'de yatılı okula çevrilen Kalfayan Okulu ve Yetimhanesi, yetimhanenin Surp Asdvadzadzin Şapeli, Surp Istepannos Kilisesi, ve Nersesyan Okulu 1971'de Boğaziçi Köprüsü ve çevre yolları inşaatı için istimlak edilerek yıkılınca, Kalfayan Okulu ve Yetimhanesi Üsküdar Altunizade’deki yazlık olarak kullanılan binalarına taşınmış, okul bahçesinin içinde bulunan ve yemekhane olarak kullanılan ahşap bina, 1979’un yaz aylarında onarılarak yatakhane ve yemekhane binası olarak hizmete açılmış, 1999-2000 öğretim yılında Özel Semerciyan Cemaran İlköğretim Okulu ile birleştirilmiş ve yeni yönetmelik gereği bir ilköğretim okulu olarak, Semerciyan Cemaran Kalfayan adı ile eğitimdeki yerini almıştı. 2000-2001 öğretim yılında da, bu okul İcadiye'de bulunan Özel Nersesyan Yermonyan İlköğretim Okulu’yla birleşmişti. Ancak öğrenci azlığı nedeniyle 2000 yılında kapatılan Nersesyan Yermonyan Okulu binası 3 yıllığına Üsküdar Belediyesi'ne kiralanmış, 2016 yılında da Üsküdar Belediyesi Ensar Vakfı'na tahsis etmişti. 😞
![]() |
İcadiye Nersesyan Yermonyan Ermeni Okulu |
1969 yılının Ocak ayında istimlak kararı Vakıf'a ulaşınca yönetim yetimhanenin nakledilmesi için ilgili makamlara başvururarak, yetimler için yazlık kamp yeri olarak kullanılan ve Vakfın Üsküdar, Altunizade'deki 12,5 dönümlük bitişik iki parseldeki tapulu mülkünde yetim çocuklara hizmet verecek bir eğitim ve barınma kompleksinin tekrar inşa edilmesi için izin istemişti. Ancak Vakıf, 16 Ocak 1970'de İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nden aldıkları, yetim çocukların Üsküdar'da barındırılmasının mümkün olmadığını ve yetimlerin şehirdeki başka yetimhanelere dağıtılmaları gerektiği bildiren bir yazı ile bir darbe daha almıştı. Kalfayan Yetimhanesi, hem binalarını kaybetmiş, hem de kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama yılmamış bir kaç gün sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne, nakil için yeniden başvuruda bulunulmuş, ancak bu nakil talebini ileten başvuruya da Şubat ayında söz konusu gayrimenkullerin vakfın 1936 beyannamesinde kayıtlı olmaması gerekçe gösterilerek red cevabı alınmıştı.
Altunizade'deki mülk, vakfın kullanımında olmasına rağmen, bazı nedenlerden 1930'lardan bu yana vakfın kendisine değil de bir başka kişiye kayıtlı olduğu ve resmen ancak 1954'te tapuda vakıf adına kaydedilebilmiş olduğu için, pek çok benzer olayda olduğu gibi 1936 beyannamesi bahane olarak kullanılmış, bu da mülkün yetimhane olarak kullanımını engellemenin zeminini oluşturmuştu. Üstelik o tarihlerde henüz beyannamelerin vakıf senedi kabul edilmesini engelleyen bir hüküm de yoktu. Üstelik azınlık vakıflarının mülk edinmesini engelleyen, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 1972 tarihli kararı ve bu kararı onayan 1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları henüz alınmamıştı. Vakıf yönetimi, tüm bunlara rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne Nisan ayında yeni bir dilekçe yazarak talebinde israr etmiş, ancak gelen cevap öncekinden farklı olmamıştı.
Bu süreci Halıcıoğlu Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi ve Kalfayan Yetimhanesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Daniel Antikacıoğlu 2012 yılında yaptığı bir söyleşide şu şekilde anlatmıştı:
“...Günün birinde Kalfayan binalarının yıkılacağı haberini aldık. Birinci Köprü dolayısıyla yapılacak olan çevre yollarının açılabilmesi için oraların yıkılması gerekiyormuş. Şart mıydı, bilmiyorum. Başka şekilde halledilemez miydi? Büyük ihtimalle olabilirdi. Ama sonuçta yıkım kararı çıktı. Zamanın yöneticileri çok direndiler kararı geri aldırmak için veya başka çözüm yolları üretebilmek için, ama fayda etmedi. Sonunda dozerlerle dayandılar kapıya ve binaları yerle yeksan ettiler. (...) O arada tabii yersiz yurtsuz kaldılar. Apar topar, Üsküdar'da yazlık yerleri, eski bir binaları vardı, oraya taşındılar, sığındılar daha doğrusu. Ve oranın derlenip toparlanması için Vakıflar'a başvuruda bulundular. Uzun yazışmalardan, retlerden sonra nihayet oranın tamir edilmesi kararı çıktı. Tamir ettiler, toparladılar ve de aşağı yukarı bugünkü haline getirdiler. Ve Üsküdar Altunizade'deki arsamıza yerleştik. Bu arada sıkıntıda olan, öğrenci sıkıntısı çeken Semerciyan-Cemaran Okulu kapanmak üzereydi, Kalfayan'ı o binaya taşıdık. Böylece okulla yatakhane arasında bir mesafe oluştu. Onu da servislerle çocukları her sabah taşıyıp akşam geri getirerek, yemekleri öğlen yatakhane binasının oradaki mutfağımızda pişirip okula taşıyarak sistemi devam ettirmeye çalışıyoruz. Orada bazen kurtarabileceğiniz bir tek hayat bile bu yaptığınız fedakarlığa değiyor.”
17. yüzyıl başlarında Erzincan'ın Eğin (Kemaliye) ilçesinden İstanbul'a göç eden Ermenilerden yirmi kadar aile Hasköy-Bademlik'e yerleşmiş, Sütlüce-Karaağaç'ta tuğla ve kiremit imalathaneleri kurmuş ve kiremitçilikteki ustalıkları ile zenginleşmişlerdi. Ancak bu topluluk, Hasköy'de bir ibadethaneleri bulunmadığından Balat Surp Hreşdagabed Kilisesi'ne gitmekteydiler. 1728'de buraya yerleşen Ermenilerden Garabed ve Ghazar adlı papazlar, Bademlik'teki mezarlığın karşısında Surp Istepannos'a (lsdepannots/Stepanos) adadıkları bir kilise yapmışlar, kilisenin hemen bitişiğinde de Nersesyan Okulu açılmıştı. Göçmen ve yerli Ermenilerle kalabalıklaşan Hasköy cemaatinin Haçadur adlı papazı, 1703'te kendi evinde Surp Yeghia adında mütevazı bir şapel meydana getirmiş, burada yaklaşık çeyrek asır hem din görevini yürütmüş, hem de okul çağına gelmiş çocukların eğitim ve öğretimini üstlenmişti. I. Dünya Savaşı sırasında birçok kilise ve okul gibi Surp Istepannos Kilisesi ile Nersesyan okulu da askeri ihtiyaçlara tahsis edilmişti. Özellikle 19. yüzyıl boyunca Hasköy Ermeni cemaati buraya yerleşen amiralarla güçlenmiş, sosyal yaşam canlı ve zengin bir seviyeye ulaşmıştı.
![]() |
Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan (1822-1889) |
Kaynaklara göre 1670'lerde Elâzığ-Palu'dan göçerek İstanbul'a gelen Nişan ve Takuhi'nin üçü kız, ikisi erkek, beş kardeşin en büyükleri olarak İstanbul Kartal'da dünyaya gelen Sırpuhi Nişan Kalfayan (1822-1889), 12 yaşında babasını kaybetmiş, ardından Posta Telgraf Nazırı olan dayısı Krikor Aghaton (Ağaton) Efendi*nin (1825-1868) Hasköy’deki evine yerleşmiş, 18 yaşındayken de 1840 yılında rahibe olmuştu. Bu noktada kaynaklarda bir hata olmalıdır, zira 1822 doğumlu Sırpuhi Nişan Kalfayan, kendisinden 3 yaş küçük olan dayısı Krikor Aghaton (Ağaton) Efendi 9 yaşındayken onun yanına nasıl yerleşir, büyük bir ihtimalle o ev Krikor Aghaton (Ağaton) Efendi'nin babası, Sırpuhi Nişan Kalfayan'ın ziraatle uğraşan annesi Takuhi'nin babası Keteon'a ve anneannesine ya da İstanbul’da doğup büyüyen, ilk önceleri Kartal taraflarında büyük tarlalarında ziraatçılıkla meşgul olan, sonradan çeşitli nedenlerle Alibeyköy'e yerleşip burada patates ekerek geçimini sağlayan büyük dedesi Krikor Aghaton'a (Ağaton) ait olmalıdır. Büyük bir ihtimalle Sırpuhi Nişan Kalfayan, 12 yaşında babasını kaybettikten sonra annesi Takuhi ile birlikte anneanne ve dedesinin Hasköy'deki evlerine sığınmış olmalıdır. 14 yaşına geldiğinde Sırpahi mayrabed (rahibe) olup hayatını Tanrı’ya adamaya karar vermiş ancak annesi Takuhi Hanım’ı ikna edememişti. İstanbul’da başgösteren 1831 kolera salgınında hastalanan Sırpuhi, hasta yatağında annesine “Bu hastalıktan ölmezsem rahibe olmama izin vereceksin” demiş; bu durumda Takuhi Hanım da kabul etmek zorunda kalmıştı. Sırpuhi 18 yaşına girdiğinde, sözünü tutmuş, kendini Tanrı’ya adayarak, başına örttüğü koğ (rahibelerin taktığı başörtüsü) ile o günden sonraki hayatına rahibe olarak devam edeceğini ilan etmişti.
![]() |
Krikor Aghaton (Ağaton) Efendi (1825-1868) |
*Krikor Aghaton (Ağaton) Efendi: Eğitimci, ziraatçi, bürokrat, yazar ve siyasetçi olan Krikor Aghaton Efendi, yurtdışında aldığı eğitim, ailesinin çiftçilik faaliyetleri ve yaptığı ilmi çalışmalarla Osmanlı İmparatorluğu'nda tarımın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştı. Krikor Aghaton Efendi, 1864 yılında bu pozisyona getirilen beşinci gayrimüslim bürokrat olarak Telgraf Müdürlüğü görevine atanmış, 1865 yılının Nisan ayında Fransa'da düzenlenen Telgraf Kongresi'ne katılarak, kongredeki çalışmalarıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun Uluslararası Telgraf Birliği'ne üye olmasını sağlamış, Paris dönüşünde de Telgraf Müdürlüğü'ne ilave olarak vekaleten Posta Telgraf Nazırlığı'na atanmıştı. 1867 yılında Uluslararası Posta-Telgraf Kongresi'ne ikinci kez katılan Krikor Aghaton Efendi, bu kez kongredeki çalışmalarından ötürü kendisine III. Napolyon tarafından Légion d'honneur nişanı verilmiş, telgraf hizmetlerinin iyileştirilmesi için harcadığı mesailer karşılığında da Sultan Abdülaziz tarafından 5000 kuruş ile ödüllendirilmiş, ödülü Paris'e gönderilmişti. 10 Mart 1868'de Sadrazam Mehmet Emin Âli Paşa (1815-1871) tarafından Balâ rütbesi ile Umûr-ı Nâfia Nezâreti'ne (Bayındırlık Bakanlığı) nazır olarak atanan Krikor Aghaton Efendi, bu atama ile gayrimüslimler arasından nazırlık görevine tayin edilen ilk bürokrat olmuş, ancak bu görevi devralamadan 7 Mayıs 1868'de Paris'te vefat etmişti. Naaşı Türkiye'ye getirilmiş ve kendisine hamilik edip Paris'e gönderilmesini ve Paris Elçiliği'nde tercümanlık ve müşavirlik görevlerinde bulunan Agop Gırcikyan'ın da desteğiyle 1826'da kurulan Paris-Grignon Ziraat Enstitüsü'ne (Institut National Agronomique Paris-Grignon) girip, üç aylık temel eğitimin ardından 1843 yılında iyi derece ile mezun olmasına vesile olan Mıgırdiç Amira Cezayirliyan**(1805-1861) gibi Hasköy, Halıcıoğlu Ermeni Kabristanı'na defnedilmişti. Bu kabristandaki mezar taşlarının büyük bir bölümü, Surp Nersesyan Mektebi mezunu olan ve 1874-1884 yılları arasında İstanbul Patrikliği görevini sürdüren II. Nerses Varjabedyan (Varzhapetian,1837-1884) tarafından yayınlanmış olan Hasköy, Halıcıoğlu Ermeni Kabristanı'nın etrafı 1960'lı yıllarda duvarlarla çevrilmiş, 1970'lerde Haliç çevre yolları düzenlenirken de bir kısmı kamulaştırılmıştı.
**Mıgırdiç Amira Cezayirliyan: Reşad Ekrem Koçu tarafından 1944-1973 yılları arasında yayımlanan ancak tamamlanamayan İstanbul Ansiklopedisi'nin 3537. sayfasında, Kayserili bir Ermeni aileye mensup olan, Ermeni kaynaklarından yaptığı araştırmalarla hem Türk hem de Ermeni tarih yazımına önemli katkıları olan yazar, Kevork Pamukçiyan (1923-1996) Cezayirliyan ailesini şöyle anlatmıştı:
“İstanbul'un en eski zadegân (aristokrat) Ermeni ailelerindendir. Aslen Egin'in Abuçeh (Kemaliye, Apçağa) köyündendirler ve eski soyadları Hovyandır. Bu soydan İstanbul'a gelen ilk şahsiyet Serkis adlı biridir. Mumâileyh 1725'de ailesi ile birlikde şehrimize yerleşmiş ve sarraflık yaparak servet kazanmıştır. Oğlu Ohannes'in de ticaretle iştigalini arzu ettiğinden, 1730'da Halepli Mansur adlı bir kimse ile Cezayir'e göndermiştir. Ohannes Ağa Cezayir'e vardıktan sonra ticaretle meşgul olmuş ve tekrar İstanbul'a dönerek şehrimizden külliyetli miktarda Cezayire mallar götürerek orada satıp büyük servete sahip olmuştur. Cezayir'in vâlisi ile de dostluk kurmuş ve orada ikamet etmek müsaadesini de temin ederek Cezayirli tesmiye (adı takılmış) olunmuştur. Fakat Cezayir'deki tüccarlar bu şahsın gün geçtikçe hem servet hem de nüfuz bakımından kuvvetlendiğini görüp, diğer Ermeni tüccarların da oraya yerleşip kendilerini mutazarrır (zarar görmek) edebileceklerini göz önünde tutarak, ona karşı bir suikasd hazırlamağa karar vermişlerdir. Lâkin Ohannes Ağa bundan zamanında haberdar olarak Mansur adlı yardımcısı ile birlikde 1760'da İstanbul'a firar etmiştir. 1762'de pederi Serkis'i kaybetmiştir. Kendisi ise 1793'de 63 yaşında olduğu halde vefat ederek Eğya ve Sarkis adında iki erkek evlâd bırakmıştır. Bunlardan ikincisi, geçen asrın mühim Ermeni şahsiyetlerinden Mıkırdiç Amira Cezayirliyan'ın pederidir. İşbu şecere 11 Ekim 1854'de zamanın (1839-40 ve 1848-58 yılları arasında iki kez) Patriği Agop Başpiskopos Seropyan (Balatlı III. Hagopos Seropyan, 1782 -1862) tarafından tasdik edilmiştir.”
1850'den önce Osmanlı İmparatorluğu’nda finans sisteminin belkemiği olan sarraflar, İstanbul'da ve taşrada büyük miktarlarda para alışverişi yapar ve yüksek faizlerle borç para verirlerdi. Bu sarraflar aynı zamanda Osmanlı vergi tahsilatı sisteminin de bir parçasıydı ve bir ihaleye çıkıldığında, bir sarrafın kefil olduğu ve en yüksek fiyatı veren kişi vergi tahsilatı görevini üstlenirdi. Cezayirliyan ailesinin dördüncü kuşaktan bir ferdi olarak 1805 yılında İstanbul'da doğan Mıgırdiç Amira Cezayirliyan, aile geleneğini sürdürmüş, babasının erken ölümü üzerine daha genç yaşta işleri devralarak, zamanının en parlak sarrafı ve vergi tahsildarı olmuş, bu işleri büyüterek gümrük komisyonculuğu işine de girmiş, servetini astronomik miktarlarda arttırmıştı. Mıgırdiç Cezayirliyan, amira denilen ve devletin üst kademeleriyle bağlantılı zengin Osmanlı sınıfından ve güçlü politik bağlara sahip bir kişi olmasına rağmen 1852 yılında nedeni bilinmeksizin tüm malına ve mülküne el konularak hapsedilmişti. Onun bu şekilde safdışı edilmesinden sonra sarraflık mesleğine son verilmiş ve batı tarzı modern bankacılık sistemi getirilmişti ki bu da onun sarraflık mesleğinde kazandığı ün ile birilerinin önünde engel teşkil etmiş olduğunun göstergesiydi belki. Mıgırdiç Cezayirliyan servetini hayır işlerinde, özellikle de İstanbul'daki Ermeni cemaatinin yararına kullanmış, kendi okuduğu okulun yanısıra, yurtdışında eğitim gören Ermeni öğrencilere de bağışlarda bulunmuştu. Mıgırdiç Cezayirliyan tutuklandığı sırada henüz inşaatı tamamlanmamış olan, Yeniköy'de inşaatında çalışmak üzere Avrupa’dan usta işçiler getirilen, Balyanlar'la birlikte çalışan Mıgırdiç Kalfa Çarklıyan’ın mimari tasarımı olan Avrupa tarzı konağı, önce Maliye Nazırı Nevres Paşa'ya (1826-1872) tahsis edilmiş, Paşa'nın tedavi için gittiği Viyana'da 12 Şevval 1289 (13 Aralık 1872) tarihinde vefat etmesinden sonra 1882 yılına kadar boş kalan konak, daha sonra Sultan II. Abdülhamid tarafından büyükelçilik olarak kullanılması için büyük arazisi ile birlikte, Avusturya-Macaristan İmparatoru I. Franz Joseph'e (1830-1916) hediye edilmişti. Günümüzde bu büyük kagir konak Avusturya Konsolosluğu ve Avusturya Kültür Forumu (Österreichisches Kulturforum) tarafından kullanılmaktadır. Üç yıl hapis yatan Mıgırdiç Cezayirliyan, bir süre yurtdışında yaşadıktan sonra İstanbul'a geri dönmüş, servetinin ve mallarının peşine düşmüş ancak başarılı olamayarak 1861 yılında İstanbul'da ölmüştü.
Yeniköy Cezayirliyan Yalısı |
1865 yazında, 44 yaşındaki Mayrabed Sırpuhi, Kumkapı Patrikhane kilisesi nezdinde açılan rühban mektebinin ilk mezunlarından, 1847'de Patrikhane'nin ilk ruhanî meclisine âza seçilen, fukaraperverliği ile tanınan Hasköy’ün papazı Peder Kevork Ardzruni’nin (1787-1894) evinde, Avrupa’daki görevinden dönüşü sırasında İstanbul’a uğrayan Rahip Garabed Şahnazaryan ve daha sonraları 1874-1884 arasında II. Nerses Varzhapetian (1837-1884) adıyla patrik olarak hizmet verecek olan Hasköy'ün vaizi Episkopos D. Nerses Varjabedyan’la tanışmış, Peder Kevork Ardzruni, Mayrabed Sırpuhi’den övgüyle bahsetmişti. Duyduklarının üzerine Rahip Garabed Şahnazaryan, Mayrabed Sırpuhi'ye takdirlerini ifade etmenin yanı sıra, bir tavsiyede de bulunmuştu:
“Kendinizi hayır işlerine adamanız takdir ediyorum ancak, Avrupa’da rahibeler insanlara yardım etmek için kendilerini yetimler ve hastalara bakmaya adıyorlar. Çocukları eğitip, onların gözyaşlarını dindirerek, onlara verilen ‘merhamet rahibeleri’ ismini gerçek anlamda yaşayarak hak ediyorlar. Neden siz de kendinize onları örnek almıyorsunuz? Çevrenize bakın, kolera salgınının yıkıcı etkisi yüzünden sefil olmuş ne kadar çok insan var. Adım başı fedakâr yürekler ve anne şefkatine muhtaç çocuklarla karşılaşıyorsunuz. Tanrı’ya olan imanınızla kuşanıp, yardımsever halkımıza sığınarak işe koyulun.”
Mayrabed Sırpuhi o yaşına dek hiç eğitim almamıştı, sadece kendi imzasını atabilecek kadar bilgiye sahipti. Bu tavsiyesiyle Rahip Garabed Şahnazaryan, ondan yetimlerin korunmasının yanı sıra eğitim de alabilecekleri bir yuva kurmasını istemiş o da rahibin tavsiyesi üzerine o anda kararını vermiş ve “...eğitimim yok ki çocukları eğitebileyim, zengin değilim ki maddi olarak onlara yardım edebileyim... Ancak, sağlığım elverdiği sürece, Tanrı’nın bana bahşetmiş olduğu her şeyimi, ömrümün sonuna kadar halkımın sahipsiz yetimlerine sevgiyle sunmaya gönüllü olacağıma, siz değerli din adamalarının huzurunda söz veriyorum.” demişti...
Mayrabed Sırpuhi, başlangıçta el işlerinin satışlarından elde ettiği gelir ve şahsî birikimi ile hayatını idame ettirse de bir süre sonra sıkıntı çekmeye başlamış, Hasköy’un ruhanilerine ve mahalle konseyine başvurarak yardım talebinde bulunmuştu. Onun bu çağrısı üzerine dönemin Surp Istepannos Kilisesi vaizi Episkopos Nerses Varjabedyan, Rahip Garabed Şahnazaryan'ın Sırpuhi'ye önerdiği ‘merhamet rahibeleri’ fikrine uygun olarak, yetim Ermeni kız çocuklarını korumak için bir Rahibeler Birliği oluşturmayı önermiş, (Mayrabedagan Miapanutyun) bu önerisini, dört ana maddeden oluşan bir “Rahibeler Birliği Tüzüğü” hazırlayarak, 25 Ağustos 1866’da 1863-1869 yılları arasında İstanbul Patriği olan Patrik Bursalı II. Boğos Taktakyan'a (1794-1872) sunmuş ve bağış toplamak için izin istemişti. 3 Eylül 1866’da Patriğin tasdiklemesinin ardından Mayrabed Sırpuhi, 21 Kasım 1866'da Hasköy-Sandalcı Sokak’ta bulunan dayısı Krikor Aghaton Efendi'nin evini Ermeni kız yetimhanesi olarak kullanıma açmıştı. Ortodoks Ermeniler, yetimhanenin kuruluş günü olan 21 Kasım'da, Meryem'in (Kutsal Tanrı-doğuran’ın) 3 yaşında tapınakta tanrıya sunulmasını;
“Allah’ın sevincinin ve beşeri kurtuluş müjdesinin başlangıcı olan Bakire, bugün Allah’ın tapınağında aleni olarak görünmüştür. Herkese Mesih’i müjdelemede öncü oldu. Yüksek bir sesle ona: 'Sevin ey Tanrı’nın kurtuluş tasarımının tamamlanışı' diye haykıralım. Tertemiz tapınak, kurtarıcının tapınağı, paha biçilmez yer ve Tanrı yüceliğinin tertemiz hazinesi. Bu gün Rab’bin evine giriyor ve beraberinde Τanrı Ruh’unun nimetini geçiriyor. Allah’ın melekleri O’nu yüceltiyor, çünkü o göksel şemsiyedir.” diye dualar ederek anarlarmış.
Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan, giderek daha fazla kimsesiz kız çocuğunu himayesi altına alınca giderleri çoğalan yetimhanenin masraflarını karşılayabilmek için 1870 yılında Sultan Abdülaziz’e bir mektup yazarak huzura çıkmak istediğini bildirmişti. Rahibenin isteğini kabul eden Sultan Abdülaziz onu yetim çocukları ile birlikte 2 Mayıs'ta Kağıthane'de ağırlamıştı. Padişah rahibenin ideresi altındaki yetimhaneye 50 altın, elbiselik kumaşlar ve günlük 7,5 okka et ile 15 okka ekmek tahsis edilmesini buyurmuştu. Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan'ın yetimhanesi yetim Ermeni kızların barınma ve yiyecek gibi ihtiyaçlarını karşılasa da eğitimleri konusunda o döneme kadar bir girişimde bulunulmamıştı. Malî sıkıntılarının 1871 yılında hafiflemesiyle, Armenolog ve tarihçi Reteos Tateosyan’ın temel eğitim derslerini vermek için yetimhaneye gelmesiyle birlikte yetimhane, sadece meslek öğreten değil aynı zamanda eğitim de veren bir hüviyete bürünmüştü. Kalfayan’ın yetimhanesi, zaman içinde artan yetim sayısı nedeniyle yetersiz kalınca, Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan, açık arttırma usûlü ile satışa çıkarılan, bir zamanlar Taniel Dakes Amira’ya ait olan Abdülsselâm Mahallesi Türbe Sokak’taki on iki oda, bir salon ve bir hamamdan müteşekkil, bahçeli ahşap köşkü, yaptığı 950 altınlık teklifin üzerine çıkan olmayınca satın almıştı. Yetimhane, 23 yetim ile birlikte 1 Mart 1877'de, tadilatı ile birlikte toplam 1200 altına mâl olan yeni binaya taşınmıştı. Ömrünün sonuna kadar yetimhaneye gelir sağlayabilmek için bağış toplama çalışmalarına devam eden Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan, 1883 yılında yetimlerin işlediği bir oya örtüyü Sultan II. Abdülhamid’e hediye olarak göndermiş, bunun karşılığında Sultan II. Abdülhamid de yetimhaneye 300 altın ihsan etmiş, bu bağışla yetimhaneye gelir (akar) getirmesi için Silahtarağa’da bir dükkân satın alınmıştı. Başarılı çalışmalarıyla yetimhane kendini tanıttıkça zengin kadınların da dikkatini çekmiş, onların desteğini sağlanmıştı. 1896-1908 yılları arasında Patriklik yapan I. Mağakya Ormanyan Kalfayan yetimhanesinin bir dönemine tanık olmuş ve o günlere otobiyografisinde yer vermişti;
“…Hasköy’de kurulmuş olan Kalfayan Yetimhanesi’nin de onarıma ihtiyacı vardı. Kadınlar Kurulu’nun gayreti ile boya ve dam onarımı için alınan basit izinle, fabrikatör Yeğya Şahbazyan’ın becerisiyle bina, sadece içerden değil dışardan da yenilenmiş oldu. Ayrıca kutsanmasını da 4 Aralık 1904 tarihinde bizzat kendim yaptım. Kalfayan Yetimhanesi’ni daha da genişletmek ve Surp Pırgiç Yetimhanesi’nin tamamlanmasını organize etme arzum vardı. Bu amaçla da Cezayirliyanlar’ın terk etmiş olduğu ve Kalfayan’ın duvarına bitişik, devlet tarafından borcu karşılığında el konulmuş olan köşkü almaya çalıştım. Sonunda saraydan 19 Mayıs 1908 tarihli iradeyi alabildim. İki binayı bölen duvardan geçişi 10 Temmuz’da bizzat açtım. Ancak üç hafta geçmeden patriklikten istifa ettim.”
Mayrabed Sırpuhi Nişan Kalfayan, 24 yıl süren hayır çalışmalarından sonra, bir vasiyetname düzenleyerek, Kalfayan Yetimhanesi’nin hayatlarını hayır işlerine vakfetmiş (evlenmemiş) rahibeler tarafından yönetilmesini istemişti. 4 Temmuz 1889 tarihinde altmış yedi yaşında vefat eden rahibenin cenazesi Surp Istepannos Kilisesi’nden kaldırılarak, naaşı yetimhanenin bahçesinde bulunan Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Şapeli’ne defnedilmişti. Vefatından sonra, onun vasiyetine uygun olarak yardımcılarından Yeranuhi Ohannesyan, daha sonra da Kristin Papazyan yetimhanenin başına geçmişti.
İlk zamanlar dinî bir kimlik taşıyan Kalfayan yetimhanesi, 1900 yılında dek yetimhane ve el sanatları okulu olarak hizmet vermiş, o dönemin ruhbanlarından, 1927-1944 yılları arasında İstanbul Patrikliği de yapmış olan I. Mesrob Naroyan gibi değerli öğretmenler yetimhaneye katkı sağlamıştı. I. Dünya Savaşı’na kadar şahsi ve özel bir kimlik taşıyan yetimhane, zamanla Ermeni cemaatinin sahiplendiği bir hayır kurumuna dönüşmüş, 1900-1928 yılları arasında yetim kız çocukları için güvenli bir çatı olmuş ve onları evlilik çağına gelene kadar sahiplenmişti. Ermeni cemaatine ait, 3 katlı ve 16 odalı ahşap bir bina olan okul son olarak 1920 yılında tamirat görmüştü. 2/13 numaralı belgeyle 12 Mart 1925'te ruhsatnamesini alan Kalfayan Mektebi eğitim faaliyetlerine, 1880 yılında inşa edilen binada, kurucu temsilcisi Rahibe Agament Hanım ve Müdür Hamayak'ın yönetiminde devam ediyordu. 1925-1926 ders yılında Hagop Hüdaverdiyan Efendi'nin kurucu temsilcisi olduğu İstanbul Semerciyan Cemaran Mektebi'nin müdürlüğünü Hagop Köpeyan Efendi yapmış, okul, 11 Kasım 1925 tarihinde 6/56 numara ile ruhsatnamesini almıştı. Semerciyan Cemaran Mektebi'nde, söz konusu ders yılında eğitim öğretim için gerekli altyapı büyük ölçüde sağlanmıştı. Okul; kütüphane, dans salonu, konferans salonu, jimnastik salonu ve müzik odasına sahip bulunuyordu. Okul yöneticilerinin ifade ettiğine göre okulda, müzik enstrümanları, idareye ait demirbaş eşya ile ders araç ve gereçleri de yeterli miktardaydı. İstanbul Semerciyan Mektebi'nde, 1925-1926 eğitim öğretim yılında 6'sı kadın toplam 8 öğretmen görev yapıyordu. 6'sı Ermeni, 2'si ise Türk milliyetinden olan bu öğretmenler, farklı yaş dilimlerine dağılmıştı. İstanbul'daki ilk Ermeni ruhban okulu ve Ermeni cemaatinin ilk yatılı yüksek okulu olan İstanbul Semerciyan Mektebi'nde, yoksul öğrenciler ücretsiz okumakta, varlıklı ailelerin çocuklarından ise yılda 3 bin kuruş alınmaktaydı. Okul kuralları arasında mütevellinin izni olmadan kimsenin çocuğunu okuldan alıp sanata veremeyeceğinin yer alması, okul sisteminin denetimini sağlayan amiralar ve esnaf arasında sürekli bir çatışma konusu olmuştu.
Okul, Cumhuriyet'in ilanından sonra 14 Haziran 1928’de 341 No’lu ruhsatname ile resmî kimlik kazanarak Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı devlet kontrolüne geçmiş ve yatılı bir eğitim kurumuna dönüşmüştü. Bu tarihte okulun yöneticiliğini, 17 yıl boyunca hizmet verdikten sonra 12 Haziran 1919'davefat eden Rahibe Krisdine Papazyan’ın yerine görevlendirilen Rahibe Ağavni Köseyan yürütmekteydi. Rahibe Ağavni Köseyan’ın ölümü üzerine, İstanbulda 28 Ekim 1908 tarihinde Sarkis ve Misak Koçunyan kardeşler tarafından kurulan ve halen yayımlanmakta olan Ermenice “zaman” anlamına gelen günlük siyasi gazete Jamanak'ın 4 Ağustos 1955 tarihli sayısında gazetenin genel yayın yönetmeni Mardiros Koçunyan, yazısında şunları yazmıştı:
“Onu ilk kez gördüğümde henüz çocuk yaşlardaydım. I. Dünya Savaşı’nın korkunç yıllarıydı. Halkın ve cemaatin yaşam damarları kesilmiş, belaya bulaşmak istemeyen insanlar görünmez olmayı seçip kabuklarına çekilmişlerdi. Rahibe Ağavni Köseyan, Başrahibe Krisdine’nin hastalığı nedeniyle yetimhanenin yönetimini ve sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştı. Ona yardım edecek bir kurul veya sorumlu bir makam da kalmamıştı ortalıkta. O günlerin zor şartlarına rağmen, Ağavni Köseyan, üzerine aldığı sorumlulukların bilinciyle, cesurca, kendisine emanet edilen yetimleri yaşatmak adına, halkın korku dolu kalbinde körelmiş yardımlaşma ruhunu yeniden oluşturabildi. Hatırlıyorum, pek çok zengin insanın ailesinin gıda ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlandığı o dönemde, Rahibe Ağavni, perişan bir vaziyette, rahmetli babam Sarkis Koçunyan’ı ziyarete gelerek ona yaşanmakta olan bunalımları ve dertleri anlatmıştı. Güçlüklerin üstesinden gelebilmek için Jamanak gazetesi vasıtasıyla yapılan çağrı cemaatte yankı bulmuş, Ermeni milleti cömert bağışlarıyla, bir kez daha, felakete teslim olmuş ruhların sıkıntılarını hafifletebilmişti…”
Rahibe Ağavni Köseyan'dan sonra, okul müdürlüğünü 1940 yılına kadar Melkon Uğurluyan üstlenmiş, 1940'da istifa ederek ayrılınca yerine görevi Veronik Kayapak devralmıştı. 1945- 1946 öğretim yılına ise Kalfayan İlkokulu, yeni müdür Meryem Çırakman ile başlamıştı. Kalfayan okulu, 1999-2000 öğretim yılında Üsküdar'daki Semerciyan-Cemaran Ermeni okulu ile birleştirilmişti. 2000-2001 öğretim yılında ise 1871'de Üsküdar'ın İcadiye semtinde kargir olarak mimar Krikor Nersesyan ve tüccar Arakel Taşcıyan tarafından yaptırılan, önceleri kız ve erkek öğrenciler için iki bölümde eğitim veren, daha sonra 1915'te karma olarak eğitime devam eden, 1916 yılında Birinci Dünya Savaşı'nda kapanan, 1924 yılında yeniden yeni bir yönetmelikle eğitime başlayan, "Taş Mektep" adıyla anılan Nersesyan-Yeromyan Ermeni Okulu ile öğrenci yokluğu sebebiyle birleştirilmişti. Nersesyan-Yeromyan Ermeni Okulu'nun ahşap olan iç yapısı zamanla eskidiğinden, 1972'de Nubar Sarkis Gülbenkyan (Calouste Sarkis Gulbenkian, 1896-1972) Vakfı tarafından yeniden inşa edilmişti. Sivas'tan Kayseri Talas'a geçen ve yıllar sonra İstanbul Üsküdar'a yerleşen Sarkis ve Dirouhi Gulbenkian ailesinin oğlu ünlü petrol kralı Kalust Gülbenkyan, Selamsız'da Surp Haç Kilisesi yakınında Acıbadem Caddesi 379 numaralı evde dünyaya gelmiş ve bir ay sonra Surp Haç Kilisesi'nde vaftiz edilmişti.
![]() |
Nubar Sarkis Gülbenkyan (1869-1955) üç yaşında |
Nubar Sarkis Gülbenkyan, 1912'de Irak petrol yataklarını işletmek üzere kurulan Türkiye Milli Bankası'nın %35, Royal Dutch Shell'in % 25, Alman yatırımcıların toplam % 25 hissesine karşılık % 15 hissesine sahip olduğu Turkish Petroleum Company'deki (TPC) hissesi, 1913-14'te Anglo-Persian Oil Company'nin de ortaklığa katılmasıyla yeniden yapılan hisse dağılımında %5'e indikten sonra “Bay Yüzde Beş” (Mr. Five Percent) olarak anılmaya başlanmıştı. Ancak bu %5'lik hisse bile ona “Petrol Kralı” denmesine neden olacak kadar büyük bir servet kazandırmıştı.
![]() |
“Bay Yüzde Beş” Nubar Sarkis Gülbenkyan |
13 Eylül 1838’de hayatına Ermenice'de okul anlamına gelen Cemaran (Okul) adıyla başlayan, daha sonra 1911’de bu okuldan yetişen, Ermeni tuhafiyeci hayırsever Levon Semerciyan tarafından yeniden inşa edilip Semerciyan adı eklenen, toplam 161 yıl hizmet veren Cemaran'a (okula) ve bu okulun son 88 yılına adını veren Levon Semerciyan'ın adına ne oldu da Semerciyan Cemaran adı ortadan kaldırılarak, okul son 26 yıldır sadece Özel Kalfayan Ermeni İlkokulu ve Ortaokulu adıyla anılır oldu ki?..
Bu soruyu, 30 Ekim 1998 tarihinde Haftalık Siyasi Aktüel Gazete AGOS'un 135. sayısında, Sevan Ataoğlu da sormuş, “Semerciyan'ın adı nerede?” başlığıyla bir yazı kaleme almış ve Kalfayan- Cemaran İlköğretim Okulu'nun adını tartışmaya açmıştı.
“Şubat 1997'de birleşme kararı alan Kalfayan ve Semerciyan Cemaran Okulları'nın aldığı yeni isim, tartışma konusu oldu. Okulun 'Kalfayan Cemaran İlköğretim Okulu' adını aldığını öğrenen Vartkes Bağcı ve Adruşan Kirkoryan soruyor: 'Semerciyan Efendi'nin adı nereye gitti?' 1911 yılında kurulan Cemaran Okulu'nu 1926 yılında geçirdiği bir yangından sonra yenileyen, tülbent tüccarı Levon Semerciyan Efendi'nin yaşayan iki yeğeni Bağcı ve Kirkoryan, 'Okulun adı Semerciyan Cemaran idi. Bilindiği gibi 'Cemaran' Ermenice okul an-lamına gelir. Yeni ismiyle, birleşen iki okulun adı Kalfayan Okulu İlköğretim Okulu mu oldu? Nerede Semerciyan?' diyerek serzenişte bulundular.
Kalfayan Yönetim Kurulu üyesi Rafi Bilal ise, 'Şubat'97'de imzalanan protokol sırasında Surp Garabet Vakfı yöneticileri okullarının adını 'Cemaran' olarak telaffuz etmişlerdir. Yasal işlemlerde de bu ad üzerinden gidildi' diyerek eleştirileri cevapladı. Rafi Bilal okulun adının değişmesinin bu andan itibaren resmi olarak mümkün olmadığını, binanın girişinde alın üzerindeki mermere kazınan 'Semerciyan,1911' ibaresinin yerli yerinde durduğunu, amaçlarının bir tarihi görmemezlikten gelmek veya değerli bir şahsiyetimize karşı tavır almak olmadığını da sözlerine ekledi.
Surp Garabet Vakfı yetkililerinden Hamparsum Kazar ise şu açıklamayı yaptı: 'Yönetime seçildiğimizde okul neredeyse kapanmak üzereydi, bütçemiz yetersizdi. Pek çok teklif arasında, Kalfayan'ın birleşme isteği bizce en uygunuydu. Okulun tüm restorasyonunu üstlenen Kalfayan'a, yönetimi de bıraktık. Şu anda resmi olarak hiçbir hakkımız kalmamasına rağmen, 'Semerciyan Cemaran' adının yaşatılması gerektiğini bildirdiler ve okulun adı son halini aldı. Biz isim değil, binayı kurtarmanın peşindeydik. Yeter ki bir ata yadigarımız daha kurumasın istedik.'
Semerciyan'ın yeğeni Vartkes Bağcı bu serzenişlerde bulunmasına rağmen arşivindeki resimleri okula hediye edeceğini açıkladı. Böylelikle, önümüzdeki günlerde yapılacak resmi açılışla birlikte, Levon Semerciyan Efendi ve okulun tarihçesini yansıtan fotograflar, duvarları süsleyecek.
Öte yandan Kalfayan-Cemaran İlköğretim Okulu'nda restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindiği bildiriliyor.”
Kaynaklar:
1- Pınar Erkan, Tanzimat'tan günümüze İstanbul / Kadıköy ve Üsküdar'daki Yabancı Okullar ve Azınlık Okulları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Haziran 2001
2- Mustafa Serhan Yücel, Türkiye'de Yabancı Okullar ve Azınlık Okulları (1925-1926), Doktora Tezi, T.C. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Bilecik 2016
4- Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi, Üsküdar Araştırmaları Merkezi, Sayı:3, Cilt: 2, Sf: 930, 2001
5- Elmon Hançer, Galata ve Pera'daki Ermeni Kiliseleri, Geçmişten günümüze Beyoğlu, II. Cilt, Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı, Beyoğlu Belediyesi, Sf: 507-538, İstanbul 2004
6- Mahmut Akpınar, Bir Tanzimat Bürokratının Portresi: Krikor Ağaton Efendi (1823-1868), Tarih İncelemeleri Dergisi XXVIII / 2, Sf: 329-354, 2013
7- Orhan Koloğlu, Osmanlı basınında 1865 Kolera Salgını, İstanbul Sağlık Konferansı ve Mirza Malkom Han, Osmanlı Bilimi Araştırmaları VI/2, Sf: 139-150, 2005
9- https://www.agos.com.tr/tr/yazi/17116/kalfayan-yetimhanesinin-ilk-yuz-yili-bir-adanmislik-hikyesi
Bir sonraki yazı; 30 yılın ardından Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı ve dağarcığımdakiler;
BÖLÜM IX:
PROFİTİ İLİYA RUM ORTODOKS KİLİSESİ,
RUM KIZ VE ERKEK OKULLARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder