Sayfalar

10 Mart 2016 Perşembe

ANKARA’NIN ŞU PERİŞAN SU PERİLERİ’NİN HİKAYESİ VE FAZLASI...

.......................
ANKARA’NIN
ŞU PERİŞAN
SU PERİLERİ
.......................
bildiklerimiz, bilmediklerimiz,
şifreler ve daha fazlası


Ankara Başkent olalı henüz 3 sene kadar geçmişti ki, 1926’nın o serin sonbahar günlerinin birinde, tam da Ankara’nın, o çırılçıplak bozkırının göbeği “Tosbağa Yatağı”nda, tozun toprağın arasında, yalın ayak, başı çıplak, üstte yok başta yok dört tombul çocuk, iki tüyü bitmemiş delikanlı, ikisi yetişkin genç kadın, sekiz “sığınmacı” dikilip durmuştu.

Bize benzemiyorlardı, büyük bir ihtimalle Avrupalılardı. Dilleri vardı belki ama sesleri çıkmıyordu, gözleri vardı da görmüyorlardı, devinim halindeydiler de, hareket etmiyorlardı, öylece kaskatı kalmış, dinelip duruyor, Ankara bozkırının dört bir yanına bakıyorlardı, boş gözlerle, sessiz ve hareketsiz... Sanki birini bekliyorlardı, hangi yönden geleceğini bilmeden...

Ankaralılar hemen haberini aldı bu durumun, akın akın, Hacettepesi’nden, Hamamönü’nden, Ulus’tan, Anafartalar’dan, İsmet Paşa’dan, Çıkrıkçılar’dan, Samanpazarı’ndan, Abidinpaşa’dan, Etlik’ten, Keçiören’den, kopup kopup geldiler, çoluk çocuk. Dört döndüler etraflarında, göz süzdüler, dudak büktüler, ellediler, yokladılar, çok seyrettiler, çok konuştular. Günlerce sürdü bu, ayakta durmaktan yoruldular, banklar attılar etrafına, oturdular seyrettiler, kalktılar seyrettiler.

Belediye otobüsünün içerisinde kavşaktan geçerlerken ailecek, belki de "evladım öyle parmakla gösterilmez insanlar, ayıptır" diyen annesini dinlemeyip heyecanla arka pencereden parmaklarıyla işaret ederek sorgularken çocuklar, anne söylediğinin komikliğine şaşırmış, kendi kendine gülüyordu ön koltukta, "insanlar mı?.. ne diyorum ben” diyerek. Benimsemişti Ankaralılar kısa sürede onları tüm soğukluklarına, yabancılıklarına rağmen, neredeyse çıplak olmalarına dahi takılmadan kabullenmişler, hatta insan gibi görmüşlerdi. Öyleydi o zamanlar, o günlere dek görmedikleri bu tür yeniliklere çabuk intibak etmişti, Osmanlının kasabasından doğan başkentin insanları, her şey bir başkaydı artık, her anlamda yenilenmek, aydınlanmak iyi gelmişti onlara da, bunu içselleştirmişlerdi. Varsın demirden olsun, soğuk olsun, yüzlerine değil uzaklara baksın, varsın konuşmasın, dinlemesin, insandı onlar da, misafir misali, şehrin en güzel yerinde ağırlanmalı, hoşgörüyle bakılmalıydı... Hiçbir zaman taciz edilmediler, saldırıya uğramadılar, üzerine yazılar da yazılmadı, kolları kanatları da kırılmadı, onlara sorulsa hep o ilk günkü yerinde kalmalıydı belki de, kentin bir simgesi olarak, ancak onlara sormaya dahi gerek görmeyen bazı yönetici kararlarıyla ordan oraya savruldular yıllar boyunca...

 

Fotoğraf makinesi olanlar hatıra olsun diyerek fotoğraf çektirdi, ki bugün o yıllara ait bir çok hatıra fotoğrafından biliyor, görüyoruz o güzelim Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ni ve Ankara’nın insan ölçeğindeki o güzel günlerini, sakladılar, yeri geldi gelemeyen konu komşuya gösterdiler, onlar da merak edip kalktı geldi, kalktı geldi... Gelen gitti, giden bir daha geldi, ama onlar hiç bir yere kıpraşmadı, öylece beklediler, kış oldu, ayaz oldu kurt indi, kollarını bacaklarını kıtladı, yağmur yağdı, kar yağdı, üşümediler, sadece ıslandılar, ayaz çıktı, don vurdu, üzerlerinden buzlar sarktı yerlere, yine de durdular dimdik, durdular, durdular ve durdular...

 

Su Perileri ve diğer çocuklar hala hiç istiflerini bozmadan duruyorlar, aynı sessizlikleriyle, aynı donuk bakışlarıyla hep bir arada, ama artık farklı bir yerde. Yıllarca ordan oraya taşıdı onları yönetimler de Ankaralıların pek sesi çıkmadı, kendi göçebeliklerine uydurdular neticesinde, zaman geldi bir tepeye çıkarttılar, baksınlar diye enginlere, zaman geldi bir çukura soktular, belli ki bir şey görmesinler diye, meydan da gördüler, yeri geldi çöplüğü de...

 

Benzerleri Dünya’nın dört bir yanında, belki de yedi kıtasında el üstünde tutulup, parklar içerisinde, özenle korunup, dört başı mamur günlerini geçirirken, onlar şimdi hiç de kendilerine uymayan bir yerde, def-i bela kabilinden bir kenara sığıştırıldılar. Bu son mekanlarının onlara layık olmadığını ve bu nedenle de çok mutlu olduklarını sanmıyorum, ki ben de öyle...

 

Hikayemiz, işte bu sekiz sığınmacının hikayesidir;


o hayatın koşuşturması içerisinde belki de hiç farketmediler bile onların göçebeliğini, zaman içerisinde, adlarını da hikayesini de unuttular, sorup sorgulamadılar, adlarını dahi bilmedikleri, bu bir içim su kadar güzel iki kadının büyüsüne, albenisine kapılıp onlara topluca “Su Perileri” adını vermişlerse de, sonrasında vardı bir yerlerde, şimdi nerde kimbilir deyip geçtiler, unuttular...

Cesar Philipp (1859-1930 Alman)
Tatlı su perisi, Krenaiai ve Putto’lar çeşme başında
Tuval üzerine yağlı boya, 151,3 x 81,9 cm
Ankaralıların “Su Perileri”  diye isimlendirdikleri, vezirken rezil edilen, “Şu Perişan” edilmiş uzun ömürlü periler, Olympos Dağı’na Tanrılar Meclisi’ne davet edilmiş ve “sonsuz hayat” iksirinden içmiş, ölümlü ancak uzun ömürlü, küçük tanrıçalardı. Zeus’un çocuklarından Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık, okçuluk ve ay tanrıçası Artemis’in nedimeleri, su kaynaklarının, çeşmelerin tatlı su perileriydiler.

Bu Anıtsal Çeşme (antik Yunan ve Roma kültüründe Nymphaeum olarak tanımlanan bu tür kent unsurları, menşei olan Avrupa’da Anıtsal Çeşme - Monumental Fountain olarak adlandırılmaktadır), başkent olduktan sonra hummalı bir şekilde imar ve inşaa edilen Başkent Ankara için, Heussler Haritacılık Müteahhit firması kanalıyla 1925 yılında Berlinli mimar Carl Christoph Lörcher’e Sıhhiye civarından başlayarak 150 hektar büyüklüğündeki bir alan için bir kent planı hazırlatılmış, daha sonra tüm planın uygulanmasından vazgeçilmişse de, kentin merkezi konumundaki günümüz Kızılay Meydanı ile ilgili temel kararlar o plan ile atılmıştı. Yenişehir’i abad etmek, güzelleştirmek ve süslemek için, Lörcher’in “Cumhuriyet”, dönemin yöneticilerinin ise değiştirerek “Kurtuluş Meydanı” adını verdikleri meydana, 1926-1928 yılları arasında Ankara’nın Şehremini olan, Mustafa Kemal Atatürk gibi Selanik doğumlu ve onun çocukluktan beri en yakın arkadaşlarından, Süleyman Asaf İlbay (1882-1957) tarafından Avrupa’dan bir anıtsal çeşme getirtilmişti.

Mustafa Kemal Atatürk ve Süleyman Asaf İlbay
(gözlüklü olan) birarada

Bir dönem Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği de yapmış olan gazeteci, siyasetçi ve diplomat, Ruşen Eşref Ünaydın (1892-1959), vefatından iki yıl önce, 1957’de yazdığı “Atatürk’ü Özleyiş” adlı anı kitabında, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ile ilgili olarak şunları yazmıştı;

Ruşen Eşref Ünaydın
(1892-1959)

“Kurtlar, sâdece, gece vakti dışarı çıkıldığı veya eve dönüldüğü zaman dere içlerine elde fener, omuzda mavzer inilen o ilk kışta değil, zaferden birkaç yıl sonra bile o semtlerde dolaşmakla da kalmadılar. Yenişehir kıyılarına indikleri dahi oldu!.. Hattâ şehremini Asaf (İlbay) Ankara’yı süslemek için Avrupa’dan bir demir havuzla birkaç da dökme nemfos heykeli getirtmişti. Havuz, önceleri Kızılay Meydanı’na oturtulmuştu. Bugün de Sağlık Bakanlığı önündeki meydanda duruyor sanırım. Nemfoslar ise iki üç mevsimi senin bahçende geçirdilerdi. Ve bir kış üstü Yenişehir’e indirildiler. Fakat, bir tipili sabah, uyanılınca görüldü ki çıplak kızların kolları ile baldırları geceleyin kurtlar tarafından dişlenmişler!.. Demirlerin altındaki kırmızı boyalar yaralarının kanları gibi dışarı vurmuştu!..” (1)

 

(1): Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş, Cilt II (Cumhuriyet Gazetesi’nin okurlarına armağanı), Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul,

Kasım 1998, s.13

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, karlar altında. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak

Artık kurtlar Ankara’nın merkezine inmiyor olsa da, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi son adresinde,
Cer Modern önünde, karlar altında... Fotoğraf: Fotoğraf: ©Ahmet Soyak

Atatürk Bulvarı ve Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’nın kesiştiği noktaya yerleştirilen Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ilk günden başlayarak yoğun bir ilgiyle karşılanmış, ilkbahar akşamları Atatürk Bulvarı’nda yürüyüşe çıkan kadınlı erkekli, hatta çocuklu ailelerin pusetleri içindeki ya da bisikletleri üzerindeki çocukları ile Çeşmenin etrafındaki havuzbaşında verdikleri molaların haberleri ve fotoğrafları, dönemin günlük basınında sıklıkla yer almıştı. Bulvarının orta refüjündeki Akasya ağaçları ve iki yanındaki geniş kaldırımlara dikilmiş at kestanelerinin gölgesinde yapılan Ankaralıların “piyasa”sı havuzbaşının etrafına dizilen banklarda nihayetlenirdi.

 

O dönemlerde Anıtsal Su Perileri Çeşmesi önünde çekilmiş bir çok fotoğraf bir çok kişinin anılarını süslemektedir. Bugün bu yazının içerisinde yayın hakları kısıtlaması nedeniyle bir çoğuna yer veremediğim o fotoğraflar çok şey anlatırlar, Ankara hakkında, Ankaralılar hakkında...

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin en eski fotoğraflarından birisi; İnşaatın başlangıcında çalışanların çeşmenin üzerine çıkarak çektirdikleri bir hatıra fotoğrafı. Fotoğrafın altında eski Türkçe harflerle Ankara Yeni şehirdeki fıskiye yazmaktadır.

Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

Belki de en eski tarihli yukarıdaki fotoğrafta, Su Perileri Anıtsal Çeşmesi’nin açılmış bir temel çukuru içerisine dökülmüş beton bir kaide üzerine yerleştirilmiş halini ve üzerinde belki de o inşaatta çalışanların hatıra fotoğrafı çektirdiklerini görüyoruz. Sol tarafta duran beyaz gömlekli kişinin önünde marangoz ya da kalıpçıların kullandığı çivi önlüğüne benzer bir önlük takıyor olmasından ve hemen sağ tarafında Su perisi heykelinin ayağının dibine bırakılmış baretinden kalıpçı ya da inşaat işçisi olduğunu, diğer tarafta duran koyu renk takım elbiseli ve elinde şapka tutan kişinin de inşaatı kontrol eden mühendis olabileceği düşünülebilir. Arka planda ise inşaatına 1925 yılında başlanıp 1927’de tamamlanmış olan, 1924-25 yılları arasında CHP Genel Sekreterliği ve 1925-27 yılları arasında İçişleri Bakanlığı yapan Mehmet Cemil Uybadın’ın (1880-1957) kuleli köşkü görünmektedir. Onun yüksek istinat duvarları önünde bazı künkler ve bir tretuvar çalışmasına başlandığı da gözlemlenmekte. Bu ayrıntı bu fotoğrafın 1927 yılı sonrasına ait olduğuna işarettir.


Anıtsal Su Perileri Çeşmesi inşaat sürecinden bir fotoğraf.
Kaynak: Haldun Temel Ersan Aile Koleksiyonu.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin yine en eski fotoğraflarından biri olan yukarıdaki fotoğrafın üzerinde eski Türkçe harflerle “Yeni şehirden bir manzara 29” notu yer alsa da, bu fotoğrafın daha önceki bir tarihe ait olması gerekir, zira meydanın umumi bir başka görüntüsünde ki henüz Kızılay Genel Merkez Binası arsasının boş ve inşaat için kazma dahi vurulmamış olduğu, ancak havuzun tamamen bitirilmiş, su doldurulmuş ve çevre düzenlemesinin yapıldığı, ağaçlandırma çalışmalarına başlandığı ve hatta havuzun etrafına bir dönel kavşak yapıldığı da, hesaba katılırsa, üstelik de Kızılay Genel Merkez binasının inşaatının 1928 de başlayıp 1930 yılında bitirildiği düşünülünce bu fotoğrafın 1929 yılına ait olamayacağı, 1928’den de önceki bir döneme ait olması gerektiği anlaşılır. Fotoğrafta sadece çeşmenin etrafına onu ortasına alacak şekilde bir havuz inşa edildiğini ancak çevre düzenlemelerin henüz tamamlanmamış olduğu görülmektedir. Tam çeşmenin önünden Ulus istikametine doğru çekilmiş bu fotoğrafta yolların henüz şose (taş kırıkları üzerine toprak dökülerek yapılmış yol) ve etrafının inşaat artıklarıyla dolu olduğu, iç bükey ve dış bükey bazı kıvrımlarla oluşturulmuş büyükçe yuvarlak formdaki bir havuzun ortasında, çeşmenin taban kaidesinin formuna uygun olarak bir artı ve bir çarpı işaretinin bileşiminden oluşturulmuş sekiz kollu bir yıldızı anımsatan ve üst kenarları pahlanmış, havuz doldurulduğunda sadece pahlı kısmı dışarda kalacak seviyedeki beton bir kaide üzerinde yükseldiği görülmektedir. Arka planda günümüz Zafer Meydanı civarında 26 Şubat 1926 tarihinde kurulan Merkezi İstatistik Dairesi’nin (günümüz Türkiye İstatistik Kurumu) üç katlı beyaz renkli binası, sağ tarafta da yeni yeni şekillenen Yenişehir memur evleri ve havuzun kenarında da belki de yapımı süren dönel kavşağın tretuvar taşlarından bazıları yığınlar halinde görülebilmektedir.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi inşaa sürecinden bir fotoğraf. Eski Türkçe harflerle Foto: M.B. yazan bu fotoğrafta hemen hemen bir önceki fotoğraf ile aynı zamanlarda çekilmiş olmalıdır.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi


Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ve arkasında Mehmet Cemil Uybadın’ın Kuleli Köşkü. Foto Celal imzalı bu fotoğrafın altında Ankara Kurtuluş Meydanı yazmaktadır. Lörcher Ankara için hazırladığı planda bu kavşağa ve meydana “Cumhuriyet Meydanı” adını vermiş, ancak bu isim o dönemin yöneticileri tarafından “Kurtuluş Meydanı” olarak değiştirilmişti. Ancak 1924-25 yıllarında Alman kökenli mimar Carl Christoph Lörcher’in (1884-1996) Ankara için hazırladığı şehir planı uygulanmayınca, Su Perileri Çeşmesi meydanın ortasında yapayalnız kalakalmıştı.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Ankara Yenişehir Havuzbaşı, İş çıkışı bir dinlenme anında hatıra fotoğrafı.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

Hemen hemen bir önceki fotoğrafla aynı yerde çekilmiş bu karede de, şık, muhtazam giyimli, Borsalino fötr şapkalı, evrak çantalı ve getrli (ayakkabının üstünden bacağın alt bölümüne değin sarılan bir tür tozluk) ayakkabılarıyla Ankaralı Devlet memuru iki beyefendi iş çıkışı havuzbaşında, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin önüne yerleştirilmiş bankta istirahat ederlerken poz vermişlerdir, fotoğrafın arka planında da yine Mehmet Cemil Uybadın’ın kuleli evi yer alır tüm haşmetiyle.


































Anıtsal Su Perileri Çeşmesi önünden Demirtepe istikametine bir bakış.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

Yenişehirdeki dönel kavşağın günümüz Ziya Gökalp Caddesi tarafından Demirtepe istikametine doğru çekilmiş olan, tahminen ünlü Kızılay Genel Merkez binasının inşaa edilmeden önceki ve yerinde belki de bir şantiye barakasının yer aldığı, bu nedenle de 1927-28 yıllarına ait olması muhtemel bu fotoğrafta ise, havuzbaşının etrafındaki yolların şose olsa da yapıldığı, havuzbaşının etrafında oturmak için banklar konulduğu ve şehiriçi taşımacılığında kullanılan ilk otobüslerden birinin kavşakta hareket halinde olduğu görülebilmektedir. Demirtepe istikametinde günümüzde maalesef çoktan yok olmuş, yerlerine betonarme çok katlı binalar yapılmış olan Yenişehir’in ilk ikişer katlı memur evlerini ve az ilerisinde yokuşun başlarında bugün bile hala ayakta olan, biri kebapçı diğeri ise yıllardır Ankara-Çankaya Tapu Kadastro Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak kullanılan iki kuleli ev görülmektedir.




1927-28 tarihli Ankara Yenişehir ve Havuzbaşı Jean Weinberg fotoğrafı.
Sonradan renklendiren Onur Ertürk


Jean Weinberg ünlü bir Rumen Yahudi fotoğrafçısıdır. Pera’da “Foto Français” ismiyle bir fotoğraf stüdyosu açmış olan Jean Weinberg’in 1927-28 yıllarında çekmiş olduğu bu iki Ankara Yenişehir fotoğrafı Onur Ertürk tarafından renklendirilmiştir.
1926’da Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferschy 1926 yılında, Weinberg’in asistanı olarak çalışmaya başlamış, 1931 ise kendi stüdyosunu kurmuştu. Mustafa Kemal Atatürk’ün de fotoğraflarını çeken Jean Weinberg, 29 Ekim kutlamaları sırasında, Atatürk tarafından Türkiye’nin ilk fotomuhabiri ünvanı verilen Cemal Işıksel’in tripoduna, bilerek tekme atınca Atatürk’ün fotoğraflarını çekmesi yasaklanmıştı. 1932 yılının 11 Haziran’ında da TBMM tarafından çıkartılan bir kanun ile Türkiye'de yabancı fotoğrafçıların çalışma izinleri iptal edilmişti. Bunun sonrasında Jean Weinberg ve Othmar Pferschy 1932’de birkaç aylığına İskenderiye’ye gitmiş, stüdyolarını Mısır’a taşımak amacıyla İstanbul’a dönmüşlerdi. Jean Weinberg, 1948 yılına kadar Mısır kraliyet ailesinin fotoğraflarını çekmiş ve Mısır’da ünlenmişti.


Yine Havuzbaşının başka bir görüntüsü, biraz zaman ilerlemiş yollar ve tretuvarlar hatta tretuvarların içerisinde bitkiler dahi yetiştirilmiş. En sağ baştaki iki katlı bina dönemin Ankara Vali Konağıdır.
Hacettepe’den Çankaya istikametine doğru çekilmiş 1928-29 tarihli bir Ankara manzarasında,
Su Perileri Çeşmesi, solunda Uybadın Kuleli Köşkü, ardında Musiki Muallim Mektebi,
sağında Kızılay Genel Merkezi henüz inşaa edilmemiş, yeri boş.


Gazi Mustafa Kemal Bulvarı üzerinde, İzmir Caddesi köşesinden Anıtsal Su Perileri Çeşmesine doğru bir bakış. Sağda Yenişehir’in yeni inşaa edilmiş ikişer katlı Memur Evleri.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Yenişehir ve Havuzbaşından Ulus’a Ankara Kalesine doğru bir bakış.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ve Riyaset-i Cumhur Mızıkası Sahnesi.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi


20 Mayıs 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’nin eki olarak verilmiş olan “50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933”de Havuzbaşı’nın 1928-29’lardaki görünümü ve Havuzbaşında Konser izleyen Ankaralılar.

Kaynak: 50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933, Cilt-1, Milliyet Yayınları, 1975, s.62

 

Ankaralıların piyasa vakti yaptıkları yürüyüşler bazı akşamlar Ankara Şehremaneti tarafından organize edilen ve Riyaset-i Cumhur Mızıkası tarafından sıklıkla verilen konserlerle şenlenirdi. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi 3 Kasım 1928 tarihli sayısında bunu şöyle haberleştirmişti; 
“Yenişehir’de güzel bir park halini alan meydanda akşamları Riyaseti Cumhur Mızıkası Çalıyor.”

Riyaset-i Cumhur Mızıkası Sahnesi ve izleyiciler

Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi


Riyaset-i Cumhur Bandosu’nun sahnesi önünde bir aile, 1931
Bu fotoğraftaki aile sıradan bir Ankara’lı aile değil; Resmi üniformalı ailenin babası, klarnet sanatçısı, besteci ve Riyaset-i Cumhur Bandosu’nun şefi Mehmet Veli Bey (1881-1953)

Sanat hayatına 1905’te klarnet çalarak başlayan Mehmet Veli Bey Müzika-i Hümayûn’da önce kısım şefi, sonra bando şefi olmuştu (1924). İstanbul Konservatuvarı’nda da klarnet öğretmeni olarak çalışan Mehmet Veli Bey, 1936’da Ankara Radyosu’na müdür olarak atanmış, 1939’da kendi isteği ile bu görevden ayrılmış, ancak radyonun müzik danışmanlığını sürdürmüştü. 1949’da İstanbul Radyosu tonmaysterliğine atanmış, İstanbul Belediye Konservatuvarı Bilimsel Kurulu Üyeliğini sürdürürken 1953 yılında 72 yaşında vefat etmişti. Fotoğraftaki diğer kişiler ise solunda eşi Beykozlu Hacı Ahmet Bey’in kızı Fatma Nigar Hanım, bankta oturanlar, sağdan sola, küçük kızları 1924 doğumlu Füruzan Veli (Yolyapan), ortanca oğlu Adnan Veli (yazar 1916-1972) ve bankın en solunda en büyük oğlu 17 yaşındaki Orhan Veli.


Evet en sol başta oturan ünlü şair Orhan Veli Kanık’tan başkası değil. Mehmet Veli Bey, oğlu Orhan Veli Kanık'ın (1914-1950) şiirlerini besteleyen ilk kişidir. Kızkardeşi Füruzan Veli Yolyapan yapmış olduğu bir söyleşide ağabeyi Orhan Veli ile ilgili sorulan sorulara şöyle yanıt vermişti;

- Orhan Veli nasıl birisiydi?
“Dürüst ve medeniydi. Kimseye kötü kelime konuştuğunu duymadım. Anneme, babama da itaatkardı. Aramızda 10 yaş vardı ama bana baba ve arkadaştı da. İyi olmamı, kişiliğimi ona borçluyum. Bana ‘fırfırım’ derdi. Onu kaybettiğimde dünyam söndü. Çok şakacıydı. Maddi sıkıntı içindeydi. Buna rağmen çok neşeliydi. İnsanlar etrafında fır dönerlerdi.”
- Bilinmeyen yönlerinden de bahseder misiniz?
Çok yönlüydü. Tiyatroya meraklıydı. Beykoz’daki evin bahçesine sahne kurar, delikanlılarla birlikte komşulara Moliére’nin oyunlarını oynarlardı. Küçükken arkadaşlarım geldiği zaman bize de karagöz-hacivat oynatırdı. Uçurtma yapma meraklısıydı. Birtakım sözleri şiirlerine de yansımıştır: ‘bir uçurtma yaptım telli duvaklı, kuyruğu ebem kuşağı renginde / bir salıverdim gökyüzüne gökyüzünü gördüm...’ Balık tutmaya da meraklıydı. Yaşadıklarını yazıyordu. Futbol severdi. Koyu galatasaraylıydı. Bir sürü sarı-kırmızı çorapları vardı.
- Ses kayıtları ne zaman kaydedildi?
Arkadaş toplantılarında. Ben yoktum. O kayıtları değerlendirmek benim için imkansızdı. Kendisindeki kasetleri Orhan Boran gönderdi. Orijinali ‘ince tel’ evde duruyor. Sonradan bu sesi değerlendirelim dedim.
- Şimdiye kadar neden beklediniz?
Şiirlerinin kasette yayınlanmasına gönlüm razı değildi. ‘Koy bir Orhan Veli de dinleyelim’ diyenler çıkar diye korktum. Sonra yok olup gitmesini de istemedim.
 

- Şiirlerini nasıl yazıyordu?
Şiirlerini oturup yazdığını hiç bilmem. ‘Yeni bir şiirim var’ derdi, yazılmış olarak gösterirdi. Onları zihninde hazırlıyordu. Son şiiri ‘aşk resmi geçidi’ ise öldükten sonra cebinden bir kağıda diş fırçasına sarılı olarak çıktı.
- Kadınlarla arası nasıldı? 
Aşkları hakkında konuşmak istemem. Bizim aramızda böyle şeyler pek konuşulmazdı. Ama çok çapkın birisi olduğunu söyleyebilirim. ‘Aşk resmi geçidi’ şiirini Nahid Hanım diye birisine yazdığı söylenir. Ama gerçekten öyle birisi var mıydı, yoksa hayalindeki kadın mıydı bilmiyorum.
- Nedir sizce Orhan Veli’yi ölümsüz kılan?
Nurullah Ataç, üç şairden bahseder. Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Orhan Veli. Üçü de şiirde yenilik yapmış insanlar. Diğerleri için şiirdeki değişiklikleri anlatır, Orhan Veli için ‘şiirin içini değiştirdi’ der. ‘Olmayacak, yazılmayacak, günlük hayattaki kelimeler Orhan Veli’nin ölümsüzlüğüdür’ der. Ağabeyimin kullandığı türkçe eskimeyen, anlaşılır bir dil. Şimdi bir ilkokul öğrencisine verseniz şiirlerini anlar. Orhan Veli’yi ölümsüz kılmasının bir nedeni de bu.
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ve Kızılay Genel Merkezi
Kaynak: SALT Araştıurma Arşivi



Anıtsal Su Perileri Havuzu ve Kızılay Genel Merkezi, 1930 sonrası.

Kaynak: “Cumhuriyetin Başkenti” Atila Cangır, Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Yayınları No.3, 2007; “Fotoğrafçı F.N. veya M.T. Üzerlerinde konuları ve Ankara yazıları bulunan kartpostal” notu ile paylaşılmıştır.

 Aşağıdaki fotoğrafta, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin önünden Ulus istikametine doğru bakılmaktadır, daha önce yerleştirilmiş olan banklar kaldırılmış, çeşmenin etrafı formuna uygun olarak yuvarlak bir alan olarak belirlenmiş etrafı zarif bir demir parmaklıkla çevrilmiş, içerisi çiçeklerle bezenmiş, çimlendirilmiş ve havuzu çevreleyen bir dönel kavşak yapılmıştır. Çeşmenin etrafında yine bir çok Ankaralı görünür, bir küçük çocuk önünde boya sandukası ile çimlere oturmuş, ayakkabısını boyatacak bir müşteri beklerken, yine bir başka boyacı çocuk ondan az ileride yine önünde boyacı sandukası ve önünde de kendi yaşıtı bir arkadaşı ile görülmektedir. Onlardan biraz solda ise belli ki bir ortaokul öğrencisi, başında o zamanların üniforma koşullarına uygun kasketiyle yeşil alan içerisinde havuza ulaşmak için açılmış patikada esas duruşta kameraya doğru bakmaktadır. Arka planda ise havuzu çevreleyen taşlara oturmuş sohbet eden kadınlar vardır. Tarih 1930’dan sonrası olmalıdır, zira Avusturyalı mimar Robert Oerley’in (1876-1945) tasarımı olan Kızılay Merkez Binası’nın inşaatı tamamlanmıştır. Kızılay Merkez Binası’ndan sonrası günümüz Zafer Meydanı’na kadar olan alan henüz boştur, o nedenle günümüzde Orduevi’nin yer aldığı yerde o zamanlar bulunan göz alıcı beyaz renkli ve değişik kemerli yapı stiliyle öne çıkan Ankara’nın en güzel binalarından biri olan “Hale” adıyla nam salmış alışveriş ve eğlence merkezi görülebilmektedir.

Anıtsal Su Perileri Havuzu ve Kızılay Genel Merkezi, 1930 sonrası.

Kaynak: Ankara Araştırmaları Dergisi 2015, 3(1), Sf:124, “Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950” Mehtap Türkyılmaz makalesinde, VEKAM Kütüphanesi ve Arşivi, Envanter No: 0183 notu ile paylaşılmıştır.


Havuzbaşı, tarih 1928-29, arka solda inşaatı süren yapı(pulun altında), Avusturyalı mimar
Robert Oerley’in (1876-1945) tasarımı olan Kızılay Merkez Binası 





1926 yılında şehir merkezine uzak sayılabilecek bir yerde inşaa edilen, ulaşım yolu bile tam bitmemiş, içerisinde yer aldığı park ve bahçe düzenlemesinden başka, o yıllarda etrafında başka bir yapı olmayan, Alışveriş ve Eğlence Merkezi, adını o günlerin uğrak yerlerinden “Hale Bar”dan almıştı.


24 Ekim 1927’de Zafer Meydanı’na dikilen Pietro Cannonica tarafından yapılan

Mareşal Üniformalı Atatürk Heykeli.

Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

 

Ankara’nın Başkent olması sonrasında memleketin dört bir yanından kente görevli olarak gelen askerlerin barınma ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu.

İçerisinde Sergi Salonu, Kooperatif Ürünleri’nin satışının yapıldığı bir pavyon ve Sinema olan Hale Alışveriş ve Eğlence Merkezi’nin yerine dönemin 1927-1930 yılları arasında Milli Müdafaa Vekili olan (Milli Savunma Bakanı) Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957) Atatürk Bulvarı üzerindeki Hale Alışveriş ve Eğlence Merkezi’nin arsasını uygun bir fiyata satın almış, yanındaki Ankara eski Valisi Yahya Galip’e (Kargı) ait olan 6263,5 m² lik arsayı da satın alarak bu arsaları Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’ye ( Genelkurmay Başkanlığı) Zabıtan Yurdu yapılması maksadıyla bağışlamış, bu teşebbüsü ile Modern Ankara’nın ilk askeri tesisi olan Zabitan Yurdu yapımına girişilmiş, Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in yönetiminde 1930 yılında başlanan inşaat 1932 yılında tamamlanmıştı.


Bugün hala Zafer Meydanı’nda ayakta olan ve kullanılan Zabitan Yurdu, 22 Aralık 1932 Perşembe tarihinde, serin bir günde saat 16:30’da zamanın Başvekili İsmet İnönü, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Mareşal Fevzi Çakmak, Milli Müdafaa Vekili Zekai Apaydın, 1.Ordu müfettişi Orgeneral Ali Sait Akbaytogan, 2. Ordu müfettişi Orgeneral  Fahrettin Altay, Kütahya Milletvekili Recep Peker tarafından açılmıştı.

Servet-i Fünûn (Uyanış) Gazetesi 29 Aralık 1932 sayısında Zabıtan Yurdu’nun açılışına katılan heyet. Başvekil İsmet İnönü’nün sağ omuz arkasında Mustafa Abdülhalik Renda.
Fotoğraf: 
Ankarafili Ancyraphiliæ


Atatürk’ün; 25 Aralık 1932 tarihinde yurdu ziyareti sonrasında Orgeneral Fahrettin Altay’a verdiği direktif ile, “Zabıtan Yurdu” ismi “Orduevi” olarak değiştirilmişti.

“Zabıtan Yurdu” adının Atatürk’ün direktifi ile  “Orduevi” olarak değiştirildiğini,
Emekli Orgeneral Fahrettin Altay, 27 Mayıs 1967 tarihinde Orduevi’nde kaldığı süre içerisinde
Orduevi Ziyaretçi Defterine yazdığı bu notla teyit etmişti. 
Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ


Zafer Meydanına bakan üç katlı “U” şeklindeki Orduevi Binası, 1962’de beş kata çıkartılmış, 1983’de bulvarın karşısında, Mithatpaşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı arasında kalan köşede yer alanYüksel Palas Oteli de Orduevi bünyesine dahil edilmişti.

Yaklaşık 35 yıl arayla, Sıhhiye Kavşağı, 1978 yılında heykeltıraş Nusret Suman tarafından yapılan
Hitit Güneş Kursu Anıtı ve Orduevi, Fotoğraflar: Ankarafili Ancyraphiliæ



Zafer Meydanı’ndaki Atatürk Anıtının solunda kalan Zafer Parkı II içerisinde Pavyon Sergi Binası, Zabitan Yurdu diğer adıyla Hale Gazinosu ve fıskiyeli bir havuz, Anıtın solunda ise Zafer Parkı I ve içerisinde fıskiyeli bir havuz vardı.

Zafer Meydanı, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Heykeli, sağda “Hale” Alışveriş ve Eğlence Merkezi ve parkın gerisinde eski Divan-ı Muhasebat Binası.

Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

 

Açılışından 3 gün sonra 25 Aralık 1932’de Mustafa Kemal Atatürk Zabitan Yurdu’nu ziyaret etmiş ve bu ziyaret sırasında verdiği bir direktif ile Zabitan Yurdu adı “Ankara Orduevi” olarak değiştirilmişti.

Zafer Meydanı, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Heykeli ve “Hale” Alışveriş ve Eğlence Merkezi, karlı bir kış manzarası. Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi
Zafer Meydanı “Hale” Alışveriş ve Eğlence Merkezi ve önündeki havuz.
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

Bulvar gezintisine çıkan ya da bulvar üzerinde işi olan Ankara’lıların sıklıkla oturup dinlendikleri bu parklar, özellikle yaz aylarında tüm Ankaralıların zevkle kullandıkları, ortasında fiskiyeli havuzları olan ve ışınsal yollarla çevresine bağlanan yeşil odacıklardan oluşmuştu. Parklar özellikle kavak ağaçları ile Bulvar’dan ayrılır, bulvarın yoğunluğunda ve trafik sesinden azade bir vaha görevi üstlenirlerdi. Zafer Meydanının her iki tarafındaki parklardan Zafer I’in yerine yer altına Zafer Çarşısı inşaa edilmiş, geri planda da 1952’de Emin Onat tarafından tasarlanıp inşaa edilen iki katlı gazino binası inşaa edilmişti. Uzun yıllar bu yapı THY tarafından kullanılmıştı. Parkın ortasından kaldırılan fıskiyeli havuzun ise akibeti belli değildir. Zafer II parkı kısmen günümüze kadar korunmuşsa da çok yakın tarihlerde Ankara Belediyesi oraya da bir Otopark inşaatı yapmak üzere kolları sıvamış ancak bir süredir bu konuda bir hareket olmamıştır.



Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin kabaca dört bacaklı gibi görünen ancak dikkatli bakılınca dördü diğerlerinden uzun olan sekiz kollu bir yıldız şeklinde olduğu anlaşılan kaidesinin dışarı doğru daha fazla çıkıntı yapmış olan, üzeri bitkisel motifler ve yosun tasvirleriyle bezenmiş, spiral formlu ana taşıyıcı bacaklarında, gözleri göğe bakan su altı yaratıklarına benzer dört masktan ve aralardaki boşluklarda ve daha kısa olan diğer bacakların üzerinde de diz çökmüş vaziyette dört eros’un (cupid) ikisinin kucaklarındaki yunusların ağzından, diğer ikisinin de ellerinde tuttukları büyük deniz minarelerinden havuza doğru su fışkırmaktaydı.

Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin taban kaidesinde spiral formlu ayakların üzerinde yer alan gözleri gökyüzüne çevrilmiş olan su altı yaratıklarına benzeyen dört maskın ağızlarından havuza su fışkırmaktadır. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin taban kaidesinde, kısa boylu diğer ayaklar üzerinde yer alan diz çökmüş vaziyette, kucaklarında tuttukları yunus ve büyük deniz minaresinden havuza su fışkırtan, Aşk tanrıçası Afrodit (Venüs) ile Savaş Tanrısı Ares’in (Mars) çocukları olan ve tutkunun, aşkın kanatlı küçük tanrıları dört Eros (Cupid) figüründen ikisi. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
Eros ve Deniz Salyangozu, Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Eros ve Yunus, Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Tabandaki bu hareketliliğin üzerinde yuvarlak bir kaide üzerine oturtulmuş olan ana heykel figürü yer almaktaydı. Sırt sırta vermiş iki su perisi ve onların arasında yine sırt sırta iki tüyü bitmemiş erkek heykeli yer almakta ve hep birlikte dayandıkları bir kaide, en tepedeki büyük su haznesini taşımaktaydı.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin Batı-Doğu aksındaki görünümü.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

Fotoğraf: © Ahmet Soyak
Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin Güney-Kuzey aksındaki görünümü.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

Üstteki su haznesinin alt yüzeyinin heykellerle birleştiği seviyede, su perilerinin aralarındaki boşluğun üst noktasında iki aslan başının dişlerinin arasına asılmış, aşağıya doğru kendi ağırlıklarıyla sarkıyormuşçasına görünen, üzüm salkımları ve asma yapraklarıyla bezenmiş garlandlarla (çelenk) zenginleştirilmişti.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin üstteki su haznesi ve fıskiyeler.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ndeki Su Perilerinin aralarındaki boşluğun üst noktasında iki aslan başının dişlerinin arasına asılmış, aşağıya doğru kendi ağırlıklarıyla sarkıyormuşçasına görünen, üzüm salkımları ve asma yapraklarıyla bezenmiş garlandlar.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020


Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016

Üstteki su haznesinin istakoz ve yengeç motifleriyle bezeli kenarlarından sekizi efsanevi yaratık başlı çörten ve onların aralarındaki sekiz midye kabuğu motifli çıkışlarla birlikte aşağıdaki büyük havuza doğru su fışkırtan toplam 16 fıskiye, üst haznenin ortasında ve en tepede de ananas benzeri büyük ve 12 ağızlı bir fıskiye vardı.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin üst haznesinrden aşağıdaki havuza su fışkırtan midye kabuklu çörten ve efsanevi yaratık masklar.  Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Tüm fıskiyelerden (toplam 32 adet) sular aktığında muhakkak ki olağanüstü bir su gösterisine tanıklık ediyordu Ankaralılar.

 

1928 yılında Ankara’da araç ve yaya dolaşımını ve yeni başkentin omurgasını belirlemek amacıyla açılan yarışmayı kazanan Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen’in (1869-1945) 23 Temmuz 1932 tarihinde kabul edilen imar planıyla Ankara Kalesi kentin tacı olarak kabul edilerek çevresinin yeşillendirilmesi öngörülmüş, yeni kurulacak kentin ana gelişme yönü ise Mustafa Kemal Atatürk’ün oturmak için tercih ettiği Çankaya istikametine, kentin güneyine göre planlanmıştı.

 

Planın ana amaçları arasında bakanlık binalarının yeni oluşturulan şehir bölgesinde yer alması düşünülmüş, ana ulaşım arteri olarak da Atatürk Bulvarı önerilmişti. 1928 yılında inşaatına başlanıp 1930 yılında tamamlanan Kızılay Genel Merkez Binası’nın açılması, meydana bakan yönünde havuzları ve düzenli tarhlarıyla büyük bir Kızılay Bahçesi yapılması üzerine, zaten ilgi merkezi olma özelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başlayan Havuzbaşı ve Anıtsal Su Perileri Çeşmesi itibarını kaybetmişti.

 Kızılay Bahçesi


O güne kadar Havuzbaşı olarak anılan bölge artık Yenişehir, hatta giderek Kızılay adıyla anılır olmaya başlamıştı.

Büyük bir ihtimalle Hermann Jansen Planı kapsamında kuzey-güney aksında Atatürk Bulvarının ana arter olarak seçilmesi, yaya ve araç dolaşımının yeniden planlanması evresinde, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, tam da Atatürk Bulvarının ikinci ana arter olan doğu-batı aksındaki Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ile kesiştiği noktada yer alması nedeniyle gözden çıkartılmış ve kavşakta bir tıkanıklığa neden olmaması için kaldırılmak ve taşınmak zorunda kalmıştı. Planın uygulanması sırasında Hermann Jansen 1939 yılına kadar sürekli olarak Ankara-Berlin arasında gidip gelmişti.
Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan gelen Harita Dairesi subayları tarafından
1/4000 ölçekli olarak hazırlanmış, 1924 tarihli Ankara Haritasında İncesu Deresi
ve Ulus Çukuru (bugünkü Gençlik Parkı).
(1) Ankara Palas, (2) Ankara Garı, (3) İncesu Deresi ve

(4) Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin ikinci adresi.
İncesu deresi (mavi) görüleceği üzere neredeyse alanın 3 bir yanını dolaşmaktadır.

Talatpaşa Bulvarı’ndan (Ankara Garı, Opera kavşağı arası) Ankara Kalesi yönüne (kuzeydoğu) baktığımızda bugün Gençlik Parkının olduğu alanı “Ulus Çukuru”nu boş olarak görüyoruz,
(1) Guilio Mongeri’nin projelendirdiği Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binasıdır ve inşaat halindedir (1925-1929); (2) Yine Guilio Mongeri’nin projelendirdiği İnhisarlar Baş Müdürlük Binasıdır ve o da inşaat halindedir (1928); (3) Mimar Kemalettin’in projelendirdiği Otel Belvü’dür ve inşaat tarihi 1928’dir; (4) Projesi 1927’de Mimar Kemalettin tarafından çizilmiş ancak 1928-30 yılları arasında inşaa edilecek olan II. Evkaf Apartmanı’nın yeridir; (5) Yine Yine Guilio Mongeri’nin projelendirdiği 1926’da inşaa edilen Osmanlı Bankası’dır. Bu takibe göre bu fotoğrafın tarihi 1927 sonu veya 1928 olmalıdır ve ok ile işaretli noktada (ki sonraki bir tarihte o noktaya taşınacaktır) henüz Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin olmadığı görülebilir.

Ankara Garından yine Ankara Kalesi yönüne (kuzeydoğu) bakışta, yine bugün Gençlik Parkının olduğu alanı, “Ulus Çukuru”nu boş olarak, (1) Ziraat Bankası Merkez Binası’nı (1925-1929);
(2) Ankara Palas’ı; (3) Otel Belvü’yü (1928); (4) İnşaasına başlanmış olan (1928-30) II. Evkaf Apartmanı’nı; (5) II. TBMM’ni görüyoruz. Bu takibe göre de bu fotoğrafın tarihi 1929 olmalıdır ve ok ile işaretli noktada (ki sonraki bir tarihte o noktaya taşınacaktır) henüz Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin olmadığı görüyoruz.

Gençlik Parkı inşaası öncesinde çekilen bu hava fotoğrafında
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi görülmektedir.



Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, ikinci adresi olan Gençlik Parkında. Arka planda iki katlı beş villadan oluşan Örnek Evler, onların ardında Belvü Palas ve daha arkada ise Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü, fotoğrafın sağ tarafında da Mimar Kemalettin Bey‘in II. Evkaf Apartmanı görülmektedir.

Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi


Gençlik Parkı’nda, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi önünde bir hatıra fotoğrafı,
arkada Ziraat Bankası, beş villadan ikisi ve ve II. Evkaf Apartmanı.

1931-32 yıllarında kaldırılan Havuzbaşı ve Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, ikinci adresine Ulus’a, bugün Gençlik Parkının olduğu bölgeye, Mimar Kemalettin Bey’in projelendirmesi ile inşaatına 1928 yılında başlanıp 1930’da tamamlanan II. Evkaf (Vakıf) Apartmanı ve iki katlı beş villadan oluşan “Örnek Evler”in karşısına denk düşen, İstiklal Caddesi’nden çift kollu geniş bir merdivenle inilen ve caddeye paralel ince uzun bir şerit olarak düzenlenmiş “Gençler Parkı”na taşınmıştı. Park yine bu bölgede yer alan “Ay-Yıldız” isimli top sahasının 1923 yılında kurulan Gençler Birliği Spor Kulübü tarafından kullanılması nedeniyle bu ismi almıştı.

Beş adet ikişer katlı küçük villadan oluşan “Örnek Evler”den birisi 1937 yılında İstanbul’dan Ankara’ya taşınan ABD Büyükelçiliği olarak kullanılmış, diğerleri ise Anadolu Ajansı, Kanada Elçiliği, Macaristan Elçiliği ve Merkez Komutanlığı olarak kullanılmıştı.

Amerikan Elçiliği
Gençlik Parkı, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ve II.Evkaf Apartmanı,
fıskiyenin çalıştığını gösteren nadir bir fotoğraf.















Bülent Ecevit'in annesi, Ressam Nazlı Ecevit
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi önünde, 1933


Çeşme’nin bu ikinci adresteki misafirliği de çok uzun sürmemişti. 253.000 m²’lik bir alanı kaplayan ve bir kısmı mezarlık olarak kullanılan “Kanlıgöl” veya “Ulus Çukuru” da denilen büyük alan, yağmurlu mevsimlerde İncesu deresinin taşkınları sonrasında çamurla kaplanır, bataklığa dönüşür ve sivrisineklerin barınağı haline gelirdi. Uzun süre bu çukurun hem kurutulması hem de yeni bir fonksiyonla kente kazandırılması üzerindeki düşünceler sonuçlanmıştı. Burada yapılacak büyük bir kent parkı, “Gençlik Parkı” ile Ankaralıların deniz özlemi de giderilmeye çalışılacaktı. Bayındırlık Bakanlığı kavramsal olarak daha önce Hermann Jansen’in önerdiği plana benzer olmasına rağmen daha estetik ve ekonomik bulup, 8 Şubat 1936’da Fransız Mimar ve Şehir Plancısı Theo Leveau’nun (1896-1971) hazırlamış olduğu planı uygulamaya karar verince  Ulus Çukuru’nda öncelikle su problemlerini çözmeye yönelik olarak drenaj çalışmalarına başlanmıştı.
O yıllarda, Ulus Çukuru’nda yapılan drenaj, künkleme ve ağaçlandırma çalışmaları sırasında çekilen fotoğraflarda, bu çalışmalarla birlikte Çeşme’nin bir kez daha yerinden olduğunu görülür.


 Perişan Su Perileri’ne bu kez Hacettepe Parkı uygun görülmüştü. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, Ankara’nın kenar mahalleleri içinde, isyankârlığıyla, kabadayılarıyla dikkat çekmiş olan Hacettepe, Tâceddin Mahallesi’nin devamı olan bir tepeydi. Tacettin Mahallesi’nde ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayram-ı Veli’nin kurduğu Bayramiye tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılan Tacettin Dergahı, adını bahçesinde kabri bulunan Tâceddinzâde Mustafa Efendi’den almıştı. 1826 yılında tamir edilen ve Sultan Abdülmecit tarafından ilaveler yapılarak türbe, dergah evi, çeşme, hazire ve camiden oluşan bir külliyeye dönüştürülen Tâceddin Dergahı, aynı zamanda İstiklal Marşımızın yazıldığı ve şair Mehmet Akif Ersoy’un bir dönem yaşadığı bir mekandı. Ankara’nın yerlilerinin yaşadığı, Ankara’nın göç aldıkça artan ucuz ev arayışlarına uygun bir alternatif olan bu mahalleye, belki de bu dini kimliği ve dergaha yakınlığı yüzünden, “Tanrı’dan yerine getirilmesi beklenen dilek” anlamına gelen “Hacet” kelimesinden hareketle ve “üzerinde yapılan duanın kabul olunacağına inanılan tepe” anlamında, Hacet tepesi adı verilmişti.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, üçüncü adresi olan Hacettepe Parkında, 1942.

Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

Çeşme’nin Hacettepe’ye taşınmasından sanraki dönemde çekilen tüm fotoğraflarda, Ulus’taki fotoğraflara göre iki önemli değişiklik göze çarpmaktadır. Birincisi Çeşmesi’nin en üstündeki fıskiyesinin eksikliği, diğeri de daha önceleri yuvarlak ve küçük bir havuzun ortasına yerleştirilmişken, burada daha büyük ve altıgen formunda bir havuzun ortasına konulmasıydı. Çeşmesi’nin bu tarihten sonraki tüm fotoğraflarında artık ne yazık ki en üst seviyedeki fıskiyesi bir daha görülmemişti, ya taşınma sırasında bir kazaya uğramış, kaybolmuş, ya da çalınmıştı.

1940’lar, Hacettepe Parkındaki Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin etrafında bir önceki fotoğrafta olduğu gibi çepeçevre banklar dikkati çekiyor, bir de en üst su kabından suların fışkırdığı özellikle havuzun üzerindeki izlerden anlaşılıyor.

Hacettepe’nin nâmında bıçkın delikanlı, kabadayı kültürü ne kadar etkinse, futbolun ve semtin futbol takımının da yeri, bir o kadar önemliydi. Semtin takımının forma renklerini Hacettepe Parkı’nın menekşelerinden aldığı, o nedenle de mor ve beyaz forma kullandıkları dikkate alındığında, Hacettepe Parkını bakımlı olduğu dönemlerde çiçekler içerisinde güzel bir yer olarak tasavvur etmek gerekiyor, bugün için çok inandırıcı gelmese de.

 

1940’lar, Hacettepe Parkındaki Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin etrafında bir önceki fotoğrafta olduğu gibi çepeçevre banklar dikkati çekiyor, bir de en üst su kabından suların fışkırdığı özellikle havuzun üzerindeki su halkalarından anlaşılıyor.

1951 yılında aldığı bir mahkumiyet kararını hastaneden aldığı bir rapor ile tecil ettiren, ancak 22 Mayıs 1952’de meydana gelen “Malatya Hadisesi”nde Ahmet Emin Yalman’a süikast düzenleyerek yaralayan faili azmettirmekten tutuklanıp, 1951 yılından kalan 9 ay 12 günlük mahkumiyetinin üzerine bir süre daha Ankara hapishanesinde yatan ve “Malatya Hadisesi”nden suçsuz bulunarak 16 Aralık 1953’te serbest bırakılan Necip Fazıl Kısakürek, Hapishane Notları hatıra kitabı 1954 yılında “Cennet Müstatili”* (Yılanlı Kuyu’dan) adıyla İnkilap tarafından yayınlamıştı. O kitabın Ekler bölümünde “Geçen Mevsimler” başlıklı bölümünde;

“İşte aradan altı ay geçti. Hatıralarımı elden bıraktığım zamandan bugüne altı ay... Altı ay üstüne bir altı ay daha... Hani ya, hepsi dokuz aydı? Açmayın o bahsi!..

Cinnet müstatilin karşısındaki mahut fıskiyeli havuz... Ankara hapishanesine geldiğim zaman bu havuzun fıskiyesi buzlar içindeydi. Fıskiyenin kenarlarında, havuza doğru, masallardaki devlerin korkunç dişleri halinde sarkan sipsivri buzlar...

Buzlar eridi, bahar geldi. Ağaçlar benim için sormadan giyindi, donandı.”(2) diyerek, soğuk bir kış günü, Ankara Ulucanlar Cezaevine girmeden önce gördüğü Hacettepe’deki Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ni tasvir etmişti.

Ayrıca “Cinnet müstatilin karşısındaki mahut fıskiyeli havuz...”(2) cümlesinden, yazarın yattığı koğuşun penceresinden veya Ulucanlar Cezaevi’nden havuzun görülebildiği anlaşılmaktadır.

*Cinnet Müstatili: Cinnet, cin kelimesinden gelir ve cinlenmek, delirmek anlamını ifade eder. Müstatil ise dikdörtgen demektir; birlikte delirme dikdörtgeni anlamına gelir ki yazar burada, içerde kaldığı süre içerisinde yaşadığı hapisane koğuşuna ya da hapisanenin tümüne bir gönderme yapmaktadır, zaten kitabın diğer adı da bunu işaret eder, Yılanlı Kuyu’dan diyerek.

(2): Kısakürek, Necip Fazıl, Cinnet Müstatili (Yılanlı Kuyu’dan), Geçen Mevsimler,

Büyük Doğu Yayınları, 7. Basım, İstanbul, Ekim 1992, s. 245

 

Şair ve Gazeteci Halil Soyuer (1921-2004), Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak yakın zamana kadar Başkent’teki kabadayıları anlattığı “Ankara Kabadayıları” kitabında, Hacettepe Parkını, ve çeşmeyi şöyle anlatır;

“O yıllarda Hacettepe üzerindeki geniş ağaçlık ve içindeki büyük havuzu Hacettepelilerin değil, diğer semtlerdeki Ankaralıların bile bahar ve yaz aylarında adeta bir mesire yeri gibiydi. Cumartesi ve pazar günleri, yiyeceklerini, içeceklerini alan Ankaralılar Hacettepe parkına gelirler, gölgeli ağaçların altına yerleşerek piknik yaparlardı. Bazı tatil ve bayram günlerinde Hacettepe parkına, Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri de otobüslerle gelirler ve burada milli oyunlar oynarlardı. Hacettepe havuzunun ortasında vaktiyle Rus Çarının hediye ettiği söylenen çok büyük ve enteresan bir fıskiye herkesin dikkatini çekerdi. İstimlâk sırasında bu fıskiyenin havuzla birlikte ortadan yok olduğu görülmüştür.”(3)

 (3): Soyuer, Halil, Ankara Kabadayıları, Pencere Yayınları, Ankara,

2. Baskı, Mayıs 2015, s.38

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, Hacettepe Parkında ve bir İzci.

Kaynak: “Su Perileri : Başkentin Kayıp Heykelleri” Uğur Duyan, İdealKent Sayı 4, Eylül 2011, ss.130-146

 

Alttaki başka bir fotoğrafta ise; Hacettepe Anıtsal Su Perileri Çeşmesi kenarında Vualli şapkası, kürk yakalı koyu renk bir mantosu, ipek çorapları, bantlı parlak rugan iskarpinleri ve şık deri çantası ile Ankara’lı bir bayan poz vermektedir Hacettepe Parkında, ortasında Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin durduğu o büyük altıgen havuzun hemen kenarında. Belli ki geleceğe bir anı bırakmak için çektirmektedir bu fotoğrafı, arkasına eşine dostuna selam yazıp gönderecektir, Ankara’dan sevgiler diyerek belki de. Havuzun kenarında bir metal direk görünür, üzerinde de insan boyu yükseklikte çeşmeye yöneltilmiş kocaman bir projektör, belli ki havuz ve çeşme geceleri de aydınlatılmaktadır. En önemli ayrıntı ise hemen o Ankaralı hanımefendinin bir eliyle tuttuğu tel çittedir ve çitin ardındaki havuzun artık boş ve susuz olmasında. Belli ki artık zamanı gelmiş, yeni bir yolculuğa çıkma hazırlıklarına başlanmıştır, bunun habercisidir o tel çit ve suyu boşaltılmış havuz.



Hüseyin Onur Bey Hacettepe havuzu önünde, 1950’ler.
Fotoğraf: Sibel Onur Yimsek Arşivinden.

Dindar olmayan ancak muhafazakârlıkla beslenen, delikanlılık kültünün, kabadayılığın racon keserek eyleme döküldüğü Hacettepe’de, içki içmek rüştü ispatın ölçütü olunca ve uyuşturucu kullanımı da yaygınlaşınca, mahalle giderek destursuz girilemez bir hale gelmişti. Birkaç Harbiye öğrencisinin Hacettepeli bir kıza laf atmasının mahallenin kabadayıları tarafından duyulması ve mahallenin raconuna uygun olarak Harbiyeli öğrencileri uyarmalarıyla başlayan olaylar, buna kızan Harbiyeli öğrencilerin bir otobüse doluşarak Hacettepe’ye gelmeleriyle tırmanmış, gelişen bu tatsız olay toplumun huzuru düşünülerek basından gizlenmeye çalışılmışsa da dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e kadar intikal etmiş ve ona “Ne olacak bu çöplük?” dedirtecek bir noktaya getirmişti. Başbakan Adnan Menderes olay çıkartan Hacettepe konusunun giderilmesi konusunda kararlı ve israrcıydı. 1959 yılında çıkartılan bir istimlak kararı ile de mahalleyi dağıtmak, orada yaşayan halkı da kentin diğer mahalleleri içerisinde eritmek için düğmeye basılmış, aynı zamanda mahalleye oturma ruhsatı verilmediği gibi, yeni bina yapımı da yasaklanmıştı.


Zaten 8 Temmuz 1958 tarihinde Hacettepe Tren köprüsünün hemen ardında Hacettepe’nin eteklerinde hizmete giren Hacettepe Çocuk Hastanesi ile hareket başlamıştı bile. Ardından 1961’de Hastanenin yanıp altı ay içerisinde yeniden açılması sonrasında istimlakler hızlanmış, bölgedeki yapılar, cami ve mescidler belli ölçüde korunmak suretiyle Hacettepe Üniversitesi neredeyse tüm mahalleyi kaplamıştı.


Hacettepe Parkı ve Su Perileri Çeşmesinin ortasında yer aldığı altıgen formundaki büyük havuzun,
1939 tarihli bir hava fotoğrafındaki görüntüsü.
Aşağıdaki fotoğrafta da havuzun olduğu bölgenin bugünkü durumu
(Havuzun yeri kırmızı ile işaretlenmiştir)


 

İstimlakler 1971 yılına dek sürmüştü. Bu arada 60’lı yıllar boyunca inşaat alanına dönen bölgede kalan tek yeşil alan Hacettepe Parkıydı, o da Üniversite’nin arka bahçesi haline dönüşmüş, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ne de yine yol görünmüştü. Sökülüp parçalara ayrılan demir döküm heykel ve fıskiyenin parçaları doğruca Belediyenin depolarına kaldırılmıştı.

 

Uzun yıllar Belediyenin depolarında parçalanmış bir vaziyette bekletilen Çeşme, nihayet yine Şair ve Gazeteci Halil Soyuer’in uyarısı ile hatırlanmış ve tekrar günyüzüne çıkartılmıştı. Halil Soyuer  “Ankara Kabadayıları” kitabında, Hacettepe’den kaldırılan ve Yenimahalle’de belediyeye ait bir açık hava deposunda muşambaya sarılmış olarak bulunan Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin yeniden Ankara’ya kazandırılmasını şöyle aktarmıştı;

“Sayın Ekrem Barlas’ın Ankara Belediye Başkanlığı döneminde (1968-1973) gazetedeki sütunumda bu fıskiyenin bulunup Ankara’nın uygun bir yerinde değerlendirilmesi yönünde ısrarlı yazılar yazmıştım. Bunun üzerine bu güzel ve tarihi fıskiye depolarda bulunmuş ve Tandoğan alanına yaptırılan havuzun ortasına dikilmiştir. Daha sonraları Ankaray projesi yüzünden Tandoğan’daki bu havuz da ne yazık ki fıskiye ile birlikte ortadan yok olmuştur.” (4)

 (4): Soyuer, Halil, Ankara Kabadayıları, Pencere Yayınları, Ankara,

2. Baskı, Mayıs 2015, ss.38-39



Su Perileri, Tandoğan Meydanı 1977


70’lerde Tandoğan meydanı ve Anıtsal Su Perileri Çeşmesi



Anıtsal Su Perileri Havuzu, dördüncü adresinde, Tandoğan Meydanı’nda, 1980. Kaynak: Ankara Araştırmaları Dergisi 2015, 3(1), Sf:129, “Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950” Mehtap Türkyılmaz makalesinde, VEKAM Kütüphanesi ve Arşivi, Envanter No: 1828 notu ile paylaşılmıştır.


Anıtsal Su Perileri Çeşmesi Tandoğan Meydanında, arkada Anıtkabir

Haziran 1974, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi
önünde bir hatıra fotoğrafı

Nasıl ki İstanbul’da bir toplantı, bir miting söz konusu olduğunda insanların aklına ilk olarak Taksim Meydanı geliyorsa, Ankara’da da miting dediğinizde ilk akla gelen yer Tandoğan Meydanı’ydı.


Su Perileri Havuzu Tandoğan Meydanında

 Benim hayatımın bir döneminde de Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ile yollarımız kesişmesi bu mitingler sırasında olmuştur, ne öncesinde ne de sonrasında Su Perileri hatıralarımda çok fazla yer etmez, benim için o Tandoğan Meydanı’ndaki havuzdur sadece bu nedenle. Havuz, Tandoğan Meydanı’na yerleştirildikten sonra ne mitingler, ne yürüyüşler görmüştür;

İşte onlardan belli başlıları...


1976 Eylül, “DGM’ye Hayır” Miting ve Yürüyüşü’nde Tandoğan Meydanı ve Su Perileri Havuzu







1956 ve 1958 yıllarında Kıbrıs Mitingleri; 26 Mayıs 1968’de İş yasasına alınmadıkları ve ücretleri yeterli olmadığı gerekçesiyle 100 kadar kapıcının Tandoğan Meydanı’ndan Kurtuluş’a yürüdükleri, Türkiye’nin ilk kapıcı eylemi; 15 Şubat 1969’da TÖS- Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın “Büyük Öğretmen Yürüyüşü”; 24 Ağustos 1969’da Türk-İş’in düzenlediği büyük İşçi Mitingi; 21 Aralık 1969’da Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu’nun Bağımsızlık Yürüyüşü; 1 Haziran 1970’te Anayasa Mitingi; 8 Ocak 1977’de İşkence ve siyasi cinayetleri protesto gösterileri ve elbette sayısız 1 Mayıs “İşçi Bayramı”...

Tandoğan Maydenı’nda bir Miting görüntüsü ve pankartlar arasında Anıtsal Su Perileri Çeşmesi.


Tandoğan’da sık sık Miting yapılmasından ve yürüyüşlerden duyulan rahatsızlık nedeniyle meydanın bir şekilde daraltılması düşünülürken, bu fırsat tarihler 1992’yi gösterdiğinde ele geçmiş, Ankaray bahane edilerek, gereksiz büyüklükteki Ankaray çıkışları ile hem meydan amaçlanan doğrultuda parçalanmış, hem de Ankara’daki bu büyük değişimin sert rüzgarları, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ni yine yerinden etmişti. Tandoğan meydanından sökülen Çeşme bir kez daha gözlerden uzağa, Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün Yenimahalle’deki deposuna kaldırılmıştı.


 

16 yıl depoda bekleyen Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, T.C. Kültür Bakanlığı ve Türsab, Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği işbirliğiyle, 2008 yılında, Ankara Garı’nın önündeki “Miras” heykelinden tanıdığımız heykeltıraş Metin Yurdanur’a restore ettirilmiş, hasar gören kısımları onarılmıştı. 20 Aralık 2010 tarihinde Çeşme bu kez de TCDD lokomotiflerin teknik bakımının yapıldığı eski “Cer atölyeleri”nin restore edilerek modern bir sanat merkezine dönüştürülen 11.500 m² kapalı alana sahip, Cer Modern’in önüne  yerleştirilmişti.

CerModern Ankara

CerModern Ankara ve Su Perilerinin Google Map görüntüsü.
Kırmızı kiremit çatılı olan yapılar Cer Modern, okla işaretli olan da Anıtsal Su Perileri Çeşmesi.

Betonlar arasında Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, fotoğraf © Ahmet Soyak 

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, 10 yıldan bu yana yeni sürgün yerinde Cer Modern’in Otoparkında. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

Bu Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin yeri bir Park mı,

yoksa OtoPark mı olmalıydı?..

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, CerModern’in girişinin solunda küçücük bir yeşil alan içerisinde,
alanın geri kalan büyük bölümü ise beton ve otopark.
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 




















Asla böyle bir kenarda “sen şimdilik burada dinel” denilebilecek bir direk değildi ki o, O bir sanat eseriydi, hakkı da bu şekilde sergilenmek değildi elbet. Çünkü Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, dünyadaki tüm benzerleri gibi bir meydan çeşmesidir, planlanmış, düzenlenmiş, yeşillikler ve geniş alanlar içerisinde, uzaktan da görülebilecek şekilde yerleştirilmeleri gerekir.

New York Central Park, Bedhesda Anıtsal Çeşmesi

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ne reva mı?.. Fotoğraf: © Ahmet Soyak 

 



































Ankara’nın perişan edilen Su Perileri’nin CerModern bahçesinde otopark bekçisi konumuna getirilmiş olmasıyla ilgili daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Hele bu mekanın Cer Modern gibi bir Sanat Kurumu olmasının da olaya ayrı bir ironi kattığını düşünmekteyim.

Susuz kalmış Anıtsal Su Perileri Çeşmesi... Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
















Sevgili Ankaralı dostum Ahmet Soyak’ın fotoğrafları zaten benim söylemek istediklerimi fazlasıyla sessizce haykırmakta. Ben bu fotoğraflara bakıp da güzel olmuş diyebilecek birini düşünemiyorum, düşünmek de istemiyorum. “Göz görmeyince, gönül katlanır” dense de Gözümün gördüğüne, benim gönlüm katlanamıyor...



Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Koskoca Başkent’te hiç bir park yok mu,
bir yeşil alan yok mu?
Hangi kafa Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ni betonlaşmış bir otoparkın kenarına koymayı düşünür ki.
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 

Fotoğraf: © Ahmet Soyak 

Restorasyon sırasında sanki bazı sıkıntılar olmuş gibi.
Özellikle su perilerinin burunları fazla mı Grek olmuş? yoksa bana mı öyle geliyor.
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Burun!..
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 
Fotoğraf: © Ahmet Soyak 




















Günümüzde CERModern’de bulunan
Anıtsal “Su Perileri Çeşmesi”nin
Haziran 2015’te ve Mart 2016’da Ahmet Soyak tarafından çekilmiş olan videolar aşağıdaki linklerdedir.



















Fotoğraf: © Ahmet Soyak
 
Buraya kadar, ŞU PERİŞAN SU PERİLERİ’nin hemen herkes tarafından az ya da çok bilinen hikayesini, sürgünlüklerini toparlayarak, yanlış bilinenleri düzeltmeye çalışarak, söylentilerden arındırarak aktarmaya çalıştım;

Artık, 94 yıldır Ankara’da çeşitli sürgünler yaşayan ve şimdilerde en az 158 yaşında olduğunu bildiğim, Anıtsal “Su Perileri Çeşmesi”nin bu güne dek, göz göre göre farkedilmemiş ya da dikkatlerden kaçmış, en önemli şifresi, daha fazla gizli kalmamalı bence.

Çeşmenin bir içim su kadar güzel iki perisinin güzelliği Ankaralıların gözünü öyle bir almıştı ki, ilk kim söyledi bilinmez, ona hemen “Su Perileri” adı yakıştırılıvermişti. 94 yıl boyunca su perileri aşağı, su perileri yukarı, öyle anıldı durdu; Peki onlar periydi de, diğer iki tüyü bitmemiş erkek çocuğu kimdi, neciydi kimse sormadı, sorgulamadı, ilgilenmedi bile.

 

İki tüyü bitmemiş “yetim” oğlan çocuğu aslında bir temanın iki farklı ifadesidir, yani ikisi aynı kişinin farklı betimlenmiş halleridir. Sade bir şekilde betimlenmiş diğer iki yetişkin genç kadının aksine bu iki figür belirgin olarak bazı ipuçları verir. Heykel kompozisyonunun hemen her yerinde öncelikle belirgin olarak üzüm ve asma yaprakları göze çarpar, ki bu önemli bir ayrıntıdır. Ayrıca bu tüyü bitmemiş iki delişmen oğlanın biri, kolunun altında bir Amphora (şarap testisi) taşırken, diğeri elinde Kantharos adı verilen şarap çanağı taşır, uzatmıştır hatta ve sanki doldur saki der gibidir birilerine. Başlarında asma ve sarmaşık yapraklarından yapılmış bir çelenk taç taşırlar. Ve en önemli detay ise, birinin elinde cinsel gücü arttıran ve etkili bir afrodizyak olduğu bilinen, çakşır otundan (ferula communis) yapılma, etrafına sarmaşık şeklinde asma yaprakları (bazen de bu bir kurdela olabilir) dolanmış ve tepesinde çam kozalağı olan, (ucundan da bazen bal damladığı söylenen) bir asa taşır. İşte o asa bolluğun, bereketin, doğurganlığın ve hazzın simgesi olan Thrysus’tur.
Farklı Thrysus tasvirleri

Muğla Yatağan ilçesinin 6-7 km. batısındaki Stratonikeia Antik Kenti Tiyatrosu’nda Thrysus,
mermer üzerine kabartma. Fotoğraf: Levent Civelekoğlu

Fotoğraf: © Ahmet Soyak





















Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Bütün bu ipuçları ve şifreler, asma yaprakları, üzümler, amphora, kantharos ve thrysus bizi Yunan mitolojisindeki bağ bozumu, bağcılık, şarap, haz, cümbüş ve coşkunluğun tanrısı Dionysos’a ya da Roma mitolojisindeki karşılığı olan Bacchus’e götürmektedir. Evet, Ankara’daki Anıtsal çeşmenin ana figürü olan heykel kompozisyonundaki iki tüyü bitmemiş “yetim” erkek çocuğu, Ankaralıların gözünden kaçmış olsa da çocuk Dionysos ya da Bacchus’un ta kendisidir.

Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ndeki iki Dionysos figürü.

Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Fotoğraflar: © Ahmet Soyak

Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Elinde asası Thryssus ve Leoparı ile Dionysos ya da Bacchus

Kaynak: “Elements of Mythology or Classical Fables of the Greeks and the Romans” Philadelphia, Moss, Brother & Co., 1860 ( Kitap 2016’da Eliza Roberts tarafından yeniden yayınlanmıştır)

 

Yukarıdaki tasvirlerde görüldüğü gibi genç Dionysos’un diğer bir simgesi de Leopardır. Ankara’daki anıtsal çeşme’de Leopar yoktur, zira orada Dionysos henüz ergenliğe erişmemiş, tüyü bitmemiş bir oğlan çocuğu olarak betimlenmiştir. Leopar, ergenliğinde Dionysos’un yanında görülmeye başlar, tıpkı kadın takipçileri Maenad’lar gibi.

William-Adolphe Bouguereau (1825-1905) Genç Dionysos ve Manead’lar,1884


 

Anıtsal Su Perisi Çeşmesi’ndeki iki kadın figürünün Manead olması mümkün değildir. Zira deli, çılgın, kuduruk anlamına gelen ritmik müzik, dans ve içki ile mest olup kendilerinden geçmiş bir haldeki Manead’lar daha sonra Diyonysos’un genç bir erkek olduğu dönemde ortaya çıkmaktadırlar. Genellikle birlikte tasvir edildikleri sanat eserlerinde Dionysos çocuk değil yakışıklı yetişkin bir delikanlıdır.


Yunan Mitolojisine göre Dionysos, Zeus’un kartal kılığına girerek baştan çıkarttığı Thebai (Thebes) prensesi ölümlü Semele’den olma oğludur. Ancak Semela’nın hamileliğini öğrenen Zeus’un karısı Hera, Semela’yı Zeus’un kendisine gerçek kimliğiyle görünmesini istemeye ikna eder. Semela, Zeus’un gerçek kimliğiyle ortaya çıktığında bir ölümlü olarak onun yıldırım ateşiyle yanıp kül olacağını bilmediğinden, başına geleceklerden habersizdir.

Semela’nın ölümü, Peter Paul Rubens (1577–1640)

Nitekim Semela, Zeus’u gördüğü an yanıp kül olur ancak Zeus cenini son anda kurtarıp baldırına dikerek saklar. Cenin gelişimini babasının baldırında tamamlayıp  ikinci kez dünyaya gelince ona iki kere doğmuş anlamında dimetor sıfatı yakıştırılıp, Dios ve Nysos kelimelerinden oluşan Dionysos (Nysa’nın Tanrısı) adı verilir. Dionysos Olympos’a en son kabul edilen, en genç ve annesi ölümlü olan yegane tanrıdır. Zeus karısı Hera’nın gazabından korumak için Dionysos’u gizlemiş, doğduktan sonra yetiştirmeleri için efsanevi Nysa dağının perileri olan Nysiad’lara emanet etmişti. Böylelikle Dionysos ergen olup Olympos’a çıkana kadar Nysiad’lar tarafından bakılıp, büyütülmüştü.

“Semelé, consum.e par la foudre de Jupiter ”

(Jüpiter'in yıldırımları tarafından yok edilen Semele)

Kaynak: Yazar, ressam ve gravürcü Bernard Picart Le Romain (1673-°©1733) ve Henri Abraham

Chatelain (1684-°©1743) tarafından 1733’te Amsterdam’da yayınlanan “Beschryving van den prachtigen Tempel der Zang-Godinnen'den Tafereel.”

(Hollandaca'dan çeviri: Güzel şarkı söyleyen tanrıçaların -Müz’ler- muhteşem tapınağının sahnesi)

adlı kitapta yer alan 60 adet tam sayfa levhadan birisidir.

Görüntü boyutu: yaklaşık 25 x 35 cm. Kitapçı envanter no: #12109

Kanımca bu bilgiler ışığında, Ankara’nın Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin adının, bundan böyle

“Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi” olarak anılması gerekir.

 

Şimdi sıra onların Ankara’ya nereden geldiğini ve kimin yaptığını bulmaya gelmişti. Kimi, Milano Belediyesi’nin Ankara’ya hediyesi olduğunu, kimi İtalyan olduklarını, Napoli’den geldiklerini, hatta Napoli Belediyesi’nin Ankara şehrine armağanı olduğunu, kimi de Viyana’dan getirildiklerini anlatmış, yazmış ve bu yalan-yanlış bilgi dilden dile, kulaktan kulağa, metinden metine aktarılmış, taşına taşına tam 94 yıl böyle günümüze kadar gelmişti...

Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda, hemen hemen buraya kadar olan 94 yıllık hikayenin tümünü biraz eksik, biraz fazla biliyor olsam da, aklımı kurcalayan esas soru, nereden geldikleri, kimin eseri olduklarıydı. Araştırmalarım sırasında internet ortamında Lyon Belediye Kütüphanesi Arşivinde bulduğum fotoğrafçı Louis Froissart (1815-1936) tarafından 1858 yılında çekilmiş bir fotoğraf, bir dönüm noktası oldu benim için, ondan sonrası da çorap söküğü gibi geldi zaten.

1871 yılında yangınla yerle bir olan Fransa’nın Lyon Kentindeki Eski Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme. Günümüzdeki mevcut Célestins Tiyatrosu 1871 yangınından sonra 1877 yılında yeniden yapılmış olan binada hizmete devam etmektedir. Kaynak: Lyon Belediye Kütüphanesi Koleksiyonu, Envanter No: P0546 S 0093. 21 x 27 cm. boyutlarında cam negatif.

 

Araştırmalarım sırasında Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin tarzında çok fazla anıtsal çeşme fotoğrafı ile karşılaşsam da onun bu kadar benzeriyle ilk kez karşılaşmıştım, sonrasında da bir tane daha bulamadım zaten. Bugün artık yerinde yeller esiyor olsa da Fransa’nın Lyon kentinde Célestins Tiyatrosu’nun önündeki küçük meydancıkta bulunan bu anıtsal çeşme, Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin kardeşiymiş meğer. Elbette tıpa tıp aynı değiller, nedenini daha sonra açıklamaya çalışacağım gibi üretim tekniğinden dolayı ortaya çıkan farklılıkları göz ardı edersek eğer, anıtsal çeşmenin ana figürü olan heykeller her iki çeşmede de aynı, bu nedenle de kardeşler, “benzersiz” değiller, ancak bir başka örnekleri olmadığı için artık “eşsizler” Hele de Lyon’daki anıtsal çeşmenin artık tamamen yok olduğunu hesaba katarsak, Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi” Dünya’da bir benzeri daha olmayan eşsiz (unique) bir eserdir diyebiliriz rahatlıkla.

 

Fotoğraftan da anlaşılacağı gibi Célestins Tiyatrosu’nun önündeki çeşme Ankara’daki kardeşine göre daha sadedir; üstteki su haznesi ve alttaki kaidesi daha küçük ve yalındır, alt kaidesinin etrafında Eroslar da yoktur. Heykeller direkt olarak silindirik bir kaideye oturmaktadır.

Eski Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme ile Ankara Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar

ve Dionysus Çeşmesi arasındaki benzerlik.

 

Célestins Tiyatrosu, Saône nehri kıyısındaki Celestine Manastırı’nın (1407-1789) yerine inşaa edilerek 9 Nisan 1792’de Célestins Varyete* Tiyatrosu olarak çalışmaya başlamıştı.
*Varyete, birbirleri arasında ilişki bulunmayan şarkı, dans, hokkabazlık, temsil gibi tiyatro oyunlarının yer aldığı gösterilerdir ve özellikle müzikallere ve skeçlere yer verilir.

Lyon Eski Celestins Tiyatrosu, 1792

 

















Tiyatronun önündeki meydana 1858’de yerleştirilen çeşmenin tasarımını Fransız heykeltraş ve dekoratör (ornamentalist) Michel Joseph Napoléon Liénard (1810–1870), heykellerini ise yine Fransız olan heykeltraş Mathurin Moreau (1821-1912) yapmış, çeşmenin demir dökümlerini ise Val d’Osne Sanat Dökümhanesi gerçekleştirmişti. Doğal olarak Ankara’daki “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin yaratıcıları da, bu iki Fransız heykeltraştır; Michel Liénard ve Mathurin Moreau. Üreticisi de Fransız Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’dir. Anlaşılacağı gibi, Ankara’daki “Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi” ne Milano’dan ya da Napoli’den, ne de Viyana’dan gelmemişlerdi, çeşme Fransa’dan gelmişti, ya da getirilmişti...

Lyon Celestins Tiyatrosu yangını, 25-26 Mayıs 1880














 

Lyon Célestins Tiyatrosu, 1871 yılında çıkan bir yangında tümüyle harab olmuş, onun yerine 1873 yılında açılan bir yarışmayı kazanan Fransız mimar André Gaspard’ın projelendirdiği bugünkü tiyatro binası inşaa edilmiş ve 1 Ağustos 1877’de açılışı yapılmıştı. Ancak bina, 1880 yılının Mayısında, 25’i 26’ya bağlayan gece çıkan bir yangın sonucu tekrar harab olmuş ancak André Gaspard aynı projeyle binayı tekrar inşaa ettirmişti. Bugün de faaliyetini sürdüren Célestins Tiyatro binası 2002-2005 yılları arasında büyük bir bakım ve onarımdan geçirilmişti.

Lyon Celestins Tiyatrosu, 1898


Lyon Celestins Tiyatrosu, 1900

Lyon Celestins Tiyatrosu, 1901-1902



Lyon Celestins Tiyatrosu, 2015
Tiyatro’nun önündeki “Dionysos Çeşmesi” günümüzde artık yok, akıbeti hakkında bir bilgiye de ulaşamadım, ne zaman kaldırıldığına da...
Ancak gördüğüm 1930 tarihli bir fotoğrafta çeşme yerinde durmaktaydı.

26 Mayıs 1880’de yanan ancak onarılarak tekrar açılan Célestins Tiyatrosu ve önündeki Anıtsal Çeşme, 1930. Kaynak: La Mougeotte Nº 50 Infolettre du reseau international de la fonte d'art (Uluslararası sanat döküm ağından haber bülteni) Aralık 2013, s.7


Lyon Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme günümüzde artık maalesef yok, 1930 tarihli fotoğrafta yerinde duran çeşme daha sonra 1957 yılında kaldırılmış. Ancak “Archives de Lyon” adlı bir sosyal paylaşım sitesinde karşılaştığım yeni bir fotoğraf Lyon Célestins Tiyatrosu önündeki çeşmenin

14 Mayıs 1957 tarihinde kaldırılmadığını, yıkıldığını göstermekte.

Fotoğrafta çeşmenin tekrar kullanılmak üzere başka bir yere taşınmadığı çok açıkça görülmekte, heykel çelik bir halatla bağlanarak devriliyor. Zaten fotoğrafın altındaki anlatımda da “démolition” deniyor, yani yıkım... Paylaşımın altında yapılmış yorumlardan Lyon Célestins Tiyatrosu önündeki Çeşme’nin akıbetinin, haddehaneye gönderilerek, eritilip tekrar cevhere (demir) dönüştürüldüğü anlaşılmakta. Tabii ki sanat dendiğinde adı ilk sıralarda anılan Fransa gibi bir ülkede bir sanat eserine karşı böyle bir tutum izlenmesi garip geldi bana. Biz bile her ne kadar ordan oraya sürüklesek de, belki de kıyamamış, gün gelir tekrar kullanırız diyerek muhafaza etmişiz. Gerçi bu endüstriyel üretim Anıtsal Çeşmelerin sanat eseri olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu olsa da sonuçta onları üretenlerin bir heykeltraş oldukları gerçeğini asla unutmamak gerekir. Yazının önceki kısımlarında Ankara Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi’nin “benzersiz” değil, “eşsiz” olduğunu belirtmiştim. Lyon Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme’nin akıbetini öğrendikten sonra artık rahatlıkla diyebilirim ki, Ankara Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi, hem “benzersiz”  hem de “eşsiz”dir.

Fransa’nın Champagne-Ardenne bölgesinde Haute-Marne ilinin Osne-le-Val isimli bir köyü, özellikle 19. yüzyılda demir döküm sanayiinde önemli bir merkez haline gelmişti. 1835’te Jean-Pierre Victor André’nin kurduğu Val d’Osne Sanat Dökümhanesi, kısa sürede Fransa’da döküm sanatının en büyük merkezi haline gelmiş, Paris’te de bir showroom açarak André, Barbezat et Cie.(A.Ş.) ve Ducel olarak birleşmişlerdi.



Val d’Osne Sanat Dökümhanesi

























 

Şirket Ulusal fuarlarda (1834 Paris 8. Fuarında Bronz, 1839 Paris 9. Fuarında Gümüş ve yine 1844 ve 1845 Paris Fransız Endüstri Fuarında Altın olmak üzere) çeşitli ödüller almıştı. Ayrıca 1851 Londra Dünya Fuarı, 1855 Paris Dünya Fuarı, 1875 Santiago Dünya Fuarı, 1879 Melbourne Dünya Fuarı gibi Uluslararası Fuarlara da katılmış, 1855 Paris Fuarı’nda bir Altın Madalya, 1878 Paris Fuarı’nda birincilik ve iki Altın Madalya, 1889 ve 1900 Fuarlarında ise Jüri üyesi olmuş ve yarışmaya katılmamıştı. Val d’Osne Sanat Dökümhanesi, Albert-Ernest Carrier-Belleuse (1824-1887), Mathurin Moreau (1821-1912), Jean-Jacques Pradier (1790-1852) ve Michel Joseph Napoléon Liénard (1810–1870) gibi birçok önemli Fransız heykeltraşı ile işbirliği yapmıştı.

Val d’Osne Sanat Dökümhanesinin Ürün kataloğu

Dökümhane, tüm bu sanatçıların tasarladığı çeşitli şehir mobilyalarının, anıtsal çeşmelerin (fıskiyeli havuzlar), hayvan heykellerinin, büyük heykellerin, parklardaki bankların, meşalelerin, saatlerin, selsebillerin, sokak aydınlatma elemanlarının, parmaklıkların, balkon korkuluklarının ve bahçe vazolarının dökümlerini yapmışlardı. Dökümhane, 1970’lere kadar üretim yapmış, sonra üretimini durdurmuştu.

 Michel Liénard genel olarak anıtsal çeşmenin tüm tasarımını yaparken, Mathurin Moreau ise o anıtsal çeşme tasarımı içinde yer alan ana heykellerin tasarımını yapmaktaydı. Ana heykellerin dışında kalan, dekoratif elemanların, garlandlar gibi, fıskiye ağızları gibi, anıtsal çeşmenin büyük su haznesi gibi ve tüm bunların üzerindeki çiçekti, böcekti, aslandı, balıktı gibi süsleme elemanlarının tümünü de Michel Liénard üstlenmişti. Kısacası bu anıtsal çeşmelerin üretiminde iki sanatçının kollektif çalışması söz konusuydu.

Mathurin Moreau (1821-1912)


Michel Liénard’ın (1810–1870)
eskizlerinden bazı örnekler

 

Heykel gibi bağımsız parçalar tek başına çalışılıp dökümü yapılarak satışa sunulurken ve o nedenle de farklılık göstermezken, anıtsal büyük çeşmelerde sistem farklıydı, Mathurin Moreau’nun ya da bir başka heykeltraşın bağımsız olarak hazırladığı ve kalıplanarak dökümü yapılmış heykeller, Michel Liénard tarafından yine önceden dökümü yapılmış ya da yeni tasarlanmış ve dökümü yapılmış başka parçalar ile bir araya getirilerek ortaya heykelleri aynı, ancak bütünde farklı anıtsal çeşmeler çıkabiliyordu. İşte bu nedenledir ki, Ankara’daki ile Lyon’daki anıtsal iki çeşmenin heykelleri aynı olsa da, gerek haznesi, gerek kaidesi, gerek fıskiyesi ve fıskiye ağızları farklılık göstermişti.

Val d’osne Sanat Dökümhanesinin deposu, daha önce dökümleri yapılmış farklı elemanlar birleştirilmek üzere stoklanmış durumda.

 

Bazı eski fotoğraflarda Val d’osne Sanat Dökümhanesinin deposunun, daha önce dökümleri yapılmış farklı elemanlar birleştirilmek üzere stoklanmış durumda görülmektedir.

Büyük bir ihtimalle parçalar gözün göremeyeceği bir şekilde içerden vidalanmak suretiyle birleştirilebiliyor ve geri sökülebiliyordu. Aynı heykel ya da heykel gurubu, hem anıtsal bir çeşmede, hem de başka, örneğin bir bahçe aydınlatma elemanında da veya tamamen bağımsız heykeller olarak kullanılabiliyordu. Bu da tamamen o sokak mobilyalarını mevcut malzemelerden yararlanarak meydana getiren tasarımcının hayal gücüne ve yaratıcılığına kalmıştı.

1880-81 Melbourne Uluslararası Fuarında Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin ürünü bir heykel.

 


















Bazı kaynaklarda, Türkiye’nin Val d’Osne Sanat Dökümhanesi ile tanışıklığının aslında daha eskilere, Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanmakta olduğu ve onlara ait bazı ürünlerin, özellikle İstanbul’da günlük yaşantımız içerisinde rahatlıkla görülebildiği belirtilmektedir.

 

Söz konusu kaynaklar, bunların en ünlüsünün Fransız Heykeltraş Isidore Jules Benheur’un Kadıköy’ün simgesi haline gelmiş meşhur “Tokuşan Boğa” heykeli ve onun kardeşi olan, Beylerbeyi Sarayı Büyük Havuzu kenarındaki “Kükreyen Boğa” heykelleri olduğu belirtilmekte, her ikisinin de Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümlerinin yapılmış olduğunu belirtmektedir. Evet söz konusu Isidore Jules Benheur’un “Tokuşan Boğa” ve “Kükreyen Boğa” heykellerinin Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümü yapılmış kopyaları da vardır, üstelik dünyanın birçok yerinde, hatta Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin kataloğunda da 118 kod numarası ile kayıtlıdır. Ancak tek bir farkla ki, o kopyalar Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümü yapıldığı için demir dökümdür, İstanbul’daki iki kopya ise, bronz dökümdür ve genellikle de imzalıdır. Kadıköy’ün Tokuşan Boğa’sı Fransa’da Thiébaut Frères Fondeurs (Thiébaut Kardeşler Dökümhanesi) tarafından bronz olarak dökülmüştür. Demir döküm heykellerin zamanın tahribatına, korozyona açık oldukları bir gerçektir, bronz heykeller ise onlara göre daha dayanıklı ve bu yüzden de daha değerlidirler.


Isidore Jules Bonheur (1827-1901)

Isidor Bonheur, Tokuşan Boğa 1878

Sultan Abdülaziz’in 1867 yılında yaptığı Avrupa Seyahati sırasında Paris Uluslararası Sanat ve Endüstri Fuarı’nda görüp, beğenip sipariş vererek İstanbul’a getirttiği, 12 tanesi bronz, 10 tanesi mermer hayvan heykeli ve 8 tane bronz vazo 2 tane mermer frizden oluşan bir koleksiyonun içerisinde yer alan Kadıköy’deki Tokuşan Boğa heykelinin kaidesinde yaptığı hayvan heykelleri ile tanınan bir Fransız heykeltraş olan (Pierre Louis Rouillard 1820-1881)P. Rouillard imzası görünür, ancak heykelin asıl sanatçısı olan Isidore Jules Bonheur’dur ve onun da imzası bulunur. 1840-1881 yılları arasında Paris’te Güzel Sanatlar Akademisi’nde Profesör olarak görev yapan Pierre Louis Rouillard, Isidore Jules Bonheur’un da dahil olduğu bir heykeltraşlar ekibinin ( Louis Joseph Doumas, Hippolyte Heizler, Louis Joseph Leboeuf, Paul Edouard Delabriere gibi) başkanlığını yapmaktadır, yöneticisidir. İlginç olan, o dönemin anlayışına göre heykellere sadece yöneticinin adı yazılırken, o lütfetmiş ve eserin gerçek sahibi olan Isidore Jules Bonheur’un adının da eserlin altında olmasına izin vermiştir. Aynı zamanda kaidede F. du par V..(?) THIÉBAUT yazısı görülür ki, bu da heykelin bronz dökümünün yapıldığı Thiébaut Frères Fondeurs’un (Thiébaut Kardeşler Dökümhanesi) imzasıdır. Ve son olarak bu imzanın en sonunda da Paris 1864 yazıldığı görülür.  Fotoğraflar: Levent Civelekoğlu


1865 “Paris Salon” Sanat Sergisinde, Isidore Jules Bonheur’un
Tokuşan Boğa (solda) ve Kükreyen Boğa (karşıda) heykelleri




















Kadıköy’ün “Tokuşan Boğa”sı ile ilgili daha fazla ayrıntı için:
ve

linklerine bakabilirsiniz.


Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin Anıtsal Çeşmeleri içerisinde birisi vardır ki; O belki de Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin en çok bilinen, bilinmesi gereken ürünü olmayı hak etmektedir.

Söz konusu olan Anıtsal Çeşme, Tazmanya’dan Tacna’ya, Hyéres’ten Cenevre’ye, Quebec’den Liverpool’a, Lizbon’dan Boston’a, Troyes’ten Maipú’ya, Kahire’ye, yedi kıtanın altısında boy göstermekte, ilgi görmekte, el üstünde tutulmakta, sevilmekte ve değeri bilinip korunmaktadır.

Anıtsal Çeşmesi’nin Val d’Osne Katalogunun 554. levhasında yer alan Mathurin Moreau imzalı çizimi. Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889

 

Dünyanın değişik kentlerine dağılmış olan Anıtsal Çeşmelerin hemen hepsi gayet bakımlı vaziyettedirler. Arjantin’in Maipú kentinde, Fransa’nın Pays de Loire Bölgesi’nde Angers’te, Cote d’Azur bölgesi’nde Hyéres’te, Champagne-Ardenne bölgesi’nde Troyes’te, Bordo’da Comédie meydanında, Girondo bölgesindeki Soulac-sur-Mer sahil kasabasında, Peru’nun Tasca kentinde, Kanada’da Quebec’te Parlamento’nun karşısında Tourny Çeşmesi adıyla, Lisbon’da Pedro ya da Rossio meydanında, İngiltere’de  Liverpool Steble Anıtsal çeşmesi adıyla yer alan çeşmelerin hepsi Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın birlikte gerçekleştirdikleri Anıtsal Çeşme’nin birer kopyasıdır, Bu çeşmenin bir kopyası da İsviçre’nin Cenevre kentinde “İngiliz Bahçesi”nde yer almaktadır. Anıtsal Çeşme 1855’de düzenlenen bahçeye, 1862’de yerleştirilmiştir.

İsviçre Cenevre İngiliz Bahçesi’ndeki Val d’Osne Anıtsal Çeşmesi. Kaynak: “La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique” David Ripoll, Cenevre şehri, Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, s.2


İki katlı bu çeşmenin ilk katını oluşturan kaidesindeki dört ana heykelin ikisi Yunan Deniz tanrısı Poseidon (Roma mitolojisindeki karşıtı olan Neptune) ve karısı Amphitrite’yi tasvir ederken, diğer ikisi birbirlerine olan aşkları ile bilinen Su Perisi Galatea ile ölümlü Acis’i tasvir eder.
Alexandre Charles Guillemot (1786-1831) Acis ve Galatea, 1827
Tuval üzerine yağlı boya, 146 x 11 cm.
Özel Koleksiyon

Anıtsal Çeşmesi’nin Val d’Osne Katalogunun 552. levhasında yer alan Mathurin Moreau imzalı çiziminde, kaideyi oluşturan heykeller. Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889

 

İsviçre Cenevre İngiliz Bahçesi’ndeki Val d’Osne Anıtsal Çeşmesi’nde Acis ve Galatea detay.
Kaynak: “La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique” David Ripoll, Cenevre şehri,

Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, s.14


Cenevre “İngiliz Bahçesi” Parkındaki Anıtsal Çeşmeden bir Detay (Galetea ve Acis)

Val d’Osne bu Anıtsal Çeşme ile 1855 Paris Uluslararası Fuarı’na katılarak Altın Madalya kazanmıştı. Osmanlı döneminde 1854-1863 yılları arasında Mısır’ın son Valiliğini yapmış olan Said Paşa da, Paris 1855 Uluslararası Fuarı’na gezerken bu çeşmeyi çok beğenmiş ve Kahire’ye içme suyunun getirilmesini kutlamak adına satın almıştı.

Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin ilk kopyası ya da orijinali bugün, Kahire Al-Tahra Sarayı bahçesindedir. 8 metre çapındaki havuzun etrafında su püskürten 8 Puttodan bugün sadece iki tane kalmıştır. 

Böylelikle çeşmesinin ilk kopyası ve bir anlamda orijinali böylelikle Kahire’ye götürülmüştü. Çeşme bugün, Kahire’de Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kız kardeşi Prenses Amine için İtalyan mimar, mühendis, şair ve müzisyen Antonio Lasliac tarafından projelendirilmiş olan Al-Tahra Sarayı’nın bahçesindedir. 8 metre çapındaki havuzun etrafında su püskürten 8 Putto’dan bugün sadece iki tane kalmıştır.

Fransa Bordo’da Comédie meydanında Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinden iki adet kopya varmış, O Anıtsal çeşme’lerden biri,
günümüzde Kanada’da Quebec’te, diğeri ise Güneybatı Fransa’da Soulac-sur-Mer sahil kasabasında. 
3 Haziran 1868’de Gardner Brewer isimli Boston’lu zengin bir iş adamının Boston’a hediye etmiş olduğu, Bordo’daki ve Lyon’daki Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın
Anıtsal Çeşmesinin kopyası, halen Boston’dadır. 
Lisbon’da Portekiz’in IV. Pedro adıyla Kralı ve aynı zamanda I. Pedro adıyla da Brezilya İmparatoru’na adanmış olan IV. Pedro ya da Rossio meydanındaki Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin kopyası.
İngiltere Ulusal Miras Listesine alınmış olan Liverpool Steble Anıtsal çeşmesi, kentin 1845-47 yılları arasında Belediye Başkanlığını yapmış olan Richard Fell Steble’nin bizzat 1000 £ (pound) (2016 rayiçleriyle 80.000 £, yaklaşık 330.000 TL) ödeyerek şehre hediye ettiği ve 1879’da açılışı yapılan Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin kopyası olan çeşmenin yüksekliği 9.1 metredir.
Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin bir başka kopyası, İsviçre Cenevre’de “İngiliz Bahçeleri” Parkındaki Anıtsal çeşme, 1855’de düzenlenen parka, 1862’de yerleştirilmiştir.
Avustralya, Tazmanya Launceston’da Prens Parkındaki Anıtsal Çeşmeden detay.
Anıtsal çeşme 1857’de parka yerleştirilmiştir. (Acis ve Galatea)

Lisbon’daki Rossio meydanındaki Anıtsal çeşme genel görünüm

Lisbon’daki Rossio meydanındaki Anıtsal çeşmeden detay (Neptune ve Amphitrite).

19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’nın Bordo kentinde, Bordo’ya emekleri geçmiş Nuly Baronu Louis-Urbain-Aubert de Tourny’nin anısına adı verilen Tourny Caddesinde aynı çeşmeden iki adet yerleştirilmişti. Bakım ve onarım maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle 1960 yılında kaldırılan iki çeşme restore edilerek saklanmıştı. 2003 yılında çeşmelerden birisi kumaş ve dekoratif ürünler üzerine faaliyet gösteren Kanada’lı bir firma olan Maison Simons tarafından dört milyon Kanada Doları (8.671.200 TL) harcanarak Quebec şehrinin 400.yılı anısına Quebec Parlemento Binasının karşısındaki parka yerleştirilmiş ve açılışı da 3 Temmuz 2007’de yapılmıştı. Çeşme, Nuly Baronu Louis-Urbain-Aubert de Tourny adına ithafen Quebec’te de Tourny Çeşmesi olarak anılmaya devam etmektedir. Diğer ikinci ve daha kötü kondisyondaki eşi ise, güneybatı Fransa’da Girondo bölgesindeki Soulac-sur-Mer sahil kasabasına verilmişti.    

Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin
Kanada’da Quebec’teki kopyası, Tourny Anıtsal Çeşmesi.


Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın Anıtsal Çeşmesinin
Fransa’da Soulac-sur-Mer sahil kasabasındaki kopyası, Tourny Anıtsal Çeşmesi
















Boston Brewer Anıtsal Çeşmesinden bir Detay (Acis ve Galatea)

Yazının daha önceki bölümlerinde anlattığım gibi heykeltraşlar bu Anıtsal çeşmeleri oluşturan her bir ögeyi ayrı ayrı tasarlamışlardır. Bu Anıtsal Çeşmeyi oluşturan ana heykeller de aynen bu şekildedir, ayrı ayrı da kullanılabilecek şekildedirler. Val d’Osne bu dört heykelden ikisini, Acis ve Galatea’yı başka bir kompozisyonda da bir araya getirmiş, yeni bir ürün ortaya koymuşlardı;


Bordeaux-Bouliac Chateau du Pian 

Bouliac, Chateau du Pian bahçesinde havuz başında Acis ve Galatea 

Bouliac, Chateau du Pian bahçesinde havuz başında Acis ve Galatea

Bouliac, Chateau du Pian bahçesinde havuz başında Acis ve Galatea

Bouliac, Chateau du Pian bahçesinde havuz başında Galatea





























































Acis ve Galatea heykelleri bağımsız olarak Fransa’nın Bordeaux kenti yakınlarındaki Bouliac’ta Chateau du Pian’ın bahçesinde bir havuz başında Sicilya kayalıklarında söyledikleri tatlı şarkılarıyla denizcileri kandırıp başlarını belaya sokan, yarı kuş, yarı kadın Siren heykelleri ve yine demir döküm vazolar ile birlikte 10 x 6,5 m. boyutlarındaki büyükçe taş bir havuzun kenarında sırt sırta kullanılmışlardı.


Peki bu Altın Madalya ödüllü

Anıtsal Çeşme ile Ankara’nın bağı nedir? 

Ne şekilde, ne zaman ve ne vesile ile geldiklerini bilinmese de bu ünlü Anıtsal Çeşmenin heykellerinden ikisi, Acis ve Galatea’nın yolu bir şekilde Ankara’ya düşmüştü. 145 cm. uzunluğunda, 125 cm. yüksekliğindeki Acis ve Galatea’nın tekil ve bağımsız heykelleri Ankara’da ilk kez, Atatürk Orman Çiftliği’nde, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1931 yılında halkın kullanımına açık ve Karadeniz haritası biçiminde yaptırılan havuzun kenarında Karadeniz ile Azak Denizi’ni ayıran Kerç boğazının iki yakasında yüzyüze bakar pozisyonda konumlandırılmış olarak görülmüşlerdi.



İki heykel, eğer diğer çeşmeler ile aynı tarihlerde gelmişlerse, Karadeniz Havuzu öncesinde nerede kullanıldıkları hakkında her hangi bir kayıda ulaşamadım.


Atatürk Orman Çiftliği Karadeniz Havuzu ve Berç Boğazının iki yakasında Acis ve Galatea heykelleri.

Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Havuzun kenarına bu heykellerin konması fikri Atatürk Orman Çiftliği’nin ve Bira Fabrikası’nın da tasarımcısı olan 1927-1940 yılları arasında Türkiye’de yaşamış, Avusturya ve İsviçre kökenli mimar Ernst Arnold Egli’nin (1893-1974) fikriydi ve Mustafa Kemal Atatürk’e o tavsiye etmişti.

Atatürk Orman Çiftliği Karadeniz Havuzu ve Berç Boğazının iki yakasında Acis ve Galatea heykelleri.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi
Atatürk Orman Çiftliği Karadeniz Havuzu ve Berç Boğazının iki yakasında Acis ve Galatea heykelleri. Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

Karadeniz havuzu, Ankara halkının yüzebileceği, su sporları ile uğraşabileceği, kürek çekebileceği ve etrafında güneşlenebileceği bir havuz olarak düşünülmüş ve yapılmış, daha öncesinde daha küçük olarak 1926 yılında inşaa edilen ve bugün Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi içerisinde kalan Marmara havuzu ve havuz kenarındaki Marmara Köşkü (Köşkün yıktırılıp yeniden yaptırıldığını biliyor ancak havuzun akıbetini bilmiyorum) Ankara halkına bir araya gelerek sosyalleşebilecekleri bir dinlence alanı sağlamıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında hafta sonları kentlilerin dolup taşırdığı Marmara Havuzu’nda Riyaset-i Cumhur Orkestrası, ayrıca da Klasik Türk Müziği ve Batı Müziği konserleri verilirdi.





Daha sonra yaklaşık 50’li yıllarda, Acis ve Galatea heykelleri Karadeniz Havuzu’ndan alınarak Gençlik Parkı’nın Opera girişinden büyük göletine kadar özellikle geceleri renk renk ışıklandırılan büyük fıskiyeler ve kaskatlar halinde inen uzun ve bitim noktasındaki kaskatlara dik olarak ve göletle arasında on metrelik bir boşluk bırakacak şekilde inşaa edilen devridaim havuzunun sağ ve sol kenarına, birbirlerine bakar bir vaziyette  ve gelen ziyaretçilere doğru oturtulmuşlardı.




Gençlik Parkı’nın özellikle geceleri renk renk ışıklandırılan,
fıskiyeli kaskatlı havuzunun kenarında Galatea

Gençlik Parkı, arkada büyük gölet ve çiçekler arasında Galatea

Gençlik Parkı ve Galetea






































Acis ve Galatea Heykelleri Gençlik Parkı kaskatlı havuzun bitiminde, 1976.

Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi


Uzun yıllar bakımsız kalan Gençlik Parkı, 2005 yılında tekrar ele alınıp baştan sona yenilendiğinde Belediye tarafından, havuz kenarından kaldırılarak, çok da görünmeyecek bir noktaya, Gençlik Parkı içerisindeki eski Sağlık Müzesi’nin önüne taşınmışlar, adeta mâkus talihleri ile başbaşa bırakılmışlardı.

Ankara Gençlik Parkı’ndan bir Detay (Acis), Fotoğraf: © Ahmet Soyak














Galatea detay, fotoğraf © Ahmet Soyak 

Ankara Gençlik Parkı’ndan bir Detay (Galatea), Fotoğraf: © Ahmet Soyak















Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Acis, Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Acis, Fotoğraf: © Ahmet Soyak



Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Acis, Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Galatea, Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Galatea, Fotoğraf: © Ahmet Soyak

Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde Galatea, Fotoğraf: © Ahmet Soyak










































































Dünyanın her yerindeki kardeşleri son derece titizlikle ve itina ile korunur hatta Ulusal miras listelerine alınırken, bizim bu sanat eserlerine reva gördüğümüz durum gerçekten de içler acısıdır.

Acis ve Galatea Heykelleri Gençlik Parkı eski Sağlık Müzesi önünde, bakımsızlıktan ve ilgisizlikten çürümeye başlayan, paslanmış bedeni ve yine paslanmaktan neredeyse kopacak olan ayağı ile Acis ve hemen hemen aynı durumdaki Galatea Heykelleri’nin son görüntüleri.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Eylül 2013

Eski Sağlık Müzesi bir zamanlar içerisinde kavanozlar içinde ceninlerin, kesik parmakların ve çocuklukta dehşet içinde izlenen insan iç organlarının sergilendiği, dışarısında da mekanik ve ışıklı iç organ diyagramlarının olduğu sağlık üzerine uzmanlaşmış bir Sağlık Müze’siyken Demokrat Parti döneminde kapatılmıştı. Gençlik Parkı’ndaki bu küçük sevimli bina bugün Gençlik Parkı İdare Amirliği Binası olarak kullanılmaktadır.

 

Ankaralı sevgili dostum Ahmet Soyak, takibi bırakmaz, her fırsatta Ankara’nın tarihi değerlerinin takipçisi olur, bu fotoğrafları çektiğinde 2013 yılının Eylülü idi, Mayıs 2017’de Acis ve Galatea heykellerini yerlerinde tekrar ziyaret etmiş ve belgelemişti son durumlarını ve bana küçük bir not ile iletmişti;

 

“Bugün ziyaret ettiğime pişman oldum. İlk 1931 yılında Karadeniz havuzunda görüldüler. Acis'in arkasından koca bir parçası kırılmış ve düşmüş... Önceden bu binanın üstünde " ‘İdare Binası’ yazardı, şimdi levhası gitmiş ve kapısına kepenk kapatılmış. Yalnızlığa mahkum edilmiş...” 27.05.2017, Ahmet Soyak.


Ahmet Soyak, yapmış olduğu bir ziyaretinde,
Galatea ve Acis’in içler acısı son durumunu belgelemişti;


Eski Sağlık Müzesi Binası’nın önünde artık Acis ve Galatea yer almıyor.

Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020

 

Geçtiğimiz yıl tekrar ziyaret etmiş ve artık Acis ve Galatea heykellerinin yerlerinde olmadığını tesbit etmişti Ahmet Soyak, bu yazı vesilesi ile yaptığımız görüşmeden sonra tekrar gitti Ağustos ayı içerisinde ve yine yerlerinde olmadıklarını tesbit etti. Kısacası Acis ve Galatea heykellerinin akıbetleri şu an meçhul. Bakım için mi yerlerinden alındılar, onarılıp tekrar yerlerine, ya da başka daha uygun bir yere mi yerleştirilecekler bilemiyoruz. Bekleyip göreceğiz...

 

Ankara’da varlığı bilinen Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde üretilmiş heykeller, anıtsal çeşmeler bunlarla sınırlı değildir.

 

Ruşen Eşref Ünaydın, “Atatürk’ü Özleyiş” adlı kitabında Su Perileri Havuzu ile ilgili bilgi verirken, aynı sıralarda getirilmiş, daha küçük olan Nemfos*lar havuzundan da bahsetmektedir. Bir süre Çankaya köşkünün bahçesinde durduklarını söylediği küçük havuz, Avusturyalı mimar Theodor Jost’un projelendirdiği, 1926-27 yılları arasında inşaatı tamamlanan Sıhhiye Vekaleti önündeki küçük meydana yerleştirilmişti gerçekten de.

Theodor Jost daha sonra, Sıhhiye’deki Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Etlik Bakteriyoloji Enstitüsü’nü de projelendirmişti.

* Nemfos: eğer bu kelime Nymhos’dan evrilmişse, bunun bile ne Yunan/Roma mitolojisinde ne de başka bir dilde karşılığı yoktur.

 


“Nemfos” Havuzu Sıhhiye Meydanı’na ilk yerleştirildiği dönem. Henüz Havuzun ve heykel kaidesinin bezemeleri yapılmamış, çevresi düzenlenmemiş. Sağ tarafta olması gereken Sağlık Bakanlığı binası görülmediğine göre havuz bakanlık inşa edilmeden önce, Su perileri Havuzu ile aynı zamanlarda,
1926 yıllında buraya yerleştirilmişti. Fotoğrafta belki de en dikkat çekici ayrıntı, havuzun etrafında havuzu inceleyen Ankaralıların arasında şaşkınlıkla heykelleri izleyen kepeneği sırtında bir çobandır.
Belki de o çoban, İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Radyo Evinin karşısına denk gelen, günümüz Ankara Adliyesi’nin yer aldığı İncesu Deresi’nin kenarındaki otlar, küçük bodur bitkiler ve sazlarla kaplı Çaputçu Çayırı’nda koyunlarını yaylamış, merakına yenik düşüp uzaktan gördüğü bu çıplak küçük çocuk heykellerini bir de yakından izlemek istemişti.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi


Ruşen Eşref Ünaydın, Yunan ve Roma mitolojilerindeki genellikle su ile ilişkili küçük kadın doğa tanrıçaları (perileri) için kullanılan Nymph isminden hareketle Nemfos sözcüğünü türetmiş olmalıdır. Ruşen Eşref Ünaydın, bir başka eserinde de;

“Kır ilahlarını, Pan’ı, İhtiyar Silven’i ve Nemfosları bilen tanıyan kimse de bahtlıdır!” (5) diyerek Nemfos deyimini bir kez daha kullanmıştı.

 

5: Ünaydın, Ruşen Eşref, Bütün Eserleri XII.Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları,

Ankara, 2000, s.38

Ankara Araştırmaları Dergisi 2015, 3(1), Sf:119, “Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950”
Mehtap Türkyılmaz makalesinde, “Nemfos figürlü fıskiyeli havuz Sağlık Bakanlığı önünde, 1927.
Kaynak Korkut Erkan Koleksiyonu” notu ile paylaşılmıştır.


Zafer Meydanı’ndan Ulus’a doğru bakıldığında Atatürk Bulvarı ortasındaki refrüjün tam Sıhhiye Vekaleti (sağda) karşısına denk gelen noktasında “Nemfos Havuzu”.
Geri planda görünen heybetli bina, 1924-25 yılları arasında inşaa edilmiş olan
Ankara Numune hastanesidir.





Fotoğraflar takip edildiğinde geçen zaman içerisinde ağaçların nasıl büyüdükleri ve
havuzun bir alttaki fotoğrafta artık görünmeyecek hale geldiği ağaçların arasında kaybolduğu görülebilmektedir.





1939 yılında Aziz Nesin’den, Sabahattin Ali’ye, Sait Faik’e birçok edebiyatçının ilk ürünlerini yayınlamış, Reşat Nuri ve Halide Edip gibi dönemin tanınmış yazarlarının bazı romanlarını ilk kez tefrika etmiş olan dönemin dergilerinden, Yedigün Mecmuası’nda E. Şevket imzası ile yayınlanan bir yazıda;

“Yenişehir’deki tren köprüsünü geçer geçmez, manzara birdenbire değişti. Yeşil tablolardan mürekkep bir galeri ile karşılaştım. Muntazam yolun ortasına, iki yanına dikilmiş olan çamlar ve akasya ağaçları, bahar rüzgarı ile sallanıyorlar. Ağaç dalları arasındaki havuza, bebek heykellerden ince bir su, tatlı bir sesle akıyor.”(6)

 (6): Şevket, E., Ankara’da Bahar, Yedigün Mecmuası 322, Yedigün Matbaası,

İstanbul, 1939, s.16

Kenarları bezeli taş havuzu, yine bezemeli özel kaidesi, havuzu çevreleyen özenli bahçesi
ve demir çitleriyle “Nemfos” Havuzu Sağlık Bakanlığı önünde.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

“1940’lar Sıhhiye Sağlık Bakanlığı’nın önü. Fotoğraftakiler İçişleri Bakanlığı katiplerinden

Fuat Göknil ve eşi. (Turan Tanyer Arşivi)” notu ile;

Kaynak: “Su Perileri : Başkentin Kayıp Heykelleri” Uğur Duyan, İdealKent Sayı 4, Eylül 2011


Samsun 19 Mayıs Lisesi İzcileri Putti Havuzu önünde.
29 Ekim 1938
Fotoğrafın altında her nekadar Evkaf Bahçesi dese de bu fotoğrafın da yine Sıhhiye Vekaleti önünde olduğu söylenebilir. Zira II. Evkaf Apartmanı civarında bu büyüklükte bir bahçe mevcut değildir.





Tarihi kesin olmamakla birlikte belki de 50’lerin sonlarına doğru “Nemfos” Havuzu, Talatpaşa Bulvarı’nda Ankara Garı ile Gençlik Parkı’nın Gar kapısı ortasında kalan meydandaki dönel kavşağın ortasına taşınmıştı.

Alttaki fotoğrafta 1951 yılında inşaatına başlanılan ve 1960 yılında “B Otel” adıyla hizmete sokulan Ankara Orduevi ek binasının inşaatının henüz tamamlanmamış olduğu görülmektedir. Bu da yaklaşık olarak “Nemfos” Havuzu’nun 50’li yılların sonuna doğru kaldırıldığı düşüncemi doğrulamaktadır. Belki de fotoğrafta görünen Atatürk Bulvarı veya Sıhhiye Meydanı genişletme çalışmaları sırasında olabilir.

1955 Ankara İmar Planı kapsamında yapılan çalışmalar sırasında “Nemfos” Havuzu’nun Sağlık Bakanlığı önündeki belki de son görüntüsü. Mevcut kapasitesi ile ihtiyaca cevap veremeyen ve bu nedenle 1951 yılında ilave bina isteği yapılan Ankara Orduevi’nin bünyesinde “B Otel” adıyla 1960 yılında açılan ek tesis, inşaat aşamasında. Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

“Nemfos” havuzu’nun Ankara Garı karşısına taşınması sırasında, Sıhhiye Vekaleti önündeyken zeminden yükseltilmiş, taştan yapılmış olan havuzunun ve demir döküm heykelin oturtulduğu kaidenin zarif bir işçilikle yapılmış olan bezemeleri kaybolmuş, daha sıradan özensiz ve zemine tamamen gömülmüş beton bir havuzun ortasına yerleştirilmişti.
Aynı yere 1979’da, Ali Dinçer’in Belediye Başkanlığı döneminde, Belediye tarafından heykeltraş Metin Yurdanur’a sipariş verilerek yaptırılan, kuyruğu şahin başlı, kanatlı bir Hitit aslanı üzerine ters oturmuş stilize Nasrettin Hoca figüründen oluşan “Miras” isimli heykeli yerleştirilince de, “Nemfos” havuzu tekrar sökülmüş ve depolara kaldırılmıştı.
“Miras” - Metin Yurdanur, 1979
Uzun yıllar bir depoda kaderini bekleyen “Nemfos” Havuzu, yakın yıllarda nasıl olduysa hatırlanmış, tekrar gün ışığına kavuşmuş ve Yenişehir’de İzmir Caddesi’ndeki yaya arterinde tekrar Ankaralılarla buluşturulmuştu.

“Nemfos” Havuzu İzmir Caddesi’ndeki son yerinde. Fotoğraflar: ©Ahmet Soyak

Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016


Nemfos değilse peki,

bu havuz neyin nesiydi?


Fransızcası Nymphé olan Nymph sözcüğü, genç kız olan doğa tanrıları olarak tanımlanır, kesinlikle erkek ve çocuk değillerdir. Nymph, bazı Türkçe sözlüklerde Nemf veya Nimf olarak geçmektedir. Yeryüzünü ve denizleri dolduran çok sayıda, ölümsüz olmayan, tanrıların kimi zaman yiyeceği kimi zaman da içeceği olan, Homeros’un hoş kokulu olduğunu söylediği ve nektar adını verdiği “sonsuz hayat” iksiri ile, balımsı ambrosia ile beslendiklerinden uzun yaşayan çok güzel ve zarif dişi varlıklar olarak tanımlanmaktadır Nymph’ler.


Yaptığım araştırmalar sonucunda, anladım ki, Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Nemfos” diye adlandırdığı, genellikle çıplak olan, çok nadir olarak da kanatlı olabilen ve bu tombul erkek çocukları tekil olarak “Putto”, çoğul olarak da “Putti” olarak adlandırılmaktadırlar.

Meyve Garland*ı taşıyan Putto’lar,
Frans Synders (1579-1657) ve Sir Peter Paul Rubens (1577-1640)
Tuval üzerine yağlı boya, 116,8 x 203,2 cm.
Münih Eski Pinacotheca Müzesi Koleksiyonu
*Garland: genellikle festival gibi vesilelerle kullanılan dekoratif çelenk veya kordon
 

Uyuyan Putto, Léon Bazille Perrault, 1882































İncil Melekleri olan “Cherub”larla ya da arzunun, erotik sevginin, ve aşkın küçük melekleri “Eros”larla (veya Cupid) karıştırılmalarına rağmen, diğerleri ikinci dereceden melek sayılırken, özellikle Barok dönemde resim, heykel gibi sanatlarda kullanılan Putto’lar dinsel bir figür değillerdir ve dinsel olmayan tutkuları temsil ederler. Ayrıca, bazı kaynaklar 1400’lü yıllardan başlayarak İtalyan Rönesansı ile birlikte resim, heykel gibi sanat dallarında görülmeye başlayan Putto figürlerine çeşitli anlamlar yüklendiğini, eğer bir putto çiçeklerle birlikte tasvir edilmişse baharı, bir demet buğday ve küçük bir orak ile birlikte ise yazı, bir salkım üzüm ve kertenkele ile birlikte ise sonbaharı ve bir kaz ve asa ile birlikte ise de kış mevsimini ifade ettiği belirtmektedir.

Putti ve Yaz (Jacob De Wit)
Hollandalı sanatçı ve dekoratör Jacob De Wit’in (1695-1754) Putto’lar ve Dört Mevsimin Alegorisi, Yaz, Sonbahar, Kış, İlkbahar 











Putto ve Yaz

Putto ve Yaz

Yaz Panosu’nda Putto’lar.
Paris’teki Fountain de Grenelle ya da daha fazla bilinen adıyla (La fontaine des Quatre-Saisons)
Dört Mevsim Çeşmesi’nin 4 mevsim panosundan Yaz Mevsimi panosunun 1735-1745 tarihleri arasında Fransız heykeltraş Edmé Bouchardon (1698-1762) veya onun öğrencileri tarafından mermerden yapılmış 51,4 x 85,7 cm boyutlarındaki küçük bir kopyası. Metropolitan Sanat Müzesi Koleksiyonu.

İzmir Caddesi’nde bulunan Putti Çeşmesi’nin üst katındaki Putto’lardan birinin, bir buğday demetine sarılmış ve elinde küçük bir orak tutuyor olması da bu havuzun “Yaz Mevsimi” temasını işlediğinin en önemli göstergesidir. Dolayısıyla bu dökme demir heykel grubu ve çeşme Yaz mevsimini ve Buğday hasatını temsil etmektedir. Bu nedenledir ki, şu an İzmir Caddesi’nde umarım son yerlerini bulmuş olan bu güzel çeşmeye, bundan böyle Putto’lar havuzu ya da daha doğru bir söyleyişle,

Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”

demek farz olmuştur.

Ankara Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi” İzmir Caddesi’ndeki durumu ve tertemiz hiç kullanılmamış örneğin karşılaştırması. 94 yılın tahribatı çok açık bir şekilde görülebilmektedir.

Kaynak: ©Ahmet Soyak, Mart 2016 fotoğrafı ve janantiques.com/Lot/jac1897.php / Referans: A1987, Erişim tarihi: 25 Ağustos 2020


Yine yaptığım araştırmalar sırasında bu güzel Putti Yaz Havuzu’nun ilk katındaki dört Putto’nun Amerika’da Los Angeles’teki bir Fransız Antikaları ve Sanatsal Objeler Ticareti yapan Jan’s & Company Inc.’in ürün kataloğunda bulduğum fotoğrafları, Ankara’daki Putti’lerin bir zamanlar, Ankara’ya geldiklerinde, geçen uzun zamanın tahribatına uğramadan önce neye benzediklerini ve ne kadar güzel olduklarını gözler önüne sermektedir.

Ankara Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi” heykellerinin tertemiz hiç kullanılmamış örnekleri.

Kaynak: janantiques.com/Lot/jac1897.php / Referans: A1987, Erişim tarihi: 25 Ağustos 2020

Ayrıca söz konusu katalogda da bu heykel grubu, Putto olarak tanımlanmakta. Tüm gayretime rağmen ne yazık ki ikinci kattaki iki Putto ile ilgili bir kaynağa ulaşamadım.

Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”nin üst katında, Yaz mevsimini işaret eden, kucağında bir buğday demeti ve elinde orak ile Putto. Fotoğraflar: ©Ahmet Soyak, Mart 2016

Yaz mevsimini tasvir eden Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”nin alt katındaki figürlerde, birinci Putto diz çökmüş ve elinde bir kuş yuvası tutmaktadır.

Hasır şapka giymiş sırtı dönük ayaktaki ikincisi ise bir elinde çiçeklerden yapılmış bir taç tutmakta, diğer eliyle başaklara tutunmaktadır. Yine diz çökmüş olan bir üçüncüsü buğday başaklarından bir demeti kucaklamaktadır. Ayakta olan dördüncü pelerinli Putto ise bir eli belinde, diğer elinde harman döveni* ile buğday saplarına dayanmış olarak durmaktadır.

*Harman döveni (İng: flail, wheat thresher) eski zamanlarda biçilen buğday başaklarının sapıyla tanesini ayırmak için kullanılan bir el aleti. Bu antik el aleti günümüzde de bazı yerlerde hala kullanılmaktadır.






 

Eski zamanlarda biçilen buğday başaklarının sapıyla tanesini ayırmak için
kullanılan bir el aleti. Harman döveni (İng: flail, wheat thresher) 
 

Bu antik el aleti günümüzde de bazı yerlerde hala kullanılmaktadır.

Katalogda 1900 yıllarına ait bu heykel grubunun büyük bir ihtimalle Fransız Val d’Osne Sanat dökümleri ürünü olduğu söylenmektedir, ki bu tez yanlış değildir, zira Val d’Osne Kataloğunda bu Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi’nin iki çizimi vardır.

Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi’nin Val d’Osne Kataloğunun 559. levhasında yer alan çizimi. Bu çizimde alt kat Ankara’daki havuz ile aynı olmasına rağmen üst katı farklıdır.

Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889

Val d’Osne Sanat Dökümhaneleri, daha önce de ayrıntılı olarak bahsettiğim gibi, belirli bir grup Fransız heykeltraşının eserlerini kalıplayıp dökümlerini yaparak, onları farklı kullanımlarda başka elemanlarla bir araya getirerek çeşmeler, fıskiyeli havuzlar, sokak lambaları gibi çeşitli sokak mobilyaları, üretmiş olan bir kuruluştur.

Putti Yaz Çeşmesi’nin Ankara’daki versiyonunun Val d’Osne Kataloğunun

547. levhasında yer alan çizimi.

Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889


İzmir Caddesi’nde bulunan
Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”nin
Mart 2016 tarihinde Ahmet Soyak tarafından çekilmiş olan videosu aşağıdaki linktedir.

https://www.youtube.com/watch?v=GteQ0zpc7kQ


Gerek “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”, gerekse “Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi”ni adlarına yakışır ve anlamlarına daha uygun yeşil alanlar, parklar, bahçeler içerisinde yer almaları; mesela Anıtsal “Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”ni Ankara’daki su kültürüne en uygun bir yerde, Gençlik Parkı’ndaki kaskadlı havuzun aksında, havuzun bitip Göletin başladığı noktadaki platformda; küçük Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”ni belki Kuğulu Park’ta ya da Sıhhiye’deki Abdi İpekçi Parkı’nda görebilmek; “Acis ve Galatea” heykellerini de depolarda daha fazla çürümelerine izin verilmeden, bir an önce onarıldıktan sonra, ilk yerlerinde, 1988 yılından itibaren yeniden düzenlenerek Devlet Mezarlığı’nın bünyesinde bir park ve dinlence yeri olarak halkın kullanımına açılan Karadeniz Havuzu’nun kenarında, Kerç Boğazının iki yakasında seyredebilmek, uzun yıllar keyif alabilmek dileğiyle...


.....................

Kaleme aldığım bu yazı için yaptığım araştırmalar sırasında, bulduğum bilgiler karşısında yaşadığım heyecanımı, benimle paylaşan, çektiği fotoğrafları ile desteğini esirgemeyen, Ankaralı dostum Ahmet Soyak’a, fotoğraflarından yararlanmama izin verme nezaketini gösterdiği için bir kez daha teşekkür etmek isterim.

.....................


 

Kaynakça:


- Cangır, A., Cumhuriyetin Başkenti, Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Yayınları, No.3, 2007

 

- Cumhuriyet Döneminde kurulan ilk Askeri Sosyal Tesis, Zabitan Yurdu, m.zabitan.net, Erişim tarihi: 12 Ağustos 2020

 

- Duyan, U., Su Perileri: Başkentin Kayıp Heykelleri, İdealKent, Sayı 4, Eylül 2011, ss.130-146

 

- Dündar, C., Hatırla ey peri !, Milliyet Gazetesi, 02.08.2008

 

- Günel, G., Ankara Şehri 1924 Haritası, Eski bir Haritada Ankara’yı tanımak, Ankara Araştırmaları Dergisi 3(1), Haziran 2015, ss.78-104

 

- Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 3 Kasım 1928

 

- Infolettre du reseau international de la fonte d'art (Uluslararası sanat döküm ağından haber bülteni), La Mougeotte, Nº 50, Aralık 2013, s.7

 

- janantiques.com/Lot/jac1897.php, Erişim tarihi: 20 Ağustos 2020

 

- Kısakürek, Necip Fazıl, Cinnet Müstatili (Yılanlı Kuyu’dan), Geçen Mevsimler, Büyük Doğu Yayınları, 7. Basım, İstanbul, Ekim 1992, s. 245

 

- Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi

 

- Lyon Belediye Kütüphanesi Koleksiyonu, Envanter No: P0546 S 0093

 

- Milliyet, 50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933, Cilt-1, Milliyet Yayınları,1975, s.62

 

- Ripoli, D., La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique, Cenevre şehri, Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, ss.2-14

 

- Roberts, E., Elements of Mythology or Classical Fables of the Greeks and the Romans, Philadelphia, Moss, Brother & Co., 1860 ( Kitap 2016’da Eliza Roberts tarafından yeniden yayınlanmıştır)

 

- SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi

 

- Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne, Paris, 1889

 

- Soyuer, Halil, Ankara Kabadayıları, Pencere Yayınları, Ankara, 2. Baskı, Mayıs 2015, s.38

 

- Sönmez, S. Ankara Yazıları / Yaşıtım Gençlik Parkı, Çağdaş Türk Dili, Ekim 2015, Sayı 332, ss. 508-511

 

- Şevket, E., Ankara’da Bahar, Yedigün Mecmuası 322, Yedigün Matbaası, İstanbul, 1939, s.16

 

- Tankut, G., Ankara’nın Başkent olma süreci, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 1988, (8:2), s.93-104

 

- Tuğluoğlu, F., Türkiye’de Sıtma Mücadelesi (1924-1950), Aksaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Türkiye Parazitoloji Dergisi, 32 (4), 2008, ss.351-359

- Türkyılmaz, M., Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950, Ankara Araştırmaları Dergisi 3(1), Haziran 2015, ss.105-136

- Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş, Cilt II (Cumhuriyet Gazetesi’nin okurlarına armağanı), Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, Kasım 1998, s.13

 

- Ünaydın, Ruşen Eşref, Bütün Eserleri XII.Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s.38

25 yorum:

mustafataskin dedi ki...

Muhteşem ötesi bir çalışma.. Emeği geçenlere teşekkür ederiz, ellerine sağlık.. Bu hazine değerindeki kaynağın en üst düzeyde değerlendirilmesini dileriz..!

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Teşekkür ederim Mustafa Bey, arkadaşım Ahmet Soyak sağolsun, fotoğraflar konusunda büyük destek verdi bana, yetmedi gidip tekrar çekim yaptı. Teşvikini de bu arada unutmamalıyım, aynı heyecanı benimle paylaştı, ben her yeni bir ipucu yakaladığımda o da en az benim kadar heyecanlandı.

mehtap türkyılmaz dedi ki...

Levent Bey,
Ellerinize sağlık. Gerçekten çok değerli, çok heyecan verici bir çalışma olmuş. Çok şey öğrendim sayenizde. Ahmet Bey'i zaten ismen biliyordum. Bu vesileyle sizle de telefonda da olsa tanışmaktan büyük mutluluk duydum. Kaynakçanızda yer almak da benim için ayrıca gurur verici, bimenizi isterim.
Çok çok teşekkürler..

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Sayın Mehtap Türkyılmaz hanımefendi,
Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu çalışma benim için de söylediğiniz gibi çok heyecan verici oldu ve sonuçları da bir o kadar mutlu etti beni. Türkiye’deki ömrü 90 yıl olan bir eserin izlerini sürmek, onlara ulaşmak ve en önemlisi de yanlış olan adını düzeltebilmek gerçekten benim için büyük bir şans ve onur oldu. Elbette onunla birlikte, diğer Putti Havuzu ve Galetea ve Acis Heykellerinin hikayelerini de gün ışığına çıkarabilmek de işin tatlısı oldu.
Ben de sizinle Telefonda dahi olsa konuşabilmek, aynı heyecanı paylaşabilmekten son derece keyif aldım, en kısa zamanda bir Ankara ziyaretinde sizinle şahsen tanışabilmeyi de çok arzu ederim.
Tekrar değerli görüşleriniz için teşekkür eder, saygılar sunarım.

Levent Civelekoğlu

m.nur dedi ki...

harika bir bilgi

Avni AKSAYCIK dedi ki...

Gerçekten çok güzel bir çalışma. Sizce bu anıt şu anda nerede olmalıydı? Kızılay Meydanı'nı tekrar süsleyebilir mi*

Teşekkürler.

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Sayın Avni Aksaycık yorumunuz için teşekkür ederim.
Bence söz konusu anıtın her nekadar sağlam ve eksiksiz olarak hala ayakta olması bizler için bir kazanım olsa da, onun şu anda bulunduğu yerde olmaması gerektiğini düşünmekteyim, bunu da yazıda dile getirmiştim. Kızılay Meydanı’nı tekrar süsleyebilir mi diye sormuşsunuz, benim cevabım kesinlikle hayır... Çünkü bu anıt o yılların Kızılay Meydanı için belki uygun boyutluydu, kendisini gösterebilmekteydi, ancak bugünün Kızılay Meydanının ve etrafındaki yapıların boyutu altında kesinlikle ezilir yok olurdu. Sadece binaların boyutları değil o mekandaki herşey onun güzelliğini gölgeler nitelikte ne yazık ki. Belki onun için en uygun alan, yazının içerisinde de örneklerini göstermiş olduum gibi güzel bir parkın içerisinde olmaktır. Çok da şehir dışına çıkarılmadan yine merkezi bir parkta değerlendirilebilir pekala. Bunun için benim aklıma Gençlik Parkı gelmekte, girişten itibaren göle kadar inen kaskadlı havuzun göl ile kesiştiği nokta gölün kenarı belki onun için güzel olabilir, hem uzaktan algılanabilir hem de onu o çevre içerisinde gölgeleyebilecek başka bir öge olmadığı için yakışır oraya. Bunu önerirken şu anda hakim olan zihniyeti hesaba katmadım tabi ki, o zihniyet böz konusu anıtın ögelerinin çıplaklığını çok da uygun bulmayacaklardır, o nedenledir ki zaten öyle çok da görünür olmayan bir yere kurtulmak amacıyla yerleştirilmiştir. Aksi olsa bahsettiğim noktada çiçek tarhlarının iki yanında bir zamanlar göle bakar vaziyette duran Galetea ve Acis heykelleri yerlerinden kaldırılmazdı. Netice itibariyle bize sadece elimizde kalmış ve sağlam olmalarıyla kifayet etmek kalıyor sanki öyle değil mi...

caner dedi ki...

öncelikle gerçekten ama gerçekten muhteşem bir çalışma olmuş emeğiniz için teşekkür ederim. su perileriyle ilgili bir araştırma yaparken rastladığım yazınızı büyük bir heyecanla duraksamadan okudum.

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Teşekkür ederim Caner Bey, beğenmiş olmanız beni mutlu etti.

G O K H A N O K U R dedi ki...

Harikasınız, çok teşekkür ederim böyle mükemmel bir çalışma için. Varsıllaştım.

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Teşekkürler Gökhan Okur Bey, güzel yorumunuz sayesinde ben de varsıllaştım, insanı takdir edilmek mutlu ediyor. Sağolun...

Unknown dedi ki...

Bu muhteşem yazıyı okuduktan sonra, anıtsal çeşmelere artık daha farklı bakacağım. Farkına varmadan önünden geçtiğimiz bu eserleri yorumlama ve anlama olanağı verdiği çin emeği geçenlere sonsuz şükranlarını sunuyorum

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Sayın Yavuz Dirim, ilginize teşekkür ederim. Ne mutlu bana ki birilerinin bu anıtların varlığını farketmelerine ve bilgilenmesine vesile oluyorum bu yazı vasıtasıyla...

Unknown dedi ki...

Levent Bey, Merhaba.
Yazınız gerçekten çok aydınlatıcı.Çok teşekkürler. Tek merak ettiğim 90 senelik bir hikayenin başı. Yani bu Su Perileri heykelinin üzerinde Val d'Osne şirketinin herhangi bir logosunu tespit edebilidiniz mi ? Çünkü Avrupa'da, hatta dünyadaki diğer örneklerinde şirketin mührü mevcut. Ayrıca neden Türk kaynaklarında , (hele ki Ankara'ya aynı dönemlerde getirilen pek çok eserin kaynağı, heykeltraşı hatta belki ödenen ücreti kayıtlıyken,) Su Perileri hakkında en ufak bir bilgi bulunmuyor ? Bu konuyla ilgili bir neticeye varabildiniz mi ? Ayrıca yukarıdaki yazınızda 1927 yılına ait Kızılay Meydanının renklenlendirilmiş fotoğrafı benim renklendirme çalışmamdır. Sağ altta benim ismimin baş harfleri yazılıydı. Her ne kadar silinerek buraya koyduysanız da yine de yayınladığınız için teşekkürler :)

Onur Ertürk

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Sayın Onur Bey, ilginiz ve iltifatlarınız için teşekkür ederim. Sorunuza gelirsek, ben bu konuda bir kaynağa erişemedim, tüm gayretim ortalıkta dolaşan bir çok yanlış bilgiyi, tevatürü, şehir efsanesini ortadan kaldırmak ve bu anıtsal çeşme ile bulabildiğimce doğru bilgileri, doğruyu arayanlar ile paylaşmaktı. Elbette bir çok bilgi eksikliği olacaktır. Bahsettiğiniz noktada bizzat kendim kontrol etme şansına sahip olamadığım o sırada, birçok resim çekerek ( üstelik benim için özel olarak) destek veren sevgili Ankaralı dostum Ahmet Soyak bizzat araştırdı ancak çeşmede her hangi bir imzaya, ambleme, şirket logosuna rastlayamadı. Ama bunun olmaması o bilginin yanlışlığına delalet etmez, keza Acis ve Galateada da böyle bir im mevcut değildir. Ayrıca Türkiyede arşivcilik konusunda ben sizin kadar iyimser olamıyorum. Bu tür konulara o kadar meraklı olmama rağmen çoğu zaman bir bilgi kırıntısı için günlerce, aylarca iğne ile kuyu kazdığımı bilirim. Ne yazık ki değer bilmediğimizden varsa da kaynak, önemsemediğimizdendir bir çoğu çöp niyetiyle atılmış ya da Sekaya hurda kağıt olarak gönderilmiştir, Türkiyede kişisel anıların da çok muteber sayılmamasını da eklersek bunun ne kadar zor olduğunu takdir edersiniz. Blog yazmanın en güzel yanı belki, yeni bir bilgiye ya da fotoğrafa ulaştığınızda bunu yazınıza her zaman ekleyebilmek ya da yanlışı silebilmek. Bunu söyleyerek konunun takibini bırakmadığımı belirtmek istiyorum sürekli olarak alıcılarım açık özellikle yazmış yayınlamış olduklarım üzerine. Dünyada bu tür örneklerin durumu nedir bilemem hepsini görüp incelemedim, ama bunun nadir bir durum olduğunu düşünmüyorum. Belki vardı uzun yılları tahribatı, depolarda çürüme, belki yanlış restorasyonun ( yanlıştır demek istemiyorum) sonucu vardıysa da bugün göremiyor olabiliriz. Puttilerin yenisi ile kıyasladığınızda Ankaradakinin neler kaybettiğini çok açık ve net görebilirsiniz. Keza bu durum Acis ve Galetea için de geçerli çürüme yüzünden artık parça kaybetme noktasına gelmişler ne yazık, hal böyleyken onları kardeşleri dünyanın dört bir yanında özenle korunmakta ve yaşatılmaktadır, bizde neredeyse "ölse de kurtulsak!" Noktasındadırlar. Anıtsal çeşmenin Lyon kentindeki kardeşinin akıbetini de merak edip tiyatroya bir başvuruda bulundum ancak şu güne kadar bir sonuç alamadım, ona ne değer verdiklerini görmek adına. Son olarak bahsi geçen fotoğrafı nereden aldığımı hatırlamıyorum ancak bahsettiğiniz rötuşu yapmadığımı biliyorum, yapmam, bilirsen altına not düşerek belirtirim, eğer lütfeder bahsettiğiniz fotoğrafı imzalı olarak benimle paylaşırsanız memnuniyetle bu hatayı(!) adınızı belirterek ortadan kaldırırım.

Unknown dedi ki...

Levent Bey,

Cevabınız için çok teşekkür ederim. Sizin bu güzel yazınızda belirttiğinizden ve bu cevabınızdan yola çıkarak Su Perileri Anıtsal Çeşmesinin, ayrıca şimdi İzmir Caddesindeki Küçük Havuz'un (ilk zamanlarında Sıhhiye Sağlık Bakanlığı önündeymiş) ve Acis ve Galatea heykelleri gibi eserlerin Fransa'da Val d'Osne şirketi sanatçıları tarafından üretildiğini anlamış oluyoruz. Çünkü anladığım kadarıyla o firma yüzlerce eser üretmiş ve Afrika'dan , Güney Amerika'ya kadar pek çok yere gitmiş eserleri. Ben bu konuda ikna oldum. Fotoğraf konusuna gelince Facebook'ta ‎UNUTULMAYAN ESKİ ANKARA FOTOĞRAFLARI VE BELGELERİ PAYLAŞIM PLATFORMU isimli bir platforma üyeyim yaklaşık 3 senedir. Sitenin yöneticileri ve katılımcılar gerçekten de Ankara konusunda çok değerli bilgilere sahipler ve çok nadir, belki çoğumuzun hayatında hiç göremediği fotoğrafları paylaşıyorlar. Ben de işten fırsat buldukça hobi olarak çeşitli eski Ankara fotoğraflarını renklendiriyorum ve orada paylaşıyorum. Geçen gün yine Su Perileri heykelinin Kızılay Meydanındaki değişik bir fotoğrafı vardı. Oradan konu açılmıştı ve sizin bu sitenizdeki yazılar referans verildi. Ben de okurken kendi renklendirdiğim fotoğrafı gördüm. Tabi internette paylaşılan her fotoğraf artık tüm kullanıcılara ait oluyor. Sorun değil. Burada paylaşmanıza da sevindim. Zaten fotoğrafı çeken ben değilim :) Sadece renklendirdim. Dediğim gibi o platformda sizin bu değerli çalışmanıza sık sık referanslar veriliyor. Siz bu çalışmanızla Ankara'nın bir dönem çok önemli bir simgesi olmuş bu eser hakkında çok aydınlatıcı bilgiler vermişsiniz. Teşekkür ediyorum, başarılarınızın devamını dilerim.

Onur Ertürk
Tur Rehberi - Arkeolog

Abidinpaşa dedi ki...

Dionysos Çeşmesi Veya Su Perileri simgeli Hacettepe Havuzu Bir semtin Sanki asırlardır Varlığını Koruyan Bir Miti Gibi Olmuş Ankaralıların Hacettepelilerin Bağrından çıkmış gibi Müteala edilmiş.Analar Çocuklarına Bu Heykelcikleri göstererek Öyküler Düzmüş Her Hacettepelinin Anılarında yer bulmuştur Bu değerli Araştırma inceleme Makalesi Ankaramızın Kültürüne ve geçmişinede ışık Tutmuştur Şahsım Ve Hacettepeliler adına Teşekkürü Bir Borç Bilirim Gönül isterdiki Bu Çeşme Hacettepedeki eski yerinde olmalı Sevginin Hoş görünün dostluğun sembolü durumanda Gönüllerdeki yerine devam etmeli.Bu değerli Eserin Bir benzeride İspanyanın Malaga Kentinde Bulunduğunu Belirtmek İsterim. Hacettepe deki bu havuzdan başka Buradan 150 metre aşağıda Küçük Havuz tabir edilen Yerdede bu Heykellere benziyen Ufak Heykelciklerde mevcuttu Kayboldu keşke bunlarda buluna bilse yeniden değerlendirilse tekrar Teşekkürlerimle.

Unknown dedi ki...

Müthiş. Elinizde, yüreginize sağlık. Harika bir çalışma. Öğrenmek ya da merak edenler için çok iyi bir kaynak olmuş. Bu kadar zahmet teşekkür az bile.

Fuat Aksun dedi ki...

İnanılmaz, olağanüstü, heyecan verici, nefes kesici ve malesef hüzünlü bir hikaye...
Yazınızı Oscar'lık bir filmi izler ya da Nobel'lik bir romanı okur gibi okudum. Gerçeğe ulaşma yolunda yaşadığınız heyecanı gecenin bir yarısı, çalışma odamda hissettim. Yıllardır internette pekçok blog yazısı veya haber vs. okurum. ilk defa yorum yapma isteği uyandıran bir yazı ile karşılaştım. Kendinizle ve ortaya çıkarttığınız bu gerçekle ne kadar övünseniz azdır. Bu eserlerin değerini anla(ya)mayıp, bu şehirden ve sakinlerinden uzaklaştıranların yaşamaları gereken utanç duyguları da bu blog sayesinde sonsuza kadar burada kalsın.

Teşekkür ederim, Ankara ve kendi adıma....

Adsız dedi ki...

Ah ah bu başımızdakiler o kadın figürlerini çocuk figürlerini meydanın ortasında gösterecek kadar sapık değiller. bilmem anlatabildim mi onların bakış açısını??? olur mu hiç öyle şey kadın hatları belli oluyor. bu millet ona bile hallenir.

Unknown dedi ki...

Bu sanat eserleri,keşke İzmir'de olsaydı,kesinlikle hem daha iyi korunur,hem de daha lâyık yerlerde konumlanırdı...

Adsız dedi ki...

Su Perileri Heykeli'nin Hacettepe Semtindeyken durumunu araştırdığımda rast geldiğim ve sonunda heykelin aslında Dionysos Heykeli olduğunu öğrendiğim bu muhteşem araştırma yazısı için sizi ne kadar tebrik etsem az gelir. Başarılarınızın devamını dilerim. Sizin gibi insanlar yüzünden Ankara bir başka güzel görünüyor. Dionysos Heykeli için naçizane yer önerim ise Kurtuluş Parkı olurdu. Hem gezmediği nadir yerlerden olduğu için, hem de Ankara seyahatinde bulunduğu mevkilerin yakınında olacağından yabancılık çekmezdi diye düşünüyorum.

Adsız dedi ki...

çok detaylı ve ilgi çekici bir yazı olmuş, elinize sağlık teşekkürler.
Not: ufak bir dil sürçmesi olmuş, bi yerde Ankaray yerine Marmaray kalmış sanırım.

Adsız dedi ki...

Çok teşekkürler Levent Bey, çok ayrıntılı ve etkileyici bir yazı olmuş. Gonca Gökalp Alpaslan

Adsız dedi ki...

Levent bey elimize Sağlık. . Çok güzel bir inceleme olmuş. Facebookta Arkeoloji Türkiye grubunda alıntı yaparak mwtnin bir kısmını paylaşmak istiyorum . Müsadeniz olursa çok sevinirim.