TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR: 4 EKİM 1922
93 YIL ÖNCE BUGÜN,
TÜRKİYE’DE HAYVANLARI KORUMA AMACIYLA İLK DERNEK,
“HİMAYE-İ HAYVANAT”
İSTANBUL’DA KURULMUŞTU.
Himaye-i Hayvanat Cemiyeti, İstanbul'da kurulmuş bir hayvan hakları örgütüydü ve o dönemde Beyoğlu Belediyesi'nin bünyesinde hayvanlara uygulanan zulmü bitirmek, iyi muameleyi özendirmek ve özellikle çocuklar arasında iyilikseverlik ve yardımlaşmayı yaymak gibi amaçlarla kurulmuş ve köpek itlafına karşı büyük kampanyalar yürütmüştü. Cemiyetin kuruluş nedeni şehir içinde sayıları 50 bini aşan köpeklerden kurtulmak için devlet eliyle yürütülen resmî çalışmalara karşı çıkmaktı.
1911 yılından sonra kayıtlarda hiçbir köpek itlafı ya da sürgününe rastlanmaması Cemiyetin başarıya ulaştığını göstermektedir. Cemiyet, 1914'yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden dolayı faaliyetine zorunlu olarak son vermek durumunda kalmıştı.
Bizans döneminde Konstantinapol’de yaygın olarak sokaklarda başıboş dolaşan sadece kedilerken, İstanbul'un Türklerce ilhakından sonra durum değişmiş, Osmanlı ordusunda yer alan Türkmenler ile birlikte şehre giriş yapan köpeklerin sayısı zaman için büyük artış göstermişti.
Şehirdeki başıboş köpek sayısı öylesine artmıştı ki artık köpeklerin 15-20 tanesinin birarada gezdiği görülüyordu.
Şehirdeki başıboş köpek sayısı öylesine artmıştı ki artık köpeklerin 15-20 tanesinin birarada gezdiği görülüyordu.
Fransız botanikçi ve gezgin Joseph Pitton de Tournefort, anılarında İstanbul halkının bu köpekleri önemsediğinden, köpeklere yuva yapan ve uyumaları için altlarına saman seren hayır derneklerinin varlığından ve yalnızca köpeklere verilmek üzere et satan seyyar satıcılardan söz eder.
Daha yakın tarihlerde İstanbul’u ziyaret eden Mark Twain ise köpeklerin sefilliğinden ve uğradıkları kötü muameleden söz eder.
Mark Twain (şapkalı) Sultanahmet Çeşmesi önünde |
Sultanahmet Çeşmesi civarında Köpekler bugün de hayatlarını sürdürmekteler |
Osmanlı'da batılılaşma hareketlerinin başladığı İkinci Meşrutiyet döneminde Lady Dorina L. Neave, “Twenty Six Year on the Bosphorus”
( Boğaziçi'nde Yirmi Altı Yıl ) adlı kitabında yazar, semt sakinlerinin sandalcılara para vererek köpekleri karşı kıyıya gönderdiğini, karşı kıyıdakilerin de iki kat para ödeyerek köpekleri geri gönderdiğini anlatır.
Lady Dorina Lockhart (Clifton) Neave |
Lady Dorina Lockhart (Clifton) Neave’nin Boğaziçi’nde Yirmialtı Yıl kitabı ve yazarın yaşmaklı bir illüstrasyonu |
Lady Dorina Lockhart (Clifton) Neave ve Ailesi |
Lady Dorina Lockhart (Clifton) Neave Kandilli’de |
İlk kez köpeklerin şehirden sürülmesine II. Mahmud (1808-1839) döneminde karar verilmiş, sandallara, kayıklara doldurulan sokak köpekleri Hayırsızada olarak bilinen Sivriada'ya götürülmüştü.
İkinci sürgün ise Abdülaziz (1861-1876) döneminde yapılmış ancak İstanbul'un çeşitli yerlerinde yangınlar çıkmaya başlayınca bu olay halk arasında köpek tehcirinin laneti ve cezası olarak değerlendirilmiş ve adaya götürülen köpekler şehre geri getirilmişti.
Şark Ekspresi ilk yolcularıyla İstanbul'a geldiğinde, (ki Orient Express olarak adlandırılan bu ekspresin ilk yolculuğa başlaması da aynı güne yani 4 Ekim’e (1883) rastlar, 132 yıl önce bugün Paris’ten yola çıkmıştır) seçkin konuklar ve o tarihlerde yeni yeni artmaya başlayan araç trafiği köpek sürgünlerinin yine gerekli kılmıştı. Çünkü tramvay yollarında ve caddelerde gelişi güzel yatan köpekler kazalara neden oluyorlardı.
18 Mayıs 1910’da Dünya’nın çok yakınından geçeceği hatta dünyaya çarpacağı beklenilen Halley Kuyruklu Yıldızı tüm Dünyada olduğu gibi İstanbul’da da korku ve heyecana yol açmış, dünyanın sonunun yaklaşacağını düşünen halk köpekler ile ilgili olan sorunları bir kenara bırakmış, kendi tasasına düşmüştü. Halley Kuyruklu Yıldızı’nın dünyaya çarpmadan geçip gitmesi üzerine,
25 Mayıs 1910 tarihli New York Times gazetesi
“Kuyruklu Yıldız geçtiğinde birçok İstanbullu öleceğini bekliyordu, ancak olan sadece köpeklere oldu”
diyerek sonrasında yaşanan köpek sürgünlerini sayfalarına taşımıştı.
Bu sürgünlerden en sonuncusu Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden ve Jön Türklerin başa geçmesinden bir yıl sonra, 1911’de İstanbul'daki sokak köpeklerinin kökünün kazınmasına karar verilmişti. Önceleri köpeklere şehir kapılarında bakılması düşünülmüş, ama sürgünlerin bu duruma büyük bir gürültüyle karşı koyacağı hesaba katılmamıştı. Balık istifi gibi yığılmış, gece gündüz uluyan, hiç durmadan kapışan köpeklerin olduğu yerde yaşamak imkânsız hale gelmiş, birbirlerini yiyen köpeklere bakmayı insanların içi kaldırmaz ve herkes bu sürgün cezasına karşı çıkar olmuştu. 3 Haziran 1910 günü Belediye bu işi bitirmek için, gürültücü hayvanları kimsenin yaşamadığı Sivriada'ya (Hayırsız Ada- Oxia) göndermeye karar vermiş, adaya hapsedilen köpekler hiçbir yardım bırakılmaksızın terk edilmişlerdi. Açlıktan birbirlerini yedikleri rivayet edilen 80.000 köpeğin adadaki ulumalarının geceleri İstanbul'dan duyulduğu söylenir. Bu katliamın ardından, adaya “Hayırsız” adı verilmiştir.
Fransız yazar Catherine Pinguet'nin Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan İstanbul'un Köpekleri adlı kitabında İstanbul'un eski gündelik yaşamında sokak köpeklerinin yeri, başıboş bu köpeklerin İstanbul halkıyla ilişkileri, köpeklere yönelik başlatılan itlaf ve tehcir kampanyaları ve buna karşı olarak ortaya çıkan Himaye-i Hayvanat Cemiyeti'nin çalışmaları belgelerle anlatmaktadır.
Catherine Pinguet bir söyleşi sırasında |
3 Haziran 2012’de, katliamın 102. yılında Hayvanseverler, Sivriada’ya giderek yıllar önce açlıktan ve susuzluktan ölen 80.000 hayvanı anmış, ve adaya 1910 katliamında ölen köpekler için bir anı taşı dikmişlerdi.
“Gidişleriyle ıssızlaşmış sokaklarda lodosun estiği geceler sesleri duyuldu tıpkı yıllar önce olduğu gibi... Seslere dayanamayanlar sandallara, teknelere atlayıp bazılarını gizlice geri getirmeye gittiler ve adaya yanaştıklarında gördükleri manzarayı bir daha hiç unutamadılar. Sürgündeki seksen bin köpek denizin ortasındaki bu çorak kara parçasında kendilerini alıp götürecek bir tanrı misafiri bekliyordu. Ne var ki, hayat artık onları geri getirtmeyecek kadar modernleşmişti.”
1901 Kurban Bayramı, Ve... İstanbul’un Kedileri... |
2010 yılında, Kültür Tarihçisi Ekrem Işın ve Orhan Kuloğlu’nun görüşlerinin de yer aldığı, senaryosu ve yönetmenliği Sosyolog Emre Sarıkuş tarafından, görüntü yönetmenliği ise Adem Erkoçak tarafından yapılan “Sesim Rüzgara – Modern Bir Sürgün Hikayesi” adlı 37 dakikalık belgesel film, İstanbul’un tarih içerisindeki köpekler ile ilişkilerini ve köpek sürgünlerini belgeleriyle gözler önüne sermektedir.
“Sesim Rüzgara – Modern Bir Sürgün Hikayesi”
https://www.youtube.com/watch? v=Lr2P70wwP0U
“Sesim Rüzgara – Modern Bir Sürgün Hikayesi”
https://www.youtube.com/watch?
“Köpekler adaya sürüldüklerinde bağırtıları, ulumaları rüzgâr estikçe şehre gelirmiş. Köpeklerin, sesleri duyulsun diye rüzgârı bekledikleri söylenirmiş.”
İşte o yüzden, bu sürgün hikayesinin adı: “Sesim Rüzgâra”...
1 yorum:
Cok guzel bir blog, paylasimlar icin tesekkurler
Yorum Gönder