Bu bir Aşk hikayesi;
Normal olarak bu yazıyı dün kaleme almam
gerekirdi,
zira anmaya değer olan gün
bundan tam tamına 78 yıl öncesi,
27 Ekim 1937’yi işaret ediyor.
Ancak, bu hikayenin kahramanlarından
birinin, sevgili babamın isteğine uygun olarak,
o günü bu günmüş gibi ele alacağım.
Tarihler konusunda kendisinin
bir garip tutumu vardı zira;
Her 1 Mart günü,
“doğumgünün kutlu olsun baba” dediğimizde,
“bu gün değil yarın” der,
ertesi yıl 2 Mart’ta
“doğumgünün kutlu ....” diye başladığımızda da lafı ağzımızda
tıkar, “dündü, geçti” derdi...
Kendince bir açıklaması vardı, elbette;
Şubat’a bulurdu kabahati, hani dört yılda bir
29 çekiyor ya, hesapta o yüzden kayıyormuş doğum günü, gerçeği hiç söylemedi
ancak, doğum gününü pek hatırlamak ve kutlamak istemezdi sanırım, çünkü hiç
hatırlayamadığı anasını henüz 3 yaşındayken üstelik de kızkardeşinin doğumunda
kaybetmişti.
Bu 27 Ekim’i neden 28 Ekim yaptığını
sorsaydık,
ki hiç sormadık, muhakkak ona da,
Birinci Teşrin (Teşrin-i Evvel) ayının 27 inci günü,
yeni takvimde Ekim’in 28’ine denk gelir aslında
diye cevap verirdi.
yeni takvimde Ekim’in 28’ine denk gelir aslında
diye cevap verirdi.
Evet, işte bugün 28 Ekim 1964’de,
babamın çekindiğimiz fotoğrafa düştüğü
“28 yılın 28 Ekim’i” notundan kopyalayarak,
78 yılın 28 Ekim’i
Eğer yaşasalardı bugün 78. yıllarını
kutlayacaktık büyük bir aile olarak.
1980 öncesi dönemde hemen her yıl muhakkak
bir araya gelinir ve bu anlamlı günü o sırada ailemizin mevcutlarından kim
varsa bir arada kutlamaya çalışırdık. Daha sonraki yıllarda da kutlandı
elbette, ancak bu kutlamalarda artık ben ne yazık ki ayrı bir şehirde yaşamaya
başlayalı beri katılamaz olmuştum. Tesadüfen orada olmuşluklarım da olmuş
olabilir ancak, şu an onu hatırlayamıyorum, hatırladıklarım daha çok 80 öncesi
yıllara ait.
Annemin çok severek yaptığı güzel yemeklerle
donatılmış soframızda kutlardık çoğunlukla bu özel günleri, çok nadir dışarı
çıktığımız günler de oldu elbet, 64 yılındaki gibi. Annemin o çok gururlandığı
zeytinyağlı yaprak sarmaları, bazen Rize’ye tayin olduklarında öğrendiği
Hamsili Pilavı, bazen Mardin tayin günlerinden öğrenilmiş içli köfteleri,
keleğe (Konya’da hırtlak denir) doldurulmuş o nefis turşu dolmasını, tam
zamanının Aşuresinin yanısıra rakımız ve de şarabımız eksik olmazdı. Tabii
eksik olmayan en önemli unsur ise “sevgi”ydi...
Onların her geçen gün katlanarak büyüyen o büyük
aşkları, masanın etrafındaki herkesi sımsıkı sarar, sarmalardı.
İşte böylesi bir sıcak ortamda, sevgi
sözcükleri havada uçuşur, muhteşem lezzetler damaklarda hoş bir keyif
bırakırken, yemeğin ortalarına doğru klasik olarak her kutlama yemeğinde olduğu
gibi, annem o çok sevdiği buruk, buğulu Buzbağ şarabının ona verdiği rehavetin
rahatlığıyla attığı şen kahkahalarına bir ara verir ve ağzından üç kelime
dökülürdü...
“gözlerime bak Abdüriiiim”
(Abdürrahim’i o böyle kısaltırdı kendine has bir şekilde)
işte o an, herkes susar,
sadece onların gözleri konuşurdu...
Masanın etrafında toplanmış olan bizler de, bir ona bir ötekine bakar, bu onlar için çok anlamlı olan özel törene gıpta ile şahitlik eder, kadeh kaldırırdık.
Bizler bunu, birbirlerine olan derin sevgilerini bir şekilde gözlerini birleştirerek birbirlerine bir kez daha sessizce dillendiriyor, yıllarca süren güzel birliktelikleri için birbirlerine duydukları şükranı ve minneti iletiyor ve mutluluklarını paylaşıyorlar diye anlamlandırıyorduk o günlerde.
Ancak, annemin bu üç kelimelik çağrısının gerçek anlamını, sırrını çok sonraları, onları kaybettikten epey bir süre sonra, eski fotoğraflarını karıştırırken keşfedebildim.
Bu sırrı açıklamadan önce onların bu birlikteliklerinin temeline inmem gerekiyor biraz.
Mehmet ve Emine Taşer’in bir oğlu (Ali Besalet) ve iki kızından (Hayriye ve Nuriye) sonra 1918’de Niksar’da dünyaya gelen annem Bedriye ile,
Salih ve Havva Civelekoğlu’nun bir kız (Zehra) ve bir oğuldan (Abdurrahman) sonra 1916’da Akçaabat, Polathane’de dünyaya gelen babam Abdürrahim’i
kader Tokat’ta Ortaokul sıralarında bir araya getirmişti.
Annem Bedriye Ortaokulda sınıf arkadaşlarıyla, 8 Şubat 1931 |
Annem Bedriye Taşer’in Orta mektep Şehadetnamesi, 10 Temmuz 1932 |
İlkokul’u bitirdiğinde babam Abdürrahim, o yıllarda yanında kaldığı amcası Molla Ali’nin yönlendirmesi ve ısrarı ile hafız* olmak için eğitimine ara verir ve bu nedenle iki yıl geç olarak Ortaokula başlar, annemden iki yaş büyük olarak.
*hafız: Ezberlemek, zihinde tutmak, saklamak, korumak anlamındaki "h-f-z" kökünden türeyen hâfız, ezberleyen, zihninde tutan, saklayan, koruyan anlamına gelir. Kur'ân'ı başından sonuna kadar hatasız olarak ezberleyenlere, yüz bin hadisi senet ve metinleriyle birlikte ezberleyip râvîlerin terceme-i hallerini bilen muhaddislere de hâfız denir.
*hafız: Ezberlemek, zihinde tutmak, saklamak, korumak anlamındaki "h-f-z" kökünden türeyen hâfız, ezberleyen, zihninde tutan, saklayan, koruyan anlamına gelir. Kur'ân'ı başından sonuna kadar hatasız olarak ezberleyenlere, yüz bin hadisi senet ve metinleriyle birlikte ezberleyip râvîlerin terceme-i hallerini bilen muhaddislere de hâfız denir.
246 Abdürrahim’in İlk Tahsil Bitirme Şahadetnamesi, 1 Eylül 1929 |
Babam
Abdürrahim Civelekoğlu ilk ve ortaokul arkadaşlarıyla hatıra fotoğraflarında, 1928 ve sonrası |
234 Abdürrahim’in Orta mektep Şehadetnamesi, 10 Temmuz 1932 |
Ortaokul’un son yılında mezuniyetten on gün
öncesi babamın, annemin hatıra defterine bir ortaokul talebesinden
beklenmeyecek kadar muntazam ve edebi bir dille yazdıkları gelecekteki
hayatlarına dair önemli ip uçları taşımaktadır.
“Aziz kardeşim, Geçirdiğimiz tatlı ve samimi dakikalardan sonra bugünlerde ayrılacağız. İstikbalde kalbimizdeki kardeş muhabbetinin ilelebet sönmemesi için defterinize şu hatırayı yazıyorum.
Bu yazıları okur, bu bethah kardeşinizi hatırlarsanız şüphesiz o da çok memnun ve bahtiyar olur. Ayrılık acılarınızı teskin eder, hayatta büyük muvaffakiyetler dilerim.”
11-6-932
Tokat Orta Mektep son sınıf arkadaşlarınızdan
234
Abdürrahim
Babam Abdürrahim, Ortaokul arkadaşlarıyla, 1934 |
Ortaokul mezuniyeti sonrası ikisinin yolları ayrılır, babam Sivas
Lisesi’ne eğitimini devam ettirmek üzere gider, annem ise bir süre ailesi ile
Tokat’ta yaşar, sonra birlikte Ankara’ya taşınırlar.
Annem Bedriye’nin Ankara Keçiören Ana Kucağı günleri, Ekim 1935 |
Annem Bedriye, Ankara’da o sıralar Cumhuriyet
Halk Fırkası Kâtib-i Umumiliği (Genel Sekreterliği) yapan ve Mustafa Kemal
Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü ile birlikte
Recep Peker’in (1889-1950)
1932’de Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme)
Kurumu’na bağlı olarak Keçiören Bağları’nın Kızlarpınarı ve Keçiören Köy
Gazinosu’nun bulunduğu çevrede açtığı Ana Kucağı kreşinde
çalışmaya başlar.
Babam Abdürrahim Civelekoğlu’nun Liseyi Bitirme Diploması, 6 Haziran 1935 |
Babam Abdürrahim ise 1935’te Sivas
Lisesi’sinden mezun olmuş ve Üniversite tahsili için Ankara’ya gelmişti. Tıp
Fakültesi’ne kaydolmak niyetiyle geldiği Ankara’da bir arkadaşının tavsiyesi
ile karar değiştirip,
Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü, Veteriner
Fakültesi’ne kaydını yaptıran babam ile annemin yolları bu kez Ankara’da
kesişir tekrar.
Babam Abdürrahim’in Ankara Ziraat Enstitüsü Veteriner Fakültesi günlerinden |
Yıllar sonra tekrar karşılaşan ve kısa sürede birbirlerini seven ve tutkuyla
bağlanan anne ve babamın bu günlerine ait birbirlerine gönderdikleri notlar bu
aşkın en güzel tanıklarıdır.
Babam anneme,
“Saadetimin Perisine,
Bu da benim sevgimin şahidi olsun.
Seni E.(ebediyen) unutmayacak
Nişanlın”,
Bu da benim sevgimin şahidi olsun.
Seni E.(ebediyen) unutmayacak
Nişanlın”,
“Benim Melek Bedriyeme,
‘bu’ ve ‘o’ bir hayal değil,
ebediyen birbiri için çarpacak
iki kalbin birbirine selamıdır”,
‘bu’ ve ‘o’ bir hayal değil,
ebediyen birbiri için çarpacak
iki kalbin birbirine selamıdır”,
diye notlar yazarken,
Annem de,
“Seni sevdiğimin şahidi olsun”
diye yazar, 30 Temmuz 1936’da
ona gönderdiği fotoğrafının arkasına...
Çok uzun sürmez, birlikteliklerinin ilk adımını
10 Mart 1937’de nişanlanarak atarlar
ve babam nişan fotoğraflarına
“Bu mes’ut günü unutma ki,
her zaman mes’ut olalım”
yazarak not düşer.
Nişanlanmalarından 7,5 ay sonra da,
babam henüz mezun olmamış olmasına rağmen öğrencinin evlenmesi yasak olduğundan, Üniversite’ye haber vermeksizin
27 Ekim 1937’de nikahlarını kıyılır.
Bu kez fotoğrafın ön yüzüne annem
“Abdürrahime:
İleride geçireceğimiz mes’ut günlerin
ilk adımı
Senin Bedriye”
diyerek imzasını atar.
Ancak, asıl can alıcı olan ve benim onları kaybettikten sonra onlardan kalan eski fotoğrafların arasında keşfettiğim o
annemin tılsımlı sözünün sırrı,
işte bu fotoğrafın arkasındaki notta gizlidir.
Annem, babama
“gözlerime bak Abdüriiim”
“gözlerime bak Abdüriiim”
derken aslında oldukça derin anlamlar içeren
ve nikah sırasında ona verdiği resmin arkasına karaladığı satırlardaki sözünü
hatırlatmaktadır, her seferinde...
Abdürrahim;
Sana bu çağımın bir hakikatini verirken şu kelimeler bir an hatırımdan geçti.
Bu gün nazarların bende daha kuvvetli olsun, çünkü senelerin herbirinin hissesine alacağı çizgilerden, yarın hiç birisi kalmıyacaktır.
Bu gün yalnız ana hatlarım gözlerinde sabit kalırsa bana ileride yine o gözlerle bakarsın değil mi...
Senin Bedriye”
Annem, zaman onun gençliğinde sahip olduğu
güzelliklerin yaşlandıkça ondan birer birer uzaklaşacağını düşünerek, babama
tek değişmeyecek olanın, ona ilk günkü kadar sevgi ve aşk ile bakan o bir çift
gözün değişmeyeceğini yıllar öncesinden görmüş ve her mutlu gününde bunu babama
hatırlatmak istemişti.
57 yıl boyunca hiç ayrılmadan, birbirlerini severek
mutlu ve huzurlu günler geçirdiler.
Tüm yokluklara rağmen Güzel yaşadılar.
|
Annem Bedriye’yi 1 Eylül 1994’te,
Babam Abdürrahim’i ise 21 Haziran 1996’da
kaybettim.
O büyük aşkı,
bu özel günde anmak istedim.
Aşkları ve Ruhları şâd olsun...
2 yorum:
Hayranlıkla okuduğum yaşam öyküsünün sonunda yer alan "Ruhları şâd olsun..." tümcesini okuduktan hemen sonra dudaklarımdan şu sözcükler döküldü: "Aşkları ve ruhları şâd olsun..."
Işıklar içinde uyusunlar...
(İbrahim Helvacı)
Otobiyografinizi yazmanızı tavsiye ederim. Yazınız çok güzel ve etkileyiciydi.
Yorum Gönder