Sayfalar

11 Şubat 2025 Salı

30 yılın ardından dağarcığımdakilerle Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı; BÖLÜM V

 BAĞLARBAŞI'NDA ART NOUVEAU;

GÜLLÜ KÖŞK ve

ÇİNİLİ KARAKOL...

L.C. 1994

L.C. 1994

Selamsız Ucuz Evleri geride bırakıp Gazi (eski Selamsız) Caddesi'nden aşağıya Üsküdar'a doğru yürümeye devam edince sağ kolda 54 kapı numaralı, pencere ve saçaklarındaki dantel gibi ince ahşap oyma süslemeleriyle, özellikle alt kattaki yuvarlak penceresi art nouveau özellikler taşıyan ve hemen dikkat çekip, hayran bırakan bahçe içerisinde bir köşk ile karşılaşmıştım. Genellikle İstanbul'da kargir binalarda örneklerini görmeye alıştığımız Art Nouveau tarzının bir ahşap yapıda görmek beni fazlasıyla etkilemişti. Biliyorum İstanbul'da başka örnekler de mevcut ancak ben bu derece başarılısına tanık olmamıştım o günlerde (1994).

(Güncel fotograflar 22 Kasım 2024'te tarafımdan çekilmiştir.)

Jacques Pervititch'in Ekim 1930 tarihli Sigorta haritalarının 76 numaralı paftasında
Müslüman Mezarlığı'nı batı ucunda (1) ile işaretli Güllü Köşk
ve (2) ile işaretli Çinili Karakol 
görülebilmekte. 

Osmanlı Sarayı'nın mimar ailesi Balyan ailesi tarafından inşa edildiği söylenen ve “Güllü Köşk” adıyla tanınan bu köşkte bir çok Türk filminin de çekildiği söylenmekte. 1820'lerden 1860'lara kadar sektörü tekellerinde tutmuş, yüzlerce özel ve kamusal, resmi ve sivil yapı inşaa etmiş, kuşaklar boyunca Osmanlı Sarayı'na hizmetlerde bulunmuş, Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi Sarayları'nı yapmış, çok sayıda mimar ya da o zamanın deyimiyle kalfa yetiştirmiş olan Balyan ailesinin kendi konakları da çok uzakta değil Üsküdar İcadiye Mahallesi’nde, Çamlıca ve Beylerbeyi caddeleri kesişiminde yer alıyormuş. Bu sokak, 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar “Garabet Kalfa Sokak” olarak adlandırılmış. Tarihçi Harutyun Mırmıryan (1860-1926), Bülbülderesi semtinin ismini Krikor Balyan’a borçlu olduğunu, bülbüllere meraklı olan Krikor’un evinin çevresinde yüzlerce bülbül besleyip boş zamanlarında kuşları dinlemeye gittiğinden, semtin bu isimle anıldığını kaydetmiş.

Alman Mavileri Haritaları, Pafta no: D9'da Fevziye Hatun Camii

Eski zamanlarda Fevziye Hatun ya da Bülbülderesi Camii

Günümüzde Fevziye Hatun ya da Bülbülderesi Camii, caddeden ve avlusundan.
Fotograflar: Hayati İnaç



Terakki ve Fevziye (Işık) Mektepleri'nin de kurucusu sayılan,
Mustafa Kemal'in Selanik'te gittiği Şemsi Efendi Okulu'ndaki hocası
Şemsi Efendi'nin (1851-1917) Bülbüldere Mezarlığı'ndaki kabri
Fotograflar: Hayati İnaç


Semte adını veren hatta İcadiye ile Selamsız tepeleri arasındaki vadi üzerinde yer alan, bugün Bağlarbaşı'ndan Üsküdar Meydanı'na kadar devam eden ve adı Cumhuriyet olan caddeye de “Bülbülderesi Caddesi” adını veren Bülbül deresi Üsküdar'ın en tanınmış derelerinden birisiymiş ve ilk tabilerini (kaynakları/kolları) İcadiye sınırlarından alır, Üsküdar koyuna boşalırmış. Bu dere ismini civarındaki doğal ortamda yaşayan bülbüllerden alırmış. Bugün Fıstıkağacı civarında bülbüllerin çok hoşlandığı etrafı ağaçlarla ve çalılarla kaplı alanda, 1882 yılında Yusuf adlı birisi tarafında Selanikli hayırseverlerin yardımlarıyla inşa edilen Fevziye Hatun Cami'sinin yakınındaki Bülbülderesi Mezarlığı da adını vadiden geçen bu dereden almaktadır. Hatta Fevziye Hatun Camii'nin kitabesi'nde de “vadi-i bülbül” diye bahsedilmektedir.

Habbezâ kim vadi-i Bülbül'de eshab-ı kerem

Yapdırub bu mabedi el-hak lâtif dil-nüvaz

Münzevî bir zahid-i Hak yine benzer gûyiya

Hakka el açmış bu kabristan içün eyler bin niyaz

Şâhrâh üzre dikilmiş aşk ile eyler nida

Essalâ yâ mü'minîn gel benle eyle keşf-i râz

Re'fetâ itmamına yazdım zehi tarih-i tam

Abida gel cami'-i Feyziyye'de eyle namaz.

1300

Ayrıca Sermet Muhtar Alus da 14 Şubat 1939 Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde kaleme aldığı “Üsküdar” başlıklı yazısında: ... Şimdi tramvay işleyen yokuş bozuk mu bozuk. Meselâ Bağlarbaşı'na çıkacaksın talikacılar babalarının nikahını isterler. Çünkü beygirlerin nalı düşer, arabanın makası kırılırdı. Hava kararmışsa mesele daha sarpa sarar, zira etraf haşerelerle dolu. Bülbülderesi, hovardaları, yosmalarıyla ad vermişti. Zurnalar, ince sazlar, hatta cuma selâmlıklarına giden dönen askeri bandolar tarafından yıllarca çalınmış türküsü bile var: Sevdim seni semtinnereli Üsküdar'da Bülbüldereli.” diyerek bahsettiği Bülbülderesi'nin üstü 1910'lu yıllarda Üsküdar-Kısıklı Tramvay yolu inşaatı sırasında kapatılmıştı. 1919 yılındaki Kuzguncuk Dağ Hamam yangını ve tramvayların işlemeye başlaması sonrasında bülbüller o mevkiden büyük ölçüde göç etmişlerdi. İçme suyu da temin edilen Bülbülderesi ve Üsküdar'ın diğer bir deresi olan Çavuş deresi vadilerinde büyük bostanların yeşilliği göz alabildiğince uzanır, bu bostanlarda yetiştirilen kıvırcık salatalar, lahanalar, pırasalar, karnabaharlar, ve ıspanaklar pek lezzetli olurmuş. Ayrıca dere kenarları bayram yeri gibi mesire alanı olarak kullnılırmış. Bu dereler hızlı şehirleşme ile birlikte yol, cadde, kanalizasyon sistemleri için kullanılmaya ve üzerleri bu nedenlerle kapatılması sonucunda bu doğal özelliklerini kaybetmiş, gözden uzaklaşarak unutulup gitmişler ancak şehrin topoğrafyasında halen ayırt edilebilecek ve asla yok edilemeyecek izler bırakmışlardı.

Balyan ailesinin farklı üyeleri başka semtlerde ikamet etseler de Bülbülderesi’ndeki bu göreceli olarak mütevazı konak, uzun yıllar ailenin fiziki ve manevi merkezi olmuş. Konak, Kuzguncuk’a hakim yüksek bir mevkide yer almakta ve Kuzguncuk Deresi’ne setler halinde uzanan bahçeleri varmış. Bodrum katı kargir, üst iki kat ve cihannüması ahşap olan konak, bir dönem okul olarak da kullanılmış, günümüzde ise Kemalettin Eröğe Polis Okulu Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir. Konak 1905 yılında el değiştirmiş, sonrasında Amiral Vâsıf Paşa’nın adıyla anılmaya başlanmıştı.

Balyan Ailesi'nin İcadiye'deki konağı
Büke Uras'ın Balyanlar, Osmanlı Mimarlığı ve Balyan Arşivi adlı kitabından alınmıştır.

Ayrıca Balyan (Bâllîan) ailesinin aile kabristanları da Bağlarbaşı'ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi'nin mezarlığındadır. 1981 yılında Viyana'da Ermenice basılan ve henüz türkçeye çevrilmemiş olan Mıkhitarist Rahip Yeprem Boğosyan'ın Balyan ailesinin biyografilerini derleyerek yayımladığı “Balyan Kerdestanı” (Balyan Ailesi) kitabında, Balyan ailesinin kökeninin Erzurum Vilayeti'ne bağlı Bayburt'un Çoruh nehri kıyısındaki günümüzde Yaylapınar olarak bilinen, Ermenice “ışıklı, aydınlık” anlamına gelen Lusonk (Lısonk, Leshonk ya da Lüsonk) köyü olduğunu belirtirken; Reşad Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'nde Balyan ailesi ile ilgili maddeleri kaleme alan, Ermenice kaynak ve arşivlere dayanarak kapsamlı araştırmaları da bulunan tarihçi Kevork Pamukciyan (1923-1996) Bağlarbaşı Surp Haç Ermeni Kilisesi'nin mezarlığındaki aile kabristanındaki kitabelere dayanarak Balyan ailesinin kökenlerinin Kayseri'nin Derevenk (Derevank) köyü olduğunu belirtir. Balyan ailesinin ataları olan meremmetçi (çeşitli tamir işleriyle uğraşan kimse) Bâlî Kalfa (-1803), XVIII. Yüzyılda Kayseri'den pâyitaht İstanbul'a göçmüştür. Bâlî Kalfa ve eşi Filor Hatun'un Krikor, Bedros ve Senekerim adlı üç oğlu, Çeçilya adında bir kızı olmuştur. Oğullarından Krikor Balyan (1764-1831) “Amira” sıfatıyla ailenin ilk hassa mimarı olarak, Beşiktaş ya da Dolmabahçe Sarayı'nı, ahşap olan ilk Beylerbeyi Sarayı'nı ve Tophane'deki Nusretiye Camii'ni yapmış, diğer oğlu Senekerim Balyan (1768-1833) ise ahşap olarak yapılıp sonrasında yanan Bayezid Kulesi'nin kargir olarak yeniden yapmış ve Ortaköy'deki Surp Asdvadzazdin Ermeni Kilisesi'ni inşa etmişti. Krikor Balyan'ın oğlu Garabet Amira Balyan (1800-1866) Sultan II. Mahmud ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde hizmet vermiş, Ortaköy'deki Büyük Mecidiye Camii'ni, Yıldız Sarayı'nı ve Çırağan Sarayı'nı yapmıştı. Aile geleneği Garabet Amira Balyan'ın dört oğlu, Nigoğos (1826-1858), Sarkis (1831-1899), Hagop (1838-1875), Simon Balyan (1846-1894) ile devam etmişti. Nigoğos Balyan babası Garabet ile birlikte Dolmabahçe Sarayı'nı, Validebağ Adile Sultan Kasrı'nı, Dolmabahçe'deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'ni, Dolmabahçe Saat Kulesi'ni, Çırağan Sarayı'nı, Ihlamur Kasrı'nı, Küçük Mecidiye Camii'ni, Küçüksu Kasrı'nı, babası ile birlikte Ortaköy Büyük Mecidiye Camii'ni, Tophane Saat Kulesi'ni yapmıştı. Sarkis Balyan, babası ile birlikte Beylerbeyi Sarayı'nı, Makruhyan Ermeni Okulu'nu, Çırağan Sarayı'nı, kardeşi Hagop ile birlikte Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii'ni, Zeytinburnu Barut Fabrikası'nı, Sultan Abdülaziz için Dolmabahçe sırlarında bugün Taşlık olarak anılan bölgede tasarlanıp yapımına başlanmışken, Sultan Abdülaziz'in beklenmeyen şaibeli ölümü nedeniyle yapımı devam etmeyen Aziziye Camii için gelir getirmek amacıyla yapılmış olan Akaretler Sıra Evleri'ni, bugün İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Taşkışla binası olan eski Harbiye Nezareti'ni, kardeşi Simon ile birlikte yine bugün İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu olan eski Maçka Silahhanesi'ni, Gümüşsuyu Kışlası'nı, Malta Köşkü'nü, Hekimbaşı Av Köşkü'nü, Kandilli Adile Sultan Sarayı'nı, Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Binası'nı, Çadır Köşkü'nü, Şale Kasrı'nı, Çit Kasrı'nı, Kağıthane Çağlayan Kasrı'nı, Kalender Köşkü'nü, Zincirlikuyu'da bugün Yapı Meslek Lisesi olarak kullanılan Veliaht Şehzade Yusuf İzzeddin Kasrı'nı, Validebağ Abdülaziz Av Köşkü'nü, Kağıthane Camii'ni, kardeşi Simon ile birlikte Maçka Karakolhanesi'ni, Yıldız Hamidiye Saat Kulesi'ni, günümüzde Beşiktaş Anadolu Lisesi olan Çırağan Sarayı Haremi'ni ve Galatasaray Lisesi'ni yapmıştı.

Dolmabahçe Sarayı'nın arkasında inşa edilmekte olan Aziziye Camisi'nin şantiyesini tamamlanmış istinat duvarları ve ahşap iskeleleriyle gösteren Kuzguncuk Fethi Paşa korusundan
İsveçli fotografçı Guillaume Berggren (1835-1920) tarafından 1875'te çekilmiş fotografı.
Suna Kıraç Vakfı Fotograf Koleksiyonu'ndan.
Büke Uras'ın Balyanlar, Osmanlı Mimarlığı ve Balyan Arşivi adlı kitabından alınmıştır.

Günümüzde Maçka Taşlık olarak bilinen alanda yapımına başlanmış
ancak Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra öylece bırakılıp,
bitirilememiş olan Aziziye Camisinin temelleri.

Maçka Taşlık'ta (bu bölgeye cami inşaatından kalan taşlar nedeniyle o isim verilmişti)
Aziziye Camii inşaatından kalan taşlar.
Bu taşların bir kısmı Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Dolmabahçe Saat Kulesi'nde,
kalan bir kısım taşlar da daha sonra inşa edilen Şişli Camii'nde kullanılmıştı.

Balyan ailesinin en son kuşağı, en büyük kardeş Nigoğos Balyan'ın oğlu Levon Balyan (Léon Ballian 1855-1925) beş yıl boyunca, babası ve amcası Sarkis gibi Osmanlı üst sınıfları için gözde bir kurum olan Paris'teki Collége Sainte-Barbe kolejinin Paris dışında yer alan Fontenay-aux-Roses kampüsünde eğitim görmüş, 1869'da mezun olmuştu. Öğrencilerini bir seçme sınavıyla kabul eden Collége Sainte-Barbe de Paris, École preparatoire olarak yüksek okula devam etmek isteyen öğrencileri hazırlayan, özel ve saygın bir orta öğrenim kurumu niteliğindedir ve geometri, aritmetik, trigonometri, tasarı geometri, teknik resim dersleri gibi bilimsel eğitim verir. Nigoğos ve Sarkis kardeşlerin de Collége Sainte-Barbe de Paris'te öğrenim gördüğü 1840’lı yıllarda okulun Balyan kardeşler üzerinde iki önemli etkisi olmuştur. Burada aldıkları desen dersleri, ileride mimari projelerinin hem teknik hem de sanatsal yönden çağdaşları olan Osmanlı mimarlarının projelerinden tamamen ayrışacak nitelikte olmasını mümkün kılarken, seçkin talebeleri ile bilinen bu okulda, kariyerleri boyunca yararlanacakları uluslararası ilişkiler kurma imkanını da elde etmişlerdi. Annesinin arzusu üzerine Collège Sainte-Barbe okul müdürüne, gönderilen 12 Mart 1873 tarihli bir mektupta, Osmanlı coğrafyasında mimarlık mesleğini düşünenler için gereksiz olduğu hatırlatılarak, Levon’un Latince ve Almanca dillerinden muaf tutulması, bu zorunlu dersler yerine matematik ve mimari çizim dersleri alması istenmişti. Ayrıca daha sonra 11 Haziran 1873 tarihli bir başka mektupta da annesi Levon'un yazgısının diğer aile büyükleri gibi bir mimar olmak olduğunu ifade etmişti. Gerçekten de Balyan ailesinde çocukların mimar olmaları neredeyse bir yazgıydı. Öyle ki Balyan ailesinin çocukları vaftiz belgelerinde “Cardarabedyan” olarak kaydedilmişlerdi. Ermenice “mimar” anlamına gelen “cardarabed” kelimesine dayanan cardarabedyan tanımlaması, “mimarın oğlu” anlamına gelir. Böylelikle ailenin yeni neslinin özellikle tabii ki erkek çocukları, doğumlarından itibaren mimarlık mesleğiyle ilişkilendirilmiş olurlardı. Levon Balyan'ın École des Beaux-Arts okullarında eğitim gördüğü söylense de yapılan araştırmalarda École des Beaux-Arts kayıtlarında adına rastlanmamıştır. Güllü Köşk'ün giriş katındaki yuvarlak pencere, köşkü yapan mimarın çok açık bir şekilde Art nouveau akımından etkilendiğini göstermektedir. Avrupa'da Jugendstil, Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siécle Style, Secession Stil, Floral Style, Style Coup de Fouet (kamçı vuruşu stili) Style Anguille (yılanbalığı stili) gibi adlarla da anılan Art Nouveau (Yeni Sanat) akımı, adını 1896 yılında Paris'te açılmış olan, dekoratif mobilya ve aksesuar satan bir mağazadan alır. Klasisizmi reddeden Art Nouveau sanatçıları ilhamı öncelikle doğada aramış, bitkisel motifler, kıvrılan bükülen çizgiler akımın etkilediği her alanda kullanılır olmuştu. 1896'da başlayan akım çeşitli evreler geçirdikten sonra 1925'te Uluslararası bir stil olarak kabul edilmişti. Bu akımı eserlerinde uygulayan bazı mimarlara baktığımızda; dünyanın ilk büyük endüstriyel tasarımcısı ve kurumsal kimliğin babası Alman mimar ve tasarımcı Peter Behrens (1868-1940), İstanbul'da bir çok eseri olan İtalyan mimar Raimondo Tommaso D'Aronco (1857-1932), Fransız endüstriyel tasarımcı ve mimar Eugène Gaillard (1862-1933), İspanyol mimar Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet (1852-1926), Fransız mimar Hector Guimard (1867-1942), İskoç mimar ve ressam Charles Rennie Mackintosh, Sloven mimar Jože Plečnik (1872-1957) hemen hepsinin 1869'da Paris'teki Collége Sainte-Barbe de Paris'te okuyan ve mimarlık eğitimi gören Levon Balyan (1855-1925) ile aynı kuşaktan olduklarını görmekteyiz.



Balyan ailesi içerisinde Art Nouveau akımına en yakın kuşak Levon Balyan'dır. Paris'teki eğitimi sırasında Art Nouveau akımı ile tanışmış olabilme ihtimali en yüksek olmasından ve Art Nouveau akımı temsilcisi aynı yaşlarda bir çok tanınmış mimarın da varlığından hareketle, öylesine hiç bir isim zikretmeksizin “Balyan ailesi tarafından inşa edildiği” söylenen Güllü Köşk'ün, Levon Balyan'ın eseri olabileceği kuvvetle muhtemeldir.




Köşkün son sahibinin anlattığına göre, varlıklı bir Ermeni ailesi için inşa edilen Güllü Köşk, ailenin Türkiye'den ayrılmasından sonra dönemin Emniyet Müdürü, Gümrük Müdürü ve bir başka kişi tarafından kullanılmış, 1993 yılında Nakkaştepe'deki Şahin Tepesi Restaurant'ın işletmecisi Mehmet Özdemir tarafından 5 milyar liraya satın alınmıştı. Ki ben de işte tam o sıralarda görmüştüm köşkü ilk kez. Oldukça harap durumda, bakımsız ve yıpranmış duruyor olsa da bu onun ihtişamını gölgeleyemiyordu.








Mehmet Özdemir büyük paralar harcayarak harap durumdaki köşkü 2 yılda aslına uygun olarak restore ettirmişti. Yine son sahibinin ifadesine göre restorasyona başlamadan önce, işadamı Rahmi Koç, bir mühendis aracılığıyla 1 milyon dolar karşılığında köşkü satın almak istemiş, ancak Mehmet Özdemir satmamış, restorasyonu sürdürüp tamamlamıştı. 2000 yılında Mehmet Özdemir işleri bozulunca, 1 milyon dolardan aşağı satmayı düşünmüyor olmasına rağmen köşkü 700 bin dolara satışa çıkartmıştı. Tamamen ahşap olan Güllü Köşk, bodrum ve çatı ile birlikte 4 katlıdır ve 150 metrekarelik bir taban alanı üzerine oturmakta, bir de sarnıcı bulunmaktadır. Bahçesi ile birlikte arsası da 550 metrekaredir. Eskiden daha büyük olan bahçesine 90'lı yıllarda üç apartman inşa edilmişti. Ben 1994'te fotoğraflarını çekerken balkona çıkan ve o sırada köşkte yaşadığını düşündüğüm kişi, hem bahçesine inşa edilen apartmanlardan hem de köşkün Türk filmlerinde plato olarak kullanıldığından bahsetmişti.


Güllü Köşk'ün hemen solunda en az onun kadar güzel bir kagir konak



ve

ÇİNİLİ KARAKOL;

Güllü Köşk'ten yine Üsküdar'a doğru bir kaç adım daha atınca, neredeyse köşkle karşı karşıya olan ve sağa doğru giren, Yeni Dersane, eski adıyla Selamsız Mezarlığı sokağının oluşturduğu çatalın köşesinde yer alan Çinili Karakol ile karşılaşmıştım. Karakol Pervititch haritasında görülen, Müslüman Mezarlığı diye tanımlanan ve 50'lerde üzerine Selamsız Ucuz Evler'inin inşa edildiği o büyük üçgen arazinin tam köşesinde yer almaktadır.


Gülhane Parkı'nda 3 Kasım 1839 Pazar günü Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşid Paşa tarafından okunan, Tanzimât-ı Hayriye olarak da anılan Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu (Tanzimat Fermanı) ile “...cihanda candan, maldan ve iffetten daha kıymetli bir şey yoktur” ilkesi benimsenerek, mal ve can güvencesi devlet güvencesi altına alınmış, kişi dokunulmazlığı kabul edilmiş, hiç kimsenin bir diğerinin ırz ve namusuna dokunamayacağı vaad edilmişti. Müsadere (zorla alım) usulü kaldırılarak mülkiyet hakkı tanınmış, özel mülkiyetin tanınması ve korunmasının kişi hak ve özgürlükleri açısından son derece önemli olduğu kabul edilmiş, müslim ve gayrimüslim vatandaşlara mal ve mülk sahibi olma ve evladına miras bırakabilme hakkı tanınmıştı. İşte Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu'nun ilkeleri ve kapsamı doğrultusunda, 1839-1861 yılları arasında hüküm süren 31. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid 1842 yılında, Cihan Seraskeri Hasan Rıza Paşa'ya (1809-1877) talimat vererek bu karakolu inşa ettirmişti. Cihan Seraskeri Hasan Rıza Paşa, Mısır Çarşısı esnafından Attar (aktar; her türlü baharat, ot ve kök satan) Memiş Ağa'nın oğlu olarak dünyaya gelmiş, babasının yanında çıraklık yaparken Sultan II. Mahmud döneminde Mabeyn-i Hümâyun'a alınıp kısa sürede “kurenâ-u-yı padişâhî (padişahın yakını) olmuştu. Daha sonra başmabeynci olan Hasan Rıza, Sultan Abdülmecid'in tahta çıkmasıyla 2 Haziran 1839'da vezir rütbesiyle Mabeyn-i Hümâyun müşiri tayin edilmişti. 16 Eylül 1843'te orduda yapılan bazı tasfiyeler ve ordunun ıslahatında, fikirleriyle padişahın takdirini kazanarak Seraskerlik görevine getirilmişti. Hasan Rıza Paşa, hayatı boyunca, 1843 yılından 1876 yılına kadar fasılalarla 8 kez Seraskerlik, 1858-1867 tarihleri arasında yine fasılalarla 3 kez Tophane Müşirliği, yine farklı tarihlerde 4 kez Bahriye Nazırlığı, 1841-1843 yılları arasında ve 1849'da 2 kez Hüdavendigâr (Bursa) ve 1849-1850 yılları arasında da Selanik Valiliği, 1861 yılında Halep Valiliği, yine aynı yıl içinde İzmir ve Konya Valiliği yapmış ve farklı tarihlerde Mecalis-i Âliye'ye memur olarak atanmış, 2 kez de Ticaret Nazırı olmuştu. İbrahim, Ali ve Tahsin adlarında üç oğlu olan Hasan Rıza Paşa'nın oğlu İbrahim Bey, Sultan Abdülmecid'in Üçüncü Kadıefendi Verdicenan Kadıefendi'den olan kızı Münire Sultan (1844-1862) ile evlenmiş, bu evlilikten 1861 yılında Sultanzâde Alaeddin (1861-1915) adında bir torunu olmuştu. Münire Sultan doğumdan bir yıl kadar sonra 29 Haziran 1862'de 18 yaşındayken vefat etmişti. Sultan Abdülmecid'in 22 eşi, eşlerinden de 9 erkek, 21 kız çocuğu olmuştu. Vefatından sonra en büyük şehzade olarak kardeşi Abdülaziz (1830-1876) 25 Haziran 1861'de 31 yaşında, 32. Osmanlı Padişahı olarak tahta oturmuş ancak 14 yıl 11 ay 5 gün sonra 30 Mayıs 1876'da planlanmış bir darbe ile tahttan indirilip kısa bir süre sonra da gözaltında tutulduğu Feriye Sarayı'nda bilekleri kesilmiş olarak bulunmuş, şaibeli bir şekilde ölümü sonrasında Abdülmecid'in erkek çocuklarından dördü; İkinci Kadınefendi Şevkefza Kadınefendi'den olan oğlu V. Murad (1840-1904) adıyla 30 Mayıs-31 Ağustos 1876 tarihleri arasında, ardından üçüncü Kadınefendi Tirimüjgan Kadınefendi'den olan oğlu II. Abdülhamid (1842-1918) adıyla 31 Ağustos 1876-27 Nisan 1909 tarihleri arasında, ardından Gülcemal Kadınefendi'den olan oğlu V. Mehmed Reşad (1844-1918) adıyla 27 Nisan 1909-3 Temmuz 1918 tarihleri arasında, ve en sonunda dördüncü ikbali Gülüstü Hanım'dan olan oğlu da VI. Mehmed Vahideddin (1861-1926) adıyla 4 Temmuz 1918-1 Kasım 1922 tarihleri arasında, sırasıyla 33, 34, 35 ve 36. ve son Osmanlı padişahı olarak tahta çıkmışlardı.

Fotograf: Hayati İnaç


İki katlı olan Çinili Karakol, tuğla hatıllı olarak kesme taştan yapılmıştır ve giriş cephesindeki iki tarafında onar adet mermer basamak bulunan çift kollu bir merdiven ile çıkılan sahanlıktan cümle kapısına varılır. Sahanlıkta dört mermer sütunun taşıdığı bir çıkma revak oluşturur. Karakol bu sütunlu çıkması ile batıya özgü üslup özellikleri gösterir.

Cümle kapısından bir koridora girilir. İki yanda odalar yer aldığı koridorun bitiminde sonradan eklenen yapıya geçildiğinde kapıdan sonra sağda, büyük ocaklı bir mutfak, su haznesi ve tütekleri hala duran küçük bir hamam vardır. Sol tarafta ise, dört gözlü hela bulunmaktadır. Kapının tam karşısında da el yıkama muslukları mevcuttur. Bu ek binanın arkadaki mezarlığa açılan bir kapısı vardır. Kubbesi yıkılmış olan hamamın külhanı ve su deposu halen durmaktadır.

Yapının düz atkılı, söveli giriş kapısının üstüne ortasında oval tuğralı madalyon bulunan bir kitabe panosu yerleştirilmiştir. Sekiz mısralık kitabenin ortasında Abdülmecid’in tuğrası devlet simgesi olarak kullanılan, güneşi çağrıştıran ve ışınlar yayan bir madalyonun ortasındadır.


Karakolun cümle kapısının üzerinde, son onarımlar sırasında okunamaz hale gelen 1258 tarihli, ortasında Sultan Abdülmecid'in tuğrasının yer aldığı ve Şair Hüsnü'nün, dört satır halinde hazırladığı sekiz mısralı bir kitabe vardır;

Şehen-şâh-ı cihân Abdülmecîd Hân felek-pâye
Yine kıldı cünûdun nâil-i eltâfı şâhâne

İdüb ezcümle fermân bu karavul-hâne-yi inşâ’sın
Müşîr-i asker-i hassa Rıza Paşa’yı zî-şâne

Didi Hüsnî kulun âciz-âne iki tam târih
Görünce çün binâsı himmet eyledi erdi pâyâne

Cünûd-i hâssına yaptı bu vâlâ mevkiî Sultân
Selâmî’de yapıldı zîb-i vâlâ-yı karavul-hâne” 1258 (1842)

Bir kaynakta Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Boğazlar’dan itibaren Hazar Denizi’ne kadarki tüm İngiliz birliklerinin komutasına getirilen ve 1919 yılında Britanya işgal kuvvetleri komutanı olarak İstanbul'a giren Mareşal George Francis Milne (1866-1948) 30 Ağustos 1919'da Harbiye Nezareti'ne bir tezkire ile inzibat memurlarının adedinin azaltılması gerektiğini ve Beyoğlu, İstanbul ve Üsküdar mıntıkalarında otuzar adet askeri inzibatın bulunmasının yeterli olacağını bildirmiş, askeri inzibat memurlarının o bölgelerdeki askeri birliklerle beraber bulunmalarını ve inzibat karakollarının kapatılmasını istemişti. 4 Eylül'de Harbiye Nezareti bu emr-i vakinin uygulanması için İstanbul Muhafızlığı'na emir vermiş, bunu aynı gün bir yazıyla Mareşal Milne'ye de bildirmişti. Bu emir gereğince Erenköy, Haydarpaşa, Hisar, Beykoz, Pendik ve Selamsız karakolları lağvedilmişti. Burada bahsedilen Selamsız Karakolu Çinili Karakol olabilir.

Giriş holünün duvarlarında bulunan çiniler nedeniyle Çinili Karakol olarak adlandırılan binanın içerisine girip fotoğraf çekememiştim, ancak çinilerin varlığını ve neye benzediklerini 2006-2010 yılları arasında Kanal D'de 5 sezon yayınlanan ve Reşat Nuri Güntekin'in aynı adlı kitabından uyarlanan, 174 bölümlük aile ve dram türündeki “Yaprak Dökümü” televizyon dizisinin 118. bölümünde endişeyle çinili karakola düşen sevgilisi “Oğuz”u bekleyen “Leyla”nın sahnelerinde görmüştüm.

Bir çok dizide plato olarak kullanılırken hiç bir sakınca görülmezken ne yazık ki içeri girip fotograf çekmeme izin verilmediği için, Çinili Karakol namıyla anılan karakolun o ünlü çinilerini çekemedim. Ben de İnternetten o karakolda daha önce çekilen "Yaprak Dökümü" dizisinden hatırladığım bir kareyi burada kullanarak o ünlü çinilerin neye benzediğini göstermek istedim. Gerçekten güzel çinilermiş bu arada, görmek nasip olmadı...  

Karakol olarak inşa ettirilen bina, bir dönem Üsküdar İtfaiye Merkezi ve Atlı Polis Karakolu olarak kullanılmış, 1978 yılında bir onarımdan geçirilmiştir. Karakol binasının inşası sırasında giriş merdivenlerinin altına yapılan çeşmesi 1940 yılında sökülerek kaldırılmıştır. Karakol günümüzde T.C. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü tarafından kullanılmaktadır.

KAYNAKLAR:

1- “Güllü Köşk satılıyor” haberi, Sabah Gazetesi, 16 Şubat 2000

2- Büke Uras, Balyanlar; Osmanlı Mimarlığı ve Balyan Arşivi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Varlıkları Dairesi Başkanlığı, Korpus Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul, Mart 2022

3- Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar Cilt 3, Üsküdar Belediyesi, Üsküdar Araştırmaları Merkezi, Yayın No:3, Temmuz 2001 İstanbul

4- Emine Kırıkçı, Nur Urfalıoğlu, 19. yüzyıl İstanbul'unda Osmanlı Devlet simgelerinin mimaride kullanımı, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi Kapsamında Hazırlanan Yayın, Sigma Journal of Engineering and Natural Sciences 6 (1), 2015, 43-53


Bir sonraki yazı; 30 yılın ardından Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı ve dağarcığımdakiler;

BÖLÜM VI:

SAİNT VİNCENT de PAUL

FRANSIZ MİSYONER OKULU

Hiç yorum yok: