Sayfalar

9 Şubat 2025 Pazar

30 yılın ardından dağarcığımdakilerle Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı; BÖLÜM III

BAĞLARBAŞI SELAMSIZ'DA

BİR YAZMA USTASI;

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU...

1987 yazında Kaş'ta yaptığımız bir tatil sırasında,
bir sergiden aldığım Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazmaları

Bağlarbaşı Kuvvet Merkezi ve Tramvay Deposu'nu geride bırakıp eskinin Selamsız, günümüzün Gazi Caddesi'nden Üsküdar yönünde batıya, denize doğru devam ettiğimde, yolun sol tarafında bahçeler içerisinde yan yana inşa edilmiş ikişer katlı kooperatif evleri dikkati çekmişti.



Güncel fotograflar tarafımdan 22 Kasım 2024'te çekilmiştir.

Bu evlerin yer aldığı yaklaşık 25 dönümlük üçgen şeklindeki alan Eylül 1930 tarihli Jacques Pervititch Sigorta Haritasında (Cimitiére Musulman) Selamsız Müslüman mezarlığı olarak görülmektedir. Aynı haritada bu büyük arazinin, Selamsız Caddesi'nin kenarında yer alan “Çıknavor” isimli bir bisküvi fabrikası ve bir kaç konut dışında tamamen boş olduğu görülmektedir.
Jacques Pervititch'in Ekim 1930 tarihli Sigorta haritalarının 76 numaralı paftasında
Müslüman Mezarlığı, kuzeydoğusunda Elektrik Fabrikası ve Tramvay Deposu, kuzeyinde Üsküdar Amerikan Lisesi ve kuzeybatısında 
Surp Haç Ermeni Gregoryan (Ortodoks) Kilisesi görülebilmekte. 

Ernest Debes - Karl Baedeker tarafından çizilen, 1914 yılında Leipzig'de basılan ve
18 harita, 50 plan, 15 panorama yer aldığı "Baedeker’s Travel Guides" adlı Seyahat Rehberinde
yer alan 1/20.000 ölçekli bu haritada "Adschi Badem" ve "Usun Kaldyrym" arasında kalan bölge
isim verilmeksizin yeşil alan olarak gösterilmiş.

Şehremaneti Harita Şubesi Müdürü Mühendis Necib Bey tarafından çizilerek, Şehremaneti tarafından istikşaf *tarzında tanzim ve tertip olunarak Viyana’da Hölzel Matbaası’nda 1918 yılında basılan, toplam 15 paftadan oluşan "Necib Bey Haritaları"nda yine söz konusu alan açıklama yapılmaksızın yeşil alan olarak gösterilmiştir. Necib Bey Haritaları, Eminönü-Fatih, Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ana paftalarının yanında sayfiye yerleri, Adalar ve İstanbul’un tamamını gösteren toplam 15 paftadan oluşan genel haritalardan oluşmaktadır.
* istikşaf: Haritacılıkta, alımı yapılacak alan ve detaylar için yeterli sayıda poligonların arazide belirlenmesi işidir.

Söz konusu arazi ile ilgili diğer bir eski belge 1923-1927 yılları arasında, Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi tarafından hazırlanan Üsküdar (Genel) Haritasının 3 numaralı paftasıdır ve bu paftada söz konusu olan arazi, yeşil alan olarak işaretlenmiş, ancak kullanımı ile ilgili herhangi bir ibareye yer verilmemişti.

Oysa Eylül 1930 tarihli Pervititch haritasıda bu arazi üzerinde Selamsız Mezarlığı ibaresi yer almaktadır. Her iki haritada da arazi üzerinde İstanbul ve diğer Anadolu şehirlerinin mezarlıklarında bulunan servi ağaçlarının varlığı bu arazinin mezarlık olabileceğini göstermektedir, ki bu ağaçların çok az da olsa bazıları halen evlerin arasında görülebilmektedir. Ayrıca söz konusu haritalarda arazinin etrafındaki sokakların isimleri de bunu doğrular niteliktedir. Günümüzde adı Yeni Ocak olan sokak, Pervititch haritasında “Kabristan sokağı”, yine günümüzde Yeni Dersane olarak adlandırılan sokak Pervititch haritasında "Selamsız Mezarlığı sokak" adıyla gösterilmiştir. Ayrıca 1932 yılında hazırlanan Üsküdar mezarlıklarının envanter çalışmasında da; Selamsız karakolundan itibaren bir taraftan Selamsız Mezarlığı sokak, diğer taraftan Selamsız Caddesi (günümüzde Gazi Caddesi), doğu tarafından da Kabristan sokak ile sınırlanmış olan bu arazi metruk bir mezarlık olarak kayıtlanmıştır. Y. Mimar Burak Öztürk'ün, Betonart Dergisi'nin 65. sayısının 18-28 sayfalarında yayımlanan, doktora tezi ile bağlantılı “Selamsız Ucuz Evler Yerleşimi” başlıklı yazısında yer alan, Harita Genel Müdürlüğü tarafından 1950 yılında çekilmiş olan bir hava fotografında da henüz arazi üzerinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı ve ağaçların varlığı görülebilmektedir.

Harita Genel Müdürlüğü tarafından 1950 yılında çekilmiş olan bir hava fotografı,
Burak Öztürk'ün, Betonart Dergisi'nin 65. sayısının 18-28 sayfalarında yayımlanan “Selamsız Ucuz Evler Yerleşimi” başlıklı yazısından alıntılanmıştır. 

Cumhuriyet'in erken dönemlerinde yoğun göç alan İstanbul'un mesken meselesi ile ilgili bazı planlama çalışmaları yapılmış, 40'lı yıllarda da İstanbul'un konut sorunu ile ilgili tartışmalar başlamıştı. Burak Öztürk, Betonart Dergisi'nin 65. sayısının 18-28 sayfalarında kaleme aldığı “Selamsız Ucuz Evler Yerleşimi” başlıklı yazısında, Nasyonel Sosyalistlerin iktidara geçmesinin ardından 1933 yılında Türk Milli Eğitim Bakanlığı'nın davet etmesi üzerine Almanya'dan Türkiye'ye iltica eden bilim insanları içerisinde yer alan ve 1951 yılına kadar 18 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Sosyal Politika Kürsüsü'nde sosyoloji, iktisadi bilimler, siyaset bilimi ve yerel yönetimler derslerinden sorumlu olarak görev yapan, Almanya'da yaşadığı yıllarda bir yapı kooperatifinin yönetim kurulu başkanlığını da yapmış olan Profesör Gerhard Kessler'in (1883-1963), Türkiye'de toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan dar gelirli ve yoksul kimseler için herhangi bir konut üretiminin söz konusu olmadığından, İstanbul'da bu görevi Avrupa'daki gibi üstlenen yapı kooperatiflerinin var olmadığından, bağımsız çalışan inşaat şirketlerinin de sadece varsıl kimselerin ve devletin ihtiyacı olan inşaatlarla ilgilendiklerinden bahsederek çözüm önerisi olarak da İstanbul Belediyesi'nin bu önemli görevi üstlenmesi gerektiğine işaret eden bir rapor hazırladığından bahsetmektedir. O sıralarda henüz bu konuda resmi bir girişimin olmadığı bir dönemde İstanbul'daki bazı geniş araziler üzerinde, basit ve sade tasarımlı, maliyeti düşük, halk tipi konutların öncelikle İstanbul Belediyesi tarafından inşa edilmesi ve beş sene içerisinde kurulacak yapı kooperatifleri ile üretime geçilmesi önerilmişti. Bu gelişmede Kessler'in raporunun etkisi olmuş mudur bilinmez ancak 24 Mart 1950 tarihinde, 5656 sayılı kanun ile kent sakinlerine kiralamak ya da satmak üzere konut inşaatı yapımının belediye hizmetlerine dahil edilmesi yasalaştırılmıştı. İşte Üsküdar, Selamsız Caddesi üzerindeki, Osmanlı döneminde Müslüman mezarlığı olarak kullanılan 25 dönümlük geniş yeşil arazi üzerinde 50 adet konutun inşa edilmesi için İstanbul Belediyesi tarafından bir ihale açılmış, 1951 yılı Nisan ayında kazanan firmalar belirlenmişti.16 Mayıs 1951 günü, hem Valilik, hem de Belediye Başkanlığı görevini birarada yürüten Fahrettin Kerim Gökay “Selamsız Ucuz Evleri”nin temelini atmıştı. İnşaat çalışmaları devam etmiş ve konutlar Şubat 1952'de tamamlanmış, ardından yapılan satış ilanları ile, aylık geliri belli bir sınırın altında olan kimselerin müracaatlarının kabul edileceği açıklanmıştı. 27 Eylül 1952'de “Selamsız Ucuz Evleri”nin kurası çekilmiş, evler kazananlara yapılan bir törenle teslim edilmişti. 50 adet “Selamsız Ucuz Evleri”nin tamamlanmış hali 1954 yılına ait bir hava fotoğrafında görülmektedir.

Harita Genel Müdürlüğü tarafından 1954 yılında çekilmiş olan bir hava fotografı,
Burak Öztürk'ün, Betonart Dergisi'nin 65. sayısının 18-28 sayfalarında yayımlanan “Selamsız Ucuz Evler Yerleşimi” başlıklı yazısından alıntılanmıştır. 

O gün bir kısmı özgünlüğünü yitirmiş, bazıları yıkılıp yeniden yapılmış olsa da özgün kalabilenler içinde bir tanesi özellikle dikkatimi çekmişti. O da giriş cephesinde nerede görsem hemen tanıyacağım, hayranı olduğum, çok yönlü (yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi, resim, şiir) usta sanatçımız Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun iki adet mozaiğinin yer aldığı 81 kapı numaralı evdi. Üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen o ev hala ayakta ve bence tescil edilmelidir. Bir vakitler Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun duvarlarına “ben burdaydım bir zamanlar” dercesine yapıp bıraktığı o 1958 tarihli iki küçük mozaik; şu ana kadar her hangi bir kayıda rastlamama rağmen sanatçının belki de büyük boyutlu eserlerini yapabilmesine pek de uygun olmasa da, o küçük evde yaşamış olabileceğinin kanıtı olabilir, ki bunu şu günlerde Kiralık ilanı vererek müşteri arayan Emlak Şirketi'nden sorguladığımda, Eyüboğlu ailesinin bu evde yaşamış olduklarının teyidini alabildim.



Ayrıca bunu destekleyecek başka bir ipucum da var aslında. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun 1950'lerde Beyoğlu'nda Narmanlı Han'da bir atölyede çalışmalarını sürdürdüğünü biliyoruz. Tam da o küçük panodaki tarihte yani 1958 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Brüksel'deki EXPO'58 Dünya Ticaret Fuarı'nda Türkiye Pavyonu için büyük boyutlu bir mozaik pano tasarlayıp üretmiş ve bu işinden altın madalya kazanmıştı. Bu işten kazandığı parayla da Türk mimarisinde iz bırakmış isimlerden biri olan mimar Turgut Cansever tarafından tasarlanan Kalamış Bedri Rahmi Eyüboğlu sokak 10 numaradaki dört katlı atölye-evini yaptırmış, orada eşi Eren Eyüboğlu ile birlikte ölene kadar yaşamışlardı. İşte Kalamış'ta yaptırdıkları ve Eren Eyüboğlu'nun “Mavi Kaplumbağa” olarak isimlendirdiği bu atölye-ev'den önce, evlerin 1952 yılında teslim edildiğini bildiğimize göre 1958 yılına kadar 6 yıl gibi bir süre de olsa Bağlarbaşı Selamsız Caddesi 81 numarada oturmuş oldukları sonucuna ulaşabiliyoruz...






1951 yılının bahar aylarında İstanbul Maya Sanat Galerisi'ndeki açtığı ilk yazma sergisini sanatseverlere, şu sözlerle seslendiği; “Yazma halkın malıdır. Yazma az ve öz değerlerle yapılır. Yazma renkleri ve biçimleri hayata karıştırır. Yazma cömerttir, ele avuca sığar, işe yarar. Yazma insana ferahlık, sevinç verir...Darısı resmin başına!..” bir davetiye ile duyuran Bedri Rahmi Eyüboğlu; halk sanatındaki nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken yolunun yazmalara düştüğünü söyler ve yazmanın resimle olan kardeşliğinden bahseder. Büyük bir ilgi ile karşılanan sergi, gelen yoğun talepler sonunda Haziran ayında da Ankara'ya taşınır. Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Has renklerin bir kısmına İstanbul yazmacılarında rasladım. Onlara kavuştuğum zaman o kadar sevindim ki günlerce üstüm, başım, elim, yüzüm has renklere bulandı. Yalnız üstüme, başıma değil ciğerime kadar işlediler; gündelik hayatıma, konuştuğum dile karıştılar; has renk, has biçim derken bir sabah bu destanla uyandım. Şiirin ne elinden kurtulmanın imkanı var, ne dilinden. Halk sanatı, rengi, biçimi, yazması, fistanı derken işte size bir yazma destanı.” diyerek yazma sanatını bütün incelikleri ve ayrıntılarıyla kaleme aldığı, “Yazma Destanı” adlı şiirinde yazma sevdasını anlatmıştı;


YAZMA DESTANI

Söylemesi benden çalıp oynaması Sulukuleden
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz
Çil çil olmuş boyadan koltuk altları
Yıldız yıldız benleri var sayılmaz.

Yazmacı güzeli onaltı yaşında
Altı senedir tezgah başında
Her yanı boya içinde ama alnı açık aklı başında
Bir de karanfili var kulağının arkasında
pembe pembe güler
Yazmacı güzeli Binnaz
Hem yazma basar hem şarkı söyler:
Yazmacı güzeli Binnaz hastır boyaları çıkmaz.

Her şeyin hası var bu dünyada
Fırının hası var, ekmeğin hası
Bahçenin hası var, insanın hası
Çeliğin hası var insanın hası
Gel gör ki her şeyin hası çarşıda satılmaz..
Yazmacı güzeli Binnaz, hastır boyaları çıkmaz.

Hele bir yeşili var zehir yeşili
Bir defa bulaşmaya görsün yüzüne gözüne
Vallahi billahi çıkmaz
Hamama da gitsen çıkmaz.

Buna cehri derler cehri
Aklına eserse alimallah sarıya boyar bütün şehri
Cehri dediğin bir küçük tohum
Kaynatırken buram buram temmuz kokar, tarla kokar; bal kokar..
Buna kırmız derler kırmızı değil
Çini maçinden gelirmiş fi tarihinde
Kırmız dedikleri küçük bir böcek
Buğday gibi ekilip biçilerek
Hasadı yapılırmış fi tarihinde.

Buna al makam derler buna mor
Neyin nesi olduğunu Şaban ustaya sor.
Şaban usta Üsküpten gelmiş, geleli otuz yıl olmuş
Üsküdar’da Fıstık ağacında bir tezgah kurmuş
Aklını fikrini yazmaya vermiş.
Dili birazcık Üskübe çalar
Mesela gel bir yemek yiyelim, demez de
Yiyelim bir yemek der…
Şipşak bir sofra kurulur
Tezgahın üzerine bir yazma serilir
Bir yumrukda iki baş soğan kırılır
Dört beş kalem pirzola, burcu burcu kekik
Sanki ömrümüzde yemek yemedik.

Kaynar kaynar balmumuna daldırır
Ihlamur ağacından oyarlar kalıbı
Bir kalıpta onbin yazma basılır
Kalıp deyip geçme, yürek ister, bilek ister, göz ister
On binle çarpılır birin ayıbı
Kalıbın hasını da Hanımyan oyar
Hanımyan altmışbeş yaşındadır
Galata Kulesi kadar yerli, Kızkulesi kadar turfandadır
Bir ellerini görsen bayılırsın
Asur heykelleri gibi küt küt, çentik çentik emektar eller
Binlerce kalıp oymuş bugüne kadar
On binlerce yazma dağda bayırda onun şarkısını söyler
Yazmalar uçun, yayladan geçin
Has rengi, has biçimi; has insanı seçin yazmalar..

Yazma üstüne ne söylesem az
En belalısı siyah üstüne beyaz
Yazmanın siyahı sıcak ister hamam sıcağı
Sıcak bir şey değil, ama siyah boyanın dumanı
Ne dini vardır ne imanı
Yazmadan yıldıran budur
Bu çökertir elmacık kemiklerini
Akide şekeri gibi gülen gözler bulanır
Duman değil zehir, can mı dayanır?

Sonra yazmalar serilir çimene kandil kandil
Işıktan; renkten; nakıştan bir bayram kurulur
Davul zurna sesleri gelir uzaktan
İnsan eliyle tabiat gücü başa güreşirler
Daha sonra Bağlarbaşı’ndan denize inilir
Yazma dediğin balık misali akar suya, diri suya bayılır
Boğazın suları kütür kütür
Has olmayan ne varsa söker götürür
En sonunda yazmalar havalanır öbek öbek
İstanbul’dan deniz kokan yosun kokan bir merhaba!
İstanbul’dan deste deste nur, demet demet çiçek
Yurdun her yanına uçup gidecek

Yazmalar uçun yayladan geçin
İyiyi, güzeli; temizi seçin yazmalar!..”

Bu şiirdeki iki bölüm sanatçının Bağlarbaşı ile ve “Ucuz Evler” 81 numara ile ilişkisine bir ışık tutabilir.

Kalıbın hasını da Hanımyan oyar, Hanımyan altmışbeş yaşındadır diyerek belki de o dönemde tanıştığı Bağlarbaşı'nda yaşayan ve 1951 yılında sanatçının ilk yazma motifi olan “Ayşe Gelin” olarak bilinen deseninin kalıbını ıhlamur ağacından oyan, Ermeni cemaatinden Hanımyan isimli bir ağaç oymacı ustasından bahsetmektedir. Böylece ilk ahşap oyma baskılarını yapmaya başlayan Bedri Rahmi Eyüboğlu sonrasında bu işi de ustalardan öğrenmiş ve kendi kalıplarını yapmaya başlamıştı.

Osmanlı kaynaklarında yazma; el ile üzerine çiçek resimleri nakışlar basılmış yemeni ve emsali biçiminde açıklanır ve bu işi yapan esnaf “kalemkâr” olarak tanımlanırmış. Kendi deyimiyle babası Osmanlı Ordusu'nun bir subayı olarak Çanakkale Savaşları'nda şehit olan Ermeni asıllı Rahip Y. Gamidas Çarkçıyan, 1953 yılında yayınladığı “Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953” adlı 266 sayfalık kitabının 46. sayfasında, Ermenilerin 1790-1840 tarihleri arasında İstanbul'da, tülbent üzerine baskı desenlerle bezeli geleneksel yazmacılığın temelini attıklarını, Üsküdar'da geliştirdikleri bu yazmaların Beyrut, İzmir, Kahire, İskenderiye pazarlarında alıcı bulduğunu belirtmektedir. Bu esnafların merkezi de Kapalıçarşı'daki Vezir Han ve Çuhacı Han'mış. O dönemin en ünlü yazmacı ustası da 1727 yılında Yenimahalle'deki Surp Garabed Ermeni Gregoryan Kilisesi'ni İstanbul Ermeni Patriği Hovhannes Baghishetsi Golod (1678-1741) döneminde yeniden inşa eden mimar Sarkis Kalfa'nın 1751 yılında vefat eden oğlu kalemkâr Kevork ustadır. Kevork Sarkis Kalfayan, kendi icadı olan makineler ile ürettiği tülbent üzerine baskının mucidi olarak anılır. Ayrıca, bu nakışlı yazmalara ait imalathaneler ilk olarak Kevork usta tarafından Kuzguncuk ile Bağlarbaşı arasındaki mahallede kurulduğu içindir ki bu mahalleye “İcadiye” denmeye başlanmış o yıllardan bu yana. Sarkis Kalfayan soyadı taşıyor olmasından ötürü, bu mucidlik babası Sarkis kalfaya mal edilse de bu yanlıştır. Kevork ustanın basmaları yanlış da olsa kurucusuna ya da mucidine ithafen, “Sarkis Kalfa Basması” olarak anılırmış. Kevork ustanın Kuzguncuk'ta kurduğu (o zamanlar İcadiye Kuzguncuk'a bağlıymış) nakışlı yazmacılık işi babadan oğula geçmiş, torunu basmacı Hovhannes atölyeyi Üsküdar'a taşımış. Üsküdar Ayazma'daki basmahanenin yönetimini iki yüz yıl aynı soydan gelen torunları üstlenmiş. İstanbul'da renk ve desen kompozisyonu açısından daha zarif ve genellikle giyim eşyalarında kullanılan çiçekli basmalar, elvan basmalar, çit, kreton ve tülbent gibi çeşitli kumaş türleri, Anadolu yakasında yoğun olarak Üsküdar Bağlarbaşı'nda, Kuzguncuk, Çengelköy, Ayazma ve Kandilli semtlerindeki Ermeni esnafın aile işletmeleri olan basmahaneler ve ticaret evlerinde imal edilirmiş.

Pervitich'in Şubat 1931 tarihli 70 numaralı Sigorta haritasında
Saint Marie ve Saint Vincent de Paul Fransız Okulları'nın çok yakınında bir Yazmacı işliği.

1950 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 150 resimden oluşan bir “Retrospektif” sergisi düzenledikten sonra, 1933'ten o güne kadar ilk defa yurt dışına çıkıp, birkaç aylığına Paris'teki eşi Eren Eyüboğlu'nun yanına giden Bedri Rahmi Eyüboğlu, orada müzeleri gezmiş ve İnsan Müzesi'nden çok etkilenmişti. Bu onun başörtüsü veya kilimin hem güzel, hem işe yarar olması gibi sanat eserlerinin bir iş görmesi gerektiği düşüncesi sanat anlayışını şekillendirmiş, Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle “Yazmacılık” geleneğine yeni bir yorum getirmiş, eşi ile birlikte 1950'de yurda dönmüştü. İşte 1952 yılında Bağlarbaşı'nda bir ev sahibi olduktan sonra belki de Bedri Rahmi Eyüboğlu tam da yazmacılığın dergâhına düşmüştü o dönem...

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Daha sonra Bağlarbaşı’ndan denize inilir; Yazma dediğin balık misali akar suya, diri suya bayılır, Boğazın suları kütür kütür, Has olmayan ne varsa söker götürür, En sonunda yazmalar havalanır öbek öbek, İstanbul’dan deniz kokan yosun kokan bir merhaba! İstanbul’dan deste deste nur, demet demet çiçek, Yurdun her yanına uçup gidecek... derken de, neredeyse “Ucuz Evler” no:81'in konumuna uygun bir tarif yapmaktadır.


Zira o evlerin önünden geçen Selamsız Caddesi yokuş aşağı doğruca Üsküdara, denize iner; deniz suyu ile buluşan yazmalar yıkanır, güneşte kurutulur... Derler ki Kumkapı'nın balıkçıları, kuyumcuları bir de yazma ustaları meşhurdur. Kumkapı'nın eski fotograflarında sahil boyunca iplere kurutulmak üzere asılmış çirozlar, bir de yazmalar görülür. Baskı yapan Rum ustalar son işlem olarak, bitkisel ve hayvansal unsurlardan elde ettikleri boyalarla renklendirdikleri basmalarını tatlı su ile yıkarlarken, Ermeni ustalar baskılardaki renkleri kalıcılaştırılmak için yazmaları durulama aşamasında, deniz suyunda yıkar ve sahil boyunca da kurumaları için iplere sererlermiş. Bu nedenle “iyot ve yosun kokuları tıpkı balıklar gibi yazmalara sinmiştir” denir...

Amerikan Yabancı Misyonerler Kurulu tarafından 15 Temmuz 1829'da misyoner olarak atanan, Amerikan Board isimli Protestan misyonerlik örgütünün, Osmanlı Devleti'ne Ermeni misyonlarına yardımcı olmak üzere gönderdiği öncü misyonerler arasında yer alan, Board misyonerleri arasında Ermeniceyi ilk öğrenen ve “Ermeni misyonunun babası” olarak bilinen ve 30 yıldan fazla bir süre İstanbul'da hizmet veren, Harrison Gray Otis Dwight (1803-1862) 1915'te yayımlanan “Constantinople Old and New” kitabında; bir yaz günü Üsküdar'da Şemsi Paşa camiinin arkasında yükselen tepede rüzgarda kuruyan kumaşların satırları andıran görüntüsünden bahsetmişti. Aslında gördükleri kurumaları için ipe asılmış basma ustalarının imal ettiği yumuşak figürlü mendillerdi. Dwight, basmacıların pantolonlarının paçalarını kıvırarak renkleri sabitlemek için baskı yaptıkları ince kumaşları Salacak'ta denize daldırıp çıkardıklarını paylaşmış, sonrasında da bu kumaşların saçaklarından kan gibi kırmızı bir rengin aktığını, bu kırmızı boyanın izini sürdüğünde de Üsküdar Ayazma'daki basmahaneye ulaşabildiğini aktarmıştı. Dwight ayrıca bahsi geçen Ayazma basmahanesi sokağının görünüşünü ve basmacı ustasının fotoğrafını da paylaşmış, iki yüz yıldır aynı ailenin yönetiminde olan basmahanede her işin elle yapıldığını, buranın Mayıs'ta Hıdırellez gününden Kasım ayına kadar açık olduğunu, basmahanede çalışan biriyle karşılaştığında yere oturup beyaz kumaş şeritler üzerine ilk deseni kalıpla basarak ince kumaşlardan sarık imal ettiğini de görmüş ve aktarmıştı. Ayrıca basma işçisinin geceleri imalathanede kaldığını söylemesi üzerine, kalıp bloğunu batırdığı kaynayan boya kazanıyla aynı yerde uyuduğunu fark ederek, maruz kaldığı bu çalışma ortamı nedeniyle yaşam süresinden on yıl eksildiğini söyleyen basmacıdan ötürü, el emeği bu basmalara bakış açısının değiştiğini de eklemişti, yazdıklarına.

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun mimar Turgut Cansever tarafından tasarlanan
Kalamış Bedri Rahmi Eyüboğlu sokak 10 numaradaki dört katlı atölye-evi


Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun 1958 yılında Brüksel EXPO'58 Dünya Ticaret Fuarı'ndaki Türkiye Pavyonu için yaptığı 50 cm. genişliğinde, 2 metre 27 cm. yüksekliğinde 100 metre uzunluğunda ve 200 parçadan oluşan ve sanatçının bir milyona yakın mozaik taş parçası kullandığı 227 metrekarelik mozaik duvar panosu ile ilgili olarak, 18 Ekim 2013'te Brüksel'de açılan EXPO'58 Dünya Ticaret Fuarı'nın 55. yılı münasebetiyle blog sayfamda yazdığım yazıdan bu mozaik pano ve trajik akıbeti hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşılabilir.

https://lcivelekoglu.blogspot.com/2013/10/tarihten-bugune-dusen-notlar-19-ekim.html)

O yıllarda gazete küpürlerinde Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun mozik panosu ile ilgili haberler


Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Muhlis Türkmen
Brüksel EXPO'58 Dünya Ticaret Fuarı'ndaki Mozaik Panonun önünde


KAYNAKLAR:

1- Burak Öztürk, Selamsız Ucuz Evleri, ULUSLARARASI ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU XI, 15-16-17 Ekim 2021, Bildiriler I, Sf:600-613, Üsküdar Belediyesi, İstanbul Mart 2023

2- Burak Öztürk, “Selamsız Ucuz Evler Yerleşimi”, Betonart, 65, s. 18-28.

3- Zeynep Kul, Yazmacılık motiflerinin grafik tasarım aracılığı ile ev dekorasyonunda tekstil ürünlere yansımaları ve bir uygulama örneği, Yüksek Lisans Tezi, Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat ve Tasarım Anasanat Dalı, Lefkoşa 2020

4- Canan Torlak Emir, Osmanlı İstanbul'unda Pamuklu Basmacılık ve Çevresindeki İlişki Ağları (1789-1876), Doktora Tezi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, İstanbul Ocak 2024


Bir sonraki yazı; 30 yılın ardından Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı ve dağarcığımdakiler;

BÖLÜM IV:

SURP HAÇ ERMENİ GREGORYAN

(ORTODOKS) KİLİSESİ


Hiç yorum yok: