Constantinople Home School for Girls
(Arnavutköy Amerikan Kız Koleji) ve
Bardizag (Bahçecik) Ermeni Kız Okulu
(Üsküdar Amerikan Kız Koleji)
Bugün 30 yıl öncesine dönüp baktığımda, 1994 yılı yazından başlayarak bir yanda endişeli, diğer yanda ise umutlu bir bekleyiş içinde geçen günlerimizi hatırlıyorum. Yaz ortasında Didim’deki yazlıklarında rahatsızlanan annemi acil olarak İzmir Ege Tıp Fakültesi’ne yatırmış, kötüye giden sağlık durumunun tedavisini izlemeye başlamıştık. Babam Didim’de annemden gelecek iyi bir haber almayı umut eder, ablam ise annemi yalnız bırakmayıp, sürekli başında beklerken, ben her hafta sonu İzmir’e uçup, hem annemi görüyor hem de refakatçisi ablama az da olsa bir nebze destek olmaya gayret ediyordum. Kaygı duyuyorduk elbette, annemin sağlığı iyiye gideceğine gün be gün daha kötüleşiyordu, endişeliydik. Öte yandan İstanbul’da o yıl İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu'nu bitiren büyük kızım Derya'yı annesi ortaöğrenim sınavlarına (Anadolu Liseleri Seçme Sınavı ve Özel Okullar Seçme Sınavı) hazırlıyor, onun telaşını ve iyi bir okulu kazanabilmesinin ve yazdırabilmenin umudunu yaşıyorduk. Günlerimiz bu iki yoğun duygu arasında git gellerle geçiyordu. Annemin iyice kötüleşip yoğun bakıma alındığı günlerdeki kaygılı bekleyişimiz, kızımın Özel Okullar Seçme Sınavları'nda başarılı bir sonuç almasıyla, Üsküdar Amerikan Koleji gibi iyi bir okula kayıt yaptırabilecek olmamızın mutluluğu ile karışmıştı. Bir yanda endişe ve kaygı dolu, diğer yanda heyecan ve umut dolu günler… Çok sürmemiş, annemi yazın sonunda kaybetmiş, sonbaharın ilk günü, Eylül’ün birinde o çok sevdikleri Didim’de toprağa vermiştik. O üzüntülü günlerimizin on gün sonrasında da, kızımız o çok arzuladığı okula başlamıştı, 11 Eylül 1994’te. “La Giaconda” gibi yüzümüzün yarısında hüzün, diğer yarısında mutluluk…
Daha sonrasında küçük kızım Defne de ablası gibi İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu'na devam etmiş sonrasındaysa onun döneminde İlköğretim 8 yıla çıkarıldığı için eski anlayışla Ortaokulu bitirdikten sonra ablasının peşisıra o da Üsküdar Amerikan Lisesi'ne başlayabilmişti.
![]() |
Derya okulun ilk günlerinde, Eylül 1994 |
İşte o günlerde tanışmıştım Üsküdar’ın Bağlarbaşı’sı, Selamsız'ı ile. Oniki yıl öncesinde 1982'de gelip yerleştiğim ve yaşamaya başladığım İstanbul’da o güne kadar belki de hiç yolum ya da işim düşmemişti oralara. İlk kez Maria Yordanidu’nun “Loksandra, İstanbul Düşü” adlı kitabını okurken duyduğum, Üsküdar Amerikan Koleji’nin Bağlarbaşı’nda olduğunu da bilmezdim, hiç dolaşmamıştım Bağlarbaşı’nın, Selamsız’ın sokaklarında. Vesile olmuş sonraki günlerde nadir olarak da olsa kızımı okula bıraktığım günlerde sokaklarını dolaşmaya, bazen de fotograflar çekmeye başlamıştım o muhitte.
Avrupa'da kadınlar serbestti ve Rum kadınlarının da uygarlaşmaları vakti gelmişti. Loksandra'nın kızı Kliyo ve Takis'in kızları "Anna, artık herhangi bir okula giderek biraz İngilizce ve Fransızca öğrenmeli, ondan sonra da kendi ekmeğini kazanmalı ve annesine de bakmalıydı. (...) Anna'yı, modern bir kadın olarak yetişmesi için gelecek Eylül ayında yatılı olarak Üsküdar Amerikan Koleji'ne yazdırmaya karar verdi. (...) Çocuğa dayılık yapıyordu ama içi titriyordu, çünkü aylar uçup gidiyordu ve Eylül gelmişti bile."
Her Üsküdar'lı öğrencinin Anna gibi kimbilir ne çok anısı vardır okul ile ilgili; işte Anna'dan yıllar yıllar sonra onun hikayesine çok benzer bir Üsküdar Amerikan Kız Lisesi okul sürecini neredeyse Anna'nınkine çok benzer şekilde yaşayan, Ankara Beypazarı'ndan bir Türk ailesinin iki kızından küçük olanı, 1949 doğumlu, Semiramis Kanbak'ın anılarından heyecanlı ilk okul günleri:
“...Ablam 5. sınıfa geçtiğinde ailemizi tatlı bir telaş ve heyecan sarmıştı. Annem ve babam bizim yabancı dil öğrenmemizi çok istiyorlardı. Onlara göre bir dil bir insan, iki dil iki insandı. Bunun için orta öğrenimimizi yabancı dille eğitim veren bir okulda yapmamız gerektiğine inanıyorlardı. Dünyada en yaygın olarak kullanılan dilin İngilizce olması onları dil seçiminde İngilizce'ye yönlendirmişti.
O yıllarda konfeksiyon bugünkü kadar gelişmemişti. Okul formanın modelini veriyor, veliler çocuklarının formalarını kendileri diktiriyorlardı. Hemen en iyi İngiliz kumaşından jilelerimiz, en iyi poplinden gömleklerimiz terzi Nihat Amca'ya diktirildi. Yün hırkalarımız ördürüldü. Hele çantalarımızı hiç unutmam, halis deri olsun diye aldıkları çantalar o kadar deriydiler ki, (o yıllarda deri işlemeciliğimiz herhalde bu kadar gelişmemişti) ilk başlarda anneannem çantalarımızın kokusuna dayanamadığı için eve gelince onları oturma odasına sokmuyordu, antrede bırakıyorduk...”
Bağlarbaşı semtini de Selamsız Mahallesi'ni de, yılların yorgunluğuyla kafa kafaya vermiş ayakta durmaya çalışan o güzelim cumbalı ahşap evleri, oya gibi işlenmiş ahşap köşkleri, kagir konakları, sokak çeşmelerini, misyoner ve cemaat okullarını, Ermeni ve Rum Kiliselerini, camileri, hamamları, kalenderhaneleri, Tramvay Deposu'nu, hala yaşayan, yaşatılan mis gibi kokularıyla iştah kabartan fırıncıları, marangozu, demircisi, hırdavatçısı, terzisi, kumaşçısı, kundura tamircisi, tesisatçısı, manifaturacısı, tuhafiyecisi, kasabı, berberi ile kapısı önünde oturup çay içerek tavla oynayan, eski günlerin o bilumum mahalle esnaf dükkanlarını, oto tamircilerini, lastik ve elektrikçilerini, nefis pastaları, köşebaşı börekçi ve çaycılarını, sütlü, hamurlu tatlıları, tuzlu, tatlı kurabiyeleri ve o yumurtalı sandviç ekmeği içerisine isteğe göre kaşar, salam, rus salatası, turşu, domates gibi malzemeler ile leziz soğuk sandviçler hazırlayan o güzelim mahalle pastanesi Bağ’ı hep o günlerde görüp, keşfetmiştim ilk kez kızımın sayesinde...
Anadolu Yakası'ndaki kentsel yerleşimin tarihi yüzlerce yıl öncesine uzanmakla birlikte, Osmanlı döneminde Anadolu Yakası'ndaki azınlık ve yabancılarla bağlantılı hareketlenmeler 19. Yüzyılda başlamış, yüzyılın ikinci yarısından sonra da bir ivme kazanmıştı. Başta yangınlar olmak üzere çeşitli nedenlerle İstanbul'un semtlerinden ve başka çeşitli bölgelerden, Rum, Ermeni ve Musevi Cemaatleri'nin yanısıra Levantenler, Anadolu Yakası'nda Fenerbahçe, Moda, Kadıköy, Yeldeğirmeni, Haydarpaşa, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlere gelip yerleşmişler ve bu semtlerde toplumsal gereksinimlerini karşılayacak fiziksel yapılaşmayı oluşturmaya başlamışlardı. Bağlarbaşı semti de özellikle Ermeni ve Rum cemaatlerin yerleştiği bölgelerden biri olmuştu.
Tanzimat'tan sonra azınlıklara da tanınan sivil haklar ve yabancılara sağlanan kolaylıklarla yaratılan uygun ortamın sayesinde, Bağlarbaşı Anadolu'ya geçişi sağlayan bir kapı olarak değerlendirilmiş, özellikle Ermeni ve Rum cemaatin yerleştiği ve yoğun olarak yaşadığı Bağlarbaşı'nda, başta Amerika ve Fransa olmak üzere çeşitli ülkelerin misyoner tarikatları, oluşturmaya çalıştıkları dini gruplar için inşa edilen yapılarla, 19. Yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başında, bölgedeki yapısal gelişmenin temel taşlarını oluşturmuşlardı. Bu çerçevede, Bağlarbaşı'nda, azınlık ve yabancıların konutlar dışında ürettikleri kamusal yapılar olan dini yapılardan sonra gelen en önemli yapılar ise okullar olmuştu. Ve ilginçtir ki bugün belki de İstanbul'un başka semtlerinde göremeyeceğimiz kadar çok yaşayan örneği, kendi tarihleri ile birlikte bir arada günümüzde de görebilmekte, izleyebilmekteyiz.
Kapitülasyonların eğitim konusunda önemli etkileri olmuş, Osmanlı Devleti'nde açılan yabancı okulların sayısı çok artmıştı. Fransızlar 1902-1925 arasında 72, İtalyanlar 1904-1924 arasında 24, Almanlar ve Avusturyalılar ise 1910-1917 arası 7'şer okul açmış durumdaydı. 1917 verilerine göre İngilizler'in sadece İstanbul'da açmış olduğu okul sayısı 83'ü bulmuştu. Osmanlı topraklarında en fazla okul açmış bulunan Amerikalılar'ın okullarının sayısı ise 1845-1904 yılları arasında müthiş bir patlama göstermiş ve 7'den 465'e kadar yükselmişti. Yabancı okulların Osmanlı toplum hayatına etkisini ABD'nin o zamanki Harput Konsolosu David Jayne Hill'in (1850-1932) Fırat Koleji hakkında yazmış bulunduğu raporundan anlayabiliriz: “Şu anda Amerika'dan Osmanlı ülkesine getirilen en önemli şey. Kolej'in bütün sınıflarında Amerikan ticaret yaşantısı, konfor ve serveti hakkında bilgi verilmiş olmasıdır. Daha da önemlisi. Amerikanvari yaşama idealini, iş ahlakını, zaman kavramını ve benzeri bütün konularda modern bilimdeki gelişmeleri Asya'nın bu doğal bahçesine ekmektir. Bu Kolej, Amerikan düşünce metodlarını ve hayat kazanma biçimini geniş ölçüde bütün sınıflarında canlandırıp öğretmektedir”
Öncelikle bu yazı dizisini yazmama vesile olan Üsküdar Amerikan Lisesi'ni anlatmakla başlamalıyım. Günümüzde Vakıf sokak üzerinden giriş yapılan Üsküdar Amerikan Lisesi yerleşkesi güneybatı yönünde Ekmekçibaşı sokak, güneydoğu'da Elektrik Fabrikası ve Tramvay Deposu, kuzeydoğu'da da Vakıf sokak ile sınırlanmış bir alan içerisinde yer almaktadır. Okulun kuzeybatısını ise, Ekmekçibaşı sokak üzerinde vaktiyle yer alan, bugün yerinde bir takım apartmanların yükseldiği kendisinden ancak bugüne hiç bir iz kalmamış olan Berberyan (Berberian) Okulu'nun arazisi sınırlandırmaktadır. Yerleşkenin durumunu gösteren elimizdeki belki de en eski belge, çocuk yaşlarında 1880'de İstanbul'a göç eden bir Hırvat ailenin oğlu olarak 1894'te Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun olan ve 1922-1945 yılları arasında İstanbul'un sigorta planlarını çizen kartograf ve topoğraf Jacques Pervititch'in (Jakub PERVITIĆ, 1877-1945) Ekim 1930 tarihli Sigorta haritalarının 76 numaralı paftasıdır.
Üsküdar Amerikan Lisesi'nin krokisi |
Üsküdar Amerikan Lisesi'nin geçmişini anlatabilmek için biraz eskilere, yaklaşık 150 yıl kadar geriye gitmek gerekiyor. Zira bu yerleşkenin Üsküdar Amerikan Lisesi'nden önce nasıl, neden ve ne amaçlarla kullanıldığını da bilmek gerekmekte. Onun da bir tarihi var çünkü. Bugün Üsküdar Amerikan Lisesi ve doğusunda yer alan bir zamanların Elektrik santralı ile Tramvay Deposu yer aldığı büyük alan, vaktiyle Acıbadem Tekkesi'nin bulunduğu vakıf arazisiymiş. Celvetiyye’nin Selâmiyye kolunu kuran Selâmi Ali Efendi tarafından faaliyete geçirilen ve vakfiyesi 1096-1099 yıllarında (1685-1688) tescil edilen, Selâmi Ali Efendi’nin vakfına ait olan tekkenin bu arazinin neresinde bulunduğu günümüzde bilinmemekle birlikte; Bandırmalızâde Ahmed Münib Efendi (1858-1918) tekkeler, ayin günlerine göre tasnif edilmiş, her tekkenin adı, semti, ait olduğu tarikat, o zamanki şeyhi ve ek bilgilerle son dönem tekke ve tarikatları hakkında önemli ipuçları veren, 1307 (1890) yılında İstanbul’da basılan, Mecmûa-yı Tekâyâ'da adlı eserinde, tekkenin yerini şöyle belirtilmiştir; “Acıbadem Tekkesi, Üsküdar'da Selâmsız Caddesi üzerindedir. Celvetî olup 1890 tarihlerinde şeyhi Ahmed Efendi idi. Selâmi Ali Efendi Tekkesi de denir. Ayin günü Cumartesi idi. Ahmed Efendi zamanında tekkede kendisinden başka kimse yoktu. Küçük bir dergâhdı.” 1199 (1784)
![]() |
İcadiye'den Selamsız'a bakış, tepede görünen iki binadan soldaki Barton Hall, sağdaki Bowker Hall |
Üsküdar Amerikan Lisesi yerleşkesini batıdan sınırlayan Ekmekçibaşı sokaktan başlarsak; XIX. yüzyıl başında Kayseri’nin günümüzde Güneşli Köyü olarak bilinen Muncusun köyünden, genç yaşta İstanbul’a gelip Balyan ailesinin yanında saray mimarlığına yükselen Boğos Odyan Ağa’nın büyük bir evi Ekmekçibaşı sokağın sağ tarafında okulun arkasında yer alıyormuş. Bu evde, Boğos Ağa’nın oğlu hukukçu, siyasetçi ve yazar Krikor Odyan (1834-1887), şair, gazeteci, doktor, hatip, yazar, siyasi aktivist ve çevirmen Nahapet Rusinian (1819-1876), hekim Serviçen ya da Serovpe Viçenyan Efendi (1877-1897) ve Garabet Amira Balyan'ın ilk erkek çocuğu, mimar Nigoğos Balyan (1826-1858) önderliğinde dini ve sivil kişilerden oluşan bir konsey tarafından, 24 Mayıs 1860 tarihinde, Ermeni Patriği'nin yetkilerini, millet açısından konumunu ve yeni kurulan Ermeni Ulusal Meclisi'ni tanımlayan, 150 maddeden oluşan “Nizamnâme-i Millet-i Ermeniyân” adlı anayasa taslağı hazırlanarak, Bâb-ı Âlî'ye sunulmuş. Sultan Abdülaziz hükûmeti bu taslağı 17 Mart 1863'te bazı küçük değişiklikler yaparak, bir fermanla onaylayarak yürürlüğe koymuş. Belgenin Ermenice versiyonu kendisini “Anayasa” olarak tanımlarken, Osmanlı türkçesi versiyonu Tanzimat döneminde kabul edilen kanunların yazılı olduğu Düstur* denilen kitapta, Anayasa yerine “Millet hakkında bir Nizamname” tanımı ile yer almış. Odyan'ların evi zamanla Dayan Yatılı Kız Okulu haline getirilmiş.
*Düstur: Farsça hukuk derlemesi anlamındaki “Destur” kelimesinden gelmektedir. Osmanlı Kamu Hukuku Kanunudur; Ceza Kanunu ile bazı medeni ve ticari kanunları içerir. Tanzimat döneminde hazırlanmış ve kabul edilmiş olan kanun ve nizamnâmeleri resmi bir kitap içinde bir araya getirme zarureti doğunca ilk kez 1851 yılında Tanzimat'ın ilanından 1851'e kadarki hukuki mevzuat 142 sayfalık isimsiz bir kitapta toplanmıştı. 1868-76 yılları arasında bir komisyona başkanlık ederek Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'yi (medeni hukuk kuralları kodeksi) kaleme alarak İslam Hukuku'nu sağlam bir dille kitaplaştıran hukukçu, tarihçi, devlet adamı, asker ve yazar Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895), daha öncesinde Şubat 1863'te kabul edilen yeni kanun ve yönetmelikleri eklemek, yürülükten kaldırılanları çıkartmak suretiyle ilk kez “Düstur” adıyla bir kitap meydana getirmişti. Aynı şekilde ikinci kez 1866'da, daha sonra yeni ilave ve çıkartmalarla 1872'de I., 1873'de II., 1876'da III. ve 1879'da IV. Cilt Düstur'lar yayımlanmış, 1882'de IV. Cildin ikinci baskısı yapılmış, 1879'dan 5 Aralık 1884'e kadar dört zeyil (ek) halinde neşredilmişti. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1937'de V., 1939'da VI., 1941'de VII. Ve 1943'te VIII. Ciltler yayımlanmıştı.
Odyan'ların evinin tam sol yanındaki Nizamyan’ın çok büyük ölçüdeki evi de daha sonra yerini, eğitimci, pedagog, yazar, şair ve müdür, Reteos Berberian’ın (1848-1907) kurucusu olduğu, prestijli yatılı ve gündüzlü Ermeni Berberian Varjaran Okulu'na (1878) bırakmış. Reteos Berberian tarafından şekillendirilen okulun müfredatı ve metodolojisi, belirli ahlaki ve manevi değerleri aşılamayı amaçlıyormuş. Müfredat daha sonra yabancı diller ve sosyal bilimleri de kapsayacak şekilde genişletilmiş. 1876’da önce Kadıköy’de açılmış olan okul, daha sonra buraya nakledilmiş. Okul, Reteos Berberian’ın ölümünden sonra 1907-09 yılları arasında müdür Petros Karapetian, 1909-11 yılları arasında Berberian'ın oğlu Onnik, 1911-1922 yılları arasında da diğer oğlu Shahan tarafından yönetilmiş. 1914-1918 yılları arasında okulun faaliyetleri kesintiye uğramış, daha sonra da 1924'te oğulları tarafından Kahire’ye taşınmış ve 1934’te maddi güçlükler nedeniyle kapatılmış. Odyan evinin ve Berberian Varjaran Okulu’nun sırasında, Ermeni rahibelerin kurduğu bir mektep ve bunun arkasında da kız öğrencilere yüksek eğitim veren, bugünkü Üsküdar Amerikan Lisesi'nin olduğu yerde, 1872 yılından itibaren bir okulun görkemli binası yükselmekteymiş ki bu görkemli bina bugün de ayakta olan Bowker Hall binasıdır.
Bowker Hall (Batı cephesi) |
Söz konusu olan, Üsküdar Amerikan Lisesi'nden önceki bu okulun ne olduğuna, nasıl ve ne zaman kurulduğuna bakacak olursak; biraz daha geçmişe gitmemiz gerekir.
1810 yılında Boston’da kurulan American Board of Comissioners for Foreign Missioners merkezli misyoner* gruplarının girişimi ile Amerikalı eğitimci Dr. Cyrus Hamlin (1811-1900) ve New York'lu bir iş adamı olan Christopher Rhinelander Robert'in (1802-1878) verdiği mali destek ile Bebek’te eski bir ahşap konakta, 16 Eylül 1863’te altı öğretmen ve dört erkek öğrenciyle açılan Robert Kolej, Bulgar, Sırp, Makedon ve Arnavut gibi gayr-i müslim öğrencileri hedef kitle belirleyerek eğitimine başlamıştı.
![]() |
Robert Kolej'in, 16 Eylül 1863’te açıldığı Bebek'teki eski ahşap konak |
Erkek öğrencilerin eğitimi için kurulan Robert Kolej, Amerika Birleşik Devletleri dışında açılan ilk kolej ve en eski Amerikan eğitim kurumuydu. 2 Ocak 1868'de, yine Boston'da American Board'a yardımcı olmak üzere, kız çocukların yetiştirilmesi, kız okullarının açılması, bu okullara öğretmen ve maddi yardım sağlanması amacıyla ve Amerikan Board'ın faaliyet gösterdiği yerlerde kadın ve çocuklara yönelik hizmet vermek üzere Kadın Board'ı kurulmuştu. 1829-1836 yılları arasında Massachusetts'deki Ipswich Female Seminary'de (Ipswich Kız İlahiyat Okulu) okuyup mezun olmuş, 21 Haziran 1843'te Albert ile evlenerek Bowker soyadını almış olan Sarah Lamson (1815-1898) Amerikan Kadın Misyonları Birliği'nin (Woman's Board of Missions) kurucu başkanı olmuştu. Cyrus Hamlin erkek öğrenci eğitimi yanısıra İstanbul’da kız öğrencilerin de okutulabileceği bir okul gereği duyunca, Christopher Robert, bu öneriyi Amerikan Kadın Misyonları Birliği'ne iletmişti. Bunun üzerine 1870 yılında Sarah Lamson Bowker önderliğinde altı Bostonlu kadın 3000 dolar bağışta bulunmuş, Sultan Abdülaziz’in de iradesiyle 1871’de büyük bir Ermeni cemaatini barındıran Gedikpaşa'da kiralık bir konutta, Dr. Cyrus Hamlin'in gayretiyle Robert Koleji bünyesinde, onun kardeş okulu sayılacak olan “Yuva Okul” (Home School) denilen bir kız okulu açmıştı.
*misyon/misyonerlik: Dini, siyasi ya da diplomatik alanda başarılması zor olan özel göreve “misyon” denir. “Misyoner” ise bu işi yapmakla görevlendirilmiş kişidir. Misyonerlik ise özelde Hıristiyan yayılmacılığını işaret eder.
1889-1924 yılları arasında 35 yıl bu okulun müdireliğini yapan Mary Mills Patrick, “Bir Boğaziçi Macerası İstanbul Kız Koleji (1871 – 1924)” adlı anı kitabında ve “Son Sultanların İstanbul’unda” isimli hatıralarında okulun kuruluşu ile ilgili olarak şunları yazmıştı: “İstanbul Kız Koleji’nin gerçekte temeli 1867’ye dayanır. Kadınların eğitimi için böyle bir hareket başlatma fikri, birçok insanın aynı zamanda aklına gelmişti. Bunların ilklerinden biri Bayan Albert Bowker idi. Zamanından ileri vizyona sahip nadir şahsiyetlerden olan Bayan Bowker, Vassar Kolejinin ilk mezunlarını verdiği yıl Boston’daki yeni dünya hareketi ile üne kavuşmuştu. Bayan Bowker, 1868’de kurulan ve Boston’da faaliyet gösteren Kadınlar Misyon Kurulu’nun ilk başkanı olmuştu. Bir yan uğraş olarak da uluslararası eğitimle yakından ilgiliydi ve İstanbul’a bir kız okulu kurmayı herhalde ilk düşünen de kendisi olmuştu. Aslında bu türde başka basit kurumlar vardı, ancak çoğunu erkekler için ve bir şekilde mutlaka dini eğitimle ilgiliydi. Sultan Aziz’in son döneminde, İstanbul’da iki uluslararası erkek okulu açıldı. III. Napolyon döneminde Fransa, Fransız dilini ve kültürünü başka ülkelere yayma geleneğine göre 1868’de uluslararası özellikte Galatasaray’da orta sınıf bir lise kurmuştu. Bu okula bazen Türkiye’nin Oxford’u denirdi. Kullanılan dil Fransızca idi. Aynı dönemde her milletten genç erkeklere hitap eden bir Amerikan kurumu, yani Robert Koleji, Boğaziçi’nin Avrupa yakasındaki Rumeli Hisarı’nda açıldı. Bu kolejde eğitim dili İngilizceydi. Erkekler için bu iki eğitim kurumunun kurulmasından kısa bir süre sonra Bayan Bowker öncü çabasıyla İstanbul Kız Koleji’nin temellerini attı. Bu başlangıç çok basitti ve o dönemin olayları arasında neredeyse fark edilmedi bile”
Bazı kaynaklara göre Gedikpaşa, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra, olası Rum ayaklanmalarını engellemek maksadıyla, Bursa'dan getirtip yerleştirdiği Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlerden biriydi. Bazı tarihçiler de XVI. Ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı yönetimindeki Anadolu'da Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan Celali İsyanları'ndan kaçarak İstanbul'a göç eden Ermenilerin Gedikpaşa'ya yerleştirildiğini ileri sürmektedir.
Aslında Gedikpaşa'da 1871'den çok önce 18 Mayıs 1832 tarihinde Willam Goodell (1792–1867) isimli Andover “Theological Seminary”den (İlahiyat Okulu) mezun Amerikalı bir misyoner, ilk kez evinin bir bölümünü birkaç gün içinde yirmi beş öğrenciye sahip olan Rum kızları için bir gündüz okulu haline getirmişti. O sıralarda İstanbul'da çok sayıda Rum Erkek Okulu bulunuyor ve faaliyetlerini başarılı bir şekilde yürütüyorlardı. Bay Goodell'in bu eylemi, halkın gelenek ve görüşleri üzerinde kesin bir yenilik olduğundan, din adamlarını harekete geçirmiş, 5 Ağustos'ta Yunan sinod*u, bunu teşvik eden herkese “Evinde okul olan adam (Bay Goodell), biçim, alışkanlık ve ahlak olarak bizden farklı olduğundan, çocuklarını okula gönderenler aforoz edilsin” diyerek karşı çıkmıştı. Sinod'un bu eylemi halk arasında tepkiye neden olmuş, özellikle de kendileri ve kızları üzerinde yeni bir ışığın doğduğunu görmeye başlayan kadınlar, piskoposa karşı çıkmıştı. Piskoposu aforoz etmeseler de, onu en seçkin ve saygılı cümleleriyle azarlamışlardı. Piskopos ise özellikle kadınların karşı çıkmaları hatta kendisini azarlamaları karşısında, hiddetle ve biraz da aşağılamayla “Kızlar neden okumayı ve yazmayı öğrenmeli ki? Alt tarafı sıradan aşk mektupları yazacaklar!” demişti.
*Sinod: Hıristiyanlık’ta dinî veya idarî problemleri çözmek için din adamlarının oluşturduğu genel ya da yerel kurul
Willam Goodell de American Board tarafından misyoner olarak kabul edilmiş ve 1822'nin sonunda Malta'da, ertesi yıl Beyrut'ta görevlendirilmiş, daha sonra da Suriye misyonunun merkezi haline gelen istasyonun kurulmasına yardımcı olmuştu. 1831 yılında da İstanbul'a gelen Willam Goodell, Ermeniler arasında misyonerlik faaliyetlerine başlamıştı. Misyonerlik hayatı boyunca, birçok deneme ve tehlikeye göğüs germiş ve 29 yılda 33 kez ikametgahını değiştirmek zorunda kalmıştı. Başlıca çalışmalarından biri 20 yıl harcayarak, İncil'i Ermeni harfleriyle Türkçe'ye çevirmek olmuş, 34 yıl sonra 1865'te Amerika Birleşik Devletleri'ne geri dönmüştü.
Gedikpaşa'da Robert Koleji'nin kardeş okulu sayılan “Yuva Okul” (Home School) Kız Okulu, altı yaşında üç öğrenci ile eğitime başlamış, daha öncesinde 1870'de İstanbul'a gelip birkaç ay süresince Pera'da eski bir binada öğretmenlik yapan Julia A. Rappeyle de “The Home School for Girls”ün beş yıl boyunca müdürlüğünü yapmıştı.
Gedikpaşa'daki Home School bir yılını doldurduktan sonra, 1872 yılına gelindiğinde Üsküdar Selamsız’da yine Ermeni cemaatinin yoğun olarak yaşadığı mevkide, Marko’nun bahçesinin yanında 58.000 dolara Pişmişzâde’ye [Eğinli Sarraf Pişmişzâde Karabet Amira (1750-1802) olabilir] ait arazi, yeni bir okul yapmak üzere satın alınmıştı ki bu arazi bugün Üsküdar Amerikan Lisesi'nin yerleşkesinin olduğu yerdi. Okul, inşaat bitene kadar yine ikibuçuk yıl Üsküdar'da kiralanan bir eve taşınmıştı.
1876'da okulun üç katlı görkemli binasının inşaatı bitmiş, taşınılmış ve okulun adı da “Üsküdar Kız Rüşdiyesi” (High School) olmuştu. (Bazı kaynaklarda Constantinople Home olarak da anılan bu okul için, zaten var olan bu binanın kiralandığı ya da hibe edildiği yazılmaktadır) Bu binaya da Gedikpaşa'daki okulun kuruluşunda Bostonlu kadınlar ile birlikte bağışta bulunarak önderlik etmiş olan, Amerikan Kadın Misyonları Birliği'nin başkanı Sarah Lamson Bowker'in anısına Bowker Hall adı verilmişti.
![]() |
Bowker Hall'un muhtemelen en eski fotografı (kuzeybatı'dan görünüşü) |
![]() |
Bowker Hall'un Okulun ambleminde de kullanılan bahçe kapısı ve merdivenleri |
Daha sonra bu binaya ilaveten, New England'ın en önemli demiryolu hatlarından birini kontrol eden, Boston ve Albany Demiryolu'nun başkanı ve Massachusetts'ten ABD Kongre Üyesi, Amerikalı multimilyoner bir işadamı olan, Rhode Island eyaletinin en büyük şehri ve başkenti olan Providence'li Chester William Chapin (1798-1883) ölümünden kısa bir süre önce, okula 10.000 dolarlık bir bağış yapmış, bağışlanan 10.000 dolar ile 1882 senesinde, kuzey-güney doğrultusunda konumlanmış dört katlı ve dikdörtgen planlı kagir bir yapı olan Barton Hall inşa edilmiş, (bazı kaynaklara göre de satın alınmıştı) bu binaya da American Board'ın dış işlerinden sorumlu olan James Levi Barton'un adı verilmişti. Bazı kaynaklarda da bu binaya Amerikalı Charles W. Wilder'in karısı Sara Barton anısına Barton Hall adı verildiği söylense de araştırmalarımda ne Charles W. Wilder ne de karısı Sara Barton adının okul ile bir ilişkisine rastlayamadım.
![]() |
Barton Hall (kuzeybatıdan görünüşü) |
![]() |
Barton Hall'un arka bahçesinde öğrenciler |
Okulun ilk müdürü Julia A. Rappleye, 1875’te istifa edince yerine Clara Catherine (Kate) Pond Williams (1831-1895) müdürlük görevine getirilmişti. Williams'ın müdürlüğü sırasına denk gelen bir tarihte yayınlanan; 1868-1945 yılları arasında İstanbul'un ve Osmanlı'nın belli başlı şehirlerinin ticaret hayatını ve iktisadi faaliyetlerini Avrupalı girişimciler tanıtmak amacıyla Raphäel C. Cervati Frères & Cie. tarafından basılan Şark Yıllıkları'nın (Annuaire Oriental du Commerce) 1885 tarihli yıllığında, Fransızca olarak Amerikan Okulu'nun (Konstantinople Kız Koleji) tanıtımı yapılmıştı:
“ AMERİKAN OKULU
Tüm milletlerden kızların yüksek öğrenimi için Bayan Williams, Üsküdar (Scutari) Müdürü, Selamsız Bölgesi. Okulun dili İngilizcedir. Hazırlık çalışmaları Yazma, Okuma, Zihinsel Aritmetik, Kesirlere Kadar Yazılı Aritmetik ve Coğrafya'dır. Normal ders çalışmaları İngilizce, Aritmetik, Fizyoloji, Zooloji, Fiziksel Coğrafya, Jeoloji, Cebir, Doğa Felsefesi, Antik ve Modern Tarih, Botanik, Astronomi, Geometri, Zihinsel ve Ahlak Felsefesi, Genel Edebiyat ve İncil'dir. Eğitim süresince tüm öğrencilere vokal müzik, çizim, jimnastik ve iğne işi öğretilir. Ayrıca Türkçe, Ermenice, Bulgarca ve Fransızca da öğretiyoruz. Her öğrencinin kendi dilini öğrenmeye belirli bir zaman ayırması gerekir. Fransızca öğrenimine özel önem verilmektedir. On iki yaşını doldurmuş yatılı öğrenci kabul etmiyoruz. Okul yılı üç döneme ayrılmıştır. İlki, 15 Eylül'den Yunan Noel'ine kadar. İkincisi, 20 Ocak'tan Paskalya'ya kadar. Üçüncüsü, Paskalya'dan Temmuz ayının ikinci haftasına kadar. Yatılılar için yıllık 30 Pound, yarım pansiyon konaklamalar için 8 Pound, harici öğrencilerin Piyano için ve Noel ve Paskalya tatillerinde okulda kalan öğrencilerin 2 Pound daha fazla ödeme yapması gerekiyor. Ödemeler aşağıdaki şekilde yapılacaktır: Yatılı öğrenciler; I. Sömestr: Pansiyon için, 12 Pound, Müzik için, 3 Pound; II. Sömestr: Pansiyon için, 9 Pound, Müzik için, Pound; III. Sömestr: Pansiyon için, 9 Pound, Müzik için, 2 Pound ; Yarı yatılı öğrenciler; I. Sömestr: 3 Pound, II. Sömestr: 3 Pound, III. Sömestr: 2 Pound; Harici öğrenciler: I. Sömestr: 1,5 Pound, II. Sömestr: 1,5 Pound, III. Sömestr: 1 Pound. Ödemeler peşin yapılmalıdır.”
![]() |
Barton Hall ve Bowker Hall, SALT, Tahsin İspiroğlu Koleksiyonu'ndan, 6. Ocak 1902 |
1885 yılından sonraki bir tarihte müdire Williams’ın emekli olmasının ertesinde, Üsküdar Kız Rüşdiyesi, Robert Kolej'in kurucusu Cyrus Hamlin’in kızı Clara Hamlin (Lee, 1853-1902) ve Mary Mills Patrick’in (1850-1940) idaresine verilmişti. Daha önceki yıllarda diğer Amerikan Protestanlığı Misyoner projelerindeki gibi bu okulda da ilk yıllarda öncelik, vaaz yoluyla Hıristiyan olmayanları bu dine davet etmek olan Protestan Evanjelizmiyken, Clara Hamlin ve Mary Mills Patrick dönemlerinde bilinçli bir şekilde “Üsküdar Kız Rüşdiyesi”nin (Constantinople Home) değişmesine öncülük etmişler ve okulun eğitim metodunu yumuşatmış, din değiştirmeye yönelik sert tutumdan, Amerika'daki yüksekokulları ve beşeri bilimlerin okutulduğu kolejleri model alan daha seküler (dinden bağımsız, dinî ya da ruhanî olmayan) bir eğitim tarzına geçiş yapmışlardı. 1889’da Clara Hamlin evlenip ayrılınca da Mary Mills Patrick, müdirelik görevini tek başına üstlenmişti. 39 yaşında müdire olan ve 1924 yılına kadar 35 yıl bu görevi sürdüren Mary Mills Patrick, çok iyi derecede Ermenice, Fransızca, Almanca, Yunanca ve Türkçe biliyordu. Patrick 1871’den beri Erzurum ve İstanbul’daki faaliyetlerinde bir hayli tecrübe kazanmış güçlü bir misyonerdi. Müdireliği sırasında yaz tatillerinde Heidelberg, Leipzig, Münih, Paris, Bolonya ve Zürih’deki üniversitelere devam ederek burada modern psikoloji ve çeşitli derslere katılmış ve tüm bunların sonucunda İsviçre Bern Üniversitesi’nde Yunanca ve Felsefe doktorası yapmıştı.
![]() |
Amerikan Kız Lisesi Müdürü Mary Mills Patrick, 1923 |
Okulun Müslüman Kız Öğrencileri |
Okulun ilk Müslüman mezunu, gizli olarak okula devam eden, bunu da bir ahbabına yazdığı mektubunda o zaman Amerikan Mektebi’ne nasıl gizli gittiğini anlatırken; “Annemin sırmalı Bağdat çarşafı içinde zahmetle yürüyerek ve kalın peçenin altında sıkıntıdan terleyerek mektebin kapısına gittiğimi hiç unutamam” ifadeleriyle dile getiren, Sultan II. Abdülhamid'in bir temsilcisinin de katıldığı okulun 1891 yılındaki ilk mezuniyet töreninde, peçeli bir şekilde annesi ile birlikte seyircilerin arasında oturan ve diplomasını diğer arkadaşları ile beraber kürsüde değil, peçeli olarak annesinin yanında otururken alan, bir Bağdat şeyhinin oğlu olan Yıldız Kumandanlarından Redif Binbaşısı (sonraları general rütbesine kadar yükselmişti) Mehmet Tevfik Bey'in kızı Gülistan İsmet Hanım'dı (1874-1948). Okulun müdiresi Mary Mills Patrick, “Bir Boğaziçi Macerası İstanbul Kız Koleji (1871-1924)” adlı kitabında ve “Son Sultanların İstanbul’unda” isimli hatıralarında, kızların eğitim almasının bile pek mümkün olmadığı bir dönemde, kızının eğitimi için özel bir ilgi gösteren Tevfik Bey’in kızını bu okula göndermesi ile ilgili şu anekdotu paylaşmıştı: “General Tevfik Bey kızını bir Amerikan okuluna göndermeye karar verdiğinde saray çevrelerinde büyük heyecan oldu. Kadının okutulması hala tartışmalı bir konuydu ve kararı hayli muhalefetle karşılaştı. Birisi şöyle dedi: 'Bir kıza okuma yazma öğretmenin faydası ne? Babıali’de katip mi olacak?' Başkaları da şöyle tavsiyelerde bulundular: 'Namaz surelerinin öğretilmesi fazlasıyla yeterlidir.' Bazıları da alay etti: 'Evet ona yazmayı öğret, o da aşk mektubu yazmak gibi kötü amaçlar için kullansın!..” General Tevfik Bey'in ise iki kızını da okutmayı düşünmeyen bir Paşaya 'Eğer kızlarını okula gönderirsen, bütün dünyayı fethetmekten bile daha fazla hizmet vermiş olursun!' dediği söylenir”
1893 yılında, Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını keşfetmesinin 400. yıl dönümünün kutlanması ve anılması için Chicago'da düzenlenen Kolomb Dünya Fuarı ya da Sergisi'nin hazırlık sürecinde fuar düzenleme komitesinin kadınlar grubu doğrudan Osmanlı tarihindeki son Valide Sultan olan Rahime Perestü Sultan'a (1826-1904, Sultan Abdülmecid'in eşi ve 10 yaşında öz annesini kaybeden Sultan II. Abdülhamid'i yetiştiren manevi annesi) hitaben bir mektup kaleme alarak, Osmanlı kadınlarının da Kolomb Dünya Fuarı'nda temsil edilmelerini istemişlerdi.
Gülistan İsmet Tevfik, mezuniyetinden sonra II. Meşrutiyet döneminin önemli kadın figürlerinden biri ve “Hanımlara Mahsus Gazete”de 1896-1902 yılları arasında büyük bölümü tercüme olan 84 yazısı yayınlanan bir yazar olmuştu. 1897 yılında aynı gazetede çalışan, ileride Büyük Millet Meclisi’nin ilk katibi olacak Mustafa Asım Çalıkoğlu ile evlenmiş ve bu evlilik Hanımlara Mahsus Gazete’de “İzdivaç” başlıklı bir yazı ile duyurulmuştu. O dönemin koşullarında hem Osmanlı toplumunun kolej mezunlarıyla ilgili önyargılarına hem de Amerikan beklentilerine tezat düşen bu evlilik ile ilgili olarak, The New York Times'ın 12 Mart 1899 tarihli sayısında “... bir Müslüman kadın öğretmenlik yapmakta ve İstanbul'da Türkçe yayın yapan bir kadın dergisi için çeviriler hazırlamaktadır” diyerek Gülistan İsmet Hanım'dan bahsetmiş, haberin devamında da “...Pek çok mezun gibi o da evlenmiştir. Bu da gösteriyor ki; doğuda bir kolej eğitimi bile kadınların evlilik bağı kurmasına engel olamamıştır.” denilerek kolej mezunu Gülistan İsmet Hanım ile Mustafa Asım Çalıkoğlu'nun evliliğine yer verilmişti.
Osmanlı döneminin en önemli kadın dergilerinden biri olan Hanımlara Mahsus Gazete “Baba Tahir” olarak da tanınan İbnü'l Hakkı Mehmed Tahir Bey tarafından “içeriği edep ve iffete uygun olarak yazılmak şartıyla tamamen kadınlara ait her türlü makalelerden, gündelik haberlerden bahsetmek” amacını taşıyacağına söz vermesi ve yedi kişilik bir kefil heyeti kurması şartıyla, Sultan II. Abdülhamit'ten alınan izin ile, siyasi hiç bir yönü olmamasına rağmen, “Tebrik-i Cülus-ı Hazret-i Hilafet penahi” başlıklı bir yazı ve “Padişahım çok yaşa” ifadesi ile Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının 19. yıldönümünde, 31 Ağustos 1895 tarihinde yayın hayatına başlamış, böylelikle Abdülhamid'e yakın bir çizgide durduğunu göstermişti. Ercüment Ekrem Talu anılarında bu konuya değinmiş, İbnü'l Hakkı Mehmed Tahir Bey'in bir çok Abdülhamid karşıtı dergi ve gazete yazarı ile Servet-i Fünun yazarlarını ifşa ederek Sultan II. Abdülhamid'in jurnalcisi olduğunu iddia etmişti.
Gazete'de kadınların yanısıra, Gülistan İsmet Hanım'ın eşi Mustafa Asım Çalıkoğlu'nun yanısıra (İzmirli) Udi Cemal Efendi (1873-1945), şair ve yazar Müstecabizâde İsmet Bey (1868-1917), yazar Ahmet Rasim (1864-1932) ve yazar ve yayıncı Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) gibi erkek yazarlar da yazılar kaleme almış, Mustafa Asım Çalıkoğlu “Nasıl Güzelleşilmeli?”, “Dekolte”, “Güzellik Tuvalet ve Sıhhar: Saçlar ve Saç Boyaları” gibi yazılar yazarken, Ali Muzaffer “Makale-i Mahsusa: Kadınlar ve Tütün”, Hüseyin Rüştü de “Şebboy Pudrası” gibi kadınlara dair konuları içerek yazılar kaleme almışlardı. Kadınlara dair yazıların dışında dergideki kadın yazarlar, okuyucularından gelen istek üzerine, 4 Kasım 1895 tarihli gazetede bir terzihane açtıklarını duyurmuşlar, okuyucularına iyi bir terzi ile anlaştıklarını, ucuza kumaş alabilecekleri bir yer bulduklarını, dergide elbise modellerinin kağıttan patronlarını vereceklerini bildirmişlerdi. Ancak bu girişim kadınlar arasında fazlaca rağbet görmemişti.
Gülistan İsmet Hanım gazetede çalışmaya başladıktan ve iki hemşirenin öğretmenlik yaparak iyi para kazandığını duyduktan sonra öğretmenlik yapmaya heves etmişti. Bu, Hanımlara Mahsus Gazete’de yazdığı bir yazıda; “Ohh… Ala! Bir lisanı yalnız söyleyip birazda sarfını anlamak beş lira kazanmağa kafi ise bizim İngilizce ve Fransızca’yı dokuz on sene çalışarak ikmal etmiş, fazla olarak ilmi ve fenni bir çok dersler görmüş, çalgı, dikiş nakış öğrenmiş olmaklığımız mutlaka on onbeş lira kazandırır dedik. Bundan alâ kar mı var. Derhal bir muallimelik bulmak için lazım gelen teşebbüslerde bulunduk. Bekledik. Hiç iltifat eden yok.” şeklindeki ifadesinden anlaşılmaktaydı.
1906 yılından sonra Gülistan İsmet hanım'ın eşi Mustafa Asım Çalıkoğlu Selanik'te İttihat ve Terakki’ye üye olmuş, evlerinde birçok toplantı yapılmış ve gizli planlar tartışılmıştı.
Gülistan İsmet Hanım da önemli görevler üstlenmişti. Nevsal-i Milli (Edebî ve toplumsal içerikli yıllık), Gülistan İsmet’in İttihat ve Terakki’deki görevi için “Gülistan İsmet Hanımefendi Osmanlı inkılâbına da iştirak ederek elyevm Meclis-i Mebusan başkatibi bulunan zevci Mustafa Asım Bey’le beraber bulunduğu Selanik’de İttihad ve Terakki Cemiyyeti hafiyesinin azası meyanına dâhil olmuştur. Bu sıfatla memlekete ifa ettiği hizmet mumaileyhinin bütün hayatında en büyük bir fahr ve mübahat teşkil edebilir. Çünkü zencir-i istibdadı kırmakla meşgul olan İttihat ve Terakki'nin meşhur Reval mülakatından (Britanya'nın sömürgesi olan Hindistan üzerinde Rusya'nın hak iddia etmesi üzerine, 9 Haziran 1908'de o dönemde Rus Çarlığına bağlı, günümüzde Estonya'nın başkenti olan Reval'de İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus İmparatoru II. Nikolay'ın yaptığı görüşme, ki bu mülakatta İngiliz ve Rus heyetleri özellikle “hasta adam” olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu'nu zayıflatma konusunda fikir birliğine varmış, Balkanlar'da ıslahat yapılması amacıyla baskı yapılmasına karar vermişlerdi. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğu Anayasası 30 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet yeniden ilan edilmesiyle tekrar yürürlüğe girmişti) sonra Avrupa ve Amerika’nın matbuat-ı meşhuresine hafiyyen gönderdiği beyannamelerin İngilizcelerini kendisi yazmış ve zevcinin ve (Osmanlı Devleti'nin son döneminde 2 kez Adalet Nazırlığı yapmış devlet adamı ve Klasik Türk Müziği bestecisi) Manyasızâde Refik Bey (1853-1908) merhumun irşadıyla (yol göstermesiyle) Cemiyyetin kadınlar şubesinde bihak temeyyüz etmiştir.” ifadelerini kullanmıştı. İngilizce ve Fransızca bilen Gülistan İsmet hanım İttihat ve Terakki’nin yayınlarını çevirip, İngilizce ve Fransızca dergilere gönderip, ayrıca İttihat ve Terakki’nin mesajlarını evden eve taşıyarak bir hafiye görevi görmüştü.
Amerikan kolejinde eğitim almasına ve bir süre Avrupa’da bulunmasına rağmen Gülistan İsmet Hanım'ın yazılarında batıdan gelen fikirleri doğrudan kabul etmek yerine onu kültür ve akıl süzgecinden geçirerek hayata dâhil ettiği ve kadınları üretime teşvik eden bir tavır sergilediği görülür. Farklı temalarda da olsa yazılarının ortak özelliği kadınların birçok şeyi başarabileceklerini vurgulamaktı. Bu yazıların başında 11 Mayıs 1899'da Kadınlara Mahsus Gazete'de yer alan tefrika makalesi “Mucit Kadınlar”da “Avrupa ve Amerika’nın şu zamandaki sanatkarlar, mütefenni ve alim kadınları, erkeklerin öğrenebildikleri şeylerin kaffesini kadınları dahi tahsile maaziyade müstead olduklarını her türlü şüpheden vareste bir surette ispat ediyorlar. Bunu hepimiz kabul eder ve şaşmayız. Fakat Amerika’nın yine o kadınları tarafından çıkarılan ve sırf kadınlığa ve kadınlara mahsus olan büyük bir gazetede okuduğumuza nazaran kadınlar yalnız tahsil-i ilm ve maarife isbatı istiad etmekle kalmayıp hiç yoktan pek çok şeyler de icat ediyorlarmış” diye yazmış ve devamında “Amerikan gazetesinin o makalesini işte aynen tercüme ediyorum. Okursanız sizin de benim gibi kadınlara 'Saçı uzun aklı kısa' diyenlerin akıllarının hakikaten pek kısa olduğuna hükmedeceğiniz gelir” diyerek kadınların birçok şeyi başarabileceklerinin altını çizmişti. Gülistan İsmet Hanım'ın kızı Nurinisa Asım da, onun gibi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'ne devam etmiş, annesinden 30 yıl sonra 1921'de mezun olmuş, 1940 yılında annesinden sekiz yil önce de vefat etmişti.
![]() |
7 yaşında bir kız çocuğu |
Tophane Kasrı'nda barış görüşmeleri sürdüğü sırada, Yıldız Sarayı'nda padişahın yüksek makamdan önemli bir büyük zatla olan görüşmesine tanık olan İngiliz “The Standard Magazine” gazetesinin İstanbul muhabiri bu görüşmeyi gazetesine bildirmiş ve bu haberi yine bir İngiliz gazetesi olan “The St. James's magazine”, “Meydan Okuyan Padişah” başlığı altında yayınlamıştı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yer alan bu haberde Sultan II. Abdülhamid yaklaşık olarak şunları söylemişti: “Bugünkü Osmanlı zabitanının er oğlu er olan ecdadlarının tam evlâdları olduklarını gördüğümden dolayı fevkalhad memnun ve mesrurum. Zaten ben kalben muharebeyi arzu ediyordum. Fakat Avrupa’da bir muharebe-i umumiyeye sebeb olmak korkusuyla onu ilan etmekte tereddüd eyliyordum. Her taraftan muharebeye tergib ve teşvik olunuyordum. Fakat ben, rical-i devletimin ilan-ı harb hususunda olan şiddet-i rağbetini bir derece zabta muvaffak oldum ki Avrupa hükümetlerinden artık Yunan’a zahir olacak bir devletin adem-i vücudundan ve yalnız devletim Yunanla muharebe edeceğinden emin olduğum bir vakitte harbi bila tereddüd ilan ettim. Muzaffer olduğum halde Avrupa el-yevm beni hem akçeden, hem de feth ve zabtettiğim araziden mahrum etmek istiyor.! Fakat ben, son derece ve kemal-i metânetle muavenet edeceğim…”
Tophane Kasrı |
Evlâd-ı Şühedâ ve Malûlîn-i Guzât-ı Asâkir-i Şâhane İânesi Sergisi için özel olarak inşa edilen bina |
![]() |
Halide Edip babası Ceyb-i Hümâyûn (padişahın cebi) Katibi Mehmet Emin Edip Bey ile birlikte Üsküdar İcadiye'deki evlerinin bahçesinde |

![]() |
Taht-ı Himâye-i Mufahhame-i Hazret-i Padişahi'de Muharebe-i Ahire Evlad-ı Şüheda ve Ma'lulin-i Askeriyye İane Sergisi. İş bu sergide bulunan eşyadan boyalı olarak resim ve tab'a en ziyade elverişli olan bazı eşya-ı nefisenin resimleri havi albüm.
Albümün kapağında“İmparatorluk majesteleri Sultanın yüksek himayesi altında / Engellilere ve son savaşın kurbanlarının ailelerine / YARDIM ÇARŞISI / Kromolitografi ile renkli olarak çoğaltılması mümkün olan bazı nesnelerin resimli kataloğu” yazmaktadır. |
Sergi için önceden, başta tablolar olmak üzere teşhir edilecek ürünlerin içinden seçilenler için Almanya Numberg'de Fritz Schneller ve Şürekası Matbaası'nda özel olarak, sergideki 75 parça eşyanın özgün renkli resimlerinden oluşan, renkli taşbaskı 16 levha halindeki 13x18 cm boyutlarında, tanesi 2 kuruşa mal edilen 50.000 albüm bastırılmıştı. Albümlerin 5 kuruştan satışı planlanmış, ancak çoğu hediye olarak dağıtılmıştı. Albümdeki resimlerin Türkçe ve Fransızca açıklamaları da vardı. Albümün kapağında, “Padişahın himayesi altında son savaşın şehit evlatları ve malûl askerler için düzenlenen iane sergisinde bulunan eşyadan boyalı olarak tersîm ve tab’a en ziyade elverişli olan bazı nefîs eşyanın resimlerini havi albüm” ifadesi yer almıştı. Fransızca takdim yazısında ise, “Bazar de Secours” (Yardım Pazarı) olarak ifade edilen sergiye dair açıklama şöyleydi: “Bu albüm, Osmanlı İmparatorluğu’nu savunmak amacıyla, son savaşta cephelerde malûl kalanlar ve şehit düşenlerin aileleri yararına düzenlenen yardım pazarına padişah, hanedan üyeleri, devlet erkânı, yabancı hükümdarlar ve hayırseverler tarafından bağışlanan eşyanın bir kısmının doğal renklerde taş baskıyla çoğaltılabilen gravürlerini kapsar. Masrafları padişahın özel hazinesinden karşılanan, Yıldız Sarayı yakınında kurulan ve tamamen padişahın iradesiyle gerçekleşen bu Pazar, padişaha sadık orduya daha önceden yapılan çok miktardaki yardıma yeni bir bağış gelmesini sağladı”. Çok mümkündür ki bu albümde yer alan eşyaların resimlerini de Fausto Zonaro hazırlamıştı.
Bizzat Sultan II. Abdülhamid’in sergiye hediye ettiği kıymetli ve seçme eşyadan albümde yer alanlar şunlardı: Sarı ipek kumaş üzerine kasnak işlemeli, Osmanlı el sanatlarından zarîf ve süslü bir örtü; eski Osmanlı nakışlarından, mâvi ipek kumaş üzerine sırma ve işlemeli zarîf ve süslerle bezenmiş oda takımı; Saray Marangozhanesi’nden fildişi ve sedefle süslenmiş kıymetli sigara takımı; Arap tarzında, 2 metre yüksekliğinde, işlemeli büyük camlı dolap; Firûze renginde şal üzerine sırma işlemeli, Osmanlı el sanatlarına ait, bir benzeri dahi olmayan büyük bir örtü; İpekli al kumaş üzerine beyaz sırma işlemeli eski sanat eserlerinden süslü kahve tepsisi örtüsü; Hereke Fabrikası’nda ustalıkla üretilen, yirmi üç metre kare kıymetli büyük bir halı; Çini Fabrikası’nın üretimlerinden bir metre yirmi beş santimetre yüksekliğinde büyük vazo; yine Çini Fabrikası’nın değerli imalatı olan sıraltı boyalı bir vazo. Ayrıca padişahın on yaşındaki kızı Ayşe Sultan’ın (1887-1960) kendi el işi olan kanaviçe işlemeli ve süslü bir çerçeveli duvar çantası ve kanaviçe işlemeli masa örtüsü albümde yer almıştı. Bunların dışında albümde Almanya İmparatoru II. Wilhelm'in (Friedrich Wilhelm Viktor Albert von Preußen, 1859-1941) hediye ettiği, Berlin Fabrikası sanat eserlerinden harp ve tarihi tasvir eden porselen takım; Berlin Fabrikası’nda üretilen porselen üzerine yaldızlı bronzla işlenmiş lamba ile gâyet süslü porselen çiçeklik ve şamdan; yine aynı fabrika ürünü Almanya İmparatoru II. Wilhelm'in ve İmparatoriçe Augusta Victoria'nın armalarını taşıyan kabartma altın işlemeli bir tabak yer almış, ayrıca Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı I. Franz Joseph'in hediyesi XV.Louis tarzında gül ağacından yapılmış, bronzla süslenmiş ve ustalıkla hazırlanmış camlı bir dolap; Viyana Fabrikası ürünlerinden firûze renginde altınla süslenmiş bir vazo yer almıştı. Bunlardan başka albümde, İbrahim Edhem Paşa'dan (1818-1893) kadife üzerine sırma işlemeli mükemmel eğer takımı; Trabzonlu Nemlizâde birâderlerden büyük ebatta, zümrüt ile süslü eski yapım murassa bir kılıç; Süreyya İlmen Paşa'nın babası son Serasker Mehmed Rıza Paşa'dan (1844-1920) gümüşle işlenerek süslenmiş İstanbul manzaralarının tasvir edildiği porselen bir çay takımı; Maârif-i Umûmiyye Nâzırı Ahmed Zühdü Paşa'dan (1834-1902) Çin yapımı resimlerle bezenmiş, gümüş musluklu eski bir büyük küp, bir metre kırk beş santimetre yüksekliğinde, firûze renginde yaldızla süslenmiş büyük bir vazo; Sultan II. Abdülhamid’in Yâveri Keçecizade İzzet Fuad Paşa’dan (1867-1900) Japon yapımı lake kürsili bronz büyük vazo; Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi Hasan Tahsîn Paşa'dan (1859-1930) Saksonya’da yapılmış kabartma çiçekle işlenmiş şamdan; Tophâne-i Âmire müşîri Mustafa Zeki Paşa'dan (1849-1914) XV.Louis tarzında bronzla işlenip süslenmiş yazı dolabı; Teşrîf-i Hümâyûn Müdürü Hacı Mahmud Efendi'den altından yapılıp mine ile işlenip süslenmiş enfiye kutusu; Dâmad ve Yâver Ahmed Zülküf Paşa'dan altın üzerine mineli ve pırlanta ile ustaca işlenip süslenmiş, yedi parçadan oluşan tepsili yazı takımı; Mısır Hıdîvi II. Abbas Hilmi Paşa'dan (1874-1944) Arap mimârî tarzında fildişi ile işlenmiş zarîf sehpa; Orman, Maâdin ve Zirâat Nâzırı Selîm Melhame Paşa'dan yaldızlı bronzdan yapılmış şamdan da yer almıştı.
Sergiye padişah, ailesi ve hanedan üyelerinin yanı sıra Almanya Kayseri, Avusturya İmparatoru, İran Şahı ve Fransa Cumhurbaşkanı tarafından özel hediyeler gönderilmiş, ayrıca askeri ve mülki bürokratlar, aydınlar, resmi ve özel şirketler ve kurumlar ile İmparatorluğun birçok vilayetinden değerli eşyalar ve kitap bağışı da yapılmıştı. Ayni yardımların artması ve kısa zamanda deponun kıymetli eserler ve eşyalar ile dolması üzerine, padişah serginin idaresinin seçkin kimselerden oluşturulmasını istemiş, bu hizmette gayet istekli olan, padişaha yakın (hatta jurnalcisi olduğu da rivayet edilen) Maruni asıllı Orman, Maadin ve Ziraat Nazırı, Selîm Melhame* Paşa (1851-1937), bu sorumluluğu üstlenmişti. İane Sergisi binasının tamamlanması ile depolardaki eşyalar buraya nakledilmiş, salonlara muntazam ve gösterişli bir şekilde yerleştirilmişti. Sergi, hediye edilen bu eşyaların teşhir edilip satılması için düzenlenmişti.
*Melhame: Melâhim; ağır zayiat ve bozgunla neticelenen savaş ve fitne anında çıkan büyük karışıklık; bu olayların gerçekleştiği yer. Gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet alametlerine dair haberlerle, bunlara ilişkin literatürü ifade eden terim.
Serginin açılış merasimi için, tüm devlet erkânı, hükümet üyeleri, vükelâ heyeti ve mabeyn ekâbir ve memurları, sefirler ve maslahatgüzarlar, sergi komisyonu heyeti üyelerinin hazır bulunduğu sergi alanına, son olarak Sultan II. Abdülhamid, Yıldız Hamidiye Camisi’nde Cuma namazını kıldıktan sonra, saltanat arabasıyla, maiyetinde Şehzade Burhaneddin Efendi, Mabeyn Müşiri Gazi Osman Paşa, Şehzade Abdülkadir ve Ahmet Efendiler bulunduğu halde gelmişti. Sergiye dair padişahın yazılı açış nutku, Sadrazam Halil Rifat Paşa (1827-1901) tarafından okunmuştu.
Sergi binasının bahçesinde jimnastik, idman, kılıç, kalkan ve benzeri talimlerini icra etmek üzere, Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye ve Bahriye ile Mühendishane-i Berri-i Hümayun Mektebi’nin subayları ve öğrencileri görevlendirilmişti. Ayrıca II. Abdülhamid zamanında Osmanlı'da pehlivanlık ve vücut geliştirme sporlarının ilk hocası (Terbiye-i kuvvet usûl muallimi) olan Cambazbaşı Çerkes Rıza Bey bahçede yaptığı gösterilerde göğsünün üzerine ağır taşlar koyup kırdırtmıştı. Yıldız'daki serginin yanısıra yardım toplamak amacıyla gerek İstanbul gerekse diğer vilayetlerde kurulu gönüllü dernekler bazı faaliyetler yaparak sergiye yardım ve destek vermişti.
Sergideki eşyalar, özel kişilere satılmış, satılamayıp elde kalan iki milyon beşyüz bin kuruş değerindeki eşyalar ise bir mukavele ile Tantavizȃde Halid Efendi ve Nemlizȃde Tahsin Bey'e satılmış, bunları özel bir piyango düzenleyerek elden çıkarmalarına izin verilmişti. Piyango, 27 Aralık 1898 tarihinden itibaren oluşturulan sergi komisyonu huzurunda, her bir bilet üzerinde kontrol heyetinin ve piyangoyu tertip edenlerin mühürleri mevcut olduğu halde açık çekiliş yapılmış, piyango biletlerinden 3 milyon kuruş gelir elde edilmiş, belirlenen sürelerde piyango biletlerini getirmeyenlerin ikramiyelerinden bir kısmı elde kalmıştı.
Evlâd-ı Şühedâ ve Malûlîn-i Guzât-ı Asâkir-i Şâhane İânesi Sergisi'nden elde edilen gelir ile şehit aileleri ile yaralılara yardım yapılırken, 20 lira ve üzerinde alışveriş yapanlar da Osmanlı basınında yayınlanan listelerle halka duyurulmuştu. Ayrıca sergiye eşya hediye eden veya satın alarak yardımda bulunanlar için “Evlâd-ı Şühedâ ve Malûlin-i Guzât-ı Asâkir-i Şâhâne İâne Sergisi Madalyası” yaptırılmış ve belgeleri ile hak edenlere verilmişti.
![]() |
1897 Osmanlı-Yunan Harbinde Şehit düşen askerlerin çocuklarına yardım amaçlı düzenlenen sergide altın karşılığı satılan madalya. |
![]() |
Evlâd-ı Şühedâ ve Malûlîn-i Guzât-ı Asâkir-i Şâhane İânesi Sergisi, Hatıra İpek Mendil |
Sergi sırasında yardımların toplanmasındaki disiplin ve titizlik, ne yazık ki hasılatın ihtiyaç sahiplerine paylaştırılması, ulaştırılması ve dağıtılması konusunda gösterilememişti. Selîm Melhame Paşa’nın sorumluluğundaki komisyon tarafından toplanan yardımlarla ilgili şaibeler üzerine, on yıl geçtikten sonra 1908’de tutulan tüm eski hesapların incelenmesi ve suistimallerin ve yolsuzlukların araştırılmasına karar verilmiş, bir araştırma komisyonu oluşturulmuştu. 23 Ağustos 1908'den sonraki dönemde Arnavut siyasetçi İpekli Bedri Bey'e (Bedri Pejani 1885-1946), bir soruşturma görevi verilmiş, Sultan II. Abdülhamid döneminde Orman, Maâdin ve Zirâat Nâzırı olan ve bakanlığı döneminde gelirini önemli ölçüde artıran Selîm Melhame Paşa'nın hesaplarını incelemekle görevlendirilmişti. Ama ne ilginçtir ki Peja milletvekili olarak atanan, rüşvet ve iftira suçlamasıyla yargılanan İpekli Bedri Bey hakkında da zimmetine para geçirme suçlaması yapılmıştı.
Bu konudaki suistimaller ve yolsuzluklarda iane komisyonu başkanı Selîm Melhame Paşa sorumlu tutulmuş, komisyonun diğer üyelerinin de sergi komisyonunda tutmuş oldukları hesaplar da incelenmiş, soruşturulmuştu. O günlerde Selîm Melhame Paşa'nın serveti on milyon frankı aşmıştı. Bu servet ise o yılların paritesine göre (1850-1914 yılları arasında 1 Osmanlı altın lirası, 0,0044 Frank, 0.229 dolar ediyordu) yaklaşık 227.272.000 Osmanlı altınına tekabül ediyordu. Orhan Pamuk'un iktisat tarihçisi ağabeyi Şevket Pamuk'un 2004 yılında yayınladığı “A Monetary History of the Ottoman Empire” (Osmanlı İmparatorluğu'nun Para Tarihi) adlı kitabında yazdığına göre, Osmanlı (altın) lirası ilk defa 1844 yılında yürürlüğe sokulmuş ve Osmanlı Devleti sona erene kadar da bu para birimi kuruş ile birlikte kullanılmıştı. Ayrıca kitaptaki verilere göre 1850-1914 yılları arasında 1 ABD Doları 0,229 Osmanlı Altın Lirası'na, 1 Frank 0,0044 Osmanlı Altın Lirası'na tekabül ediyor, 1 Osmanlı Altın Lirası'nın karşılığı yaklaşık 227,272 Frank ve 4,366 ABD Doları ediyormuş.
II. Abdülhamid, 24 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalmış ve II. Meşrutiyet ilan edilmişti. 26 Temmuz 1908'de, ilk günkü coşkuyla, öğleden sonra Türk, Rum, Ermeni, Bulgar ve Musevilerden oluşan yaklaşık yüzbin kişilik bir topluluk Harbiye Nezareti önündeki Beyazit Meydanı'nda toplanmış, yeni anayasal yönetime bağlılık yemini etmiş ve daha sonra da Yıldız Sarayı'na doğru coşkuyla yürümüştü. Akşama doğru, Sultan Abdülhamid'i tüm siyasal mahkum ve sürgünlerin affına zorlamakta başarılı olmalarının heyecanıyla, bir grup devrimci, isteklerini Şey-ül İslam aracılığıyla Sultan'a iletmek istemişler, uzun süren ısrarlar sonucunda Sultan tarafından kabul edilmişler ve aralarında Orman, Maâdin ve Zirâat Nâzırı Selîm Melhame Paşa, 2. Katib İzzet Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Başkatibi Tahsin Paşa'nın da olduğu bir grup yüksek rütbeli saray görevlisinin işten hemen el çektirilmesini istemişlerdi. Sultan II. Abdülhamid bazı saray görevlilerinin işten el çektirilmesi isteğini kabul etmemişti. Bundan 2 gün sonra işten el çektirilmesine gerek kalmadan Selîm Melhame Paşa ortadan kaybolmuştu. Yeni kabineyi onaylayan II. Abdülhamid, 1 Ağustos gecesi Hatt-ı Hümayun'u halka duyurulmak üzere Bab-ı Ali'ye göndermişti.
Hakkındaki soruşturma devam ederken, Selîm Melhame Paşa, II. Meşrutiyet'in ilanından beş gün önce, 28 Temmuz 1908 günü Maliye Nezareti müsteşarı olan kardeşi Necib Melhame Paşa (1856-1927) ile birlikte ve ailesini de alarak İtalyan Büyükelçiliği'ne bağlı sefaret yatı ile İstanbul Boğazı açıklarında bekleyen s/s Bosnia adlı İtalyan kargo gemisine binerek yurt dışına kaçmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti bu kaçış planında Selîm Melhame Paşa'ya yardımcı olan İtalyan Büyükelçisi Marki Guglielmo Imperiali di Francavilla'ya (1858-1944) büyük tepki göstermiş, Roma'ya baskı yaparak görevden alınmasını istemiş, ancak Büyükelçi İstanbul'daki görevine 1909 yılına kadar devam etmişti. Aslında Selîm Melhame Paşa Büyükelçiyi kandırmış, ondan Roma Türk Büyükelçiliği'ne tayini çıkan oğlu 1887 doğumlu Nihad Bey'in sefaret yatı ile s/s Bosnia kargo gemisine ulaştırılması ricasında bulunmuştu. 1898 yılında inşa edilen s/s Bosnia I. Dünya Savaşı sırasında, 10 Kasım 1915 günü, Akdeniz'de Libya'nın Derna kentinin 100 deniz mili kuzey-kuzeydoğusunda, Alman İmparatorluk Donanması'na ait U-34 denizaltısı tarafından batırılmış, geminin 12 mürettebatı kaybolmuştu.
Ancona Limanı'ndan kara yolu ile Floransa'ya geçen Selîm Melhame Paşa, sonunda San Remo sahil kentinde, Corso 23 Marzo No:19 adresindeki (Kardinal Meglia'ya ait olduğu söylenen) Villa Meglia'yı satın alarak buraya yerleşmiş ve 10 Aralık 1937'de 86 yaşında ölene dek burada yaşamıştı. İlginçtir ki, anlatılanlara göre 17 Kasım 1922'de İngiliz Malaya Zırhlısı ile Türkiye'den kaçan son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahdettin İtalya'ya yerleşmeye karar verdiğinde İtalyan Hükümeti Vahdettin'in San Remo'da Melhame'nin oturduğu konağın bitişiğinde bulunan Albert Nobel'e ait Villa Nobel'e yerleşmesine izin vermişti. Yine rivayet odur ki İtalyan Hükümeti suikast riskine karşı, Melhame'den Vahdettin'i göz altında tutmasını istemişti. Ancak Mehmed Vahdettin, 3 mart 1924 tarihinde TBMM tarafından Osmanlı Hanedanı'nın tüm üyelerinin ülkeyi terk etmeleri kararı alınmasıyla başlayan sürgün süreciyle ailesi de yanına gelince memlekete dönme ümidini tamamen yitirmiş, Villa Nobel kalabalık nüfusa yetmeyince de 1925'in yaz aylarında, aynı caddedeki Villa Magnolia'ya taşınmış, yine Selîm Melhame Paşa ile komşulukları 16 Mayıs 1926'da kalp yetmezliğinden vefat edene kadar devam etmişti. Selîm Melhame Paşa'nın cenaze töreni Sanremo'da 14 Aralık Salı günü sabah 9.30'da Villa Meglia'dan başlayıp Parrocchiale di Santa Maria degli Angeli kilisesinde gerçekleştirilmiş, ancak cenaze daha sonra Floransa'da yapılan bir törenle Floransa'da toprağa verilmişti.
VI. Mehmed Vahdettin'in kaçtıktan sonra İtalya San Remo kentinde bir süre ikamet ettiği Villa Nobel |
Şûrâ-yı Devlet'in 1909'un Kasım ayında yazdığı tutanakta; “Selîm Melhame Paşa hakkında yöneltilen suçlama; nazırlığı süresindeki Orman ve Maden ihalelerinin benzerlerine oranla eksik bedelle yapılması veya daha fazla veren varken dikkate alınmaması, zorunlu sebepler bulunmadığı halde iptal edilerek izinsiz ihale edilmesi ve vergiden muaf tutulmasından dolayı hazinenin 100.000 lira zarara uğratılması ile şehit çocukları ve malül askerlere yardım sergisinden aldığı eşya bedelinden borcu olan 8.152 kuruş 30 parayı ödememesinden ibarettir. 23 Temmuz 1908'den öncesine ait olmaları dolayısıyla, yasa gereği, bunlardan dolayı kamu davası açılamamaktadır. Aynı yasanın 6. maddesi gereğince korunan kişisel haklardan dolayı hukuk mahkemelerine başvurulması gerekmektedir.” denmişti. Şehit çocukları ve malûl gazilere yardım için yapılan sergiye dair incelemeler sonunda yazılan görüşte ise; “Sergiyle ilgili evrak sandıklarından çıktığı belirtilen 148 piyango bileti, 27 albüm ve 4 mendil numunesiyle komisyonun resmî mührü, bir adet damga ve zımbanın gönderildiği” yazılmıştı. Gereği daha sonra kararlaştırılmak üzere, öncelikle hesap özetinde yer ve sayıları gösterilen sergi alacaklarının tahsili için çalışılarak, sonucunun ve hazineden alınan meblağın ödenme şekli hakkındaki mütalaanın bildirilmesi için Maliye Nezareti'ne tezkire yazılmasına karar verildiği de ayrıca Maliye Nezareti'ne bildirilmişti. 31 Mart Vakası'ndan (13 Nisan 1909) sonra Sadrazamlık'tan Hariciye, Adliye ve Maliye Nezaretleri, Tapu Kadastro Dairesi ve Hareket Ordusu Komutanlığı'na yazılan bir bildiriyle, Selîm Melhame Paşa'nın de aralarında bulunduğu birkaç kişinin sahip oldukları serveti kullanarak bulundukları yerlerde halkı isyana teşvik ettikleri için, sahip oldukları rütbelerin, nişan ve madalyaların geri alınmasına, II. Meşrutiyet'ten sonra yaptıkları devir ve yer değiştirmeler de göz önünde bulundurularak taşınır taşınmaz mallarının haczedilmesine, Sıkıyönetim Mahkemesi'nce karar verildiği iletilmişti. Giden gitmiş, yapan yaptığıyla kalmıştı, bütün bunlardan sonra artık üzerine bir bardak su içilmiş miydi bilemem...
28 Temmuz 1908'de Selîm Melhame Paşa'nın kaçmasından sonra; Tanin'deki yazıları nedeniyle muhafazakâr çevrelerin tepkisini çektiği ve 31 Mart Ayaklanması (13-27 Nisan 1909) sırasında muhaliflerin ölüm listesinde yer aldığı haberiyle öldürülme korkusu yaşadığı için; mezuniyetinden hemen sonra evlendiği son sınıftaki, Fizik-Matematik bilgini ve astronomu, matematik öğretmeni, Salih Zeki Bey'den (Sayar, 1864-1921) olan oğulları Ayetullah (Sayar, 1903-1985) ve Hasan Hikmetullah Zeki Togo'yu (Sayar, 1904-1982) da yanına alarak, kısa süreliğine önce Mısır'a, ardından da İngiltere'ye giden Halide Edip 1909'da İstanbul'a geri dönmüştü. Ne ilginçtir ki, Selîm Melhame Paşa II. Meşrutiyet'in ilan edileceğini hissedip, korkarak tası tarağı toplayıp kaçarken, Halide Edip II. Meşrutiyet'in sağladığı ortama güvenerek korkularından arınmış olarak geri dönmüştü. Halide Edip döndükten hemen sonra, Kız Öğretmen Okulları'nda öğretmenlik ve vakıf okullarında müfettişliğe başlamış, 1 Ocak 1909'da ilk edebi denemesi olan “Heyulâ” (ya da “Heylulâ”) ve “Raik'in annesi” romanı basılmıştı.
Halide Edip oğulları Ayetullah (Sayar) ve Hasan Hikmetullah Zeki Togo (Sayar) ile birlikte. |
I. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve ekonomik kalkınmasını sağlaması için Amerikan yardımı düşüncesi, Türk aydınlarının önemli bir kısmı ve özellikle feshedilen İttihat ve Terakki Partisine yakın, milliyetçi ve reformistler tarafından destek görmüş, taraftar bulmuştu. Rauf Orbay, İttihatçı Kara Vasıf Bey, Yunus Nadi Abalıoğlu, Halide Edip gibi Milli Mücadele'nin düşünsel ve örgütsel önderleri arasında yer alan bu kişiler, İngizlerin ve Fransızların emperyalist emellerine karşı Amerikan yandaşı bir tutumu benimsemiş, Amerikan mandasını savunmuşlardı.
“…en fazla öğretmenlerimle dostluk ediyorum. Bir tanesi ile ata biner, Üsküdar'ın eski mahallerinde dolaşıp dururdum” diyen genç Halide'nin, özelikle Amerikalı öğretmenleriyle olan bu yakın ilişkisi, Amerika’ya yönelik düşüncelerini, gelecekteki dünya görüşünü ve siyasi fikirlerini şekillendirmeye başlamıştı. İlk yazarlık denemelerinin yer aldığı babasının yönetici olduğu Tanin Gazetesi’nde, kadın ve aşk üzerine yazdığı makalelerle dikkati çekmeye başlamış, gazetenin yanısıra yayınladığı romanlardaki kadın erkek ilişkilerinden ötürü muhafazakâr kesimin şimşeklerini üzerine çekmiş ve kendi ifadesiyle isimsiz tehdit mektupları almaya başlamıştı. 13 Nisan 1909'da İstanbul'da çıkan 31 Mart Vakası onun korkularını daha da arttırmış ve en güvenli yer olarak gördüğü mezun olduğu Konstantinople Kız Koleji'ne sığınmıştı. Bir süre okulda misafir edildikten sonra bir organizasyonla, gizlice bir gemiye binerek İskenderiye'ye kaçmış, Amerikalıların organize ettiği Ermeni Komitacılar tarafından misafir edildikten sonra İskenderiye'den İngiltere'ye geçmişti.
II. Meşrutiyet Amerikan Kız Koleji tarihinde bir dönüm noktası olmuştu. Koleje Müslüman kızların alınması teşvik görmüş, 1910 yılında Osmanlı Türk kadınları için özel sınıflar açılmış, çoğu anne olan bu kadınlara, tercüman aracılığıyla yemek pişirme, çocuk bakımı, Türk tarihi, kulüp kurma ve İngilizce dersleri verilmişti. Ayrıca Osmanlı hükümeti Darü’l-muallimat mezunu beş Müslüman kızın bu Amerikan Kız Koleji'nde okuması için maddi yardımda bulunmuş, kızlara mezuniyetten sonra 5’er yıl Türk okullarında oğretmenlik yapacaklarına dair birer de sened imzalatılmıştı. Bu kız öğrencilerin seçim görevi de Halide Edip'e verilmişti. Bu arada çok kadınlı ve çok çocuklu geniş bir aile ortamında yetişen ve her fırsatta “bir erkeğin iki eşle birlikte olmasının, bir metresle ilişkisinden daha katlanılmaz olduğunu, bu durumun çocukları ve birlikte yaşayan insanları etkilediğini” dile getiren, Halide Edip'in çok eşli bir yaşam süren, II. Abdülhamid döneminde, padişahın özel gelir ve giderlerini, şahsi hazinesini idare eden, babası Ceyb-i Hümâyûn (padişahın cebi) Katibi Mehmet Emin Edip Bey'in ikinci ve üçüncü eşlerinden olan kızları Nigâr Edip (Saib / Kıran) ve öğretmen, çevirmen ve yazar Belkıs Edip (Boyar, 1894-1966) da ablaları Halide Edip gibi Amerikan Kız Koleji'nde okumuş ve mezun olmuşlardı (1914).
Aynı dönemde babasının görevi nedeniyle sekiz yaşında iken Halep'e taşınıp, öğrenimine önce Halep'te iki yıl, sonra babasının Beyrut'a tayin olması üzerine Beyrut'ta devam eden, 1919'da annesi ile Almanya'ya gidip ertesi yıl dönen, Halep'te Diakonessen Schwesterlere isimli Protestan Alman mektebinde eğitim gören, kısa bir süre de olsa Halide Edip'in öğrencileri arasında olmuş, gazeteci ve yazar Hatice Münevver Ayaşlı (1906-1999) ise “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı kitabında, Halide Edip’in Suriye’ye getirilmesinin Suriyeli çocukların Türkleştirilmesi amacına yönelik olduğunu belirtmiş ve “Halide Edip, Suriye’ye vazife ile gelmişti. Türk kültürünü yaymak için mektepler açacak, Arap çocuklarına Türkçe öğretecek, Türklüğü sevdirecek ve bu suretle de Suriye Türkleşecekti. Halide Edip Hanım bir nevi Türk misyoner ve iyi niyet elçisi idi.” diyecek, Halide Edip'in güçlü karakterini ve istediğini yaptırma kudretinde olduğunu da “Bu küçük kadın da, diğer hanımefendiler gibi Cemal Paşa’yı o kadar aşağıdan almıyor, önünde ayak ayaküstüne atıyor, sigarasını Paşa’ya yaktırıyor, Paşa ile siyasi ve fikri münakaşalar ediyordu. Bu küçük kadının fikirleri ve düşünceleri vardı, bunları söylüyor hatta empoze bile ettirebiliyordu.” sözleriyle aktaracaktı. Ayrıca Hatice Münevver Ayaşlı aynı kitabında, “Cemal Paşa’nın Mısır’ı fethedip bölgede Kavalalı Mehmed Ali Paşa gibi yeni bir hanedan kurma hevesinde” olduğunu da söylemişti. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında valilik ve nazırlık görevlerinde bulunmuş devlet adamı ve yazar, Hüseyin Kazım Kadri (1870-1934) “Bir Milletin Dirilişi” kitabında ve Filistin direniş hareketi içinde aktif rol almış Arap fikir ve siyaset adamı, müfessir (Kur'an’ı yorumlayan) ve tarihçi, Muhammed İzzet Derveze (1888-1984) de “Osmanlı Filistin’inde Bir Posta Memuru” adlı kitabında, Cemal Paşa’nın “hidivlik” teşkil etmek amacında olduğu görüşünü destekler şekilde yazmışlardı.
Halide Edip'in Amerika hayranlığı, 11 Kasım 1918'de Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra yabancı işgaline uğrayan Anadolu’daki egemenlik sorununa, Amerika Birleşik Devletleri'nin I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini ifade eden, ABD'nin 28. Başkanı Thomas Woodrow Wilson'un 8 Ocak 1918 günü Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşma sırasında ortaya attığı, 14 maddelik “Wilson İlkeleri” doğrultusunda bir çözüm bulmayı amaçlayan ve barıştan sonra ülkenin Amerikan Mandası* altına girmesi düşüncesini ortaya atacak kadar artmıştı. Kendisiyle aynı fikri savunan başta Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı düşmanlarınca “Artin Kemal” şeklinde adlandırılan gazeteci Ali Kemal (asıl adı Ali Rıza 1867-1922) olmak üzere dermatolog Dr. Celâlettin Muhtar Özden (1865-1947), Alemdar, Peyam-ı Sabah gazetelerinde ve Aydede dergisinde İstiklal Savaşı aleyhine yazdığı yazılardan ötürü vatan hainliğiyle suçlanan gazeteci, yazar Refik Halit Karay (1888-1965) ve Hüseyin Hulusi ile, 14 Ocak 1919 tarihinde “Wilson Prensipleri Cemiyeti”ni kurmuştu.
*Manda: “yetki, görev” anlamına gelen Fransızca “mandat” kelimesinden gelmektedir. I. Dünya Savaşı sonrasında az gelişmiş bazı ülkelerin kendi kendilerini yönetecek bir düzeye erişmeleri ve bağımsızlığa kavuşuncaya kadar, 10 Ocak 1920'de İsviçre'nin Cenevre kentinde kurulan ve amacı, ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları barışçıl yollarla çözmek olan “Milletler Cemiyeti” (Cemiyet-i Akvam) adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilmiş olan yetkidir ve sömürgecilik gibi geleneksel yöntemleri tasfiye etmeyi amaçlayan bir proje olarak düşünülmüş olsa da uygulamada sömürgeciliğe benzer sonuçlar doğurmuş, II. Dünya Savaşı'nın ardından da 1946 yılında dağılmıştı.
Halide Edip, I. Dünya Savaşı sonrasında Paris'te toplanan Uluslararası Barış Konferansı'nın kararıyla 15 Mayıs 1919 günü İzmir'in Yunanistan Krallığı tarafından işgal edilmesinden iki gün sonra, 17 Mayıs 1919'da “Yakın Sark milletlerinin bir fikir merkezi” olduğunu ifade ettiği Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde, Bowker Hall'de bir konferans vermiş, anılarında “Orada İzmir’den hiç bahsetmedim. Tahsilin, insanları benzerlerine karşı insanca bir duygu ve davranışa göre yoğurmadığı takdirde beyhude olduğunu söyledim. Konuşurken kafamın içinde İzmir'in işgali ve eski Romalıların insanları parçalatan eğlenceleri geçiyordu.” demişti. Bu konuşmaya giderken, “O gün, o Halide, o merdivenleri çıkarken, sonunun bir sahanlık değil, bir idam sehpası olmasını ve bu suretle inandığı mukaddes maksat uğrunda ölmeyi istiyordu.” sözlerini söylemişti.
Halide Edip, bu konferanstan altı gün sonra 23 Mayıs 1919 günü Sultanahmet Meydanı'nda İzmir'in işgalini kınamak ve direnişi yaymak için ve gerek Osmanlı sarayına, gerekse I. Dünya Savaşı'nın galibi Avrupa hükûmetlerine ve Avrupa kamuoyuna Türk halkının sesini, Anadolu'nun işgaline itirazını duyurmak amacıyla gerçekleştirilen mitingde baş konuşmacı olarak kürsüye çıkmıştı. Bu miting öncesinde aynı amaçla ilk olarak Fatih, Üsküdar-Doğancılar ve Kadıköy mitingleri yapılmış, 23 Mayıs 1919 mitinginden ardından 30 Mayıs 1919'da, 10 Ekim 1919'da ve 13 Ocak 1920'de Sultanahmet'te üç adet miting daha gerçekleştirilmişti.
Halide Edip Sultanahmet mitinginde |
Halide Edip, 23 Mayıs 1919 günü yapılan Sultanahmet mitinginde “Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir.” sözleri ile dikkatleri iyice üstüne çekmiş, konuşmasının sonunda göz yaşları içinde dinleyicilere insanlık ve adalet ilkelerine bağlı kalacaklarına, her ne zorluk olursa olsun hiçbir güç ve kuvvete teslim olmayacaklarına dair; “...Mîlletlerin ilâhî hakkı îlân olunacağı güne kadar kalbimizde heyecanımız kalacak, eksilmeyecektir. Yedi yüz senenin en asil ve büyük mirası olan vakarımızı, adalet ve terbiyemizi unutmayacağız. Yemin ediniz!
Yedi yüz senenin tarihini ağlayan minareler altında yemin ediniz: Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz.” diyerek bir yemin ettirmişti.
Bu miting sırasında Halide Edip’in hemen yanında onun bütün heyecanına tanık olan gazeteci Zekeriya Sertel (1890-1980) o günü ve Halide Edip'i “... Halide Edip, Amerika'nın emperyalist bir devlet olmadığını sanıyor, Washington'un iyi niyetine inanıyordu. Türkiye'yi düştüğü felaket uçurumundan kurtarmak için, Amerika, bizden bir şey istemeyecekti. Yalnız işgal kuvvetlerine karşı Türkiye'yi koruyabilmesi için Türkiye'nin Amerikan mandasına girmeyi kabul etmesi gerekiyordu. Biz Amerikan himayesine girerken, iktisadî yardım da görecek ve böylece hem işgalden kurtulmuş olacaktık. Halide Edip'in bu çocukça hayaline inananlar, onun etrafında toplanıp bu örgütü (Wilson İlkeleri Cemiyeti) kurmuşlardı. Kurucular arasında gazeteci Ahmet Emin Yalman (1888-1972) ve o sıralarda Kızılay Derneği Başkanı olan Hamit Bey de [ Hamid Bey (Mehmed Abdülhamid Hasancan, 1870-1943) Kızılay Derneği Başkanı değil, Hüseyin Hilmi Paşa başkanlığındaki Merkez Yönetim Kurulu döneminde, Akil Muhtar Bey ile birlikte, Kızılay Başkanvekili'dir ] vardı. Çünkü Halide Edip, romantik bir kadındı. Siyasetten anlamazdı; bütün hayatında temiz ve namuslu kalmıştı; son derece vatanseverdi. Bu düşüncesinde de vatanı kurtarmak kaygusundan başka bir neden aramak doğru olmaz.” diye anlatmıştı.
Halide Edip; “Muhterem Efendim.
Memleketin siyasî vaziyeti en hâd bir devreye geldi. Kendimize bir istikamet tayini için Türk milletinin zarını atıp müsbet bir vaziyet almak zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.” diyerek başladığı mektubuna şöyle devam etmişti:
“...Tarafgirlik, cehâlet ve çok konuşmaktan başka müsbet bir netice veren yeni bir hayat yaratamıyoruz. Bugünkü hükümet adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükümeti tesisini münferid bilen Filipin gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idâreye kadir asrî bir makine hâline koyan Amerika bu hususta çok işimize geliyor. On beş yirmi sene zahmet çektikten sonra yeni bir Türkiye ve her ferdi tahsili, zihniyeti ile hakikî istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi ancak yeni dünyanın kabiliyeti (Amerika) vücuda getirebilir. Yabancı devletleri Türkiye üzerindeki rekabetlerini ve kuvvetlerini memleketimizden uzaklaştırabilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa`dan daha güçlü bir elde bulabiliriz. Bu sebeplerden dolayı, bir an önce istememiz gereken Amerikan mandası da elbette sakıncasız değildir. Hassasiyetimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz. Yalnız bazılarının düşündüğü gibi, Amerika`nın resmi sıfatında dini eğitim ve taraf tutma yoktur. Amerika’nın yönetim mekanizması dinsiz ve milliyetsizdir. O, türlü cins ve mezhepten insanları çok uyumlu ve kaynaşmış olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor. Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur: Türkiye`yi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya niyetli görünmüyor. Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu`daki mücadeleyi dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. İşte bunlar karşısında, davamızda bize yardımcı olabilmesi için bu fırsat dakikalarını kaybetmeden, bölüşülme ve çözülme korkusu karşısında kendimizi Amerika'ya başvurmaya mecbur görüyoruz. Vasıf Bey kardeşimizle bu hususta birleştiğimiz noktaları kendisi ayrıca yazacaktır. Türkiye`yi azim ve irade sahibi geniş görüşlü bir iki kişi belki kurtarabilir. Sergüzeşt (macera) ve cidâl (boğuşma) devri artık geçmiştir. Atî (gelecek) için inkişaf ve vahdet muharebesi açmaya mecburuz. Hudûdunda bu kadar çok evlâdı ölen zavallı memleketimizin fikir ve temeddün muharebesinde kaç tane şehidi var? Biz Türkiye’nin hayırlı evlâdlarından yarının bânileri olmalarını istiyoruz. Rauf Bey kardeşimizle sizin müştereken, temelleri bile çöken zavallı memleketimiz için uzakları görerek düşünüp çalışmanıza intizâr ediyoruz.
Hürmetlerimi gönderir, muvaffakiyetinize dua ederim. Millî davada canıyla ve başıyla çalışanlar arasında sade bir Türk askeri tevazuu ile, sizinle beraber olduğumu beyan ederim.”
Tüm manda girişimlerine rağmen, İstiklali ve istikbali “milletin azim ve kararında” gören Mustafa Kemal Paşa, en yakın arkadaşları dahil pek çok kişinin mandadan yana tavır alması karşısında, onlara oldukça ılımlı ve ikna edici bir yaklaşımda bulunmuş ve kırıcı olmamıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu durumu Nutuk’ta;
“Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştır. Birincisi, İngiliz himâyesini istemek, ikincisi, Amerikan mandasını istemek, üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır…Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi…O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!..” diyerek Amerikan mandasını hiçbir şekilde kabul etmemişti. 11 Eylül 1919'da Sivas Kongresi'nde alınan kararlarla “manda” düşüncesi bir daha açılmamak üzere kapatılmıştı.
23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması bile Halide'nin Amerika'ya olan hayranlığını gizlemesine ve umudunu yitirmesine engel olmamış, hatta 7 Mayıs 1920'de Wilson Prensipleri Cemiyeti’ndeki dava arkadaşı Yunus Nadi Abalıoğlu (1879-1945) ve Türkiye'de ABD Yüksek Komiseri olarak görev yapan Tümamiral Mark Lambert Bristol (1868-1939) aracılığı ile Amerikan Başkanlığı'ndaki son günlerini yaşayan Thomas Woodrow Wilson'a bir mektup göndermeye bile cüret etmiş, bu mektup onun mandacı düşüncesinin nasıl şekil aldığının göstergesi olmuştu;
“Başkan Wilson'a
Efendim, Siz yalnız bir cumhurbaşkanı değilsiniz, ayrıca erdeminizin yüceliği sizi bu mevkiye getirmiştir. Dolayısıyla bir cumhurbaşkanından daha büyüksünüz ve insanların içinde en yücelerinden ve iyilerinden birisiniz. Hükümetin denetimini sizin kutsal ve namuslu ellerinize bırakan, size iktidar veren milletin üstünlüğüne ve kavrayışına saygılar olsun. (…) Arada bir şöyle diyordunuz: 'İnsanlığı savaşın kötülüğünden korumak gerekir, yalnız şimdi değil, her zaman için' birbirini boğazlayan insanlar, bu sözleri duyunca birbirlerine ateş etmeyi neden durdurdular? Çünkü sözlerinizde kutsal ve yüce bir melodi vardı. (…) Sonuçları doğal olmasa da kaba da olsa, sizin dünyaya ulaştırmak istediğiniz iyileştirmenin bir kanıtıdır. Evreni yöneten ilksiz ve sonsuz güç, her peygamberin kendi çağının gereksinmelerini görmesi ve ona göre milletini seçmesi kuralını koymuştur. Ve siz çağınızın peygamberisiniz. (…) Şimdi biliyoruz ki, sizin savaşa ve barışa müdahaleniz bizim için gökyüzünden inmiş bir yardımdı. (…) Büyük savaş sırasındaki etkinizin büyüklüğü bizim yüreğimizde sizin kişiliğinizi incelemek, iyiliğinizi ve yeteneklerinizi anlamak isteği doğurdu. İncelemelerimiz sonunda sizde olağan üstü bir güç bulduk. Siz üstün bir insansınız dolayısıyla ahlaki çabalarınız vardır.”
Kız Koleji'nin feminizmin yeşerdiği ve ilk kadın entelektüellerin yetiştiği bir kurum olması bakımından Türkiye'de kadın konusundaki çalışmalar açısından ayrı bir önemi vardır. Kolej eğitiminde kadınlarla erkeklerin toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitliği vurgulanmış, kadınlarının ev işlerinde yoğunlaşmasının onun aklını ve ruhunu güdükleştirdiği, öğrencilerin ödevlerinde sık sık gündeme gelmiş, yurt dışına gitmek ve orada eğitim görmek özlemi genç kızlara mekan ve düşünce özgürlüğü kazandırmıştı. 1912-13 yıllarında kolejde 266 öğrenciden 50'si Müslümandı. Osmanlı döneminde kolejde Yunanca, Latince, Ermenice, Bulgarca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Türkçe öğretiliyordu. Ancak Türk dili o yıllarda sadece haftada iki saatti. Genellikle bu diller klasik biçimiyle veriliyor ve klasik edebiyata ağırlık tanıyordu.
Kolejin 1911-1912 yıllığında Yönetim ve Eğitim Görevlileri listesinde “Türk Dili ve Edebiyatı” öğretmeni olarak Dr. Ghalib Ata Bey'in adı geçerken, Hazırlık eğitimcileri arasında Türkçe dersinde, zaten kardeş okul Robert Kolej'de 1896 yılı sonlarından vefatına dek Türkçe dersleri veren Tevfik Fikret Bey (1867-1915) ve daha önce kolejden mezun olan Nazlı Halid Hanım'ın adı yer almaktaydı.
Koleje kaydolma konusunda Nazlı Halid de, Halide Edip gibi dönemin yönetiminin engeli ile karşılaşmış, annesinin isteğiyle okula kaydı yapılmış; ancak bir jurnal sonucu okuldan alınmak zorunda kalmıştı. Buna rağmen, annesinin ısrarlı tutumu ve desteğiyle devam kolejden 1910 yılında mezun olmuştu. Nazlı Halid’in II. Meşrutiyet'in kadınlara sağladığı haklar konusundaki görüşlerini ve yeni Osmanlı Anayasası'nın Müslüman kadınlara sağladığı büyük yararı, feminist bir bakış açısıyla savunduğu, Temmuz 1908 olaylarından kısa bir süre sonra muhtemelen 1900-1909 yılları arasında Amerikan Kız Koleji'nde öğretmenlik yapan yazar Hester Donaldson Jenkins'in (1869-1941) İngilizce derslerinde yazılmış, “düzeltilmeksizin yayınlanmış” öğrenci makalelerinin bir koleksiyonu içeren ve kolej tarafından “Echoes of the New Ottoman Constitution” (Yeni Osmanlı Anayasası'nın Yankıları) adıyla basılan kitapçıkta yer alan makalesinde, ifadelerindeki sadelik ve üslup, kolejin onun eğitimi üzerindeki etkilerini göstermesi bakımından önemlidir. O makalesinde Nazlı Halid şunları yazmıştı:
“Türk Anayasasıyla birçok değişiklik meydana geldi. Bunlardan biri de kadınların durumuyla ilgili. Şimdiye kadar kadınlar için eğitimin gerekli olmadığı düşünülüyordu ve istisnai olarak hemşirelik dışında kadınlar için ev hanımlığından başka uygun bir iş yoktu. Kadınlar, her alanda erkeklerden daha alt seviyede görülüyordu. Babaları, kocaları ve erkek kardeşleri her yönden iyi vakit geçirirken, kadınların tüm gün evde oturup hayatın tüm güzelliklerinden mahrum kalmaları beklenirdi. Entelektüel anlamda kendilerini geliştirebilecekleri uygun okulları olmadığından göz göre göre cahilliğe sürüklenirlerdi.
Bazı kadınlar bu durumun değişmesi için çok çaba gösterdi ve nihayetinde kadınlar, devrimde büyük bir rol oynadı. Haberlerin ve mektupların gerekli yerlere ulaştırılmasının mümkün olmadığı zamanlarda bunu yapabilenler kadınlardı. Birçoğu evlerini bırakarak cinsiyetlerinden kaynaklanan tehlikelere aldırış etmeden kendilerini hizmete adadı. Bazıları ise Jöntürklerle Paris’e giderek Fransızlara Türk kadınını anlattılar. Bunlar geçmişte olanlar. Peki durum şimdi nasıl? Gazeteler ardı ardına kadınların çalışıp erkeklere yardım etmesi konusunda makaleler yayımlıyorlar. Ve bu akıllara şu soruyu getiriyor; 'Böylesine bir yardım için hazırmıyız ki' Tabiki Hayır! Biz eğitimsiz kadınlar bunu nasıl yapabiliriz ki? Öyle ise ihtiyacımız iyi eğitim alabileceğimiz iyi okullar. Erkekler kadar biz de acı çektik özgürlük bizim de hakkımız”.
Nazlı Halid Hanım, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın 3 ve 6. döneminde ve TBMM'nin 1-8. dönemlerinde Sinop milletvekilliği, İktisat, Hariciye ve Adliye vekilliği görevlerini yürütmüş olan Yusuf Kemal Tengirşenk (1878-1969) ile 1915 yılında evlenmiş, kızı da aynı okuldan 1937 yılında mezun olmuştu. Nazlı Tengirşenk eşinin Boyabatlı ve Sinop Milletvekilliği nedeniyle olsa gerek, Atatürk ilke ve devrimlerini geniş halk kitlelerine iletmek ve benimsetmek, milli kültür öğelerini araştırmak, aynı ideali paylaşan insanlar için sosyal merkez oluşturmak ve toplumun her kesiminden insanın kaynaşmasını temin etmek amacıyla, Sinop Halkevi tarafından 1936-1941 yılları arasında 52 sayı yayımlanan “Dıranaz” dergisinde yazılar yazmıştı. Derginin adı büyük bir ihtimalle Sinop'un Erfelek ilçesine bağlı Dıranas köyünden gelmekteydi. Nazlı Tengirşenk Hanım, Amerikan John Hopkins Üniversitesi Profesörlerinden David M. Robinson'un (1880-1958) 1906 yılında, orijinalini Yusuf Kemal Tengirşenk'in yakın dostu olan Rıza Nur'un kütüphanesinden temin ettikleri, American Journal of Philology dergisinde yayınlanmış “Ancient Sinope” (Antik Sinop) adlı makalesini tercüme etmiş ve Sinop Halkevi'ne bağışlanmıştı.
Yusuf Kemal Tengirşenk ile Rıza Nur'un yakınlığı İstanbul'un işgal edildiği yıllara, belki de daha öncesine dayanıyordu. 16 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan'ın İngilizler tarafından basılması, bazı mebusların Malta'ya sürgüne gönderilmesi, devletin ve milletin haysiyetinin ayaklar altına alınması ve böylece İstanbul'da vatanı kurtarmak için hiçbir şeyin yapılamaz hâle gelmesinden sonra, Anadolu'ya geçmeye karar veren Yusuf Kemal Bey, bu kararını kendisi de Sinoplu olan Dr. Rıza Nur’a (1879-1942) açmış o da kabul etmişti. Her ikisi de birlikte Anadolu'ya gitmeye karar verdikten sonra bu fikirlerini Meclis-i Mebusan'da bulunan diğer arkadaşlarına söylemiş, bunun üzerine mebuslar özel bir toplantı yaparak Anadolu'ya gitmek üzere bir heyet seçmişlerdi. Bu heyetin iki ismi daha önce Ankara'ya gitmeye karar vermiş olan Yusuf Kemal Bey ve Rıza Nur Bey'lerdi.
Sinop'un tarihi önemini, ticaretini, İran, Pontus ve Roma idaresindeki durumunu, dini hayatını kapsayan ve on bölümden oluşan eser, derginin 11-33. sayıları arasında tefrika edilmişti. Bu çeviri, yazarları arasında Mehmet Fuat Köprülü, Recep Peker, Tahsin Banguoğlu, Şevket Aziz Kansu, Celal Sahir, İsmail Hakkı Tonguç, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Adnan Saygun, Pertev Naili Boratav, Elif Naci, Niyazi Berkes ve gibi siyasetçi ve aydınların yer aldığı, 5 Şubat 1933’te Ankara’da yayınlanmaya başlayan ve 17 yıllık yayın hayatı, 1950 yılı Ağustos ayında son bulan, 1933-1938 yılları arasında Altıok’u topluma benimsetme amacının yanı sıra köycülük ile ilgili yazılara geniş yer veren, 1938’den sonraki sayılarında ise daha ziyade tarih ve edebiyat konularına ağırlık verip, güncel konulardan uzaklaşan, yazar kadrosuna da Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kudsi Tecer, Suut Kemal Yetkin, Yusuf Ziya Ortaç, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Ceyhun Atıf Kansu, Mesut Cemil, Malik Aksel, Yavuz Abadan ve Enver Gökçe gibi tanınmış yazar ve sanatçıların katıldığı, Atatürk’ün adını verdiği ve “Ülkü’den kutlu ülkümüzü yaratmak için kutlu verimler beklerim” dediği Halkevleri'nin yayın organı “Ülkü Dergisi” tarafından övgüyle karşılanmış ve bulunduğu şehrin tarihini öğretmesi bakımından güzel ve yerinde bir örnek olarak değerlendirmişti.
Editör Charles T. Riggs'in editörlüğünde, American Bible House tarafından İstanbul'da yayınlanan “The Orient” adlı fanzin tarzı haftalık İngilizce gazetenin 7 Haziran 1911 tarihli sayısında yer alan bir küçük makalede, Amerikan Kız Koleji'ndeki kız öğrencilere Türkçe Hijyen dersi verildiğinden bahsedilmekte ve “Kadınlara yönelik Türkçe Hijyen derslerine ilgi duyanlar, bu kış İstanbul'da verilen dersin geçen yıl Üsküdar'da verilenden daha başarılı olduğunu duymaktan mutluluk duyacaklardır. Birkaç hayal kırıklığı yaşadık ama dokuz ders verildi ve hava yumuşadıkça izleyici sayısı arttı. Birkaç kez yüzün üzerinde kişi katıldı ve bir kez de yüz elli kişi sayıldı. Dr. Ghalib Ata Bey bizim için verdiği üç dersi broşür biçiminde yayınlayacak.” denmekteydi.
Burada dersi veren, Tıp doktoru, gazete yazarı, şair ve Ankara Radyosu'ndaki sohbet programlarıyla tanınan Dr. Galip Atâ Bey (Ataç,1879-1947), eleştirmen, denemeci, yazar ve şair Ali Nurullah Atâ'nın (Ataç, 1898-1957) ağabeyidir. Dr. Galip Atâ Bey, 8 Mart 1943-14 Haziran 1946 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde VII. Dönem İstanbul Milletvekilliği de yapmıştı. Dr. Galip Atâ Bey ve Nurullah Ataç'ın babaları da tıbbi eserleri olan eğitimci yazar ve çevirmen Şânizâde Mehmed Atâullah Efendi'dir. Avusturyalı orientalist, tarihçi ve diplomat Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall'ın (1774-1856) Almanca olarak, Osmanlı kaynaklarını temel alarak hazırlayarak, 1827-1835 yılları arasında yazdığı, 10 citlik “Geschichte des Osmanischen Reiches” (Devlet-i Osmâniye Tarihi) adlı Osmanlı tarihinin önemli kaynak kitapları arasında sayılan eserini, Hellert-Dochez tarafından yapılmış Fransızca'sından Türkçe'ye Şânizâde Mehmed Atâullah Efendi, bilgileri incelemiş, eleştirmiş ve bazı notlar ilave ederek tercüme etmiş, 15 cilt olarak yayınlamayı tasarlamışsa da 1912-1917 yılları arasında ancak 9 cildini yayınlayabilmişti.
Osmanlı seyahatnamelerini Avrupa'ya tanıtan ilk kişi olarak da tanınan, 1683'te Viyana'da Osmanlılara karşı savunmada önemli bir isim olan Prens Eugen'in Belvedere Sarayı'nda bahçıvanlık yapan Johann Hammer'in torunu ve Graz Vilayetinde görevli bir memurun oğlu olan Joseph Hammer, Eugen ailesinin kendisini evlat edinmesiyle varisleri olarak “Freiherr” (Baron) ünvanını ve onların Von Purgstall soyadını almıştı. Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall, 1 Temmuz 1799'da Varna'dan bir yelkenli ile Karadeniz'e açılarak beş gün sonra vardığı ve ilk izlenimlerini; “... gözlerim kamaşmış, şaşırmış, büyülenmiştim. Geride kalan dar boğazda geminin her manevrasıyla, genişleyen su yolunda önümüzde yeni manzaralar açılıyordu” diyerek anılarında anlattığı İstanbul'a, tercümanlık yapmak üzere gelmiş, bu dönemde Doğu Tarihi ve edebiyatıyla ilgilenmiş, Doğu Akdeniz'de İngiliz'lerin Fransız'lara karşı açtığı seferlere katılarak Mısır'a da gitmiş ve Arapça öğrenmiş, Ağustos 1804'te arkadaşlarıyla Bursa'ya bir gezi gerçekleştirmiş, 7 Mayıs 1806'da Boğdan'ın Yaş şehrine Avusturya Konsolosu olarak tayin edilene kadar Osmanlı topraklarında yaşamıştı. Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall, “Geschichte des Osmanischen Dichtkunst” (Osmanlı Şiirinin Tarihi) adlı eserinin ilk cildinin sağ iç kapağına Osmanlıca olarak kitabının adını “Câmi-i Mehâsin-i Zurefâ-yı Ehlü’z-zevk ve’l-irfân fî terâcim-i şuarâ-yı Devlet-i Âl-i Osmân”, kendi adını da Yûsuf Hammer Purgstall diye yazmıştı. Ayrıca 1856'da vefat eden yazar, Viyana'ya yakın, onun kuzeyinde ve Tuna nehri kenarında bulunan Klosterneuburg’daki (Weidling) şahide taşını kendisinin çizdiği kabrinde de Joseph ismini “Yûsuf” olarak çevirip, “Yûsuf bin Hammer” olarak kullanmıştı. Mezar taşının üzerindeki yazıt “Hüvelbâki” diye başlamakta, “Rahman olan Allah'ın merhametine sığınan üç dilin tercümanı müverrih Yûsuf bin Hammer” diye devam etmektedir. Hıristiyan mezarından çok İstanbul'daki ulemâ kabirlerine benzeyen bu mezar nedeniyle Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall, “Şark'ın Manevi Oğlu” sayılmıştı.
Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall'ın |
"Oyunlara katıldığımda 20 yaşındaydım. Teklifi aldığımda Paris'teydim. Budapeşte'ye çağırdılar. Orada bir ay kampa soktular. Bizi yetiştiren antrenörümüzü, çok esnek bir tekniği olan Alexander Nadolsky'i getireceklerine, bizi çok sert bir tekniği olan Macar bir hocaya teslim ettiler. Eski tekniğimizi kaybettik, yenisini kazanamadık. Sonuçta hiçbir şey yapamadık." Çambel ve Aşeni, yarışmalarda kayda değer bir başarı gösteremese de olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular olarak tarihe geçmişlerdi.
1903 yılında Le Boutiller’in okulu ziyaretinden sonra Bostonlu annesi Bayan Henry Woods kolejin orta kısmına mahsus binanın yapılması ve döşenmesi için 62.000 dolarlık bir bağışta bulunmuştu. O dönemde öğretmen lojmanları ve öteki odalar küçük sobalar ile, büyük salon ise büyük bir soba yakılarak ısıtılıyor, aydınlatma ise gaz lambalarıyla sağlanıyordu. Daha iyi ısıtabilmek için bu bağışın bir kısmı ile Barton Hall’e kalorifer kazanı alınmış, ancak binanın bacası o yükü çekemeyince, 15 Aralık 1905'te Barton Hall dış duvarları hariç fizik, kimya ve biyoloji laboratuarıyla, kütüphanesiyle, sanat eserleriyle birlikte tamamen yanmıştı. Yangından sonra binanın sadece bodrum katındaki hamam kullanılabilecek haldeydi. Mary Mills Patrick önceleri okulu genişletmek ve yeni bir bina yapılabilmek için okulun sahasına bitişik komşu araziyi satın almak istemiş, ancak çok istekli gözüküldüğünden arazi sahibi değerinden fazla para talep etmişti. Bu yüzden bağışlanan para bir müddet değerlendirilemeden kalmış, yakındaki boş bir konak kiralanarak ve hazırlık okulunun ilk üç sınıfı kapatılarak, eğitime devam edilebilmişti. Ancak Mary Mills Patrick okulun tekrar kurulmasında kararlıydı. Barton Hall'ün de yanması yüzünden artık kolejin başka yere taşınması şart olmuştu.
![]() |
Barton Hall'un yangından sonraki harap hali |
Müdire Patrick, 1 Temmuz 1912 tarihli, President Mary Mills Patrick imzasıyla, İstanbul'daki Kolera günlerini ve yangın sonrası Barton Hall ile ilgili yaşananları; “Constantinople College/The American College for Girls at Constantinople, 1911-1912 Yılı Raporları”nda Başkanın Raporu sayfalarında, şöyle anlatmıştı;
“...Şehirdeki kolera varlığı (İstanbul'da kolera salgını 1893-94 ve 1895 yıllarında iki kez yaşanmıştı), yılın başlarında Kolej'i sürdürmenin zorluğunu büyük ölçüde artırdı. Öğrencilerin şehirde serbestçe dolaşmasına izin vermek imkansızdı ve bol meyve mevsimi olmasına rağmen, Kolej'e hiçbir meyve veya herhangi bir türde pişmemiş yiyecek sokulamazdı. Su dikkatlice filtrelenirdi ve şehir fırınlarından getirilen tüm ekmekler kısmen yeniden pişirilirdi. Şehir yetkilileri kolera hastalığını yok etmek için girişimlerde bulundular, ancak bunlar başarılı olmadı. Sonbaharın başlarında İtalya ile savaş çıktığında (1911-12), insanların dikkati başka yere çevrildi ve kolera yavaş yavaş azaldı...”
“...Arnavutköy'deki yeni binaların inşasının tamamlanması için gereken uzun zaman nedeniyle, Mütevelli Heyeti'nden, Aralık 1905'te binanın iç kısmı yangında yok olduktan sonra ayakta kalan Barton Hall duvarlarına bazı yeni odaların inşasını yetkilendirmeleri istendi. Bu binanın bir bölümü Bayan Henry F. Durant'ın cömertliği sayesinde 1906'da zaten restore edilmişti. Mevcut akademik yılın Ekim ayının başlarında Mütevelli Heyeti'nden, Barton Hall'un başka bir bölümünün yeniden inşasını yetkilendiren bir telgraf alındı. Buna göre, beşi yatakhane, üçü derslik olarak kullanılacak sekiz odanın yeniden inşası için planlar yapıldı; çalışmalar derhal başlatıldı ve hızla tamamlandı ve odalar ikinci yarıyılın başında işgale hazır hale getirildi. Bu genişleme, bazı öğrencilerin şu ana kadar barındırıldığı eski Türk Konağı'nın üst katını tamamen kullanmayı bırakıp, sadece o binanın iki alt katını işgal etmeyi mümkün kıldı ve böylece yangın çıkması durumunda tehlike büyük ölçüde azaldı. Kolej tarafından Üsküdar'da kullanılan binalar, Bowker Binası, Barton Hall'daki yeniden inşa edilmiş odalar ve kiralık bir taş ev hariç, sobalarla ısıtılan ve büyük ölçüde gazyağıyla aydınlatılan eski, yanıcı ahşap evlerdir ve yangın tehlikesi nedeniyle sürekli gözetim gerektirir.”
Müdire Mary Mills Patrick yeni bir yer bulunarak okulun tekrar kurulmasını hayal ediyordu, ancak o sırada Müslüman Osmanlı vatandaşlarının yabancılara toprak satması yasaktı. Misyonerler, Amerika ve Türkiye arasındaki mevcut antlaşmalara göre Amerikan vatandaşlarının Türkiye’de mülk sahibi olabilme haklarını kullanmak istemişler, ancak
Türk makamları bu satışa kesinlikle izin vermemişti. Bu arada bu araziyi Sultan II. Abdülhamid’in, kızlarından birine çeyiz olarak verme niyetinde olduğunu bile duymuş, bu söylentiden çok tedirgin olmuşlardı. Misyonerlerin bu konuyu çözmek için ABD Hükümeti nezdinde girişimde bulunmuşlar, ancak 26. ABD Başkanı Theodore Roosevelt (1858-1919) ve Dışişleri Bakanı Elihu Root (1845-1937), konuyu hiç önemsememiş, üstelik 3 Nisan 1908’de Koleje gönderdikleri bir telgraf ile “satın alma işlemlerinin durdurulmasını” istemişlerdi. Zira Sultan II. Abdülhamid bu satışa izin vermeme konusunda taviz vermeye kesinlikle yanaşmıyordu. Ama Temmuz 1908'de Sultan II. Abdülhamid yönetiminin sona ermesi ve Meşrutiyet'in yeniden ilanı talebiyle gerçekleşen Jön Türk Devrimi ardından, 24 Temmuz 1908'de II. Abdülhamid tarafından II. Meşrutiyet'in yeniden ilân edilmesiyle yabancıların taşınmaz mal edinmeleri üzerine konan sınırlamaların kaldırılması işleri kolaylaştırmıştı.
Birçok Amerikalı misyoner II. Meşrutiyet ilan edilir edilmez, ilk iş olarak ellerinde bulunan ve daha önce gayr-ı resmî olarak satın aldıkları mülklerin tapularını almaya çalışmıştı. American Board’ın İstanbul’daki yöneticisi Dr. William Wheelock Peet (1851-1942), II. Meşrutiyet'in ilanının basında duyurulmasından sonra, II. Meşrutiyet'in vermiş olduğu yasal güvenceye dayanarak, 12 Ağustos 1908’de tapuya gitmiş ve Amerikan Kız Koleji için seçilen Arnavutköy ile Kuruçeşme arasındaki tepenin boğaza bakan yamacında bulunan 54 dönümlük arazinin tapusunu American Board'ın Dış İşlerinden Sorumlu Genel Sekreteri olan James Levi Barton adına almış ve o da arazinin kullanım hakkını Amerikan Kız Koleji'ne devretmişti.
American Board’ın Başkanı James L. Barton, II. Meşrutiyet sonucu Türkiye’de yaşanan gelişmelerin; kendilerinin bile beklemediği kadar büyük yenilikler getirdiği için biraz da şaşkın bir şekilde şöyle demişti:
“…Türk Devletinin siyasî terbiyesi altında asırlarca süren baskıcı politikalar sonunda Türkiye’deki insanların kendiliğinden sevinme ve sevinç gösterisinde bulunma yeteneğini kaybetmiş olmaları gerekirdi. Ancak daha önce hiç yaşanmamış bir özgürlük dürtüsüyle, bütün halk yeni düzeni takdir için daha önce asla görülmemiş bir coşkuya kapıldı. Özgürlüğün ilanı ve o günün önemine binaen yapılacak top atışlarını duymak için on binlerce insan şehir meydanlarında toplandı. Kalabalıklar birkaç gün öncesine kadar derin bir kinle birbirinden nefret eden Hıristiyanlar ve Müslümanlardan oluşuyordu. Şimdi el çırpıyorlar ve birlikte 'Anavatan çok yaşa,' 'Hürriyet çok yaşa', 'Anayasa çok yaşa' diye bağırıyorlardı.”
Tapusu alınan arazi Paris’te yaşayan ve Osmanlı Bankasının kurucu ortakları arasında yer alan Ermeni Düz ailesinin varislerinden 1907’de 57.400 dolara gayrı resmi olarak satın alınmıştı. Aileye III. Ahmed döneminde “Düz” adının verilmişti. Ailenin adı Ermeni kaynaklarına göre Düzyanlar, Osmanlı kaynaklarına göre Düzoğullar'dı ve 1758 yılında, o tarihe kadar Yahudilerin elinde olan İfraz Mukataası*na sahip olmuşlar böylece Darphâne-i Âmire İfrazcıbaşılığı babadan oğula geçerek yüz yıldan fazla bir süre Düzyanların elinde kalmıştı. Ailenin bilinen ilk üyesi Divriğili Artin, 1600 yılında İstanbul'da bir kuyumcu dükkânı açmış, babadan oğula geçen bu meslek sayesinde, ailenin üyeleri önce saray kuyumcubaşılığına ve daha sonra darphane sarraflığı ve ifrazcıbaşılığına gelmişti.
*İfraz mukataası: Osmanlı Devleti tarafından Darphane'de kullanılmak üzere piyasadan kıymetli maden toplama işi için oluşturulmuştu. Önceleri devlet eliyle yürütülen maden toplama işi 17. yüzyılın sonlarından itibaren daha düzenli bir şekilde yapılabilmesi için mukataa olarak teşkilatlandırılıp özel teşebbüse verilmiş ve mukataayı alan kişi 'Darphane İfrazcıbaşısı' olarak anılmıştı.
Dr. William Wheelock Peet tapu işlemini halleder halletmez, ofisine giderek o sırada Amerika'da olan okul müdiresi Mary Mills Patrick'e çektiği “zafer telgrafı” ile müjdelemiş, o da son derece memnun olduğu bu haber karşısında, alınan bu tapuyu “Babil ve Asur'dan kalma antik bir şaheser” diyerek nitelemişti.
Artık Amerikan Kız Koleji'ni Üsküdar’dan Arnavutköy’e taşımanın ve orada ihtiyaç duyulduğu kadar çok yeni bina inşa etmenin yolu açılmıştı. Ancak bu yine de kolay olmamış, American Board Eylül 1908’de gerektiği zaman bu araziye bina yapma izni için Türk Hükümetine acilen müracaat etmiş, ancak yasal izin Sultan II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinden sonra, 12 Ocak 1910 - 30 Eylül 1911 tarihleri arasında bir yıl sekiz ay on dokuz gün sadrazamlık yapmış olan İbrahim Hakkı Paşa (1863-1918) Hükümeti zamanında 1910’un Kasım ayında alınabilmişti. Böylece misyonerlerin deyimi ile “kapılar ardına kadar açılmış” kendileri için artık Türkiye’de hiçbir sıkıntı, hiçbir engelleme kalmamıştı. 1908 yılına gelindiğinde Amerikan Kız Koleji, American Board’dan tamamen ayrılarak bağımsız bir okul haline gelmişti. Kolejde görev yapan öğretmenler, Amerika’dan getirilip, alanlarında iyi olmalarının yanında, Hıristiyan dini değerlerine son derece bağlı ve idealist kişilerden olmasına önem verilirken, Osmanlı tebaasından hiç kimse okulda öğretim elemanı olamıyor ve yönetimde görev alamıyordu.
İnşaat izninin gecikmesi nedeniyle okul yönetimi çözüm olarak tapusu alınan arsalarına bitişik olan, arazisi boğaz kıyılarından başlayan Rum asıllı Kostaki Musurus Paşa'nın Konağı’nı satın almış ve okulun orta kısmı 1910 bahar aylarında o konağa nakledilerek açılmıştı. Böylelikle yerleşkenin İstanbul Boğazı sahil yolundan da ulaşılabilecek bir girişi olmuştu.
![]() |
Kostaki Musurus Paşa'nın bugün var olmayan Arnavutköy'deki konağı |
1997 ya da 1998 yıllarıydı, Üsküdar Amerikan Lisesi'nde okuyan kızımı Lise sonrasında Amerika'daki bir üniversite'de okuyabilsin diye düşünerek, SAT Testi [College Board tarafından oluşturulan, önceleri Scholastic Aptitude Test (Akademik Yetenek Testi), sonraları Scholastic Assesment Test (Akademik Değerlendirme Testi) olarak adlandırılan, 1926'dan beri bir lise öğrencisinin üniversiteye başlamak için hazır olup olmadığını ölçmek için kullanılan, ABD'de standartlaştırılmış iki genel üniversite sınavından biri] için Robert Kolej'e götürmüş, sahildeki kapıdan girerek büyük bir koru içerisinde, boğaz sırtlarına doğru çıkıp, sınava gireceği görkemli büyük bir taş binanın (ki o büyük bir ihtimalle Gould Hall idi) önünde bırakmış, o binayı da ilk ve son kez o zaman görmüştüm.
90'ların sonlarında Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nin sahil yolundaki girişi |
![]() |
Vanity Fair'in 4 Şubat 1871 tarihli sayısında "Devlet Adamı No:73 Londra'daki tüm diplomatik birliklerin en ilginci" notu ile paylaşılmış olan Kostaki Musurus Paşa |
Kilisenin çan kulesinde Hz. İsa'nın ağzından “Bana Gel” yazmaktadır. |
Rumlar tarafından iyileştirici gücü olduğuna inanılan ve Ortodoks kilisesinin ikonlarında, şerre karşı zaferi sembolize etmek üzere genellikle elindeki kılıcıyla ejderhaya karşı dövüşür şekilde gösterilen baş melek Mîkâil'e ithaf edilen Arnavutköy'deki Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi'ni de yapının kitabesinden anlaşıldığına göre 1896-1899 yılları arasında Kostaki Musurus Paşa tarafından inşa ettirilmişti. Kilisenin halka açık ibadet mekanı olan Naos'unun güneyinde de Kostaki Musurus Paşa ailesine ait bir kabristan bulunmaktadır.
Kostaki Musurus Paşa ailesine ait kabristanın fotografları Halil Kendir'in instagram sayfasından alıntılanmıştır. |
Kasım 1910'da inşaat için izin çıktıktan sonra, ilk bina 1910 yılında Amerikalı bir demiryolu patronu ve finans spekülatörü olan, keskin ve çoğu zaman ahlaksız iş uygulamalarıyla XIX. yüzyılın sonlarının en zengin adamlarından ünlü Wall Street finansörü Jay Gould'un (1836-1892) kızı Helen Miller Gould Shepard (1868-1938), Üsküdar yerleşkesindeki eski Barton Hall'ün yanmasından sonra koleje ilgi duymaya başlamış ve 1907-1909 yılları arasında bağışladığı 210.000 dolar ile inşaata 1911 yılında başlanılmış, ilk temel taşını 28 Ağustos 1911-20 Kasım 1913 tarihleri arasında Amerikan Büyükelçiliği yapan William Woodville Rockhill'in (1854-1914) koyduğu inşaat 3 yıl sürmüş, 1914 yılında Amerikan Kız Koleji'nin ilk binası olan beş katlı Gould Hall özellikle girişindeki büyük boyutlu iyonik sütunlarıyla okulun sembolü olmuştu.
![]() |
Gould Hall inşa edilirken |
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nin öğrencileri Gould Hall'un görkemli girişinde |
“Yılın en önemli kamusal etkinliği, hem şimdiki zaman hem de gelecek açısından Boğaz'ın Avrupa kıyısındaki Kolej'in yeni yaşamının başlangıcı olarak önemli olan Gould Hall'un köşe taşının yerleştirilmesiydi. 9 Kasım Perşembe günü, bu törene tanıklık etmek için büyük bir topluluk Arnavutköy'de toplandı. Üsküdar'daki Kolej öğrencileri ve Arnavutköy'deki Hazırlık öğrencileri, kulelerin tepelerinden dalgalanan büyük Türk ve Amerikan bayrakları altında büyüyen binaları çevreleyen toprak yığınlarına yerleştiler; şehrin farklı bölgelerinden gelen birçok konuk ise konuşmalar sırasında ve büyük köşe taşının yerine sallanmasının etkileyici töreni boyunca gruplar halinde durdu. Köşe taşındaki kutuda (zaman kapsülü) bulunan belgeler şunlardı: Bayan Gould'un hediyesinin beyanı, arazi tapusunun resmi kopyası, W. W. Peet, (İstanbul'daki Cemaat Misyonerlik Cemiyeti'nin iş ve diplomatik lideri William Wheelock Peet,1851-1942) tarafından mülkün satın alınmasına ilişkin hesap, Kolej'in resmi yayınları, Başkan tarafından yazılan Kolej'in kısa tarihi, Kasım 1911'de farklı dillerde çıkan on sekiz gazete, ülkenin paraları ve günün egzersiz programı. Egzersizler esasen dini nitelikteydi, baştan sona güçlü bir dindarlık notu vardı. Orada bulunan herkesin aklındaki başlıca düşünce, yalnızca Bayan Helen Gould'un muhteşem cömertliğiyle değil, aynı zamanda onun manevi algısı ve bu Kolej'in gelecekteki büyük olasılıklarını kavramasıyla da mümkün olan bu olayın önemiydi...”
Okulun ikinci binası, kiliseleri, kütüphaneleri, eğitim kurumlarını, yetimhaneleri, konutları ve daha fazlasını desteklemek de dahil olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yoksullara yardım eden birçok kuruluşun hayırseveri olan, Amerikalı yazar Olivia Egleston Phelps Stokes'in (1847-1927) 100.000 dolar bağışlamasıyla inşaa edilmiş ve bağışçının isteği üzerine, bugün neredeyse tüm cephesi sarmaşıklarla kaplı olan, altında yemekhanenin, üst katlarda ise sınıfların yer aldığı bu dört katlı binaya, arkadaşı Sarah Lindley Mitchell'in (1889-1915) anısına Mitchell Hall adı verilmişti.
Jay Gould'un ortağı sanayici Russel Sage'in ikinci ve dul eşi, eğitime ve ilerici amaçlara yaptığı katkılarla tanınan Amerikalı bir hayırsever ve eski öğretmen olan Margaret Olivia Slocum Sage'in (1828-1918) eşinin anısına yaptığı 100.000 dolarlık bağış ile yurt olarak inşa edilen ve günümüzde de aynı amaçla kullanılan dört katlı Sage Hall inşa edilmişti.
1923 yılında Amerikalı hayırsever ve o zamanlar mütevelli heyeti üyesi olan William Bingham II (1879-1955) tarafından annesi Mary (Payne) Bingham (1854-1898) anısına finanse edilerek önce ilkokul olarak planlanan daha sonra bu bölgedeki kadınlar için en modern ve en iyi donanımlı tıp okulu olan, ancak ne yazık ki fon eksikliği nedeniyle faaliyete devam edemeyen Bingham Hall, 1925 yılından 1992 yılına kadar ortaokul bölümünü barındırmıştı. Şu anda kız yurdu ve iş ofisi olarak kullanılıyor.
Amerikan Kız Koleji Üsküdar Selamsız'da son mezuniyet törenini 1913 yılında yapmış, binaların hazırlanmasının ardından okul 1914 yılında Arnavutköy’deki yeni yerleşkesine taşınmıştı.
![]() |
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nin Boğaz'dan görünüşü |
New York Times'ın 16 Haziran 1914'te “American College in Turkey opened” (Türkiye'de Amerikan Koleji Açıldı) başlığıyla verdiği haberin içeriğinde; “Arnavutköy'de Kadınların eğitimi için beş yeni bina açıldı. Bayan Shepard (Helen Miller Gould Shepard) bir bağışçı 200.000 dolar bağışladı. Bayan Olivia Stokes ( Olivia Egleston Phelps Stokes) ve Bayan Russel Sage (Margaret Olivia Slocum Sage) diğer katılımcılar. The New York Times'a özel Telgraf: KONSTANTINOPOL, 3 Haziran - Boğaz'ın Avrupa yakasındaki Amerikan Kız Koleji'nin 750.000 dolarlık muhteşem evi bugün uygun törenlerle açıldı. Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Morgenthau (Henry Morgenthau, 1856-1946) törene başkanlık etti ve güzel bir konuşma yaptı.” diye bahsedilmişti. Artık bağımsız bir kimliğe sahip olan okul adını da İstanbul Amerikan Kız Koleji olarak değiştirmişti.
Burada tarihi tekrar geriye sarıp, Gedikpaşa'da kiralık bir konutta “Yuva Okul” (Home School) adıyla başlayan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nin kuruluş tarihine, 1871 yılına dönecek olursak, bu okuldan yaklaşık 1000 kilometre uzakta İzmit'in Başiskele mevkiinde, Bahçecik (Bardizag) köyünde aynı tarihte 1871'de açılan bir başka okulun hikayesi ile karşılaşırız ki, talih bu iki okulu Üsküdar Selamsız'da halef selef misali bir araya getirecekti.
1921 yılında, Le Journal d'Orient Gazetesi'nin (Şark'ın Gazetesi) verdiği bir haberde, Konstantinople Kız Koleji olarak bilinen Home School, Arnavutköy'deki bugünkü binalarına taşınmadan önce kullandığı Üsküdar’daki eski binalarının hem gündüzlü hem de yatılı kız öğrenciler için yeni bir okul olarak düzenlediği yazılmıştı. İşte o bahsedilen okul günümüzün Üsküdar Amerikan Lisesi'ydi...
Le Journal d'Orient Gazetesi'nin haberinde bahsedilen ve Konstantinople Kız Koleji'nin boşalttığı ve binaların 1921 yılında yeni bir okul olarak düzenleneceği söylenen okulun ilk nüvesi, aslında 50 yıl önce, 1871'de İzmit sancağına bağlı Bardizag (Bahçecik) Ermeni köyünde açılmış olan bir Ermeni Kız Okulu'ydu. 1810 yılında Boston'da kurulan Amerikan Yabancı Misyon Delegeleri Kurulu tarafından (American Board of Commissioners for Foreign Missions / ABCFM) misyonerlik faaliyetleri için İzmit Sancağı'na gönderilen Rahip Justin Wright Parsons (1824-1880) ve eşi Catherine Jennings Parsons (1823-1914), başlangıçta 1849 sonrası 1854'e kadar Yunanistan, Selanik'te görevlendirilmiş, oradan Küçük Asya ve İzmir'e ve sonrasında da 1856'da Bardizag'a gönderilmişti.
![]() |
Bardizag (Bahçecik) |
Parsons kızların da eğitim görebilmeleri için Yatılı bir kız okulu açma gayretlerine girişmişti. Bu girişim bölge halkının kızların eğitim almasının gereksizliği yönündeki tutumları nedeniyle başarısızlığa uğramış, ancak Parsons'un ısrarlı tavrı sonucu onun kız okulu açma fikri Amerikan Board tarafından da kabul edilince, 1871 yılında Parsons daha öncesinde ipek böceği yetiştirmek için kozahane (böcekhane) olarak kullanılan Charevlek (veya Gharevlek) Ailesi’ne ait iki katlı dikdörtgen planlı bir binayı kiralamış, okulun öğretmen ve öğrencilerinin ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlemiş, sınıflar, toplantı salonu, yemek salonu ve yatılı öğrenciler için yatakhane oluşturmuştu. Bunlar yapılırken Amerikan Board Bardizag'da açılacak olan bu yatılı kız okulu için, Amerikan misyonerlerinden, ABD'nin Massachusetts eyaletinin South Hadley kasabasında bulunan Mount Holyoke Kız İlahiyat Okulu’ndan (Mount Holyoke Female Seminary) mezun olmuş Laura Farnham (1844- 1919) adlı genç bir öğretmeni görevlendirerek onu önce 1870'in sonlarında Ermenice öğrenmesi için İstanbul'a göndermişti. Ermenice öğrenip İstanbul'dan Bardizag'a geçen Laura Farnham 6 Haziran 1871'de Bardizag Yatılı Kız Okulu'nu açmıştı. Kaynaklarda 1871'de kurulduğu belirtilmekle birlikte her nedense okulun kuruluş tarihi olarak 1876'dan bahsedilmektedir. Ermenice, İngilizce, matematik, cebir, tarih, din, müzik ve beden eğitimi okutulacak okula ilk yıl üçü yatılı olmak üzere onaltı öğrenci kayıt yaptırmıştı. Din dersi ile Protestanlığın propogandası ve yayılması amaçlanıyordu. Bu sıralarda komşu Armaş (Akmeşe) ruhani bir merkez olarak Gregoryan Ermeni kültürüyle gelişimini biraz da Bardizag’la rekabet halinde sürdürüyordu. 1872’de her iki beldede iki ayrı okul açılmıştı. Armaş’ta açılan Gregoryen Yatılı Erkek (Ruhban) Okulu’ydu. Okulun adı Amerikan Protestan Erkek Mektebi'ydi (Bithynia High School) ve Ermenileri Protestanlaştırmak için açılan okullardan birisiydi.
Bu arada (Nikomedia) İzmit sancağına transfer edilen Rahip Justin Wright Parsons, sağlık sorunları nedeniyle memleketine dönmüş, sonra Temmuz 1880'de geri dönerek, tekrar misyonerlik faaliyetlerine koyulmuş, 4 Ağustos 1880'de Marmara Denizi'nin doğusundaki dağlık bölgede bir misyonerlik turundayken hizmetçisiyle kamp kurduğu gecenin sabahında, yol kenarında bir çete tarafından öldürülmüş olarak bulunmuşlardı.
![]() |
Adapazarı Alexander Hall, 1885 |
1896 yılında Laura Farnham, çalışmalarını bir adım daha öteye taşımış, bir anaokulu açmış, böylelikle okul, anaokulu, ilkokul, hazırlık ve lise olmak üzere dört kademeli bir kompleks haline gelmiş, okula beş yeni ek bina yapılmıştı. Bunlar kreş, bebek bakım evi, ilkokul, yetim evi ve meslek okulu binalarıydı. Meslek okulunda marangozluk, demircilik, ayakkabıcılık, ciltçilik, tenekecilik ve terzilik atölyeleri vardı. Kampüste tüm bunlara ek olarak okula ait sarnıç, çamaşırhane, kitaplık ve matbaa da bulunmaktaydı. 1898'de okulun kontenjanı tamamen dolmuş, bölgede yaşayan Ermeni ailelerin büyük taleplerine rağmen ilk kez bazı başvurular geri çevrilmişti. Bu sırada artan iş yükü nedeniyle Laura Farnham'a İngilizce ve müzik dersi öğretmenliği yapmak, ilkokul ve anaokulu bölümlerinde çalışarak yardımcı olmak üzere Boston Öğretmen Okulu mezunu Mary Ella Kinney 16 Kasım 1899'da Adapazarı'na gelmişti.
Laura Farnham da tüm Amerikan Board misyonerleri gibi Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenileri kendi devletinin çıkar ve amaçları için kullanmış ve açmış olduğu okullar aracılığıyla Ermeniler üzerinde etkili olmuştu. Onun Ermeni kızlar için Bardizag ve Adapazarı Pazarcık'ta açmış olduğu iki okulun yapılanmasına bakıldığında Amerikan Board okullarının doğal bir eğitim hareketi olmadığı, buralarda çalışan misyonerlerin de geri kalmış kişilere eğitim götüren iyiliksever/kutlu eğitimciler olmadıkları açıkça görülebilmekteydi. 1919 yılında ölümünden sonra yayınlanan bir makalede Laura Farnham, “Neredeyse 50 yıllık görevinde hem halk hem de öğrenciler, onun güçlü karakterinden, ince düşüncesinden, zekâsından ve espirili yanından çok etkilenmişlerdi. Acil durumlarda hemen yardıma koşması ile bilinirdi ve Ermeni Mütevelli Heyeti (Armenian Board of Trustees) her daim onun fikir ve görüşlerine başvururdu.” denilerek anlatılmıştı;
12 Ağustos 1910’da, bir misyoner olarak 25 yılı bu okulda olmak üzere 38 yılını İzmit sancağında Ermeni kadınların eğitimine harcayan Laura Farnham yetmiş beş yaşında iken acil bir ailevi sebep yüzünden geri dönmek üzere Amerika'ya geri dönüş yapmış ancak sağlık nedeniyle emekli olmuş, 1919 yılında ölümüne kadar New Castle-Maine'deki evinde yaşamıştı. Laura Farnham'dan sonra okulun yönetimini Mary Ella Kinney devralmıştı. Okulun mezunlarının çoğu Protestan Ermeni iken, 1912-13 ders döneminde bu değişmeye başlamış, o yıllarda eğitim alacak öğrencilerin 230'u Ortodoks Ermeni, 77'si Protestan Ermeni, 2'si Rum Ortodoks, 2'si de Musevi olmak üzere çeşitlenmiş, bu da beraberinde okulda mezhepsel ve dinsel çeşitlenmeyi, etnik ve kültürel farklılaşmayı getirerek okulun çok kültürlü bir dokuya sahip olmasına neden olmuştu.
I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Osmanlı Hükümeti önceki zararlı faaliyetlerinden dolayı, bu mekteplerce cephe gerisinden vurulmamak adına İstanbul’daki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus okullarını kapatmış; Avusturya, Almanya ve İran okullarına dokunmamış, Nisan 1917’de Almanya’ya karşı savaş ilan etmesine ve 20 Nisan 1917 tarihinde Osmanlı ile diplomatik ilişkilerini kesmesine rağmen, Amerika'nın Osmanlı’daki okulları açık kalmıştı. Amerika ile diplomatik ilişkiler kesilince Amerikan haklarını ve okullarını koruma görevini İsveç Sefareti üstlenmişti. Bu arada okul 1914-15 eğitim-öğretim yılının sonunda kapanmış, 1918 yılına kadar da kapalı kalmıştı. Askıya alınan okulun binası Osmanlı yönetimince Askeri Hastane olarak kullanılmaya başlanmıştı. 1914 yılında izinli olarak Amerika'ya giden Mary Ella Kinney, savaş nedeniyle uzun süre geri dönememiş, 1919'da yeniden Adapazarı'na dönmüş ve kapanmış olan Adapazarı Ermeni Kız Okulu'nu yeniden açmıştı.
1964 yılında Arnavutköy Kız Koleji’nde Beden Eğitimi Öğretmeni olarak başlayıp, 7 yıl 1971'de Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne geçen ve 21 yıl boyunca okulda, birçok spor klubünün antrenörlüğü, 19 mayıs programları, lise öğrenci birliği danışmanlığı, üniversite danışmanlığı, yabancı müdür yardımcılığı gibi görevleri üstlendikten sonra 1992 yılında emekli olan, Fay Linder'in kaleme aldığı “The History of Üsküdar American Academy 1876-1996” kitabında, Adapazarı’ndaki misyonerlerden biri olan Marion E. Sheldon’un (1886-1939) deneyimleri okuldaki günlük yaşam konusunda önemli fikirler vermektedir;
“Kalkış zili sabah erken çalar, ancak sınıfta sabah 6,30’daki sessizlik zamanında görevli öğretmen sizseniz, zamanın çok uzun olmadığını anlayacaksınızdır. 15 dakika boyunca bakarsanız, bazılarının kitap okuduklarını ve diğerlerinin sesiz bir şekilde meditasyon yaptıklarını görebilirsiniz. Saat 8 ve kahvaltı arasındaki aralıkta, hastaları görmek ve sınıfa gitmeden önce yapılması gereken pek çok işin halledilmesi içindir. Genellikle bir kız öğrenci bir yazı ile ilgili yardım istemeye gelir, ya da yakın zamanda gerçekleşen bir toplantı ile ilgili sorularınızı cevaplamak için mütevellilerden birinin okula gelmesi ihtimali vardır. Öğrenmek için en çok can attığınız, acaba devlet yıkılan şapelin yeniden inşasına izin verecek mi? sorusu olabilir. Eğer yardımınızı bekleyen ev işleri yoksa zil çaldıktan sonra, derslere girersiniz ya da öğleden sonraki derslere öğleden önce hazırlanmakla meşgulsünüzdür. Ayrıca kreşteki çocuklara bakmak için birkaç dakika bulmayı başarabilirsiniz. Öğlen vakti sizi iş arkadaşlarınızla baş başa oturup eldeki işler hakkında konuşabileceğiniz yemek salonuna getirir. Bu vakit böyle bir toplantı için uygun olan tek zaman olabilir. Öğleden sonraki oturumdan önce, bir grup Türk kadınının girişe geldiğini gördüğünüzde, çok ertelenmiş bir mektubu yazmaya ya da bazı şeyleri dikmeye başlamış olabilirsiniz. Bazı ailelerin okulu göstermek için getirdikleri konukları olabilir. Siz Türkçeyi sadece birkaç kelime ile konuşabiliyorsunuzdur. Konuşmanın çoğu çevirmen aracılığı ile gerçekleşir. Sizin için zamanınızı, hiçbir şeye yardım edemeden geçirdiğinizi görmek çok zordur. Eğer mutlu iseniz öğleden sonraki oturum sizin için iyi başlar. Bir sonraki derste, yakınlarına bile ulaşamayan bir öğrenciyi görmek kalbinizi burkar. Hatta çabalayan ancak anlatılanları kavramak için gerekli zekâ gücüne sahip olmayan bir başka öğrenci sizi daha çok üzer. 15 dakikalık mola boyunca postaya göz atmış olabilirsin ancak memleketten gelen ve özlenen mektubu bulma ve bu mektupları okuma fırsatı için saatin 4 olmasını beklemek gerekecektir. Öğretime devam ettiği yerdeki ihtiyaçlarından bahseden eski bir öğrenciden gelen bir mektupta, yardıma ve cesaretlendirmeye ihtiyacı olan bir öğrenci görebilirsiniz. Fakat sen, hâlihazırda başka bir mektubu açmış ve Adapazarı’na gelmesi için ikna edilmesi gerektiğini düşündüğün genç bayan için hiçbir umut olmadığını görmüşsündür. Eğer, akşam vakti okulda bir saatliğine kalma sırası sende değilse, mektuplarını yazabilir ve dinlenmeden önce bir sonraki sabah dersi için hazırlanabilirsin. Bir sonraki gün pek çok ziyaretçi okula davet edilir. Çünkü çarşamba günlerinin bir bölümü dikiş için tahsis edildiğinden diğer günlere nazaran daha az sayıda meşgul sınıf mevcuttur. Bu yüzden, ziyaretçilerle görüşmeye müsait öğretmenleri bulmak son derece kolaydır. Bazıları, kızlarının gelişimini sorarlarken, diğerleri sadece sosyal bir davet için oradadır ve diğerleri de veliler toplantısı ve çalışma planı hakkında konuşmak için gelenlerdi. Cumartesileri her daim yoğun bir gündür. Sabahları yapılacak ev işleri ve diğer günlerden birikmiş bazı küçük yapılması gereken işler mevcuttur. Öğleden sonralarını genellikle telefon görüşmeleri yaparak geçirirsin, çünkü öğrencilerin evlerini ve okul aile birliği vekillerini yılda en az bir kere aramak öğretmenlerin görevidir.”
15 Mayıs 1919 günü İzmir'in Yunanistan Krallığı tarafından işgal edilmesi Türk Milliyetçi hareketinin büyümesine, Türk ve Yunan orduları arasında savaşa neden olmuştu. Bu arada İzmit 6 Temmuz 1920'de İngilizler tarafından işgal edilmiş, daha sonra da şehri İngilizler 20 Temmuz 1920'de işgale katılan Yunan Krallığı'na bırakmıştı. Bu süreçte İzmit'i çevreleyen bölgelerde Türkler ve Rumlar arasında karşılıklı şiddet olayları yaşanmış, Mart-Eylül ayları arasında altı ay süresince bölgede ulaşım ve iletişim aksamış, Adapazarı-İzmit tren yolu da kapanmıştı. Bu şartlar altında okulun geleceğinden endişe duyan Mary Ella Kinney, okulun daha güvenli bir yere taşınmasını gerekli görmüş ve Amerikan Board'a bildirmişti. Mary Ella Kinney, mülteci göçünden dolayı kalabalıklaşan İzmit'te biraz sıkıntı çektikten sonra öğretmenler için bir ev ve lise için de başka bir ev bulabilmiş, İzmit Protestan Ermeni Cemaati ve kilisesinin de desteği ile 18 Ekim 1920'de yüz ellisi yetim olmak üzere 400'den fazla öğrenciyle İzmit'te Ermeni Kız Okulu'nu açmıştı. 1921 yazında İzmit'i Türk Ordusu'nun geri alacağına dair çıkan söylentiler üzerine, misyonerler bu belirsizlik ortamında okulu İzmit'te devam ettiremeyeceklerini anlamıştı. Okulu İstanbul'a taşımayı düşünen Mary Ella Kinney, 1914 yılında Arnavutköy'e taşınan, Üsküdar Selamsız'daki Home School'un (Konstantinople Kız Koleji) terk ettiği binaları kiralamak için İstanbul'a gitmiş ve kiralamıştı. Bu arada 24 Haziran 1921'de Yunan kuvvetleri şehri terk ederken şehir yağmalanmış, bir bölümü yanmış ve o sırada bölgede bulunan İngiliz gazeteci Arnold Joseph Toynbee'nin (1889-1975) tahminine göre 300'den fazla sivil Türk katledilmişti. 28 Haziran 1921'de İzmit Türkler tarafından kurtarılmıştı. Toynbee, eşi ve yüksek komisyon temsilcisi ile bir arada tekneyle İzmit'e doğru yol alırken çekilen Yunan ordusunu izlemiş, Yunan ordusunun bölgeyi tahliye ederken çevredeki köyleri ve Karamürsel kasabasını ateşe verdiklerini görmüş ve şöyle aktarmıştı: “20 Haziran 1921 günü karımla birlikte üniformalı Yunan birliklerinin bir neden olmaksızın İzmit Körfezi'nin güney kıyılarında yaptıkları kundakçılığa tanık olduk.” Ancak, Londra Üniversitesi'nde Bizans ve Modern Yunan Dili, Edebiyatı ve Tarihi üzerine Korais kürsüsünü kurarak göreve başlayan tarih felsefecisi Arnold Joseph Toynbee, İngiliz istihbaratının İttifak Devletleri'ne özellikle de Almanya ve Osmanlı Devleti'ne karşı karalama kampanyası üretmek üzere kurduğu İngiliz Savaş Propoganda Ofisi, Wellington House'dan gelen talep üzerine 1915-17 yılları arasında Ermeni yanlısı yayınlar kaleme almış, 1917'de Türk Müslüman kimliğini aşağılamak ve Hıristiyan dünyasını kışkırtmak için, Türklerin başta Ermeniler olmak üzere hegomonyası altındaki Hıristiyanlara karşı vahşet uyguladığını, onları sistemli bir şekilde katlettiğini iddia eden, “The Murderous Tyranny of the Turks” (Türklerin Katil Tiranlığı) adında bir kitap yazmıştı. 1921 yılında mevcut görevinden izin alarak “Manchester Guardian” adına Anadolu'daki Türk-Yunan Savaşı'nı izlemiş ve Yunan birliklerinin giriştiği vahşet hareketlerini gazetenin okurlarına aktarmış, dönüşünde de Mustafa Kemal önderliğindeki Milli Türk Ordusu'nun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmalarının hemen öncesinde “The Western Question in Greece and Turkey: A Study in the Contact of Civilisations” (Yunanistan ve Türkiye'de Batı Sorunu: Medeniyetlerin Teması Üzerine Bir Çalışma) adlı eserini kaleme almış ve 1922 yılının yazında yayınlamıştı. Vatan gazetesi 29 Mart 1923 tarihli nüshasında, Arnold Joseph Toynbee'nin Anadolu'ya yapmış olduğu seyahati ve akabinde kaleme almış olduğu bu kitabı, birinci sayfadan verdiği haberle şu şekilde duyurmuştu:
Gazeteci Alice Goldfarb Marquis'in (1930-) 1978'de yazdığı “Words as Weapons: Propaganda in Britain and Germany during the First World War” (Silah Olarak Sözcükler: Birinci Dünya Savaşı Sırasında İngiltere ve Almanya'da Propaganda) kitabında dediği gibi, gerçekten de, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında “sözlerin mermi, kitle iletişim araçlarının da silah haline geldiği” yoğun bir propoganda mücadelesi yaşanmıştı.
O günlerde gördüklerini, yaşadıklarını ve izlenimlerini Arnold Joseph Toynbee'nin eşi Rosalind (Murray) Toynbee (1890-1967) günlüklerine yazarak, 1922 yılında “İstiklal Harbi döneminde Batı Anadolu'da Yunan zulmü” adıyla yayımlamıştı. Anıların bir bölümünde şunları aktarmıştı, Rosalind (Murray) Toynbee:
“...Gemlik katliamının ve tahrip edilen köylerin sayısını kendisinden alamadım, fakat tahminen Yalova bölgesi katliamı ve tahribatıyla aynı orantılıdır, ama daha büyük alanda ve daha büyük miktarda. Yalova bölgesinde M. Gehri’nin rakamlarına göre 6 hafta önce 16 Müslüman köyü varken şu anda birkaç köy mevcut. 6 hafta önce Müslüman nüfus 7.000 iken şu anda hayatta kalabilen tahminen 1.500 ya da daha az kişi. Buna göre son 6 haftada sadece bir bölgede 5.500 civarında Müslüman öldürülmüş demektir. Bu bölgede şu ana kadar hiçbir askeri operasyon olmamıştır. Bu operasyon mahalli Rum nüfusun bir kısmından oluşan ve Yunan ordusuyla işbirliği yapan profesyonel eşkıyaların da katıldığı, silahlandırılmış Rum çetelerinin organize olarak, silahsız Müslüman nüfusun toptan katledilmesi operasyonudur. Gemlik’teki çete liderlerinden biri Yalova’da meşhur bir Rum imalatçı, diğeri de yumurta tüccarıymış.
Yalova’ya saat 2 civarında vardık. Burası Devonshire sahilinin bir parçası görünümünde, sırtını küçük yeşil dağlara dayamış, güneşli, şirin, sakin görünüşlü, neredeyse terkedilmiş intibaını veren küçük bir sahil kasabasıdır. Önce askerler bir kayıkla sahile çıktılar, nöbetçi kulübesini geçtiler ve evler arasında kayboldular. Her ne kadar dürbünle, sahilden daha içeride bir evin yanında bir grup asker görünüyorsa da burası hemen hemen terkedilmiş bir görüntü arz ediyordu. Biraz sonra geri dönen kayıkla biz de karaya çıktık. Yunanlılardan tedarik ettiğimiz serbest giriş kartlarımızı nöbetçi kulübesine gösterdik ve zorlukla karşılaşmadan geçtik. Kızılay mensupları ise sahile çıkma izni için bir müddet beklediler. Nihayet onlar da izin alıp başka bir kayıkla sahile çıktılar.
Sorumlu Yunan subayı Giritli bir yüzbaşıydı ve görmesem inanamayacağım derecede haydut rolüne bürünmüş bir tiyatro sanatçısı görünümündeydi. Yüzünde o güne kadar hiç karşılaşmadığım ve bir daha hiç karşılaşmamayı ümit ettiğim apaçık ve kontrol edilemeyen korkunç bir kin vardı. Tüm resmi muameleler boyunca yüzünden kin ve öfke saçılıyor, burada hiçbir mülteci olmadığına yemin ediyordu. Bizimle beraber gelen üç subayı karşılayan teğmen, büyük bir telaş ve huzursuzluk içinde, 'Burada hiçbir mülteci yok, biz uygar bir orduyuz!' dedi. O iki gün boyunca öfkelerinden şekilden şekle giren yüzleriyle, zaman zaman bize kendilerinin müttefik, subay ve uygar insanlar olduklarını söyleyip durdular. (...) Tüm müzakereler saatlerce sürüyor, kaptan Yunancadan başka bir dil anlamıyor, bizim heyette de sorumluluk sahibi biri bulunmuyordu. (...) Fakat bu, otoritenin hiçbir kimsenin elinde olmadığı anlamına geliyordu. Bu nedenle müzakereler sonsuza dek uzuyor ve karışık bir hal alıyordu. İnanıyorum ki eğer başlangıçtan itibaren ipleri elinde tutan üst rütbeli bir subay olsaydı, Yüzbaşı Papagrigoriou çoktan yola gelirdi, fakat müttefiklerin sorumluları bizi bekleyen problemleri tahmin edememişlerdi ve subaylara sadece Kızılay’a eşlik etme işinde ihtiyaç duyulduğunu düşünmüşlerdi.(...) Akşam ve gece boyunca uzun bir yürüyüşten sonra saat 10.00 civarında Yalova’ya vardık. Yüzbaşı Papagrigoriou’nun gönderdiği telgrafa Gemlik’ten General Leonardhopoulos’tan cevap gelmişti. General Yüzbaşı’ya hiçbir yerli Müslüman’ın göç etmesine müsaade edilmemesini emrediyordu. Sadece yakılan köylerden gelen mülteciler gidebilirdi...”
American Board'ın dış işlerinden sorumlu olan James Levi Barton, Amerikan İnas Mektebi (Üsküdar Amerikan Kız Koleji) mütevelli heyeti başkanı Charles R.Crane ve Osmanlı'da görev yapan misyonerlerle ilişkiler kuran ve 4 Mart 1913 - 4 Mart 1921 tarihleri arasında, Amerika Birleşik Devletleri'nin 28. Başkanı olan Wodroov Wilson'a danışman ve finansör olarak hizmet etmiş, yakın arkadaşı, hayırsever iş adamı Cleveland Hoadley Dodge (1860-1926 ), 16 Eylül 1915 tarihinde bir araya gelerek, Ermenilere Yardım Komitesi (Armenian Relief Committee)'ni kurmuş, komitenin başına da James Levi Barton (1855-1936) getirilmişti. Komitenin ilk toplantısında yardım için 60.000 dolar toplanmış, bu para dağıtım için Almanya Mannheim doğumlu ve Bavyeralı Musevi bir aileden gelen Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau'ya (1856 -1946) emanet edilmişti. Komite daha sonra Amerika'da da farkındalık yaratmak adına birçok bağış kampanyası düzenlemişti. Yine 1915 yılı içerisinde Filistin-Suriye Yardım Heyeti ve İran Yardım Heyeti olmak üzere iki komite daha kurulmuş, bu üç komite daha etkin olabilmek adına Kasım 1915'te Amerikan Ermeni ve Suriye Yardım Komitesi (American Committee for Armenian and Syrian Relief) adıyla birleştirilmiş, Ağustos 1919'da ise tekrar isim değişikliğine giderek, Osmanlı belgelerinde “Şark-ı Karib Muavenet Heyeti” olarak adlandırılan, Yakın Doğu Yardım Heyeti (Near East Relief-NER) adını almıştı.
Komite terk edilen okulun Bowker Hall adlı binasında Ermenilere tek bir elden yardım yapılmasını sağlamak üzere faaliyetlerine başlamıştı. Bunun yanısıra Ermeni Kızılhaçı’nın yürütücülüğünde Ermeni kızlar için de bir mülteci evi açılmış, Barton Hall adlı bina da bir yetimhaneye çevrilmişti. Bu mülteci evi Misyon Dil Okulu'nun bu araziye yerleştirilmesi sırasında boşaltılımıştı. Okul binaları içinde yola yakın olan eski bir konak da (Odyan'ların evi) Dayan Ermeni Kız Okulu'na verilmişti.
I. Dünya Savaşı sonrasında Türk Ordusu tarafından kullanılan Üsküdar Selamsız’daki binalarda büyük hasarlar oluşmuştu. Bulabildiğim tek bir kaynakta, Savaş sonrasında imzalanan Mondros (30 Ekim 1918) ve Mudanya (11 Ekim 1922) Mütarekeleri (ateşkes andlaşması) arasındaki dönemde, İstanbul'un Anadolu yakasında Kadıköy-Maltepe arasında piyade devriyeleri ile asayiş sağlandığı belirtmekte. Bu devriyelerin Selamsız'da konuşlanan bir atlı piyade bölüğü (ki bir bölük üç takımdan oluşur) ile sağlandığı, beşer mevcutlu üç müfrezeden (takım) oluşan bu atlı piyade devriyelerinin ilkinin Selimiye, Haydarpaşa Çayırı, İbrahim Ağa çayırı arasında; ikincisinin Acıbadem, Küçük Çamlıca, Libade, Bulgurlu ve ara sıra da Ümraniye, Ayazma deresi, Büyük Çamlıca, Kısıklı civarında; üçüncü müfrezenin de Bağlarbaşı, Çengelköy'deki İngiliz Ali Bey Çiftliği ve Bekar deresi arasında devriye vazifesi yaptığı yazılmakta. Selamsız'da Amerikan İnas Mektebi yerleşmeden önce Askeri Kışla olarak kullanıldığından bahsedilen binalar, bu Atlı Piyade Bölüğü tarafından kullanılmış olabilir. Ayrıca sonradan revize edilerek Kinney Cottage adı verilerek okul tarafından kullanılan yerleşkenin kuzey sınırında konumlanmış olan at ahırı da bu düşünceyi destekleyen bir kanıt olabilir.
Üsküdar’daki Barton Hall binası, harap vaziyetteyken, Amerikan Misyon Heyeti tarafından satın alınmış ve restore edilmişti. Sonrasında bütün binalar yeni bir okulun kullanımı için boşaltılmıştı. Artık okul arazisinde kalan ve işgal döneminde kurulmuş olan tek tesis, Misyon Dil Okulu’ydu ve bu okul (American Board of Commissioners for Foreign Missions / ABCFM) Amerikan Yabancı Misyon Delegeleri Kurulu’nun isteğiyle, Batı Türkiye Misyonu tarafından, 1920 yılının Temmuz ayında açılmıştı.
17 Ağustos 1921'de, kuraklıkla geçen bir yaz dönemi sonrasında Kuzguncuk'un biraz yukarısında İcadiye'de başlayan bir yangın kısa sürede yayılmış, Selamsız ve Dağ Hamamı (Kuzguncuk) bölgelerini neredeyse tümüyle harap etmiş 684 ev 31 dükkan yanmıştı. Amerikan Gazetesi “The Orient” 24.12.1921 tarihli sayısında bu yangının eski Amerikan Kız Koleji olan ve şu an üzerinde Amerikalıların açtığı Dil Okulu'nun ve yeni açılan kızlar için Yüksek Okul'un (High School for Girls) yer aldığı Amerikan Hükümeti'ne ait araziye çok yaklaştığından bahsetmiş, okulun yakınındaki Berberyan Okulu'nun ve Gregoryen kilisesinin de zararsız kurtulduğu haberini vermişti.
O yaz Mary Kinney İstanbul'a gelerek eski kolejin binalarını kiralamış, arkadaşlarıyla birlikte büyük bir kararlılıkla binaların tamiratını bitirdikten sonra 15 Eylül 1921'de “American School for Girls”ü (Amerikan İnas Mektebi) yeniden açmışlardı. O ilk yıl okulun öğrenci sayısı 147'si gündüzlü ve 60'ı yatılı omak üzere iki yüz yediydi. Okulun Üsküdar Selamsız'daki ikinci yılında açılışı takip eden ilk iki hafta içerisinde yatılı öğrencilerin sayısı bir önceki yıla göre artış göstermiş, yatılı öğrenci sayısı 89 olmuştu ancak, 1922 yılının Eylül ayına gelindiğinde bazı öğrencilerin aileleri çocuklarının okuldan ve İstanbul’dan ayrılmalarını istemeye başlamışlar, bu nedenle de yatılı öğrenci sayısı hızla neredeyse yarıya düşmüştü. Bu aileleri endişelendiren mesele Mudanya Mütarekesi'nin (3-11 Ekim 1922) imzalanması arifesinde İstanbul ve Doğu Trakya'da Türklerle İngilizler arasında bir savaş çıkabilmesi ihtimaliydi. Ancak buna rağmen 1922'nin Kasım ayına gelindiğinde Üsküdar Amerikan İnas Mektebi’nin 89’u yatılı ve 154’ü gündüzlü olmak üzere öğrenci sayısı 243’e ulaşmıştı. Bundan kısa bir süre sonra, 21 Kasım 1922'de Mary Kinney Amerikan ve İngiliz Elçiliklerinin tavsiyesine uyarak Lozan Barış Görüşmeleri sırasında eğitime ara verme kararı almış, okul iki aylık kısa bir aradan sonra 30 Ocak 1923’de yeniden faaliyete geçmişti. 1923-24 eğitim-öğretim yılına 161'i gündüzlü, 102'si yatılı toplam 263 öğrenci ile başlayan Üsküdar Amerikan İnas Mektebi, 1924 yılında beş öğrenci ile İstanbul'daki ilk mezunlarını vermişti.
Bundan sonraki yıllarda yerleşkenin Ekmekcibaşı sokağına bakan tarafında inşa edilmiş birkaç eski konak da okul binalarına eklenmişti. Bunlardan biri, 19. yy.ın sonlarında inşa edilmiş, geniş odalı, tavanlarında lir çalan melek figürlerinin olduğu, ana holünün ortasından geniş, işciliği incelikli, dairesel bir merdiven ile üst katına çıkılan barok tarzta inşa edilmiş (büyük bir ihtimal ile o mevkide yaşamış zengin Ermeni ailelerinden birine ait olan) ahşap Cam Konak’dı. 20. yüzyılı başlarında bazı oğretmenler için lojman ve kırk öğrenci için yatakhane olarak kullanılan bu yıpranmış bir yapı bugün yerinde yoktur.
![]() |
Emir Konak yıkılmadan önce |
Okulun Ekmekçibaşı sokağa açılan eski ana girişi ve solda Assembly Hall sağda ağaçların ardında da Cam Konak |
1925 yılına gelindiğinde okuldaki eğitim Barton Hall ve Bowker Hall binalarda veriliyor, Round House bugün olduğu gibi aynı yerde yer alıyordu. 1926'dan sonra okulun kadrosu değişmeye başlamış, okula Amerikalı öğretmenler katılmış, bunun yanısıra eğitim müfredatına Türk Kültürü dersleri eklenmiş ve bu dersleri Türk öğretmenler vermeye başlamıştı. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okulun ismi Üsküdar Amerikan Kız Lisesi, AKL (American Academy for Girls/AAG) olarak değiştirilmişti. O yılda okulun ilk Türk mezunu olacak olan Semiha (Hayri) Malatyalıoğlu, AKL'ye kayıt yaptırmış, 1928 yılında mezuniyetinin ardından, okulda uzun yıllar Coğrafya Öğretmenliği ve Müdür Helen Morgan'ın yanısıra Müdür Yardımcılığı yapmıştı. Semiha Malatyalıoğlu daha sonraki yıllarda 1946-1975 yılları arasında Okul Müdürlüğü yapacaktı. 1934 yılında ilkokul kademesindeki son talebelerin mezuniyetinden sonra ilkokul bölümü tamamen kapatılmıştı.
Yerleşkenin kuzey sınırında konumlanmış olan atların, ineklerin ve kazların ve bunların bakıcısının barındığı bir ambarda, okul açıldıktan sonra okulun süt ihtiyacını karşılamak için inek beslenmiş daha sonra, son sınıf öğrencileri için ev hanımlığı becerileri uygulama merkezi olacak şekilde revizyondan geçirilerek bir uygulama evi haline getirilmiş ve bu binaya, okul Adapazarı'ndan taşındığında müdür olan Marry Kinney'in anısına Kinney Cottage adı verilmişti. 1 Temmuz 1949 İstanbul doğumlu, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi mezunu mimar Semiramis Kanbak anılarında "Practice House" (Uygulama Evi) olarak kullanılan Kinney House ile ilgili olarak şunları kaleme almıştı:
1886-1924 yılları arasında Amerikan misyonerleri tarafından yönetilen Merzifon'daki Amerikan Koleji'nde (American College of Mersovan / Anadolu Koleji) 7 yıl çalıştıktan sonra, Üsküdar Amerikan Koleji'nde 1931-1961 yılları arasında 30 yıl sanat öğretmeni ve yazar olarak çalışan Dorothy Blatter, 1950 yılının sonbaharında Boğos Odyan Ağa’nın evini satın almış, ahırını yıktırarak yaptırdığı Çalıdere Cottage olarak anılan kulübeyi ve Odyan Evi'ni emekli olup Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerken okulun kullanımına bırakmıştı. Boğos Odyan Ağa’nın evi olarak bahsedilen büyük konak yukarıdaki temsili "The American Academy for Girls" yerleşkesinin aksonometrik illüstrasyonunda (6) Cham "Konak" olarak belirtilen Cam Konak olmalıdır. (8) Practice House olarak belirtilen kulübe de Dorothy Blatter, 21 Aralık 1950’de yaptırdığı Çalıdere Cottage olmalıdır. Dorothy Blatter, yaptırdığı kulübenin küçük köşe taşlarından birinin ardına içinde bazı anı nesnesinin olduğu bir “zaman kapsülü” saklamış, bu kapsül daha sonraki yıllarda yapılan bir onarım sırasında keşfedilmişti.
![]() |
Üsküdar Amerikan Lisesi'nin Ekmekçibaşı sokak üzerindeki girişinin solundaki küçük kulübe Çalıder Cottage olmalıdır. Google Maps |
Ekmekçibaşı sokak üzerinde Üsküdar Amerikan Lisesi'nin eski ana, günümüzde ise arka kapısı olarak kullanılan kapı yakınında, Lisenin duvarına bitişik ve sokağa kapısı olmayan bu almaşık duvar örgülü yapı, eski köşklerden birinin bakiyesi olabilir. |
Vaktiyle Dorothy Blatter'in satın aldığı Boğos Odyan Ağa’nın evinin arazisinde okulun yeni binaları inşa edilmişti. 1946'da Barton Hall restore edilmiş, Jessie Martin'in yönetimi sırasında 1955'te de Huntington Hall ve onun onuruna adının verildiği Martin Hall inşa edilmişti. 1956-77 yılları arasında okulun müdürü olan Helen L. Morgan, sarnıcın kimya laboratuvarına, Fred Shepard ise hamamın biyoloji laboratuvarına dönüştürülmesini sağlamışlardı. Okulun modern bilim laboratuvarlarının ve bilgisayar markezi'nin bulunduğu en yeni binasına da Morgan Hall adı verilmişti. 1990 yılında Orta Hazırlık sınıflarına ilk kez erkek öğrenci kabul edilmiş, bu değişiklikle beraber okulun adı Üsküdar Amerikan Kız Akademisi yerine Üsküdar Amerikan Akademisi olarak anılmaya başlanmıştı. Bu dönemde USAID (United States Agency for International Development / Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı) hibeleri, Sabancı Vakfı, SEV Sağlık ve Eğitim Vakfı ve destekleyen ebeveynlerin yardımlarıyla okulda iyileştirmeler yapılmış ve bir Spor Salonu inşa edilmişti.
![]() |
Barton Hall |
![]() |
Bowker Hall |
Selamsız'daki Amerikan İnas Mektebi, İzmir Amerikan Lisesi ve Tarsus Amerikan Lisesi ile birlikte Amerikan Board Heyeti'nce devam ettirilmesine izin verilen üç özel Amerikan okulundan birisiydi. Okul personel yetersizliği ve maddi sıkıntılar nedeniyle 1982 yılında yatılı öğrenci kabulüne son vermiş, 1990 yılında okulun adı Üsküdar Amerikan Lisesi olarak değiştirilmiş ve o güne kadar 114 yıl boyunca sırf kız öğrenci kabul eden okul, Eylül ayı itibariyle erkek öğrenci de kabul etmeye başlamıştı.
Barton Hall ve Bowker Hall'e bağlantı |
![]() |
Round Hall |
Öte yandan, Bardizag'daki Amerikan Kız Okulu önce Adapazarı'na daha sonra İzmit'e ve nihayetinde İstanbul'a taşınması sonrasında Bardizag'da eğitimine devam eden Bardizag Erkek Okulu 1915 Ermeni tehcirine kadar Bardizag'daki faaliyetine devam etmişti.1873 senesinde Bardizag'da John E. Pierce tarafından açılan Bardizag Erkek Okulu'nun (Bithynia Lisesi) yönetimine 1891 yılında yine daha önce Erzurum'daki bir okulu yönetmiş olan Robert Chambers geçmiş ve Amerikan Board'un Bardizag'daki çalışmalarına sonraki yirmi yıl boyunca rehberlik etmişti. 1899'da Robert Chambers, artık Bithynia Lisesi olarak adlandırılan erkek okulunu barındırmak için Pierce Hall adı verilen birkaç katlı görkemli yeni bir binayı inşa etmişti. Ermeniceyi çok iyi bilen Robert Chambers ile karısı Elizabeth Lawson okulu birlikte yönetmişti.
Bardizag Bithynia Lisesi 1912 mezunu Nishan Toumajan'ın diploması
Toumajan Koleksiyonu- Soutfield (Michigan), USA
housmadyan.org/oda/americas/toumajan-collection-usa.html adresinden alıntılanmıştır.
1894-96 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu Hükümeti tarafından Ermenilere karşı yapılan Hamidiye Katliamları ve Şubat 1897 Osmanlı Yunan Savaşı sonrasında özellikle İstanbul'da Rumlara karşı başlatılan kıyımlarda o dönemin gazetelerine göre evsiz ve yetim kalan 50.000'e yakın çocuklardan erkek olanları bazıları için, o dönemin (1893-1898) İngiliz Büyükelçisi Sir Philip Henry Wodehouse Currie'nin (1834-1906) koruması altında Bardizag'daki Erkek Lisesi'ne bağlı bir yetimhane açılmıştı. Yetimhane büyük ölçüde Cenevre'den M. Léopold Favre'nin (1817-1890) ilgisi sayesinde bağış göndermeye devam eden İsviçre Ermeni Yardım Komitesi'nin bağışlarıyla ayakta kalmıştı. Londra'daki Ermenistan Dostları ve Ohio'daki Ermenistan ve Hindistan Yardım Komitesi de yıllarca bu yetimleri desteklemeye devam etmişti. Yetimhanenin ilk binası olarak, yıllar önce Adapazarı'na taşınan Bardizag kız okulunun büyük ve harap olan binasıydı. Daha sonra İsviçre Komitesi'nin yardımlarıyla yetimhanenin ihtiyaçlarına uygun yeni bir bina inşa edilmiş ve İsviçre Binası adı verilmişti. 1899'da Lise, sağlıksız ve güvenli olmayan eski binalarından çıkartılarak yetimhane ile aynı alanda inşa edilen ve okulun kurucusunun anısına Pierce Hall adı verilen yeni ve büyük binaya taşınmıştı.
1904'te yetimhanenin bulunduğu iki binadan eski olanı daha geniş bir bina ile değiştirilmiş, binaya Favre Boys' Home adı verilmişti. Favre Boys' Home artık bir yetimhane değil, lise ile birlikte çalışan ve kendi işlerini yapmak zorunda olan yoksul öğrenciler için meslek okulu haline dönüşmüştü.
![]() |
Newnham Hall önünde öğrenciler, 1903 |
1898'de Bardizag'a gönüllü olarak gelerek misyonerlik çalışmalarına yardım eden İngiliz Bayan Newnham'ın İngiltere ve Amerika'daki ailesi ve arkadaşları, ilk temel atıldığı sırada Bardizag'ı ziyaret eden merhum Rahip George Newnham ve torunu George Newnham'ın anısına cömert bir yardımda bulunarak Newnham Hall olarak adlandırılan bir binanın inşasına yardımcı olmuşlardı. 1908'de tamamlanan Newnham Hall, etüt salonu, sınıflar ve ofis odası içeriyordu. Ayrıca Bardizag'da bir süre çalışan Dr. W.A. Kennedy ve eşi tarafından verilen maddi ve manevi destek ile ve el eğitiminin gerekliliğine inançla, öğrencilere ev işleri, dikiş-nakış, halı dokuma, dolap işçiliği, marangozluk, sepetçilik, kuruma ait bahçeleri kazma ve ekme gibi tarım eğitimlerinin verileceği bir bina inşa edilmiş ve bu binaya da Kennedy El Eğitimi Okulu adı verilmişti. Marangozluk dersi alan öğrenciler ilk proje olarak okulun sınıfları için sıra ve sandalyeler inşa etmişti. 1885 yılı boyunca kunduracı öğrenciler 150 çift tahta takunya, dokumacılar da 1500 sepet üretmişlerdi.
![]() |
Marangozluk yapan çocuklar |
![]() |
Sepet ören çocuklar |
American Bible House tarafından İstanbul'da yayınlanan “The Orient” adlı fanzin tarzı haftalık İngilizce gazetenin 22 Haziran 1912 tarihli nüshasında yer alan bir küçük makalede, Bardizag Erkek Lisesi'nde düzenlenen mezuniyet töreninden şu şekilde bahsedilmişti:
“Geçtiğimiz hafta Bardizag Erkek Okulu'nun ve Favre Erkek Evi'nin (Favre Boy's Home) kapanış törenleri ile çok dolu geçti. Sonuncusu Salı günü gerçekleşti ve birçok arkadaş katıldı. Her Sınıfın özel çiçeğini takarak ayırt edilmesi hoş bir etki yarattı, Mezunların rozeti her zamanki gibi kırmızı bir karanfildi. İngilizce, Ermenice ve Türkçe okunan ilahiler açıkça telaffuz edildi ve şarkılar canlı ve ifadeli bir şekilde verildi. Anaokulu öğrencileri kendi rollerinden çok keyif aldılar, özellikle de çeşitli çiçekleri isimleriyle birlikte gösterdikleri Çiçek Satıcısı Şarkısı'ndan. 8 mezun Dr. Chambers'ın elinden sertifikalarını alma onuruna eriştikten sonra, Bayan Chambers platforma götürüldü ve bir grup erkek öğrenci, kendisine ve Dr. Chambers'a Ev Atölyesi'nde yapılmış şezlonglar sundular ve bunların sevgimizin ve minnettarlığımızın bir göstergesi olarak kabul edilmesini ve önerilen izinde çok ihtiyaç duyulan dinlenme için kullanılmasını rica ettiler. Dr. Chambers'ın, bunların gidiş ve dönüş yolculuğunda da inşallah kullanılacağı yönündeki cevabı büyük bir coşkuyla karşılandı.
İki gün sonra Lise Öğretmenleri, Chambers'lar onuruna Chambers Hall'da bir sosyal akşam düzenledi ve çok sayıda dost, iyi dileklerini sunmak üzere bir araya geldi.”
Daha öncesinde eski fotograflarını görüp merak ettiğim Bardizag'a 5 Haziran 2015'te gitmiş, ancak o fotoğraflarda görmüş olduğum yoğun yerleşim alanından ve okul binalarından pek eser kalmadığını görmüştüm. Bir tek yine o eski fotoğraflardan tanıyıp teşhis edebildiğim Chambers Hall binası ayakta kalmıştı ki o da bakımsız, sahipsiz ve harap haldeydi. Chambers Hall Binası, Bitinya Lisesi’nin (Bithynia High School) günümüze ulaşabilen üç yapısından birisiymiş ki ben sadece onu görebildim. Eğimli bir arazide yer alan binanın üst katına yukarıdan, alt katına ise alttan giriş yapılabilmektedir. Üst katta apsis şeklinde bir çıkması bulunan ve bu nedenle dini faaliyetler için de kullanıldığı düşünülen bir toplantı salonu ve alt katta bir spor salonu ve okuma odası içeren bu binanın inşası için bir miktar para toplayan (binanın maliyeti mezunlar tarafından toplanan miktardan biraz fazla olduğu için geri kalan kısmı da okul tarafından karşılanmıştı) lise mezunlarının sadık desteğiyle 1906 yılında inşa edilerek, okula bağışlanmış ve okulun yöneticiliğini yapan Robert Chambers’ın anısına “Chambers Hall” adı verilmişti. Bu da Türkiye'deki herhangi bir kurumun mezunlarının, okumuş oldukları eğitim kurumu anlamına gelen, Alma Mater'lerine bağışladığı ilk bina olma özelliği taşımaktadır.
![]() |
Chambers Hall |
Kocaeli Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü öğrencisi olan Yunus Emre Yenen'in, “Yarının Kültürü-Bugünü miras edenlerin Türkçe Sosyal Bilimler Sitesi & Kitaplığı”nda 15 Temmuz 2022'de kaleme aldığı “Bahçecik'te bir Ermeni Okulu” adlı yazısında Bahçecik sakinlerinden birinin Chambers Hall ile ilgili anısını şöyle paylaşmıştı:
“Ben küçücük çocuktum, bizimkiler diyordu ki burada Ermeniler okuyormuş. Amerikalılar yaptırmışlar. Ben tabii yetmiş sekiz yaşındayım, onları göremedim. Onlar gittikten sonra bir süre için askeriye veya jandarma binayı karakol olarak kullanmış. Sonra da binayı boşaltıp ayrılmışlar. Bir ara restorasyon için birileri geldi, bakınıp bir şey yapmadan gittiler. (Ayakta kalan binanın az ötesini işaret ederek) Burada da bir başka okul binası vardı gençliğimde. Bir yangın çıktı, bina tamamen yandı. Sonradan birileri yıktı, olduğu yere ev yaptılar.”
I. Dünya Savaşı öncesinde Ağustos 1914'te Bardizag'dan 18-45 yaş arası 1,000 ile 1,500 arası Ermeni erkek Osmanlı Ordusu tarafından askere alınmıştı. Osmanlı hükümetinin aldığı bir karar ile 1915 ilkbaharından 1916 sonbaharına kadarki dönemde uyguladığı Ermeni tehciri sırasında, karar Temmuz 1915 sonlarında Bardizag'a da ulaşmış, beş gün içinde Bardizaglıların çoğu mallarının tümünü Müslüman halka satmıştı. 4 Ağustos 1915'te Bazdizag'dan ilk grup İzmit istasyonundan trenlere bindirilmiş bir hafta içinde kasabanın tamamı, toplam 9.000 kişi Bardizag'dan Anadolu Demiryolu hattı boyunca tehcire tabi tutulmuş, Ermeni halk, Eskişehir, Konya, Pozantı, Osmaniye ve Kilis'in güneybatısındaki Qatmah (Suriye) üzerinden Fırat nehri kıyısındaki Deyrizor'daki (Suriye) kamplarına gönderilmişti. Tehcir sırasında hayatta kalabilenler, Halep, Şam, Humus, Beyrut ve Musul ile Irak, Suriye ve Lübnan'daki diğer şehirlere dağılmışlardı. Bu tehcir sırasında kaçarak dağlarda saklanan 250 civarında Bardizag'lıdan çok azı hayatta kalabilmiş, I. Dünya Savaşı'nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında ikibin kadar Bardizaglı, İtilaf Devletleri'nin himayesinde yurtlarına geri dönebilmiş, Amerikan, İngiliz ve Ermeni cemiyetlerinden aldıkları yardımlarla yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Ancak 1922 yılında Yunan işgalinin sona ermesinin ardından Bardizag'daki son Ermeniler de buradan göçmüşler, İstanbul ve diğer şehirlere yerleşmişlerdi. Bir kısmı Yunanistan'a, bir kısmı Fransa'ya, bir kısmı da daha sonra 1947 yılında Ermenistan'a yerleşmişti. Ermenilerin Bardizag'dan ayrılmasından sonra bölgeye önce yerel Müslüman halk, ardından da özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Balkanlar'dan gelen Müslüman göçmenler yerleştirilmişti.
![]() |
Göztepe sahiline yakın bir konumdaki Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa Köşkü |
Tehcir sonrası Haziran 1915'te kapatılan Bardizag'daki Ermeni Erkek Okulu (Bithynia High School for Boys) ise, görevi sırasında hakkında çıkarılan yolsuzluk söylentilerinden dolayı askerlerin Harami Paşa olarak andığı, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa'nın (1842-1923) Göztepe Parkı'nın deniz cephesindeki köşkünde 1921 yılının Mart ayında tekrar açılmış, ilk mezunlarını 1927'de vermiş ancak maddi sıkıntılar nedeniyle 1932’de tamamen kapanmıştı. Le Journal d'Orient Gazetesi'nin 25 Mayıs 1921 tarihli nüshasında, bu okul ile ilgili olarak da ayrıntılı bilgi verilmişti;
“... gelecekte genişleme imkânı veren ve gerekli onarımlar ve ekler yapıldıktan sonra okul olmaya uygun olan bir bina, okulun taşınması için ayarlanmıştır. Ayrılan bu bina Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa'ya ait köşktür. Köşk 19. yy'ın son çeyreğinde yapılmıştır. Bahçesinde peyzaj sanatının iyi bir örneği gözlendiği belirtilmektedir. Okulun yeni konumu denize yakınlığı dolayısıyla su sporlarına da olanak vermektedir. 15 dönüm araziye yayılmıştır. 150 meyva ağacı ve birçok farklı cins bitkiyi barındıran bir çiçek bahçesi vardır. Ana bina dörtgen planlıdır. Denize yakın bölümünde geniş balkonlar olmak üzere bina teraslarla yükselmektedir. Okulun toplanma salonları, sınıflar ve öğretmen odaları bu ana binada yer almaktadır. Bu bina dışında her birinde dört büyük oda bulunan ve 70-80 kadar çocuğa yatakhane olabilecek iki daha küçük bina vardır. Ana binadan biraz uzakta, arazi sınırını takip ederek ilerlendiğinde on ve büyükçe yedi odalı iki bölümü olan bir konut yer almaktadır. Bu konuttaki odalar mutfağa, çamaşır odasında, akşam yemekleri için salonlara ve hizmetlilerin odalarına dönüştürülmüştür. Okula, konumu dolayısıyla denizden ve karadan rahat ulaşılabilmektedir. Yürüme hızı ile Feneryolu tren istasyonuna 20 dakika, Kalamış iskelesine 20 dakika ve Cadde Bostan iskelesine 12 dakika mesafededir.”
Bardizag Bithynia Lisesi mezunu Mateos Zarifian'ın Lise Müdürü L.P. Chambers tarafından imzalanmış, 15 Şubat 1912 tarihli diploması.
Mateos Zarifian Koleksiyonu- Beyrut, Lübnan
housmadyan.org/oda/middle-east/mateos-zarifian-archive-lb.html adresinden alıntılanmıştır.
5 Haziran 2015'te ziyaret ettiğim Bahçecik'te (Bardizag) ayakta kalabilen gördüğüm tek bina olan Chambers Hall'de çekmiş olduğum fotoğraflardan bir seçki:
Binada kullanılmış olan1890-1914 yılları arasında yapılmış Fransız, Guichard Freres St Henri Marseille Çatı Kiremiti |
![]() |
16.08.2020 tarihli bu ve sonraki fotograflar da değerli dostum Hayati İnaç'tan |
2- Dr. Füsun Çoban Döşkaya, Mary Lyon: Mount Holyoke Kız İlahiyat Okulu ve Mezunlarının Osmanlı Devleti’nde Eğitim Misyonerliği Faaliyetleri, HISTORY STUDIES International Journal of History, Cilt 12 Sayı 4, Ağustos 2020
3- Yrd. Doç. Dr. Nurten ÇETİN, Edirne Trakya Üniversitesi, Geçmişten Günümüze Şehir ve Kadın I (Editör: Prof. Dr. Osman Köse) / İstanbul Amerikan Kız Koleji ve Kolej’in Müslüman Kadın Algısı (1908-1918), Sf: 381-394, Samsun 2016
4- Resul Narin, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi, Amerikan Board’un Kadın Misyonerleri ve Adapazarı Ermeni Kız Okulu, VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl: 3, Prof. Dr. Azmi Özcan Öğrencileri Özel Sayısı, Sf:249-286
5- Ekrem Saltık, Osmanlı Anadolu’sunda Protestan Bir Kadın Misyoner: Laura Farnham ve Okulu, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/256101
6- Ercan Karakoç/Senem Civgin, Bahçecik Ermeni Kız Okulu'ndan Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne bir misyoner eğitim kurumunun hikayesi (1873-1939), 5. Yıldız Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul 13-15 Aralık 2018
7- Murat Köylü/Ayhan Cankut, Araştırma makalesi, Millî Mücadele Döneminde Bir Mandacı: “Halide Edip (Adıvar)”, Toros Üniversitesi, İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi (İİSBF) Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 9, Sayı 17, Sf: 14-27, Mersin 2022
8- Ahmet Uçar, Doktora Tezi, Hıristiyan Gençler Cemiyeti ve Türkiye'deki Faaliyetleri (1910-1939), T.C İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Türkiye Tarihi Bilim Dalı, İstanbul 2013
9- Rüştü Karaca, Anadolu'da Amerikan Misyoner Okulları, Informadika (blog), 23 Haziran 2014, https://informadik.blogspot.com/2014/06/19-yuzyl-osmanl-imparatorlugunda.html
10- Zafer Toprak, Osmanlı'dan Günümüze Eğitim Tarihinden Örnekler / Arnavutköy Amerikan Kız Koleji, Tombak Antika Kültürü, Koleksiyon ve Sanat Dergisi, Sayı 29, Sf.48-50, İstanbul 1999
11- Burcu Başaran / Beytullah Kaya, Milli Mücadele’de Halide Edip Adıvar’ın Rolü, Çekmece Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:23, Sf: 124-138, İstanbul 2023, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/3667539
12- Gülşah Sarı, Yüksek Lisans Tezi, Gülistan İsmet ve Hanımlara Mahsus Gazete'deki Faaliyetleri, T.C. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Tarih Bilim Dalı, Kocaeli 2019
13- Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayınları, Ankara 2001
14- İpek Çalışlar, Halide Edip Biyografisine sığmayan kadın, Everest Yayınları, İstanbul 2010
15- Ayfer Yılmaz, Halide Edip'te kadın hakları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, Cilt 20, Sayı 1, Sf:119-134, Ankara 2013
16- Yasin Beyaz, Halide Edip ve Münevver Ayaşlı'nın Suriye intibaları üzerine değerlendirmeler, Tezkire Dergisi, Sayı 67, Ocak/Şubat/Mart 2019, Sf: 76-94
17- Tayfur Erdoğdu, Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nin Tarihi, Üsküdar Sempozyumu I Bildiriler, Cit 1, Sf:302-324, İstanbul, Ocak 2004
18- Zeynep Dörtok-Abacı, Avusturyalı Osmanlı Tarihçisi Joseph von Hammer Purgstall'ın Bursa izlenimleri (Ağustos 1804), Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:9, Sayı:15, Bursa Şubat 2008
19- Bursalı Mehmed Tâhir Bey, Osmanlı Müellifleri (Hazırlayan: İstanbul Müftü Muavini İsmail Özen) 3. Cild, Meral Yayınevi, Yaylacık Matbaası, İstanbul 1975
20- Prof. Dr. İbrahim Şirin (Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü), Osmanlı Kadın Hatıralarının Tarih Yazımında Kullanım Değeri: Osmanlı Kadın Ben Anlatıları / Hatıralar Tarihçiye Ne Söyler ?, XIX. Türk Tarih Kongresi (3-22 Ekim 2022) VI. Cilt, Tarih Yazıcılığı ve Tarih Felsefesi, Sf: 401-441, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2024
21- Melike Karabacak, Osmanlı'da Politik ve Edebi bir kadın: Gülistan İsmet, Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı:7/Kış, Konya 2009
22- Fatma Acun, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Mezunları ve Meşhurları, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 11, Sayı 22 Sf: 417-442, Ankara Güz 2015
23- Ayfer Özçelik / Seda Yolaç Nennioğlu, İngiliz istihbaratının propoganda kıskacında Türkler: Toynbee'nin The Murderous Tyranny of the Turks kitapçığı üzerinden bir analiz, International Journal of Human Studies (Uluslararası İnsan Çalışmaları Dergisi), Cilt 7, Sayı 14, Yıl 2024
24- Fay Linder, The History of Üsküdar American Academy 1876-1996, İstanbul, 2000
25- Sakarya Şehir Hafızası, Sakarya Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ndeki kataloğu içerisinde bulunan Sakarya Koleksiyonu'ndan, https://sehirhafizasi.sakarya.edu.tr/okul-personelleri-ve-ogrencileri/
26- Murat Aydoğdu, Mütareke döneminde (1918-1922) İstanbul'un Anadolu yakasında asayiş problemleri, Yüksek Lisans Tezi, T.C. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, İstanbul 2009
27- Şefik Memiş, İane Sergisi / 1897 Türk - Yunan Savaşı'nın gazileri ve şehit çocukları yararına düzenlenen kapsamlı yardım sergisi, Türkiye Turizm Ansiklopedisi. 2020
28- Fatma Ürekli - Muzaffer Ürekli, Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Yardım Kampanyaları ve Toplumsal Dayanışma Üzerine Değerlendirme / Osmanlı Dönemi Balkanlar'da Kültürel ve Sosyal Hayat, Gece Kitaplığı, Sf:141-214, Ankara 2008
30- Erol Makzume, Sultan II. Abdülhamid'in hizmetinde Selim Melhame Paşa ve Ailesi, MD Basım, Temmuz 2019
31- Muhsin Sevencan, Yalova'nın işgal yılındaki vaziyeti, Yalova Haberci Gazetesi, 18 Temmuz 2023
32- Mustafa Çufalı, İstiklal Harbi döneminde Batı Anadolu'da Yunan Zulmü 1921 Arnold Toynbee'nin eşi Bayan Rosalind Toynbee'nin izlenimleri, Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 6, Sayı 21, Ocak 1998. https://doi.org/10.1501/Tite_0000000113
33- Joseph Zeronian, Ed.D., The American Board and Armenian Evangelical Education (1850-1915), Armenian Missionary Association of America, AMAA NEWS, April-May-June 2014 – 3, Page: 4-6
34- Acaralıoğlu, Aynur, Kocaeli Bahçecik Amerikan Misyoner Okulu Chambers Hall Binası Koruma Projesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014
Bir sonraki yazı; 30 yılın ardından Üsküdar'ın Bağlarbaşı'sı ve dağarcığımdakiler;
BÖLÜM II:
ELEKTRİK FABRİKASI (KUVVET MERKEZİ)
VE TRAMVAY DEPOSU...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder