Türkiye'deki
yabancı eğitim kurumlarının en eskileri Katolik tarikatlar
tarafından kurulan okullardı. 16. Yüzyılda açılmaya başlayan
bu okulların çoğunluğu kapitülasyonların sağladığı
olanaklarla Fransız misyonerlerce kurulmuştu. Özellikle,
Tanzimat ve Islahat Fermanları sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'na
gelen yabancıların ve açtıkları okulların sayısı gittikçe
artmış, 1839'a gelindiğinde sadece İstanbul'da 21'i erkek 19'u
kız olmak üzere 40 tane Fransız okulu açılmış ve Rum
Katolik, Rum Ortodoks, Süryani, Ermeni, Musevi, Maruni, Keldani,
Rum, Bulgar ve Latin aileler çocuklarının bu okullarda eğitim
görmesini tercih etmişlerdi.
Islahat
Fermanı, 18.
Yüzyılda başlamış olan reform hareketlerinin bir sonucu olarak
ortaya çıkan ve 3 Kasım 1839'da Sadrazam Mustafa Reşit Paşa
tarafından hazırlanarak yabancı ülke büyükelçiliklerine bir
merasim ile Gülhane Parkı'nde okunan
Tanzimat
Fermanı'nın getirdiği reformları
teyit etmiş ve gayrimüslim tebaya verilen imtiyazları arttırmıştı.
Tanzimat Fermanı'nın net olarak ortaya koymadığı, “Müslüman
ve Hıristiyan tebanın din, mezhep ve siyasi haklar açısından
eşit olduğu” 28 Şubat 1856 yılında Islahat Fermanı ile
duyurulmuştu. Islahat Fermanının gayirmüslimler ve yabancılarla
ilgili düzenlemelerinde en dikkat çeken madde; “Her
Cemaat kilise, hastane, okul ve mezarlıklarını tamir edebilecek ve
tekrar inşa edebilecektir. Yeni bina inşa etmek için millet
başları Bab-ı Âli'den gerekli izni alacaktır. Yapılacak binanın
yanında cami bulunması gibi idari bir engel yoksa devlet gerekli
izni verecektir.” olmuştu. Böylelikle bütün
dinsel topluluklar okul açmaya yetkili kılınmış, kendilerine
sunulan bu hakları kullanan azınlık ve yabancılar da bu sayede
ciddi bir okullaşma sürecine girmişlerdi. Ayrıca azınlıkların
Türk okullarına girmeleri konusunda da bir sınırlama ya da şart
konulmamıştı. İlk yıllarda Müslüman aileler bu okulları
tercih etmezlerken, 1890'da
bu okullardaki Müslüman öğrenci sayısı %15'e ulaşmış,
1911'de ise bu oran %56'ya ulaşmıştı.
16.
yüzyılın sonlarına denk gelen Fransız Misyoner Okulları, açılan
yabancı okullarının içerisinde ilk olma özelliği taşımaktaydı.
Çeşitli tarikatlar tarafından açılan bu okullar genel olarak
okulu kuran dinî kuruluşların adını taşımaktaydı. Bu
tarikatların belli başlıları: Filles de la Charité Rahibeleri,
Notre Dame de Sion Rahibeleri, Ivréa Rahibeleri, N. D de Lourdes Rahibeleri, Gürcü Katolik Rahipleri ve
Rahibeleri, Fransisken Rahipler ve Rahibeler, Dominiken Rahipler ve
Rahibeler, L‟Assomption Rahip ve Rahibeleri, Cizvit Rahipleri,
Capucin Rahipler, Fréres Maristes Rahipleri, Lazarist Rahipler, Fréres des écoles Chrétiennes
Rahipleri ve Salésien Rahipleri'ydi. Tarikatlarca açılan okullar
Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim ve kültür yaşantısını
önemli ölçüde etkilemişlerdi. Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'nda
batılılaşma, modernleşme sürecinde model olarak seçilmiş, bu
Azınlık Okullarında da Fransız'ların açtıkları okullarda
olduğu gibi Fransızca eğitim verilmesi sonucunu doğurmuştu.
16.
yüzyıldan itibaren Avrupalı güçlü ülkeler ile Osmanlı
İmparatorluğu arasında imzalanan kapitülasyon anlaşmalarıyla
Avrupalı devletlerin yurttaşları Osmanlı topraklarında birçok
kişisel, hukuki ve ticari imtiyazlar etmişlerdi. Bu sayede
yabancılar kendi din ve mezheplerine ait kiliselerde serbestçe
ibadet edebildikleri, bu kiliselerdeki din adamlarını
seçebildikleri gibi bu din adamaları da mabet içinde ve dışında
dokunulmazlığa sahip olabiliyorlardı. Ayrıca mevcut kiliseleri
onarabildikleri gibi yeni kiliseler de inşa edebiliyorlardı.
Üstelik Mekke ve Medine hariç Osmanlı topraklarında hiç bir
kısıtlama olmaksızın ikamet edebilir, istedikleri malları alıp
satabilir, serbestçe ticaret yapabilir, suç işleseler dahi sınır
dışı edilemezlerdi. Evlerine, iş yerlerine ve ticarethanelerine,
ne olursa olsun bağlı oldukları konsoloslukların bir tercümanı
hazır bulunmadıkça girilemez, arama dahi yapılamazdı. Kendi
okullarını açıp, istedikleri şekilde eğitim ve öğretim
yapabilir, ders içeriklerini de kendileri belirleyebilirlerdi. Bu
imtiyazlara kendi sağlık kuruluşlarını kurma ve kendi doktorları
ile faliyet göstermeleri hakkı da dahildi.
Genel
Merkezi Roma'da olan ve 1540'da Paris'te kurulan Katolik Kilisesi'nin
erkek tarikatı Cizvit (İsa Cemiyeti) misyonerleri genel olarak
Fransa'nın amaçları doğrultusunda hareket etmiş, siyaset olarak
Fransa'ya, mezhep olarak da koyu bir şekilde Papa'ya bağlı olarak
çalışmışlardı. 1536'da verilmeye başlanan ayrıcalıklar
sayesinde, bundan faydalanarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarında
misyonerlik yapmaya ilk olarak Cizvitler başlamıştı. Cizvit misyonerler
eğitim verdikleri çocukları birer Fransız çocuğu gibi
yetiştirmişlerdi. Öyle ki bu çocuklar Fransız dilini, tarihini
ve coğrafyasını kendi dilinden, tarihinden, coğrafyasından daha
iyi bilir hale gelmişlerdi. Tüm bunları Cizvit misyonerler
Fransa'nın daha iyi sömürgeler kurması için yapıyorlardı.
Kitaplarında açık bir şekilde “Evet biz başarılı Fransa'nın
yardımına güveniyorduk, işte o Fransa simdi buradadır”
diyebiliyorlardı.
Bu
misyoner tarikatlardan biri de yaygın tabirle “Vincentians” ya
da “Lazarist” olarak adlandırılan ve hayatını
yoksullara hizmet
etmeye
adadığı için aziz ünvanını almış bir Oksitan
Fransız Katolik rahibi
olan
Vincent de Paul (1581-1660) tarafından kurulan bir Katolik
topluluğuydu. Oksitanlar,
Oksitanya'nın tarihi bölgesinden (güney Fransa, kuzeydoğu İspanya
ve kuzeybatı İtalya ve Monako) köken alan, etnik bir gruptu.

De
Paul Fransa'nın Gascony bölgesinde Landes şehrinde bir köylü
ailesine mensup olarak dünyaya gelmiş, 16 yaşında Toulouse'daki
üniversitede teoloji (din bilimi) okumuş, 1600 yılında burada
papazlık rütbesi almış ve Marsilya'ya gidene kadar burada
kalmıştı. 1605'te Marsilya'dan dönerken Türk korsanları
tarafından esir alınıp Tunus'a götürülerek köle olarak
satılmış, sahibinin Hıristiyanlığı seçmesine yardımcı
olduktan sonra 1607'de serbest bırakılmıştı. Fransa'ya
döndükten sonra Roma'ya giden Vincent De Paul 1609'a kadar Roma'da
öğrenimini sürdürmüştü. Clichy‟de bir süre kilise papazlığı
yapan Vincent De Paul 1612'de soylu bir aile için dini danışmanlık
ve günah çıkartıcılık yapmış, ailenin mülkündeki
köylülere misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştu. 1622'de
kiliseden kürek mahkumlarının olduğu bir yere giderek oradaki
kölelerin Hıristiyanlığı seçmeleri için misyonerlik
faaliyetlerine devam etmiş, Lazarist mezhebini kurmuştu.

St.
Vincent de Paul'un Hayırsever Kızları'nın ( Filles de la Charité
Rahibeleri) temelleri
Aralık 1617'de atılmıştı. Bu tarihte Marguerite Naseau
(1594-1633)
adında, herhangi bir resmi eğitimi olmadan, yoldan geçenlerden
harfleri, kelimeleri ve telaffuzu öğrenmek için yardım isteyerek
okumaya başlayan, daha sonra da kendisi gibi eğitimsiz kızlara
okuma yazmayı öğreten, 23 yaşındaki bir genç kız vaazını
dinlediği Saint Vincent de Paul'e giderek yoksullara yardım
amacıyla hayatını ortaya koymuş ve ilk çalışmalara onun
yanında başlamıştı. 29 Kasım 1633'de Saint Vincent de Paul'ün
arkadaşım ve ortağım dediği Louise Le Gras olarak da bilinen
hayırsever Louise de Marillac (1591-1660) ile birlikte bir
örgütlenmeye gitmiş, “Daughters
of Charity of St. Vincent de Paulӟ
ya da Fransızcasıyla “Filles de la Charité Cemiyeti”ni (St.
Vincent de Paul'un Hayırsever Kızları) kurmuştu. Hayırsever
bayan Louise de Marillac, 11 Mart 1934'te Papa Pius XI tarafından
azize ilan edilmişti. Louise de Marillac'ın evinde toplanmaya
başlayan grup, ihtiyacı olanların tespit edilmesi ve bu insanlara
yardımın nasıl olması gerektiğiyle ilgili çalışmalar yapmış,
daha sonra, bu çalışmalar sonucunda elde edilen bilgiler ışığında
gönüllü gençlere eğitim verilmişti. İlk olarak Fransa'da
başlayan bu hareket daha sonra birçok ülkeye yayılmıştı.
Filles
de la Charité Rahibeleri Osmanlı İmparatorluğu'nda çalışmaya
1839 yılında başlamışlardı. 20 Haziran 1839'da kendilerini
tamamen Tanrı'ya adamak isteyen iki rahibe adayı Alman kökenli ve
Protestan inancına sahip olan Bernardine Oppermann ile Cenevre
kökenli bir başka Protestan kız olan Louise-Amélie Albertine
Tournier, 4 Temmuz 1839'da Paris'ten ayrılıp İstanbul‟a gelmiş,
ilk olarak Saint Vincent de Paul öğretilerine uygun olarak eğitim
veren Saint Benoit Fransız Okulu'na yerleşmişler ve bu okulda
mekanın elverdiği ölçüde çalışmalarına başlayarak muhtaç
çocukları yanlarına alıp İstanbul'daki çalışmalarına
başlamışlardı. İstanbul'da Filles de la Charité tarikatına
bağlı olarak çalışan kurumlar şunlardı: Saint
Benoit Providence Fransız Kurumu, Taksim Saint Vincent de Paul
Fransız Kurumu (Fransız Hastanesi), Sainte Pulchérie Fransız Kız
Ortaokulu, Bebek Saint Joseph Fransız Kurumu, Pangaltı Fransız Kız
Yatılı Okulu (Notre
Dame de Sion Fransız Lisesi) 1856,
Çukurbostan
Saint Joseph Fransız Kurumu, Saint Eugénie Sığınmaevi, Belediye
Hastanesi (Taksim
İlkyardım Hastanesi)
1865, Gérémia (Jeremya) Hastanesi 1881, Artigina Kurumu
(Zanaatkârlar Düşkünler Evi) 1836,
Saint Vincent Asya Çiftliği 1840 ve Üsküdar Bağlarbaşı
Selamsız Saint Vincent de Paul Fransız Okulu. Filles
de la Charité Rahibeleri'nin Trabzon,
İzmir, Suriye ve Filistin'de de okulları vardı. Ayrıca Filles
de la Charité Rahibeleri'nin Şam'da
Soeurs Saint Vincent Hastanesi, Bursa'da Les Soeur Saint-Vincent de
Paul Hastanesi vardı. Özellikle Suriye ve Lübnan üzerindeki
çalışmaları ile Fransa'nın bölgeye yönelik emperyalist
gayelerine hizmet eden Katolik misyonerleri çok sayıda açtıkları
okulları, hastaneleri, yetimhaneleri ve çıkardıkları yayınları
ile, hem kendi mezheplerini yayıyorlar hem de ülkelerinin
menfaatlerine uygun kesimlerin kazanılmasını sağlıyorlardı. Bu
yolla faaliyet gösterdikleri Osmanlı toprakları üzerinde etkileri
oldukça fazlaydı.

Günümüzde
Fransız Konsolosluğu olarak kullanılan Taksim Fransız Hastanesi
(Taksim
Saint Vincent de Paul Fransız Kurumu)
1700'lü yıllarda Fransız denizcilerin tedavisi için Marsilya
Ticaret Odası tarafından Pera Fransız Veba Hastanesi olarak inşa
edilmiş, zamanla Saint Louis Hastanesi adını alan bu hastanede
çalışan Filles de la Charité Rahibeleri hastaneye bağlı olarak 15 Haziran 1846'da bazı
sınıflar açarak öğretimle ilgilenmeye başlamışlardı. Daha
sonra hastaneye bağışları
nedeniyle, 1852'de buhar enjektörünü ve ilk uçuşunu 24 Eylül
1852'de yapan motorlu
zeplin (dirigible)
hava gemisini icat eden Fransız Mühendis Baptiste Jules Henri
Jacques Giffard'ın (1825-1882) anısına Henry
Giffard Hastanesi adı verilmişti.
 |
Giffard Zeplini'nin Londra Bilim Müzesindeki modeli |
II.
Abdülhamid döneminde 1901 yılında Fransa himayesindeki
hastanelerden vergi alınmasına son verilmiş, böylece Fransız
hastaneleri büyük gelişme göstermişti.
O
sırada Fransız sefiri başkanlığında bir heyet tarafından idare
edilmekte olan ve deprem ve yangınlarda zarar gören hastane
yıkılarak
1891’de yeniden inşası için izin alınmış, 14 Temmuz 1894'te
temel atma töreni yapılan ve 1896 yılında inşası tamamlanan Henry Giffard Hastanesi'nin açılmasından
sonra buradan taşınan Filles de la Charité rahibeleri sınıfları
yerleştirmek için Pera'da bir ev satın almış, evin acele bir
şekilde alınmasından ötürü işleyişin tam olarak
sağlanabilmesi açısından yetersiz kalmakla birlikte, 12 rahibenin
çalıştığı okul kısa zamanda Pera bölgesinde ünlenmişti.
1853'ten
1892 yılına kadar bu okulda toplam 6000 çocuk öğrenim görmüştü.
Okulda
değişik uluslardan gelen kız ve erkeklerin beraber okuduğu paralı
kısma ilaveten, 200 kadar fakir çocuğun okuduğu parasız kısım,
semtteki öksüz kızlara iş sağlamak amacıyla açılmış bir
çamaşırhane ve genç kızlara meslek edindirme amacıyla açılmış
iş atölyeleri bulunmaktaydı. Ayrıca 1888-1931 yılları arasında
Filles de la Charité rahibelerinin kurdukları kurumlardan
Başpiskoposluk nezdinde tek sorumlu olarak görevlendirilmiş bir
din adamı olan François Xavier Lobry'nin başkanlık ettiği Filles
de la Charité rahibelerinin aylık toplantıları burada yapılır
ve Meryem Ana'nın Çocukları Derneği'nin 300 çocuğu burada
eğitim görürdü. Başarıyla devam eden çalışmalara rağmen
bina eğitimin yürütülmesi için yeterli gelmemiş, yeni bir okul
binası arayışına girilmişti. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Lazaristler rahibelere Sainte Pulchérie Koleji'ni vermişler, en son 1868'lerde Cizvit Papazlar tarafından kullanılan bu yapıyı rahibeler satın almış ve taşınmışlardı. Daha sonra 1914 yılına kadar Saint Benoit'in küçük öğrencilerinin eğitim gördüğü bu okulu kapatıp, 1920 yılında Sainte Pulchérie okulunun kullanımına devretmişlerdi. İşte bu yıllarda Üsküdar Selamsız'da 1883 yılında Saint Vincent de Paul Okulu'nu inşa etmiş ve faaliyete başlamışlardı. I.
Dünya Savaşı sırasında okul kapatılmış, rahibeler Fransa'ya
dönmüştü. 1919 yılında İstanbul' a dönen rahibeler okulu bir
harabe halinde bulmuşlardı.


Bugün
halen ayakta olan ve Fransız Konsolosluğu olarak kullanılan ve
1896'da inşa edilen Henry
Giffard Fransız Hastanesi, ile Üsküdar
Selamsız'da 1883'te inşa edilen Saint Vincent de Paul Fransız
Misyoner Okulu'nun binası arasında kat sayıları farklı olsa
bile, basık tuğla kemerli ve taş kilit taşlı pencereleri ve tam
eksenlerinde birinde kapının diğerinde çatı çıkmasının
tarzıyla mimari olarak son derece önemli benzerlikler
bulunmaktadır. İnşa tarihleri arasında 13 yıl gibi bir fark olsa
da, aralarındaki bu benzerlikler bana mimarlarının ya da en
azından inşaat ekiplerinin aynı olabileceğini düşündürtmekte.

1914'lere
gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Fransız okullarının
sayısı yaklaşık olarak 500'e varmış ve bu okullarda 59.414
öğrenci öğrenim görmüştü. I.Dünya
Savaşı ve kapitülasyonların kaldırılmasından çok zarar gören
bu okullar, 20 Ekim 1921 tarihli “Ankara İtilâfnamesi” ve 24
Temmuz 1923 tarihli “Lozan Barış Antlaşması”na eklenmiş
mektuplarla tanınmıştır. Bu antlaşmalara göre Fransız okulları
Türkiye'nin menfaatlerine ters düşmemek, ilgili yasa ve
yönetmeliklere uymak koşuluyla varlıklarını sürdürebileceklerdi.
Fransız Okullarının zamanla laik eğitime geçmiş olması, bu
okulları diğer yabancı okullarından ayıran en önemli farktır.
Yine de Cumhuriyet döneminde Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na uymakta
problem yaşayan, dinsel simgeleri binalarından çıkarmayan Fransız
okulları da olmuş, bu okullar diğer Yabancı Okulları gibi
kapatılmıştı.
Gelelim
Üsküdar Selamsız'da kapısında bir zamanlar “Maison
S.Vincent Ecole Française”
yazan ve Fransız
Filles de la Charité ya da diğer adıyla Souers de la Charité
(hayırsever kız kardeşler) rahibeleri tarafından 1883'te inşa
edilen Saint
Vincent de Paul Fransız Okulu'nun ana
binasının hikayesine;

1994
yılının Eylül ayında bir harabe olarak gördüğüm ve sadece dış duvarlarıyla
ulaşan bu kagir binadan önce Filles de la Charité rahibeleri ilk
defa 1859 yılında Üsküdar'da günümüzde yeri tam olarak
bilinmeyen bir mevkide, yatılı ve gündüzlü kısımları bulunan
bir okul açmışlardı. Ancak 23 Mayıs-11 Temmuz 1860 tarihleri
arasında Suriye İç Savaşı olarak da adlandırılan Lübnan
Dağı'nda
yerel Dürziler ile Hıristiyanlar arasında gerçekleşen sivil
çatışmada Dürziler'in zaferleri ve Hıristiyanlara karşı
yapılan katliamların ardından olay büyümüş diğer bölgelere
özellikle de Şam'a sıçramış, binlerce Hıristiyan ve
Müslüman'ın Dürzi milisler tarafından öldürülmesi üzerine
Fransa liderliğinde bir uluslararası müdahaleyi hızlandırmıştı.
Bu
olaylar nedeniyle Osmanlı ve Fransız hükümetleri arasında bir
gerginlik doğması sonucu Filles de la Charité rahibeleri okulu
kapatmışlardı. 1883 yılında tekrar Üsküdar'a gelen rahibeler
bir ev kiralamışlar, kiraladıkları bu evde geçici bir süreyle
bir okul ve kimsesiz çocuklara ait bir yurt açmışlar, kısa bir
süre sonra bu okul ve yurdu yerleştirmek için bir bina
edinmişlerdi ki, bu bina Selamsız Kabristanı sokaktaki bu bina
günümüzde mevcut olan ve konumuzu oluşturan yapıydı.
Okulun
ilk açıldığı dönemlerde 120 kız öğrencisi bulunduğu
bilinmektedir. Osmanlı
Arşivlerinde bulunan Ruhsatnameye göre 1907 yılında mevcut
binanın yeterli gelmediği gerekçe gösterilerek binanın arka
bahçesine ek olarak ahşap yapılar ile bir adet kagir yapının
yapıldığı bilinmektedir.
Okula
yeni eklerin yapılması için, Sultan II. Abdülhamid zamanında, 6
Nisan 1907'de verilen ve Devlet Osmanlı arşivlerinde bulunan eski
Türkçe yazılı Ruhsatname'nin, Türkçe yazılımı şöyledir:
“Üsküdarda
Soeuers De La Charité adlı rahibelere ait mektebin dar olmasına
dayanarak Yeni Mahalle'de Kabristan Caddesinde 24, 26 ve 28
numaraları konulmuş, sahibi tarafından kendilerine terk ve hibe
edilmiş ve sözü geçen mektebe bitişik bulunan üç kıta arsa
üzerine, mevcut mektep binasına ilave olarak ve yeni baştan bir
daire inşaasına ruhsat verilmesi hakkında gerçekleşen dilekçe
yüksek kurula iletilmiş olan evrak neticesinde, bitişik arsalardan
24 ve 26 numaralarla numaralandırılmış arsalar Kazasker Feyzullah
Efendi ve Behram Kethuda Vakfı'ndan iki bölüm konut arsası ve 28
numaralı arsa Agop Kalfa Vakfı'ndan bir parça bahçe yeri
olduğundan bunlar bir öbür tarafa toplam miktarı dört bin yüz
doksan yedi zirâ [1 zirâ (arşın) ortalama 0,57417 m²'dir.] ve
yirmi parmağa (1 parmak 3,1573 cm; 1 parmak² 0,00099751 m²'dir)
denk
gelen, işbu konut arsalarıyla bahçe yerine on altı metre otuz
santimetre boy ve yedi metre elli santimetre en ve onbir metre
yüksekliğinde bir daire inşaa ve kullanımını gerektiren
paraların adı geçen rahibeler tarafından ödeme yapılarak yerine
getirileceği anlaşılmış olduğundan, vakıf olan arsalarla bahçe
için özel olarak oluşturulan karara uygun olarak kıymetlerinin
binde onu oranında zemin kirası tahsis olunmak üzere bahsedilen
dairenin yeni baştan inşaası için gerekli olan ruhsatın onurlu
emrimin sahibi Vekiller Meclisinde nüfus sahibi olanlar tarafından
düzenlenmiş ve hükümdar katına iletilen dilekçe danışılmış
ve yapımının kanun gereğince şehir yetkilisi tarafından
Padişahın emriyle ruhsatı Divan-ı Hümâyun'dan
işbu uygun bulunmuştur. 22 Safer 325”
I.
Dünya Savaşı sırasında (28 Temmuz-11 Kasım 1918) okul kapanmış,
Filles
de la Charité Rahibeleri yanlarına
aldıkları bazı kız öğrencilerle beraber Üsküdar'dan ayrılıp
kısa süreliğine Fransa'ya dönmüşlerdi. Savaş
yıllarında kurumun içinde bulunan katolik şapelinin rahibi,
rahibelerin tekrar geri gelişlerine kadar Üsküdar'da kalmaya devam
etmiş ve Fransa'ya dönmemişti.
Savaş
sona erdikten bir yıl sonra 17 Eylül 1919 tarihinde Saint Vincent
de Paul Fransız okulu kapılarını tekrar öğrencilerine açmıştı.
Bu yeni açılış esnasında okulda 250 öğrenci bulunmaktaydı.
Fakat 4 sene boyunca okuldan uzak kalınması binanın büyük
tamiratlara ihtiyaç duymasına yol açmış, binanın çatısında
ve çocukların kaldığı yatakhanelerde tadilata gidilmişti.
Yapılan bu tadilatların yeterli olmaması, binada bazı
güçlendirmelerin yapılması gereği, rahibelerin bütçesinin
kısıtlı olması, belli bir süre sonra rahibelerin çabalarını
yetersiz kılmıştı. 1924 yılında Saint
Vincent de Paul Misyoner Okulu kapatılmış, Filles
de la Charité Rahibeleri
Üsküdar'dan ayrılarak Anadolu yakasından bir daha dönmemek üzere
çekilmişlerdi.
16.05.1952
tarihinde yapının Filles
de la Charité rahibelerinin kurdukları kurumlardan Başpiskoposluk
nezdinde tek sorumlu olarak görevlendirilmiş bir din adamı olan
Fransız
uyruklu mal sahibi François
Xavier Lobry*nin
adına taşınmazın idaresi ile ilgili olarak kayyum ayin edilmiş
ve 10 senelik kanuni süre dolduktan sonra Medeni Kanun hükümleri
gereğince 09.06.1965 tarihli kararla mal
sahibi François
Xavier Lobry'nin
gaipliğe karar verilmiş ve 1967 yılında yapı metruk bir şekilde
hazine adına tescil edilmişti.
*François-Xavier Lobry: 22 Şubat 1848'de Ghissignies'de (Cambrai piskoposluğu) doğmuş, 5
Ekim 1873'te Misyon Cemaati'ne katılmış ve 23 Aralık 1875'te rahip
olarak atanmıştı. 1875'te Petit Séminaire de Montpellier'de
profesör, ardından 1881'de Soissons'da Başrahib olmuştu. 1891'de Türkiye ziyaretçisi olarak atanmış ve aklaşık kırk yıl
boyunca, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından
değişikliklerle Türkiye, Yunanistan ve Balkanlar'ı içeren
Konstantinopolis Eyaleti'yle ilgilenmişti. Başrahibin, eyalet
ziyaretçisinin ve Apostolik Vali'nin görevlerini yerine getiren son
Lazarist'ti. 1914'te Selanik'e sığındıktan sonra çok sayıda
muhabirle iletişim halinde olmuş, Selanik'te geçirdiği savaş
yıllarında yazdığı yüzlerce mektup, çeşitli belgeler ve iki
cilt halinde ciltlenmiş, yayınlanmamış bir el yazması olan savaş
günlüğü, Misyon Cemaati Arşivleri'nde saklanmıştı. Savaştan
sonra Türkiye'ye dönen François-Xavier Lobry, 3 Kasım 1931'de 85 yaşında İstanbul'da ölmüştü. Peder François-Xavier Lobry, bir piskoposa yazdığı mektuplarından birinde; "... Bu birkaç sayfada ortaya koyduğum
şey, misyonun üstünlerinden ve önde gelenlerinden biri olarak Türkiye'de yaklaşık 25 yıl
kaldığım süre boyunca gözlemleyebildiğim her şeyin sonucudur..." diye yazmış, bir başka mektubunda da; "...Türkiye, Fransız
Büyükelçiliği'nin Katoliklerin, kiliselerinin ve dini
kuruluşlarının çıkarları tehlikede olduğunda onları koruma ve
dolayısıyla müdahale etme hakkını tanır. Fransız
Büyükelçiliği'nin Türklerle, Doğu'daki Katoliklik meselelerine
yaptığı bu müdahale paha biçilmez bir değere sahiptir. Türk,
Hıristiyanı asla sevmeyecektir; çıkarlarını sadece kötü niyetle
ve katlanacağı güç ölçüsünde bağışlayacaktır. Fransa ile
hesaplaşması gerektiğini bilir, bu yüzden müdahalesini hesaba
katar, hatta kanalı kullanılmadığında şaşırır. Osmanlı İmparatorluğu
1 Kasım 1914'te Üçlü İttifak güçlerine katıldığında Ermeni
Hristiyanlar düşman olarak görülüyordu. Aynı dine mensup ancak
farklı bir mezhebe mensup Asur-Keldaniler de şüpheliydi. Ermeni
soykırımından önce, Talat ve Enver Paşa'nın özel birlikleri,
Ocak-Mayıs 1915 arasında, Osmanlı sınırındaki İran'ın
kuzeyinde bulunan köylerden Hristiyanları düzenli bir şekilde
ortadan kaldırdı..." diye yazmıştı.
Yapının
mülkiyetinin Hazine adına tescil edilmesi sonrasında bunun
uygunsuz olduğuna ve kayyumluk kararının kaldırılmasına dair
1968 yılından başlayarak Filles de la Charité tarafından çeşitli
başvurular yapılmış, taşınmazın gaipliğine karar verilen
François
Xavier Lobry'nin
mirasçısının Paris'te yaşayan Marie Lucie Lobry'e ait olduğu
iddia edilmişse de bu itiraz bir sonuca varmamıştı.
Rahibelerin
1924 yılında Istanbul'dan ayrılması üzerine eğitim hayatına
son veren Saint Vincent de Paul Fransız Okulu, rahibeler tarafından
1924-1952 yılları arasında birbirinden bağımsız binalar olarak
kiraya verilmişti. 1967 yılında hazinenin mülkiyetine geçen
ve bu tarihten sonra sahipsiz ve bakımsız kalan binanın içerisine
İstanbul dışından gelen 5 aile yerleşmiş, bu aileler 1994
yılına kadar bu yapıda ikamet etmişlerdi. Bu süre içinde bu
insanlar yapıya herhangi bir onarım ve bakım yapmadıkları gibi
yapıya bazı olumsuz müdehalelerde de bulunmuştu. Binanın ahşap
döşemelerinin bir kısmı çökmüş ve bir süre sonra da tamamiyle
boş bırakılarak metruk bir hal almış, döşemeleri tamamiyle
çöken binanın zamanla çatısının da büyük bir kısmı
çökmüştü. Bina
hazine adına tescil edildikten sonra İstanbul'a yeni göç eden ve
binayı işgal eden bu insanlara ecr-i misil (haksız yere bir
taşınmazı işgal eden ve yararlanan kişiden kullanma karşılığı
olarak alınan tazminat) uygulaması yapılmış, 14.06.1994 tarihli
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne yazılan bir belgeye göre harap
halde olan binada oturan 5 kiracıdan ikisi binanın belli bir
kısmının çökmesiyle binadan ayrılmış, kalan 3 kiracıya ise,
binayı terk etmelerine dair tebligat çekilmiş ve yapının
mülkiyeti İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne verilmişti.
15.06.1994
tarihinde daha önce 6
Nisan 1907 tarihinde
verilen Ruhsatname'de de adı “... 24
ve 26 numaralarla numaralandırılmış arsalar Kazasker Feyzullah
Efendi ve Behram Kethuda Vakfı'ndan iki bölüm konut arsası ve 28
numaralı arsa Agop Kalfa Vakfı'ndan bir parça bahçe yeri...”
olarak geçen
mülk sahibi Rumeli Kazaskeri Feyzullah Efendi* Vakfı tarafından
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne yapının yıkılıp yerine inşaat
yapılabilmesine müsaade edilmesine dair bir dilekçeyle
başvurulmuş, buna cevaben 27.06.1994 tarihli bilirkişi raporunda
“Yapının onarılması suretiyle kullanımına imkan olmadığı
ve yıkılması suretiyle yeniden yapılmasının mümkün olduğu”
belirtilmişti.
Daha
sonra Rumeli
Kazaskeri Feyzullah Efendi Vakfı itirazlarına devam ederek,
Avukatları Reyhan Kademli aracılığıyla, 06.07.1994'te Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na;
“Müvekkilim
Rumeli Kazaskeri Feyzullah Efendi Bini Yahya Vakfı'na ait Üsküdar
Selamiali mahallesi, Yenidersane sokak, 48 pafta, 125 ada, 17 parsel
sayılı 624 m²'lik
taşınmazın yıkılma tehlikesine maruz bulunduğu, yıkılması
muhtemel olduğu ve bu sebeple büyük hasara ve ölüme sebebiyet
verebilecek bir durum arzettiği gerek Üsküdar 5. Asliye Hukuk
Hakimliği'nin tayin ettiği Bilirkişiler raporuna göre, gerekse
Üsküdar Belediye Başkanlığı'nın verdiği rapora göre
sabittir.
Müvekkilim
bütün girişimlerde bulunmuş ve mesuliyeti katiyetle reddetmiştir.
Bu bakımdan mesuliyet İstanbul 2 nolu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nuza ve Kurulu'nuzda kendisine ısrarla
haber verilen Bayan Yıldız'a ait olacaktır. Ayrıca
T.C.Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü de durumdan haberdar edilmiştir. Ayrıca
Kültür Bakanı Fikri Sağlar'ın da emir yetkisini kullanmak üzere
durum kendisine arz olunmuştur.
NETİCE:
Eski eser olması hasarın ve bir ölümün sonuçlanmasına neden
olamaz. Durumu bilgilerinize vekaleten arz ederim.” diyerek bir
dilekçe ile başvurulmuştu.
Ancak,
T.C.
Kültür Bakanlığı İstanbul III numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, Rumeli Kazaskeri Feyzullah Efendi
Vakfı'nın 6.7.1994 günlü başvurusu okumuş, ekleri incelemiş,
yapılan görüşmeler sonunda;
“a)
İstanbul İli, Üsküdar İlçesi, 125 ada, 17 parseldeki yapının
korunması gerekli kültür varlığı olarak tesciline, koruma
grubunun 2.grup olarak belirlenmesine ve rölövesinin ivedilikle
hazırlanmasına,
b)
Dünya'da Ortaçağ'dan bile kalmış olsa bütün kagir yapıların
yıkılmadan restore edilmesine ilişkin sayısız örnek ve teknik
olarak varken, Türkiye'de hala tarihi binaların yıkılmadan
restore edilemiyeceğine ilişkin bilirkişi raporlarının
mütealalarının herhangi bir bilimsel gerçeğe dayanmadığına ve
gerekirse yapının cephelerinin yıkılmadan nasıl iksa edilip
restore edileceğine ilişkin bir projenin, teknik üniversitelerin
ilgili uzmanlarınca hazırlatılmasına,
c)
Yapının halen ayakta duran duvarlarının pencere ve kapı
boşluklarının doldurularak, gerekecek bir payanda sistemiyle iksa
edilebileceğine,
d)
Mütevellisinin, yapı yıkıldığı takdirde ölüme neden
olunacağı şeklindeki protestosunun, kendisinin bu konuda herhangi
bir tedbir almadığını gösterdiğine ve gerekli tedbirlerin bu
konudan anlayan inşaat mühendisleri ve mimarları tarafından
zamanında alınırsa böyle bir tehlikenin oluşmayacağının
mütevellisine bildirilmesine,
e)
Gerekli emniyet tedbirleri alındıktan sonra, yapıya sonradan
eklenen parazit eklentilerinin kaldırılmasına ve restitüsyon
projesinin de hazırlanmasına,
f)
Ayrıca, yapıda gerekli koruma tadbirleri alınmadan iskana izin
verilmemesine ve yapının herhangi bir şekilde yıkılması halinde
ilgililer hakkında yasal soruşturma açılacağına karar verildi.”
diyerek, Başkan Doğan Kuban, Başkan Yardımcısı Erol Türkgenç,
Üye Oktay Ekinci, Üye Nuran Zeren Gülersoy, Üye Ayla Ödekan,
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü Temsilcisi Selcan Selçuk
imzalarıyla, 7 Temmuz 1994 günü aldığı 6873 no'lu karar açıklanmıştı.
Rumeli
Kazaskeri Feyzullah Efendi Bini Yahya Vakfı
pes etmemiş, 07.07.1994 tarihinde verilen kurul kararında “Yapının
yıkılmadan iksa edilmesi” yöntemine gidilmesine karar verilmiş
ve yapının eski eser niteliğinde olduğunun tespiti sonucunda
çevresinin tahta perde ve bariyerle örtülmesi ve binaya giriş
çıkışlarda güvenlik önlemleri alınmasına karar verilmesine
rağmen, 16.09.1994
tarihinde bir kez daha yine Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne
binanın ön cephesi aynen sabit kalacak şekilde arkasına kat
karşılığı inşaat yapılması için bir dilekçe ile
başvurmuştu.
Bu
dilekçe üzerine, o dönemde
İstanbul III numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu Başkanlığı yapan, Türkiye'nin
ilk ve en önemli mimarlık tarihçilerinden,
akademisyen, araştırmacı yazar, rahmetle andığım Prof.
Doğan Kuban (1926-2021) imzası ile 30 Eylül 1994 tarihinde, Rumeli
Kazaskeri Feyzullah Efendi Bini Yahya Vakfı Mütevelliliği'ni;
“Kurulumuzun Üsküdar, Selami Ali Mahallesi, 48 pafta, 125 ada, 17
parselde bulunan gayrimenkulun yıkılmadan restore edilebileceğine
ilişkin kararı, uluslararası deneyimlere dayalı bilimsel bir
karardır. Karar dikkatle okunduğu taktirde burada herhangi bir
hakaret ifadesi olmadığı, sadece uluslararası deneyimi hiçe
sayan itinasız tutumlardan şikayet niteliği taşıdığı
anlaşılacaktır. Yapının
korunması için gösterdiğiniz ilgiye teşekkür eder, gerekli
tedbirler alındığı taktirde yapının tehlikesizce, bilimsel
kurallara göre restore edilmesinin mümkün olduğuna emin olmanızı
rica ederiz.” diyerek kibar
bir dille son kez uyarmıştı. İstanbul III numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı olarak Prof. Doğan
Kuban, verdiği bu cevap ile tartışmaya
son nokta koymuş, binanın yıkılmasını önlemiş ve restore
edilmesinin yolunu açarak bugün hala bu tarihi eseri görebilmemizi
sağlamıştı. Bu nedenle kendisini rahmet ve minnetle bir kez daha
anmak isterim.
*Feyzullah
Efendi: Kazasker,
müderris, şehzade hocası, padişah danışmanı ve şeyhülislam
olan Mehmed Feyzullah Efendi (1639-1703), Hz.
Muhammed'in sülalesinden
olduğunu iddia etmiş ve “Seyyid” lakabı taşımasına rağmen,
Türk akademisyen, eğitimci, siyasetçi ve tarihçi İsmail Hakkı
Uzunçarşılı (1888-1977), 17.
ve 18. yüzyıl Osmanlı tarihinin önemli kaynaklarından birisi
sayılan ve Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa (1658-1726/27)
tarafından kaleme alınan “Silahdar Tarihi'nin kaydına göre
seyitliği yani evlad-ı peygamberiden olması sahte imiş”
demiştir. Şeyhülislamlığı döneminde kendine
bağlı olanlara bol bol gelir getiren arpalık malikaneler,
memuriyet, rütbeler almış,
yine kendisine
bağlı olanlardan 50-60 kadarına Erzurum, Şam, Halep ve
diğer yerlerin mukata gelirini malikane olarak tahsis ettirmişti. 8
yıl süren şeyhülislamlığı sırasında Feyzullah Efendi'ye
karşı büyük bir muhalefet oluşmuş,
İstanbul'da
toplanan bir yeniçeri ve esnaf grubundan oluşan büyük bir
ihtilaciler ordusu, 9 Ağustos 1703 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştı. Edirne
Vakası adıyla
anılan bu ayaklanmanın sonucunda 22 Ağustos günü Feyzullah
Efendi'nin hocası olduğu padişah II. Mustafa tahttan indirilmiş
yerine yine Feyzullah Efendi'nin talebesi olan III. Ahmed
tahta
geçirilmişti. Feyzullah
Efendi talebesi olan yeni padişah tarafından azledilip Eğriboz Adası'na sürgün edilmişti. Ancak Feyzullah Efendi büyük oğlu Fethullah
Efendi ile Edirne'den kaçmak üzere ayrılıp yola çıktığında
arkasından ihtilalciler onları takip edip baba oğulu Bulgaristan'ın Pravadı kasabasında ele geçirmiş, çırılçıplak soyarak hakaretlerle tekrar
Edirne'ye getirmişlerdi. Burada baba-oğul üç gün mallarının
nerede olduğunu öğrenmek için işkenceye tabi tutuldularsa da bu
soruşturma sonuçsuz çıkmış, ilmiye sınıfından oldukları
için idam edilmeleri geleneksel olarak imkansız olduğu için kağıt
üzerinde Feyzullah Efendi Girit'teki Kandiye'ye Sancakbeyi,
oğlu Fethullah Efendi de Sırbistan'daki Alacahisar'a (Kruşevca) Sancakbeyi
yapılarak böylece ilmiye sınıfından çıkarılmışlardı.
Bu nedenle kişinin hala Rumeli Kazaskeri ünvanı ile anılıyor
olması bana çok tuhaf geldi.
Bu
arada kaynaklardan Hazine adına tescil edildiğini ve Hazine'nin
mülkiyetine geçtiğini öğrendiğimiz binanın restore edildikten
sonra günümüzde içerisinde yer alan ve on
millî, muhafazakâr kadın tarafından kurulan HAZAR Derneği'nin
sitesinde yer alan “Üyelerimizle Hasbihal” programı ile ilgili
yaptıkları bir haberde “...Rumeli Kazaskeri Feyzullah Efendi'nin
Vakfiyesi olan yeni mekanımızın tarihçesini...” diyerek mülkün
hala Rumeli Kazaskeri Feyzullah Efendi Bini Yahya Vakfı'na aitmiş
gibi lanse ediliyor olması da tuhaf ve dikkat çekici. Bu arada HAZAR'ın özel bir anlamı olabilir mi diye araştırdığımda Hazar kelimesinin Arapça'dan dilimize geçtiğini ve huzur hali, yerleşik düzen, meskun ve ekilip biçilen yer kelimesiyle aynı kökten türetildiğini öğrendim. Bir yeri mesken tutmuş, yurt edinmiş halkları tanımlamak için kullanılan Hazar sözcüğü "göçebe" kelimesinin zıt anlamlısıymış, yani yerleşmiş ya da benim yorumumla "konmuş" diyebilir miyiz ki acaba...

 |
Restorasyon öncesinde çekilmiş olan bu fotograflar, İrem Nardereli Erdoğan'ın “Bağlarbaşı Sainte Marie Fransız Okulu Restorasyon Projesi” adlı tezinden alınmıştır. |
Saint
Vincent de Paul Fransız Okulu cephe düzeni ve kullanılan malzeme
açısından kendi döneminde inşa edilen diğer Fransız Okulları
ile benzerlik göstermektedir. Okul, ana bina, şapel ve daha
sonradan inşa edilmiş, kullanım amacı kesin olarak belirlenemeyen
kagir bir yapı ile iki adet ahşap yapıdan oluşmaktadır.
Günümüzde
yapının her iki yönünde de bitişik nizamlı olarak inşa edilmiş
beş katlı betonarme apartmanlar bulunmaktadır. Bu apartmanlardan
kuzey doğu yönünde yer alan apartman, okulun arka bahçesinde
bulunan şapelin önünü tamamiyle kapatmış ve şapelin sokaktan
algılanmasını önlemiştir. Şapelin çatısı 2005 yılında yan parselde yer alan Saint Marie Okulu'nda çıkan bir yangın sırasında hasar görmüş ve 2006 yılında da çökmüştür.
 |
Şapelin yangında çatısı çökmeden önceki görüntüsü |
 |
Şapelin 2005 yılındaki yangından sonra çöken çatısı |

Sadece
kız öğrencilere hizmet veren Saint
Vincent de Paul Fransız Okulu,
1894 yılında erkek öğrencilerden gelen talep doğrultusunda 40
erkek öğrencinin sorumluluğunu 4 Marist rahibe devretmişti. Bu
rahipler Sainte Marie Fransız okulunu kurmuş, mütevazi bir yapıda
eğitime başlamış ve daha sonra 1904 yılında günümüzde Saint
Vincent de Paul kurumuyla aynı adada bulunan kagir Sainte
Marie Fransız Okulu'nu inşa
etmişlerdi. Böylece
Saint Vincent de Paul Fransız Okulu ve Sainte Marie Fransız Okulu
Selamsız mahallesinde büyük bir eğitim kompleksine dönüşmüştü.
Yapıldığı
dönemde Sainte Marie Fransız Okulu ile adeta bir eğitim kompleksi
oluşturan kurumun arasındaki parsele inşa edilen bu apartman iki
okul arasındaki bağlantıyı da yok etmişti. Ayrıca, günümüzde
yol kotunun yükselmesinden dolayı bir zamanlar yol kotunda olan
okulun giriş kapısına, artık kaldırımda yer alan üç mermer
basamakla inilerek ulaşılabilmektedir. Bu arada Saint Marie Fransız Okulu'nun aksine Saint Vincent de Paul Fransız Misyoner Okulu'nda bodrum katı yoktur.
Yapının
kuzey doğuya bakan giriş cephesi diğer cephelere göre çok daha özel ve niteliklidir. Bu cephe tuğla ve plaster ile kaplıdır. Ayrıca kat
döşemeleri hizasında tuğla silmeler bulunmakta, pencerelerin
etraflarında da tuğla ve plaster söveler yer almaktadır. Bu
cephedeki pencerelerde basık ve beşik kemerler görülmektedir. Binanın birinci katında iki adet, dövme demirden korkulukları
olan Fransız balkonu bulunmaktadır.
Yapının diğer cepheleri
herhangi bir süsleme olmaksızın sadece sıva ile kaplanmıştır.
Bu cephelerdeki pencerelerde de basık kemerler görülmektedir. Ancak okulun zemin katı ile birinci katı arasında iki tuğla sırası arasında oluşturulmuş kasetlerin içerisine yerleştirilmiş iki renkli çarkıfelek desenli seramik karolar ile bir kuşak halinde bezeme yapılmıştır.
Üsküdar Belediyesi ile Aksan İnşaat arasında 10.11.2011 tarihinde yapılan bir sözleşme ile restorasyonuna başlanılan binanın inşaatı, 11.07.2013'te (sözleşmedeki iş bitim tarihi) tamamlanmış ve özel bir eğitim kurumunun (HAZAR) kullanımına verilmişti.
 |
Binanın restorasyon sonrası güncel durumu. |
 |
Binanın röleveleri |