167 YIL ÖNCE BUGÜN,
TÜRKİYE’DE EN ÇOK BİLİNEN VE TÜRKÇEYE “ÇOCUK
KALBİ” ADIYLA ÇEVRİLEN “CUORE” ADLI ÇOCUK KİTABI İLE TANINMIŞ,
ÇOKÇA DÜNYA SEYAHATİ YAPMIŞ, İSPANYA, HOLLANDA, İNGİLTERE, FAS VE TÜRKİYE’YE DE GELMİŞ,
GÜNLÜKLER TUTMUŞ, BUNLARI DAHA SONRA KİTAPLAŞTIRARAK YAYINLAMIŞ,
TÜRKİYE VE İSTANBUL GEZİLERİNİ 2 CİLTLİK “CONSTANTİNOPOLİ” ADLI KİTABIYLA 1878 DE YAYINLAMIŞ OLAN, İTALYAN ROMANCI, ÖYKÜ YAZARI VE ŞAİR
ÇOKÇA DÜNYA SEYAHATİ YAPMIŞ, İSPANYA, HOLLANDA, İNGİLTERE, FAS VE TÜRKİYE’YE DE GELMİŞ,
GÜNLÜKLER TUTMUŞ, BUNLARI DAHA SONRA KİTAPLAŞTIRARAK YAYINLAMIŞ,
TÜRKİYE VE İSTANBUL GEZİLERİNİ 2 CİLTLİK “CONSTANTİNOPOLİ” ADLI KİTABIYLA 1878 DE YAYINLAMIŞ OLAN, İTALYAN ROMANCI, ÖYKÜ YAZARI VE ŞAİR
EDMONDO DE AMICIS,
SARDİNYA ADASI’NDA “ONEGLIA”DA DOĞMUŞTU.
-Edmondo
de Amicis İstanbul’da-
” Edmondo de Amicis masal kenti İstanbul’un
sonsuza dek varlığını korumasını temenni eder. Bununla birlikte, İstanbul’un
değişeceğini, tarihî görünümünü yitireceğini ilk fark edenlerdendir. Huzursuz
bir önseziyle temennisini, eseri boyunca, birkaç kez tekrar eder. İstanbul’un
yarınından korkmaktadır.
Beynun Akyavaş’ın 1980’lerde dilimize
kazandırdığı -Eşsiz bir çeviri!- İstanbul (1874) İtalyan yazarı Edmondo de
Amicis’in imparatorluk başkentindeki gezisinden izlenimler, gözlemler
toplamıdır.
Akyavaş’tan iz sürelim:
“İstanbul’a yirmi sekiz yaşındayken ve büyük bir
heyecanla gelen Edmondo de Amicis İstanbul’da daha da artan heyecanını canlı ve
renkli üslûbuyla okuyucuya da geçirtmesini bilen bir yazar, neyle
alâkalanacağını ve nasıl alâka çekeceğini bilen, baktığı şeyi gören ve
gösterebilen bir sanatkârdır.”
Muhakkak ki gerçek bir sanatkâr.
Muhakkak ki gerçek bir sanatkâr.
Türkçesi
yayımlandığı günden beri İstanbul (1874) en çok sevdiğim ve en çok
yararlandığım İstanbul kitapları arasında.
Hangi bölümünü açarsanız açın, sayfalarına dalıp gidersiniz bu eserin. Meselâ, de Amicis İstanbul kuşlarını anlatır. “Camiler, korular, eski surlar, bahçeler, saraylar”, işte her yer, kuşlarla dolup taşmaktadır. Serçeler, o zamanlar, evlere girip, kadınların ve çocukların ellerinden yem yerlermiş. İtalyan edibi, kırlangıçların yuvalarını kahve kapılarına, çarşı kubbelerinin altına yaptıklarını gözlemlemiş. İstanbul, bir güvercin sağanağı altında! Kumrular, mezarlık selvilerini tercih ediyor. Kargalar, her nedense, Yedikule’de; akbabalar da. Belki Yedikule’nin tarihî geçmişi, öldürümler, kargaları ve akbabaları oraya çekmiş. Leylekler ise, ıssız türbelerin kümbetlerinde.
De Amicis, İstanbul folklorunda kuşlar için bir sayfa açmış:
Hangi bölümünü açarsanız açın, sayfalarına dalıp gidersiniz bu eserin. Meselâ, de Amicis İstanbul kuşlarını anlatır. “Camiler, korular, eski surlar, bahçeler, saraylar”, işte her yer, kuşlarla dolup taşmaktadır. Serçeler, o zamanlar, evlere girip, kadınların ve çocukların ellerinden yem yerlermiş. İtalyan edibi, kırlangıçların yuvalarını kahve kapılarına, çarşı kubbelerinin altına yaptıklarını gözlemlemiş. İstanbul, bir güvercin sağanağı altında! Kumrular, mezarlık selvilerini tercih ediyor. Kargalar, her nedense, Yedikule’de; akbabalar da. Belki Yedikule’nin tarihî geçmişi, öldürümler, kargaları ve akbabaları oraya çekmiş. Leylekler ise, ıssız türbelerin kümbetlerinde.
De Amicis, İstanbul folklorunda kuşlar için bir sayfa açmış:
“Türkler için, bu kuşların her birinin güzel bir
mânası veya hayırlı bir tesiri vardır. Kumrular sevdaları korur, kırlangıçlar
yuva yaptıkları evleri yangından muhafaza eder, leylekler her kış Mekke’ye
hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhunu cennete götürür.”
Deniz kırlangıçları, yelkovankuşları olabilir mi
diye düşündüm. Çünkü “deniz kırlangıçları uzun diziler halinde Karadeniz ile
Marmara arasında gidip gelir”lermiş. Tıpkı yelkovankuşları gibi.
Ama değilmiş; sözlük, ‘balıkçın’ diyor…
Seyyah, âdeta, Boğaziçi’nde onların izini
sürmüştür. Boğaziçi’ni öyle dile getirir. İşte, sol yakada, Beşiktaş’ta
Barbaros’un türbesi ağaçlar ve evler arasındaymış. Türbeyi bir çınar topluluğu
gölgelemekte. Denizin üstüne doğru uzanan kahvede oturanlar, sessiz, ağırbaşlı,
dingin. Arka plandaki tepe yeşilliklerle kaplı.
Artık kentin değil, handiyse İstanbul’dan bağımsız, kentin içinde bir başka kent olan Boğaziçi’nin manzarası hüküm sürmeye koyulmuştur.
Artık kentin değil, handiyse İstanbul’dan bağımsız, kentin içinde bir başka kent olan Boğaziçi’nin manzarası hüküm sürmeye koyulmuştur.
İnsan hangi yakaya bakacağını bilemezmiş. Siluet
iyice incelir, yeşil gürleşir, renkler canlanırmış. Beyaz mermerden sütun
dizileriyle Çırağan Sarayı’nın taraçalarında uçuşan, uçuşan, boyuna uçuşan
Boğaz kuşları, deniz kuşları göz okşarmış.
Karşıda Kuzguncuk, süsen çiçeğinin bütün
renkleriyle tutuşuyor. Fakat eninde sonunda ille yeşil:
“Küçük yeşil tepelerin eteğinde toplanmış veya
dağılmış ve kendilerini gizlemek istermiş gibi görünen pek sık bir yeşillik
örtüsüyle örtülmüş bütün bu köyler birbirine çiçek çelenkleri gibi köşkler ve
küçük evlerle, sahil boyunca uzanan ve dama tahtası gibi yahut kat kat
düzenlenmiş ve yeşilin her türlüsüyle boyanmış birçok bahçe, bostan ve ufak
çayırlıkların arasından geçip tepelerden denize kadar zikzaklar çizerek inen
uzun ağaç dizileriyle bağlanmıştır.”
Bu muhteşem görünümün yerini, daha yüz yıl geçmeden, çorak, kel tepeler alacak; uzun ağaç dizilerine kıyılacak, bahçeler, bostanlar, çayırlıklar öncesiz sonrasız kaybolacak; çiçek çelenklerini andırır köşklerin, yalıların, evlerin zarif mimarisi ucube yapıların dehşet verici mimarisizliğine evrilecektir. Çorak, kel tepelerdeki apartman siteleri son otuz yılın mimarisi! Akıllara durgunluk verici bir doğa ve bayındırlık yıkımı.
Bu muhteşem görünümün yerini, daha yüz yıl geçmeden, çorak, kel tepeler alacak; uzun ağaç dizilerine kıyılacak, bahçeler, bostanlar, çayırlıklar öncesiz sonrasız kaybolacak; çiçek çelenklerini andırır köşklerin, yalıların, evlerin zarif mimarisi ucube yapıların dehşet verici mimarisizliğine evrilecektir. Çorak, kel tepelerdeki apartman siteleri son otuz yılın mimarisi! Akıllara durgunluk verici bir doğa ve bayındırlık yıkımı.
İsterdim ki, İstanbul ve şehircilik üzerine
konuşanlar, de Amicis’in çizdiği Boğaziçi’yle bugünkünü kıyaslasınlar ve
günümüzün görünümüne neden sürüklendiğimizi tahlil etsinler. Hiç değilse,
geriye kalanı, kılıç artığını korumak uğruna…
Bütün Boğaziçi baştan başa iskeleler
kuşanmıştır. Seyyah yirmi iskele sayar. İstanbul yalnızca payitaht değil, aynı
zamanda dünya başkentlerindendir. Sadece iskeleler bile bir dünya başkentinde
olduğumuzu söyler:
Boğaz’ın her biri olağanüstü güzel, ‘deniz
köşkü’ iskelelerine gezgin gözüyle baktığınızda, Türk hanımları, Avrupalı
hanımları, zabitleri, din adamlarını, haremağalarını, züppeleri görürsünüz.
Fes, sarık, kadın ve erkek şapkası bir aradadır. Yolcu vapurundan kalabalık
iner, iskelede bekleyen kalabalık vapura biner. Burada birçok dil birbiriyle
sarmaşır. Kimse kimseyi yadırgamaz, kimse kimseyle uğraşmaz. Diller arası
kardeşlik, giyimkuşamdaki çeşitlilik, insanlar arasında da sürüp gitmektedir.
Beyazla deniz mavisinin uyum sağladığı bu iskeleler, sadece elli altmış yıl içinde birer ikişer işlevsizleştirilecektir. Bazılarının önünden “kazıklı yol” geçiyor bugün. İskeleyle kazıklı yol arasında bir karış deniz, akıntısıyla ünlü Boğaziçi’nde, yoğun çerçöple durgunlaşmış.
Beyazla deniz mavisinin uyum sağladığı bu iskeleler, sadece elli altmış yıl içinde birer ikişer işlevsizleştirilecektir. Bazılarının önünden “kazıklı yol” geçiyor bugün. İskeleyle kazıklı yol arasında bir karış deniz, akıntısıyla ünlü Boğaziçi’nde, yoğun çerçöple durgunlaşmış.
Yüz otuz yıl öncesinin Boğaziçi mimarisi, bitki
örtüsüne, doğaya karışmak, katılmak, eşlik etmek ister gibidir. Yalılar suyun
üstünde yüzüyormuşçasına bir izlenim bırakır. Sarı, mavi, erguvanî evlerin
sarmaşıklarla, çiçek yangını taraçalarla örtündüğü gözlenebilir. Selvi, defne,
portakal ağacı ormanları; hemen her yalı bahçesinde camköşkler, yani
limonluklar. İtalyan edibinden iç burkucu bir tespit daha:
“Yalılar, köşkler, saraylar birbiri arkasına
yükselir, en yakındakilerden en uzaktakilere kadar bütün evlerin arasında her
şey yeşildir, her tarafta, aralarında beyaz çeşmelerin ortaya çıktığı ve ıssız
türbelerle camilerin kubbelerinin pırıl pırıl parladığı meşe, çınar, akçaağaç,
kavak, çam, incir tepeleri yükselir.”
Yarım daire şeklindeki Bebek küçük bir vadinin
gür yeşilliğine gizlenmiştir. Semt, git git, meşe ağaçlarıyla örülü bir tepenin
sırtlarına kadar uzanır. Karşı yakada kıpkırmızı gül bahçeleri.
Anadoluhisarı’na doğru, gül bahçelerinin kıpkırmızısına başka, canlı, göz alıcı
renkler de karışacaktır. Fıstık çamları âdeta fıstıkî, zeytinlikler âdeta
zeytunî. Hatta eflâtunumsu bağlar. Hepsi bir arada, Boğaz’ın köyleri boyunca
bir geçit töreninin duygulanımlarını bırakır. Hele, sonbahar yaklaştıkça.
Geçit töreni sürüp gider:
“Bu, bahçelerle taçlanmış İncirköy’dür.
İncirköy’ün yanında, bir ormanın içine saklanmış gibi duran Sultaniye,
Sultaniye’den sonra, bahçeler ve bağlarla çevrilmiş, koca ceviz ağaçlarının
altındaki Beykoz köyü.”
Yol alıp, Beykoz’un öbür tarafına geçince,
uzakta “eski Ameae”, yani Yalıköy. O zamanki Yalıköy, yeşil halı serilmişçesine
uzanıyor ve yeşil halıda daima sarı, kırmızı çiçek öbekleri. De Amicis,
görünümü, “büyük bir tablonun” taslağına benzetmekten kendini alamamış. Tabloyu
farklı iklimlerin bitki örtüleri, suyun değişik görüntüleri, o çağlayanlar,
dereler, o su yolları, bahçeler, koyu gölgelikler, denize vardıkça beliren
beyaz yelkenler, yelkenlilerin akıp gidişi tamamlıyor.
Seyyah handiyse donakalmıştır. Gördüğü manzara,
yeryüzünün en güzel kentlerinden birinde olduğunu fısıldamaktadır. Besbelli,
bir masal kenti! Beyaz yelkenler, nihayet, batan güneşin altında pembeleşiyor;
nihayet gökyüzü de uçsuz bucaksız pembeye çalıyor!..
Edmondo de Amicis masal kenti İstanbul’un
sonsuza dek varlığını korumasını temenni eder. Bununla birlikte, İstanbul’un
değişeceğini, tarihî görünümünü yitireceğini ilk fark edenlerdendir.
Huzursuz
bir önseziyle temennisini, eseri boyunca, birkaç kez tekrar eder. İstanbul’un
yarınından korkmaktadır.
İşte biz o yarını yaşıyoruz.”
-Selim İleri-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder