Sayfalar

10 Ekim 2013 Perşembe

20 Ağustos 2013...ÇAVDARHİSAR / AIZANOI...

Bir İlham Perisi’nin izinde...

İnönü’yü geride bırakıp yola kaldığım yerden Kütahya istikametinde devam ediyorum, Porsuk Barajı ve Frig Vadisi solumda aşağılara doğru iniyor ve Kütahya’da oyalanmadan, günümüzdeki adını, bir zamanlar Ankara-Eskişehir civarlarında yaşamış Moğol kökenli Kereit (Karait) Kabilesi’nin Beyi Alıncak (Almak) Noyan’ın oğlu Çavdar’dan alan Çavdarhisar’a varıyorum...





Ama benim amacım, adı bugün Çavdarhisar olan kasabayı görmek değil, adını Tanrıların kralı Zeus’un, bellek tanrıçası Mnemosyne ile yaşadığı dokuz gecenin meyvesi olarak dünyaya gelen ve her biri birer müz* olan dokuz kızından birinin, Korolu ve Lirik Aşk Şiirlerinin İlham Perisi Erato ile Friglerin efsanevi atalarından Arcas’ın Azan isimli oğullarından alan ve Frigya’ya bağlı olarak yaşamlarını sürdüren Aizanitis’lerin ana yerleşkesi olan Aizanoi Antik Kenti’ni bir kez daha görmek...



Çoğunlukla Lir ile birlikte tasvir edilen, Korolu ve Lirik Aşk Şiirlerinin İlham Perisi Erato



*Müz: (veya Musa) Yunanca “Mousai” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen “men” kökünden gelmektedir. Müzler, Yunan Mitolojisinde, ilham tanrıçaları, ilham perileridirler. Müzler Tanrıların Kralı Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne’in kızlarıdır. Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiş ve her gece için de bir müz doğmuştur.
9 Müz: Kleio - Tarih, Thalia - KomedyaTerpsikhore - Dans,
Euterpe - Flüt (müzik), Polymnia - Kutsal Şiirler,
Kalliope - Destan ve Epik ŞiirErato - Korolu ve Lirik Aşk Şiirleri,
Urania - Gök BilimiMelpomene - Tragedya’nın ilham perisidirler.

Müz’lerin adları hemen hemen her şiirde geçer, ancak kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler. 
9 Müz; Kleio, Thalia, Terpsikhore, Euterpe, Polymnia, Kalliope, Erato, Urania, Melpomene
9 Müz Sarkofajı (Lahti) - Louvre Müzesi 
Kütahya-Uşak karayolunda Kütahya şehir merkezinden 58 km. kadar sonra Çavdarhisar’dayım, aslında bu ilk kez gelişim değil, yıllar önce Didim yollarında bir kez daha bu güzergahı kullanmış, kızlarım Derya ve Defne ile de önceden hiç bir bilgimiz olmayan bu kente geçerken yol kenarındaki tabelasını görüp dalmıştık.
İsveçli fotoğrafçı Pehr Vilhelm, bilinen adıyla Gustave Guillaume Berggren (1835-1920), bir gemi yolculuğu sırasında uğradığı İstanbul limanında karaya çıkınca, yolculuğunun devamından vazgeçti. Doğu'nun bu gizemli şehrini gördüğü anda burada kalmaya karar vermişti. 1870'li yılların başında Pera'da bir stüdyo açan Berggren, İstanbul'un en güzel görüntülerini usta tekniği ve kompozisyon anlayışı ile belgelemişti. Berggren, Anadolu-Bağdat Demiryollarını inşaa eden Almanlar ile anlaşarak demiryollarının takip ettiği güzergahtaki değişik kentlerde fotoğraflar çekmişti. 1888 yılında II. Abdülhamid’in Türk ordusunu modernleştirme çalışmalarına katkıda bulunmak için Alman Heyeti ile Türkiye’ye gelen ve Osmanlı ordusunda köklü reformlar gerçekleştiren Prusyalı Baron Colmar Von der Goltz Paşa’ya refakat ederek, bir Anadolu gezisine çıkmış, bu sırada İzmit, Adapazarı, İznik, Bilecik, Eskişehir, Manisa, Soma, İzmir, Salihli, Afyon, Kütahya, Ayaş, Akşehir ve Konya’yı da ziyaret etmiş, belgesel niteliğinde fotoğraflar çekmişti. Bu fotoğraf da o seyahat sırasında çektiği ve “Aezani, Temple de Jupiter” güneydoğu diye adlandırarak imzaladığı bir seri fotoğraftan birisidir.

Belki de Anadolu’nun en iyi korunan (daha doğrusu ayakta kalabilen dersek daha doğru olacak, zira Türkiye’de koruma kavramı tartışılır) tapınağı’nın karşısındayım işte, yeniden...
Yıllar, sadece tapınak alanına girişte, arkanızdan oturduğu kulübesinden ancak “buyrun!..” diye seslenerek kendini belli edebilen bir bilet kesme görevlisi gibi bir değişiklik göstermiş burada, yoksa tapınak aynı tapınak, bakımsızlık aynı bakımsızlık...
Bileti alıp, o paraların ne şekilde kullanıldığı sorusunu da bir kenara bırakarak, yıllar önce çocuklarla geldiğimde bize nereden çıkıp geldiğini anlayamadığımız bir gönüllü rehberin kendiliğinden beklentisizce anlattıklarından aklımda kalanlarla tapınağa doğru ilerlemeye başlıyorum...

Özensiz derme çatma bir tel örgü ile sağlanan güvenlik ve özensiz bir tabela
Gustave Guillaume Berggren (1835-1920) Aezani Temple de Jupiter Batı, 1888
Gustave Guillaume Berggren (1835-1920) Aezani Temple de Jupiter Kuzeydoğu, 1888
Aizanoi Tapınağı Kuzeydoğu, günümüz
Gustave Guillaume Berggren (1835-1920) Aezani Temple de Jupiter Kuzey, 1888
Aizanoi Tapınağı Kuzey, günümüz

Aizanoi Zeus Tapınağı
Tapınağı çevreleyen Peristasis denilen sütun dizisinde kısa yanların her birinde 8’er, uzun yanlarda 15’er başlıkları İonik tarzda monolit (Roma çağı yapılarında sütunlar genellikle tamburlardan oluşsa da burada farklıdır ve tek parçadır) ve 24 yivli sütunlar yer almakta.
Tapınak ayakta olmasına ayakta, ancak keşke sütunların yeniden ayağa kaldırılması sırasında biraz daha özenli davranılsa da o beton merdiven basamakları ve sütunların altındaki beton kaideler olmayaymış...
Sadece Cella’ya (naos/iç mekan) girmeden önceki holün (Pronaos) önündeki 4 sütunun ve Cella’nın arkasındaki dışarı açık Arka Odanın (Opisthodomos) önündeki 2 sütunun başlıkları kompozit tarzda.


Aizanoi Zeus tapınağındaki taş işçiliğinin bir önemli özelliği de sütunlar ile sütun başlıklarının aynı taş bloğundan çıkarılarak yapılmış olması. Tapınağın Kuzeybatı yönündeki köşesinden (ki tek sağlam kalan köşe budur) başlayarak eninde 5, derinliğinde de 10 sütun bugün ayakta görülebilmekte. Sütunlarla iç mekanlar (pronaos, cella ve opisthodomos) arasındaki uzaklık, sütunlar arasındakinden iki defa daha geniş, böylece burada “Pseudodipteros” tipi bir tapınak planı uygulanmış denilebilir.
Tapınak Roma İmparatorluk çağı tapınaklarından, ancak Helenistik dönem geleneğine uygun olarak kesme taştan ve helenistik çağın işçiliğinden hiç de aşağı kalmayacak bir işçilikle harçsız olarak inşaa edilmiş. Doğu - Batı yönünde inşaa edilen tapınağın girişi Doğu yönünde, bugün genellikle sağlam kalan Batı yönünden girdiğimiz için tapınağın girişine ters kalmaktayız. Sütunların oturduğu 32.96x36.91 metre boyutlarındaki 7 basamakla çıkılan podyumun (Stylobate) altında ve Arka Odadan (Opisthodomos) demir bir bir merdiven ile inilebilen beşik tonozlu bir tapınak daha mevcut. Alışılmadık özelliğiyle bu çifte tapınak benzersiz ve tek örnek. Bu zemine gömülmüş olarak ve dışardan belli olmayan tapınak ise Anadolu Ana Tanrıçası Kybele’ye adanmış olduğu söylenir. 


Yaklaşık 1700 yıldır birbirine kenetlenmiş taşları ile
sapasağlam duran tüm haşmetiyle o beşik tonoz
Duvarlardaki havalandırma şaftlarından sızan gün ışığının
1700 yıllık mekanda yarattığı olağanüstü ışık oyunları...
 Bugüne dek tapınağın kuzeybatı üçgen çatı alınlığındaki orta kürsü taşında bir kadın büstünün bulunması, tapınağın yalnız tanrıların babası Zeus'a değil, aynı zamanda Tanrıça Kybele'ye de adanmış olduğunun bir göstergesi sayılırken, son zamanlarda yapılan araştırmalar, tapınağın hem Zeus ’a hem de Kybele'ye adanmış olamayacağını ortaya koymaktaymış.
Yazın en sıcak gününde bile, çok serin ve havadar olan bu harika ışık oyunlarının daha da etkili kıldığı beşik tonozlu alt yapının belki de kehanet yeri veya tapınağın deposu işlevini gördüğü düşünülmekteymiş.

Görünen o ki, bugün de tapınağın altındaki o muhteşem beşik tonozlu mekan, sağda solda bulunmuş, işlenmiş yapı taşları parçalarını saklamak için bir depo niyetine kullanılmakta.
Ancak, her hangi bir düzen ve de güvenlik sağlanması nedense düşünülmemiş.
Resimlerde de rahatça görülebildiği gibi parçaların büyükçe bir kısmı rahatlıkla bir sırt çantasına sığabilecek büyüklükte...



Tapınağın üzerindeki üçgen alınlığın orta noktasına yer alan kadın büstü ve bitki süslemeleriyle bezenmiş olan kürsü taşı (Arkoter) ise, bugün tapınağın önünde, buluntu yerine yakın bir yere sergilenmekte.
Kadın figürü ve Bitki süslemeli Arkoter, bu sanıldığı gibi Kybele değil de
Korolu ve Lirik Aşk Şiirlerinin İlham Perisi Erato olmasın yoksa...
Erato’nun “Lir”le birlikte tasvir edildiğini düşünür ve yazının başındaki Erato heykeline bakacak olursak sanki bu kadın başının sağ ve solunda yer alan kavisli bitki motifi gibi yorumlanan unsur pekala da “Lir” olabilir, iki kolu birleştiren yatay bağı da hesaba katarsak.
Neden olmasın?..

Aizanoi, 1824 yılında Avrupalı gezginlerce keşfedilmiş ve 1830/40’lı yıllarda incelenmiş ve tanımlanmış. 1926 yılında M. Schede ve D. Krecker başkanlığındaki Alman Arkeoloji Enstitüsü kazıları başlamış. Daha sonraları ara verilen çalışmalara 1970 yılında R. Naumann tarafından yeniden başlanmış ve halen devam edilmekteymiş.

En parlak dönemini II. ve III. yüzyılda yaşamış olan kent, Bizans döneminde piskoposluk merkezi olmuş. Kentte Zeus tapınağı’nın dışında Tapınağın Kuzeyinde, yine başka Anadolu antik kentlerinde görmediğimiz şekilde inşaa edilmiş olan büyük bir Tiyatro ve onunla bir bütün oluşturan bir Stadyum mevcuttur. 



Yine Stadyuma doğru giderken solda biri mozaikli olmak üzere iki Hamam ve Gymnasium yer alıyor. Antik çağda adı Penkalas olan Kocaçay üzerinde ise var olan dört köprüden bugün iki tanesi halen kullanılır durumda. Tapınaktan ayrılıp gelirken geçtiğimiz köprüye varmadan Kocaçay’ın Batı kıyısına paralel ilerleyen yola saptığımda terkedilmiş gibi duran bu nedenle de günümüzde artık kullanılmadığını düşündüğüm eski Çavdarhisar evlerinin arasından ilerleyip diğer köprüye ulaşabildim.


İki yakayı birbirine bağlayan dört taş köprüden beş kemerli olanı günümüze dek korunagelmiş ve kullanılmakta. Gerçi üzerine bana biraz haince ve insafsızca gelen bir uygulamayla güçlendirmek adına beton bir tabliye atılmış olsa da hala güzelliğini korumakta. Köprü korkuluğunun kaidesi üzerindeki yazıttan, açılış merasiminin M.S. 157 yılının Eylül ayında yapıldığı anlaşılmakta. 


Yazıt ve kabartmalı iki korkuluk taşı bugün dördüncü köprünün önünde sergilenmektedir. Kabartmada, köprüyü bağışlayan M. Apuleius Eurykles'in deniz yolculuğu gösterilmektedir.
Çayın serin sularında yüzyıllardır yan gelip yatan antik yapı taşları
Bu antik taşlar da orada rastladığım çaya girmeye hazırlanan köyün yeni yetmelerinin söylediğine göre “O” ağacın altında buluşan genç çiftlerin konuşmalarına tanıklık etmiş dilsiz ve sessiz şahitler olsa gerek.
Eurykles, İmparator Hadrian tarafından kurulan, Panhellenion denilen Hellen Birliği'nde, M.S. 153 ve 157 yılları arasında Aizanoi’u Atina'da temsil etmiş ve M.S. 157 yılının sonbaharında Aizanoi'e geri dönmüş.
“O” ağaç ve yeni yetmeler suda serinliyor, arka planda da beş gözlü Roma Köprüsü 
1970 Gediz Depremi sırasında köydeki bir caminin yıkılmasıyla altında yuvarlak bir yapı kalıntısının varlığı ortaya çıkmış, araştırıldığında bu yapının dünyanın ilk borsa yapısı olduğu anlaşılmış.

M.S. II. yüzyılın 2. yarısında, olasılıkla gıda pazarı olarak kullanılmış olan bu yuvarlak bir yapı (Macellum) 1971’de kazılmış.

Depremde yıkılan Caminin minaresinin kaidesi hala ayakta


Borsa Yapısının Batı Girişi, arka planda yıkılan caminin yerine yapılmış olan yeni cami
Yuvarlak biçimli bu yapının duvarlarındaki yazıtlar burada satılan malların fiyatlarına ilişkin açıklamalar içermekte. M.S. 301 yılında İmparator Diocletian'ın enflasyonla mücadele için yaptığı ücret tesbitlerinin bir kopyası yuvarlak yapıyı çevreleyen taş blokların üzerine hem Latince hem Grekçe olarak yazılmış.


Roma İmparatoru Dicletian’ın tesbit ettiği ücretler
Bu yazıtlarda İmparatorluk pazarlarında satılan tüm malların satış ücretleri yer almaktadır. Batı ve Doğu olmak üzere iki girişi bulunan yuvarlak binada,bulunan yazıtlarda meyve, post, kürk, deri eşyalar, örgü, ahşap ve ahşaptan yapılma eşyalar, ayakkabı, sepet, ham kumaş, saf kumaş, ipekli kumaş, altın, gümüş, mermer, çeşitli ip, yabani ve evcil hayan, köle, tıbbi ve kimyevi ilaç ve bitkiler, baharat ve nakliyat ücretlerinin ne kadar olması gerektiği belirtilmiş. Örneğin 8. blokta, 16-40 yaşları arasında bir kölenin, iki eşek fiyatına yani 30.000 dinara, bir atın ise üç köle ücretine eşit olduğu yazmaktadır. Yine aynı blokta aslan, leopar, ayı, geyik, yabani eşek gibi hayvanların ücretlerinden de söz edilmektedir. Tahıl’ın her ordu ölçeği (kuru madde ölçeği:17,51 litre) 100 dinar, Arpave Çavdar’ın her ordu ölçeği 60 dinar, Piceum Şarabı’nın her bir İtalya sextariusu (Roma ölçüsü, yarım litreden biraz fazla) 30 Dinar, 1. Kalite Yağ'ın her bir İtalya sextariusu 40 dinarmış.

Borsa yapısının kuzeydoğusunda ise M.S. 400 yıllarına tarihlenen sütunlu bir cadde bulunmaktadır. Sütunlu caddenin her iki yanında malların satışa sunulduğu dükkanlar ve atölyeler yer almaktaymış. Caddedeki sütunlar daha önceki dönemlere ait antik yapılardan sökülerek buraya getirilmiş. Bu caddenin VI. yüzyıla kadar varlığını koruduğu ve olasılıkla bir depremle yıkıldığı düşünülmektedir.



Sütunlu caddenin zemini oluşturan mermer bloklardan birinin üzerindeki Geyik kabartması
MS. 1300 yy.’da Aizanoi, Çavdar tatarlarının merkezi olmuş denilse de adının buradan kaynaklandığı ifade edilse de bu kesin bir bilgi değildir. Çavdarhisarlılar kendilerinden önceleri orada yaşamış olan Aizanoililerle ilgili bilgileri günümüze taşımış, fakat Çavdar Tatarları ile ilgili hiç bir bilgi, hikaye rivayet yok. Bugünkü Çavdarhisar ahalisinin Tatarlık konusunda hiç bir bilgisi olmaması Kendilerine Çinli ve Avrupalıların Tatar dediğini bilmemesi veya kabullenmemiş olmaları ihtimali var. Kendilerine Tatar denilen bazı savaşçı gurupların Çavdarhisar’da üs kurmuş oldukları inanılır belgelerde belirtilmiş olduğu da bir gerçek.
Çavdar Tatarları’nın antik taşlara kazıdığı atlı figürleri
Çavdar Tatarları at ve atlıların yanı sıra tapınağın orijinal bezemelerinden olan meander desenini de kopyalayıp taşlara kazımayı ihmal etmemişler, belik bir can sıkıntısı anında yapmış olabilir bir tatar süvarisi...
Milattan sonra 7. yüzyılda Aizanoi’nin önemi giderek azalmış, tapınağın bulunduğu alan, Orta Çağ’da bir hisara dönüştürülmüştür. Osmanlı Beyliği’nin kuruluş döneminde, Osman Bey Mekece, Akhisar, Geyve taraflarını ele geçirmeye çalışırken (1304), Çavdar Tatarları, Karacahisar pazarını yağmalamak için harekete geçmişler, bunu Eskişehir’de öğrenen Orhan Bey, onları Oynaş Hisarı’nda yenmiş, başta beyleri olmak üzere çoğunu tutsak almıştı. Seferden dönen Osman Bey, Çavdar beyini bağışladığı gibi, oymağın yerine dönmesine de izin vermişti. Yıldırım Bayezit döneminde ise Osmanlı devletinin hizmetine giren Çavdar Tatarları, Ankara Savaşı’nda (1402) saf değiştirerek Timur’un tarafına geçmiş, Timur’un Anadolu’dan ardına takarak götürdüğü yaklaşık 50.000 Kara Tatar’lardan geriye kalan küçük bir grubun ise Çavdarlı’da yerleştikleri ve burada bir üs kurdukları belgelenmiştir. Çavdarhisar adının da buradan kaynaklandığı düşünülmektedir. Aslen Tatar olmayan, Türk boylarına mensup ve Müslümanlığı kabul etmiş olan Kereit’lere Tatar denmesinin nedeni ata binen, iyi kılıç kullanan, gözü pek, cesur ve savaşçı bir topluluk olmalarından ve Cengiz Han ile birlikte hareket ediyor olmalarından kaynaklanabilir. Bugün Çavdar Tatarları’nın Hisar, Kale veya askeri üs olarak kullandıkları tapınak bölgesinde, Tapınak duvarlarına çizmiş oldukları, at figürleri, atlı ve savaşçı figürleri onların varlığının en önemli göstergeleridir.
Yine meander deseni, ancak bu sefer biraz daha muntazam kopyalanmış.

Aizanoi, bugün Unesco Dünya Mirası
geçici listesindedir.

2 yorum:

Vural Yiğit dedi ki...

levent bey,
Çavdarhisar sununuz harika. Haırlamakta olduğum bir yazı için alıntılar yapabilir miyim?
Sevgiler,
Vural Yiğit

Levent Civelekoğlu dedi ki...

Sayın Vural Bey, Elbette kaynak belirtmek suretiyle alıntılayablirsiniz. memnun olurum. Kolay gelsin. Yazınızı da paylaşırsanız okumaktan da keyif alırım. Belli mi olur bende sizden alıntı yaparak bloğumugeliştirebilir güncelleyebilirim.