Robert André Mallet,
mimarlık tarihinde, mimarlık eğitimi öncesinde değiştirdiği adı ile tanınan:
mimarlık tarihinde, mimarlık eğitimi öncesinde değiştirdiği adı ile tanınan:
ROB MALLET-STEVENS
1886 yılında Paris’te doğan Robert André, 1910 yılında E.S.D.A. Ecole Speciale d'Architecture’dan birincilikle mezun olan bir mimardı. Modern mimarinin önde gelen isimleri arasında belki adı ilk akla gelenlerden değildi ama 70’li yıllarda sanki yeniden keşfedilmiş gibi hakkında birçok araştırma başlatılmış ve eserleri ile ilgili koruma organizasyonları oluşturulmuştu.
Mimar Rob Mallet-Stevens (1886 - 1945) |
Rob Mallet - Stevens Fransa'da Art - Deco veya Kübist bir mimar olarak tanımlansa da onun belli bir stile ya da akıma tamamen kapılmış olduğunu söylemek çok doğru olmaz, O daha çok kendine has, futuristik denilebilecek bir yaklaşımla bulunduğu yeri hep özel kılma çabası içerisinde olmuştur. 1920’lerin ve 30’ların en popüler ve kibar mimarıydı Fransızlar için. Her zaman şık ve bakımlıydı, karizmatikti, özellikle bayan hayranların dikkatini çeken bir centilmendi. Guerlain’in Jicky adlı kolonyasını kullanır, tutkuyla sevdiği LUCKY STRIKE sigaralarını özel armalı siyah lake bir ağızlıkla tüttürürdü.
GUERLAİN “Jicky” |
Lucky Strike sigaralarının 1933 magazin reklamı |
Gropius ve Le Corbusier kadar tanımadığımız, ancak mimaride kübizm akımının Le Corbusier ile birlikte en önemli öncülerinden biri olan Rob Mallet-Stevens ülkesi Fransa dışında yegâne çalışmasını Türkiye’de, İstanbul’da, hem de şehrin bugün için merkezi denilebilecek bir yerinde gerçekleştirmişti.
Atatürk’ün direktifleriyle Fransız uzmanlar tarafından kurulan Mecidiyeköy İnhisarlar İdaresi Likör ve Kanyak Fabrikası için,
1930 yılında davetli olarak Türkiye’ye gelmiş ve bu projeyi çizmiş
ve inşaasında da bulunmuştu.
1930 yılında davetli olarak Türkiye’ye gelmiş ve bu projeyi çizmiş
ve inşaasında da bulunmuştu.
Yapı zaman içerisinde bir takım özelliklerini yitirmiş olmakla birlikte çok az bir deformasyonla 2012 yılına kadar ulaşabilmiş ancak ne yazık ki rant uğruna yapılan tüm müdahalelere ve çıkarılan tüm koruma kararlarına rağmen yıkılmaktan kurtulamamıştı.
O nadir Cumhuriyet Dönemi Sanayi yapılarından birisiydi.
İstanbul İnhisarlar İdaresi
O nadir Cumhuriyet Dönemi Sanayi yapılarından birisiydi.
* * *
Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası
Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası, 1930’lu yıllarda Rob Mallet-Stevens tarafından art deco çizgiler taşıyan pürist bir yaklaşımla tasarlanmıştı. Giriş pavyonunun eğrisel çizgiler taşıyan yalın kütlesi ile fabrika yapısının yatay boşluklarla hareketlendirilmiş prizmatik kütlesi 1930’ların mimari dilini yansıtmakta, ana üretim binası galerili ve çok katlı bir kütle ile bu bloğun her iki tarafına eklemlenen L biçiminde daha alçak iki kütleden oluşmaktaydı. İç mekânda ise yine art deco çizgiler ağır basmaktaydı.
Fabrika, zaman içinde üretim teknolojilerinin gelişmesi ve farklılaşmasının yanısıra, üretim artışı nedeniyle bazı değişiklikler geçirmiş, giriş pavyonu Ali Sami Yen Stadyumu inşaatı sırasında yıkılmış, yapı kompleksinin mimari dilinin bütünlüğü açısından en önemli kayıp olmuştu. 2000 yılında üretimin durdurulmasının ardından, 2002 yılında fabrika ana üretim binasının büro işleviyle kullanımına yönelik kapsamlı bir dekorasyon çalışması yapılmış, yapının iç ve dış mekânında yapının özgün karakterinin okunmasını güçleştiren değişiklikler gerçekleştirilmişti.
Fabrika, Büyükdere Caddesi’nin Zincirlikuyu yönünde konumlanmış ve 20. yüzyıl başlarına dek bağ ve bahçeleriyle yerleşim dışı bir alan olan yeşil Mecidiyeköy’ün korunabilmiş tek arazisiydi. Ayrıca, 1997 yılında HABITAT İzleme Grubu, imar planında ticaret ve iş merkezi alanında kalan ve TEKEL Genel Müdürlüğü tarafından iş merkezine dönüştürülmesi gündeme gelen fabrika arazisinin ve içindeki kültür ve tabiat varlıklarının koruma altına alınması amacıyla tescil edilmesini talep etmişti.
1931 yılında “Mimar” Dergisi’nin 2 sayısında yer alan inşaat ilanı. |
İnhisarlar İdaresi Likör ve Kanyak Fabrikasının inşa edildiği ilk yıllardaki Büyükdere Caddesi Cephesi (Docomomo* Arşivi) |
Mandalina Likörü etiketinden detay. |
Ali Sami Yen Stadı yıkıldıktan sonra Fabrikanın havadan görünüşü. ( Bu resimde solda duran fabrika bacasına özellikle dikkat edelim ! ) |
Fabrikanın yükleme bölümünün yıkılmadan önceki son hali ve dünü |
İstanbul İnhisarlar İdaresi Likör ve Kanyak Fabrikasının ürettiği Vermut etiketi ve etikette Likör Fabrikası. |
Vermut etiketinden detay. |
Fabrikanın giriş pavyonu, Ali Sami Yen Stadının yapımı sırasında yıkılmıştı. |
Fabrika yıkılmadan kısa bir süre öncesine kadar kullanılan giriş |
Fabrikanın içinden eski bir görüntü, aşağıdaki yıkılmadan önceki haline bakılınca birçok orijinal detayın zaten zaman içerisinde nasıl yok olduğu görülebilmekte. |
Baca yıkılırken :( |
Yeniden ihya edilecek olan Giriş Pavyonu |
Fabrika kompleksi, taşıdığı özgün mimari niteliklerinin yanısıra, tasarımcısı bağlamında “tek olma” ve Türkiye endüstri tarihine getirdiği “teknolojik yenilik getirme” nitelikleri bağlamında özenli bir belgeleme ve değerlendirmeyi hak etmekteydi, O nedenle Rob Mallet-Stevens’in tasarımının yok olmasının yanısıra,
Mecidiyeköy’ün kentsel kimliğini belirleyen önemli bir alanın bu kimliğin
önemli bir parçasını yitirmesine neden olacak bu karar, 2006 yılında yeniden
gündeme getirilmiş ve tescil kararının alınması sağlanmıştı.
Atatürk’ün direktifleriyle “Mecidiyeköy
Likör ve Kanyak Fabrikası”nı kuran Fransız uzmanlar 1939 yılına kadar fabrikada çalışmış, fabrikada Tekel’in dünyaca ünlü likörleri ve Fransız kanyağıyla rekabet eden kanyağı
üretilmişti.
Kurulduğunda 48 dönüm olan Fabrikanın arazisinin 13 dönümünün üzerine 1955’te yapımına başlanan ve 1964’te tamamlanan Ali Sami
Yen Stadı inşaa edilmiş, Boğaziçi Köprüsü yapılırken, çevre yolları ve Mecidiyeköy viyadüğü için 11 dönümlük arazisi de Karayolları’na
devredilmiş, 24 dönüm arazisi kalmıştı. Fabrika binaları bu arazinin içinde 4.600
m2 alanı kaplıyordu.
Vefa Zat, İstanbul Ansiklopedisi’nde “1940’lı yıllarda fabrika bahçesinde likör yapımında kullanılan adaçayı, nane, kekik gibi tonik nebatlar ile gül yetiştirildiğini anlatır. Fabrikanın karşısındaki yolun başında bir Hamidiye suyu çeşmesi ” bulunduğundan söz eder.
Yıkılmalarından önce Ali Sami Yen Stadı ve Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası |
1974 Mecidiyeköy Viyadük İnşaatı sırasında |
Ali Sami Yen Stadı ve Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası yıkılmadan önce |
Vefa Zat, İstanbul Ansiklopedisi’nde “1940’lı yıllarda fabrika bahçesinde likör yapımında kullanılan adaçayı, nane, kekik gibi tonik nebatlar ile gül yetiştirildiğini anlatır. Fabrikanın karşısındaki yolun başında bir Hamidiye suyu çeşmesi ” bulunduğundan söz eder.
Mecidiyeköy, İmam Feyzullah sokaktan eski bir fotoğraf |
Vefa Zat, Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası’nda 1945 yılında ambar memuru olarak göreve başlamış, daha sonra Müdür Muavini olarak çalışmış ve 1989 yılında emekli olmuş olan Talat Dura ile yaptığı söyleşiyi, bir yazısında şu şekilde aktarmaktadır:
“Fabrika
1930 yılında Büyükdere Caddesi’nde, o dönemdeki adıyla Maslak yolu üzerinde,
bağ ve bahçelerle çevrili 108 rakımlı tepe üzerinde kurulmuş, Maslak Yolu
olarak adlandırılan bu yol, Mecidiyeköy Tramvay depose’nu geçtikten hemen sonra
başlayıp Zincirlikuyu’ya kadar devam eder. O dönemde bu daracık yolun her iki
tarafında sıra halinde çam ağaçları bulunmaktadır. Yol ince bir asphalt
olmasına ragmen, yolun kenarlarında yer yer hendekler vardır. Yolun sağ
tarafındaki Galatasaray Spor Kulübü’nün antreman sahasının bitişiğinde
fabrikanın bahçesi yer alır. Antreman sahası ile bahçeyi bir tel örgü
ayırmaktadır. Fabrikanın giriş bölümüyle Maslak Yolu arasında ise küçük bir
patika yol vardır ve fabrika görevlileri bu patika yolu kullanırlar. Bahçenin
GS antreman sahasına* bakan bölümünde adaçayı, nane, kekik gibi tonik nebatlar
yetiştirilir. Bu tonik nebatlar ve ön bahçede bulunan gül ağaçlarında
yetiştirilen güller likör imalatında kullanılır.”
* GS antreman sahası: Galatasaray kuruluş yıllarındaki maçlarını, Kadıköy’de Papazın Çayırı adı verilen alanda yaparmış. Taksim Stadı'nın hizmete açılmasıyla birlikte sarı-kırmızılı ekibin maçları Avrupa yakasına taşınmış.1933 yılında Taksim Stadı'nın istimlak olup Gezi Stadı’na dönüşmesiyle birlikte yeni bir stad arayışına geçen sarı-kırmızılı yöneticiler, o devrin Kulüp Başkanı Ali Haydar Barşal'ın çabalarıyla bugünkü Ali Sami Yen Stadı'nın ilk adımını atmış. 1936'da yapımına başlanan stat, 1940'ta 30 yıllık bir süre için Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü tarafından Galatasaray Kulübü'ne kiralanmış. Bu stad Muslihittin Peykoğlu, Sedat Kantoğlu ve Tevfik Ali Çınar'ın çalışmaları sonucunda 15 bin seyirci kapasitesi ile 1945'te hizmete girmiş ve burada Milli Küme maçları oynanmaya başlamış. Stadın ismi olarak da kulübün sembollerinden Ali Sami Yen seçilmiş. Ancak Galatasaray'ın zafereden zafere koşması sonrasında bu stadın kapasitesi de yetersiz kalmış ve 1950 yılında genişletme çalışmalarına başlanılan stat konusunda Galatasaray Kulübü ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü arasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden yenileme işlemi 5 yıl süreyle durmuş.1955'te yapımına tekrar başlanan stat, ödenek yetersizliği ve gerekli izinlerin geç verilmesi yüzünden ancak 1964'te tamamlanabilmiş.
30’lu yıllarda Mecidiyeköy dutlukları |
Mecidiyeköy 1947 |
30'lu yılların Mecidiyeköy’ünden bir aile villasının önünde hatıra fotoğrafı |
“Fabrikanın sağ tarafı ise tamamen dutluktur. Bu dutluğun
ortasından akan küçük bir dere, aşağıda Fulya Deresi’yle buluşur. Fabrikanın
arka tarafında ise, bir prensese ait olduğu rivayet edilen terk edilmiş bir
villa ve bu villanın aşağı kısmında bir amirale ait bina bulunmaktadır. Bu
bölümde iki bina tamamen dut ağaçlarıyla çevrilidir. Fabrikanın arka tarafından
bakıldığı zaman, karşı yakada Üsküdar, İstanbul yakasında da Sarayburnu’ndan
Eminönü’ne kadar uzanan bölüm görülmektedir.”
Vefat Zat**, yazısında o dönem fabrikanın ürettiği Likörlerden de övgüyle ve şöyle bahsetmekte:
“Fabrika
üretime başladığı yıllarda likör türleri özgün dizaynlarda hazırlanmış
şişelerde piyasaya sürülüyor, bu likörler için taşbaskı etiketler kullanılıyordu.
Bu çeşitlerden, Sarı Likör, Kümmel ve Katran (Goudron) likörleri daha sonraki
yıllarda üretimden kaldırılmıştır. Fransiz uzman ve teknisyenlerin imalatta
etkin olduğu dönemlerde bu likörlerin bazıları için seramik şişeler
kullanılıyordu. Bu seramik şişeler pek itibar görmemesine ragmen, 1947 yılında
‘Sanayi sergisi’ için özel olarak imal edilmiş seramik şişelerdeki likörlerimiz
oldukça beğenilmiş, sergiyi ziyarete gelenlerin hemen hepsi bu likörlerden bir
veya birkaç tane almıştır. Bu serge ‘Spor ve Sergi Sarayı’nın açıldığı yıl
düzenlenen ilk sergilerden biridir. Ve bu seramik şişeler, ‘Eczacıbaşı Seramik
Fabrikası’ atölyelerinde üretilmiş, üretim çalışmalarını bizzat Nejat
Eczacıbaşı denetlemişti.”
“Likör
ve Kanyak Fabrikası kurulmadan once, Tekel İdaresi’nce, o dönemdeki adıyla “I.
Meşrubat’ı Küulliye İdaresi’nce suni konyak üretilmiş ve konyağın etiketi İhap
Hulusi tarafından çizilmişti. Bu konyak için bir dönem altın varak taşbaskı
etiketler kullanılmıştı.”
“Fabrika
kurulduktan sonra üretimine başlanan “Hennessy” tipi konyağa, konyak adı
verilmesi istenince Fransızlar bunu bir dava konusu yapmışlar. Bir söylentiye
gore, Fransızlar bunu dava konusu yapınca, zamanın ilgilileri durumu Yüce Önder
Atatürk’e bildirmiş, Atatürk kanı yakar derecede bir özelliğe sahip olan bu
konyağa, ‘Kanyak’ (Kan-Yak) adını vermişti.”
**Vefa Zat: 1941 yılında İzmir’de doğan barmen, yazar. 15 yaşındayken “barboy” olarak çalışmaya başladığı İstanbul Hilton
Oteli’nden “bar supervisor” unvanıyla emekli olmuş, THY’de iki yıl eğitmenlik
yapmış, Özel Turizm ve Otelcilik Lisesi’nde “Servis-Bar” ve “İçki Yapımı
Teknolojisi” dersleri vermiştir. İnönü’den Bayar’a, Kraliçe Elizabeth’ten De Gaulle
ve Şah Rıza Pehlevi’ye kadar birçok “tarihî” isme servis yapan Vefa Zat,
Uluslararası Barmenler Kulübü ve Barmenler Derneği Onur Kurulu üyesidir.
Kariyerinde “Huzur”, “Golden Martini”, “Banana Sour”, “Apple Punch”, “Eggnog”
gibi kendine özgü kokteylleri bulunur.
Kitapları: Kokteyl Sanatı, Bilge Karınca Yayınları, Şubat
2003, Balık Yemekleri Fethi Güngör Usta ile Geleneksel Meyhane
Mutfağından (Ciltli), Bilge Karınca Yayınları, 2004, Ömür Çiçekleri, Bilge
Karınca Yayınları, 2002, Eski İstanbul Barları, İletişim Yayınevi, 1999,
Bar-Servis ve Kokteyl Rehberi, Der Yayınları, 2000, Uluslararası Kokteyller,
Der Yayınları, 1997, Adabıyla Rakı ve Çilingir Sofrası, İletişim Yayınevi,
Ağustos 2003, Eski İstanbul Meyhaneleri, İletişim Yayınevi, 2002, Biz Rakı
İçeriz, Overteam yayınları, 2008.
Likör
fabrikası, “fabrika binası ve arsa” olarak değil de, sadece “arsa olarak”
satılmış, satışla ilgili tartışmalarda ne yazık ki anıtsal yapı olan fabrika
binasının korunmasından hiç söz edilmezken, sadece “asırlık” ağaçların
korunmasından söz edilmiştir.
Rob Mallet - Stevens, çağdaşları olan Auguste Perret, Patout gibi klasik cephe desenleri, kompozisyon ve oran kuralları eğitimi veren Paris Beaux-Arts (Güzel Sanatlar Akademisi) formasyonundan değil de 1864 yılında Viollet - Le Duc'ün öğrencisi Emile Trelat tarafından kurulan ve rasyonelliğin, mimaride hijyen düşüncenin oluşumu ve mimarlık mesleğinin reforma uğraması inancıyla eğitim veren E.S.D.A, Ecole Speciale d'Architecture'ın mezunu olduğu için, meslektaşları ile arasında bazı temel farklılıklar bulunmaktaydı. Onun mesleki oluşumunda; en az E.S.D.A kadar, farklı disiplinlerden
isimlerle beraber, ortak çalışmalar yaparak katıldığı, ilk olarak 1903’te
Henri Sauvage liderliğinde açılan ve daha sonraki zamanlarda düzenli katılarak sürdürdüğü Salon d'Automne (Sonbahar Sergisi) sergilerinin önemi
büyüktü.
Societé Nationale des
Beaux-Arts (Ulusal Güzel Sanatlar Birliği) içerisine yeni bir bölüm olarak
mimariyi sokmayı amaçlayan bu sergiler; mimari, iç mimari, mobilya ve güzel
sanatlarda farklı deneyim, fikir, meslek tecrübelerini biraraya getirmeyi
amaçlamaktaydı.
Rob Mallet - Stevens’in meslek olgunluğuna ermesinde önemli rol oynayan ve onu tecrübelendiren,
formel arayışlarının derinleşmesinde fayda sağladığı deney sahaları, farklı
sanatçı ve meslek adamları ile katıldığı bu sergiler olmuştu. Bu sergilerin birinde Avusturya'lı mimar
Joseph Hoffman ile tanışmış ve bu onun Viyana “Secession”u ile tanışmasına vesile olmuştu. Rob Mallet -
Stevens 'ın mimarisinde gözüken beyaz yalın cepheler, net kütleler bu devirden
sonra daha da farkedilir hale gelmiş, yine bu dönemde Paris’e gelen Theo Van Doesburg
vasıtasıyla da “De Stijl” ile tanışmış ve kendini bir anda kübizm ve kübist ressamlarla birarada bulmuştu. Rob Mallet -
Stevens Fransa'da Art - Deco veya kübist mimar olarak adlandırılmış olsa da, o kendine has, fütürist denilebilecek bir
yaklaşımla bulunduğu yeri hep özel kılma becerisini sağlamıştı.
*
Rob Mallet-Stevens 1921’de moda tasarımcısı Paul Poiret için Paris’in batısında, Mezy-sur-Seine bölgesinde 48.500 metrekarelik bir park alanının üzerinde Seine vadisine manzaralı kübizmden etkilenmiş bir geç dönem Art-Deco villası tasarlar; Villa Poiret...
Öngerilimli betonarme olarak inşaa edilen bu villa 3 katlı, 25 odalı, 800 metrekare iç kullanım alanı, tüm binanın üzerini kaplayan üst terası ve 7 metre yüksekliğindeki tavan yüksekliği olan köşe salonu ile çok gösterişlidir.
İnşaat 1921 de başlamış ve 1925’de tamamlanmıştır. Villayı ancak 5 yıl kullanabilen modacı Paul Poiret sonunda villayı 1930 yılında Romen asıllı sinema oyuncusu Elvire Popesco’ya satmıştır.
Elvire Popesco’yu köpeği ile Villa Poiret önünde resmeden bir illüstrasyon. |
Elvire Popesco villayı 1932 de mimar Paul Boyer’e orijinal tasarımı bozmayacak şekilde, özellikle iç mekanını yeniden düzenletmiş, dekore ettirmiş ve 1938’den 1985’e kadar kesintisiz olarak kullanmıştı.
Villa 1984 yılında Tarihi Anıt olarak tescil edilmişti. 1999 yılında bir sanayici yapılan bir açık arttırmada villayı 1.8 milyon Fransız Frangı ödeyerek almış ve yaptırdığı restorasyon çalışmasıyla villaya Robert Mallet - Stevens’in orijinal ruhunu tekrar geri kazandırmıştı. Villa, zaman zaman özellikle Eylül ayında “Avrupa Mirası Günleri”nde 3 hafta boyunca halka açık bir mekan haline dönüştürülmüştür.
*
1929 yılında Rob Mallet
- Stevens ilk önemli eseri olacak olan, Noailles
Vicomte’u Arthur Anne Marie Charles ve eşi için Fransa’nın
güneyinde, Hyères’de Villa Noailles’in tasarımına başlamıştı.
Uzun yıllar kullanılmayan ve terkedilmiş olan villa restorasyon öncesi oldukça yıpranmış bir vaziyetteymiş. |
Vicomte Charles de Noailles (1891-1981), bir Fransız asilzadesiydi ve eşi Marie-Laure de Noalles (1902-1970) ile birlikte sanatsever ve sanatçı hamisi olarak tanınırlardı. Şubat 1923’de evlenen Noailles çifti Villa Noailles yapılmadan önce Paris’te zengin ve gösterişli bir hayat yaşıyorlardı.
Marie - Laure de Noailles’in Man Ray’in çektiği portresi 1936 |
Marie - Laure de Noailles’in portresi Polonya asıllı Fransız ressam Louis Marcoussis - 1930 (Ludwig Casimir Ladislas Markus) |
Marie - Laure de Noailles Paris’teki konakta romancı Philip Toynbee ile birlikte çellist Maurice Gendron’u dinlerken. |
Marie - Laure de Noailles Paris’teki Konakta; Duvarda büyük bir ihtimalle Balthus imzalı kendi portresi. |
Paris’te yaşayan Noailles çifti ilk önce Charles’in annesi için Hyères’teki arazilerinde bir ev yaptırmak üzere öncelikle Mies van der Rohe ve Le Corbusier’e başvurmuşlar ve onlardan bir ev tasarlamalarını istemişlerdi. Onlar da çifti bu villanın tasarımı için Rob Mallet-Stevens’a yönlendirmişlerdi.
“Les Mysteres du Château de Dé” (Gizemli Şato)-1929 filmini, Jean Cocteau’nun deneysel avangart filmi “Le Sang d'un Poète”i (Şairin kanı)-1930 ve Luis Buñuel ve Salvador Dalì’nin “L' Âge d'Or”(Altın Çağ)-1930 filmlerini finanse etmişlerdi.
Altın Çağ ve Şairin Kanı filmlerinin ikisi de Hıristiyanlık karşıtı mesajlar içeriyordu ve aile, devlet, din, vatanseverlik gibi burjuva toplumun yerleşik değerlerine dair söylentiler yayılmıştı. Bu nedenle Vicomte Charles de Noailles üyesi olduğu Paris Jokey Kulübünden çıkarılmış, hatta Katolik Kilisesi’nden afaroz edilme tehdidi almıştı.
Man Ray’in sürrealist filmi “Les Mysteres du Château de Dé” kısa videosunda villa Noailles oldukça detaylı olarak izlenebilmekte.
http://www.youtube.com/watch?v=OpPC87i7nv0
Villa Noailles, zamanla avantgart ressamlar, sinemacılar, yazarlar,
heykeltraşlar için adeta bir tapınağa dönüşmüştü.
Marie-Laure de Noailles ve Salvador Dali Villa Noailles’in bahçesinde |
Marie-Laure de Noailles’in Portresi - Salvador Dali |
Villa Noailles Kapalı kış havuzu |
Villa Noailles Kapalı kış havuzu’nun cam tuğlalı tavanı |
Villa Noailles Kapalı kış havuzu’nun cam tuğlalı tavanının restorasyon öncesi |
İki savaş arası yılların entellektüel ve yüksek sosyetesinin güncel yaşantısını yansıtacak bu kışlık evde, Rob Mallet - Stevens yanlızca yeni formlar peşinde koşmamış yepyeni bir yaşam biçimini mekanik aletler, sportif mekanlar gibi farklı donanımlarla yeni bir anlayışla planlamıştı.
Villa Noailles’i biçimlendiren ana fikir; yeni
form arayışlarını geleneksel malzeme ve kullanım yöntemleri ile hayata
geçirmesiydi.
Teras duvarında Picasso’nun yaptığı fresk. |
Pişmiş toprak, ahşap ve alçı ile uygulanan devrinin avangard tavan çözümleri, Rob Mallet - Stevens’ın iç mekan donatısı mimari birlikteliğindeki hasaslığını göstermekteydi.
Çiftin 1924 yılında doğan ilk kızları Laure’den sonra ikinci kızlari Natalie Aralık 1925’de Hyères’deki villalarına taşındıklarında doğmuştu. Villa Noailles’in enteresan kübik tasarımlı avant garde bahçelerinde giderek artan bir istekle bahçıvanlığa merak saran Vicomte Charles de Noailles, yetiştirdiği bir çeşit kamelyaya, “Camellia Sasanqua” kendi adını vermişti.
Camellia Sasanqua |
Villa Noailles’in villanın bitimindeki üçgen gemi burnu biçimindeki bahçesinin kübist tasarımı İstanbul doğumlu bir mimar ve peyzaj mimarı olan ermeni asıllı Gabriel Guevrikian’ın (1892-1970) tasarımıdır. |
Bir zamanlar Villa Noailles‘in bahçesinde bulunan heykeltraş Jacques Lipchitz’in “La joie de vivre”-1928 (Yaşama Sevinci) heykeli günümüzde ABD Dallas’ta Meadows Müzesi’ndedir. |
Villa Noailles Teras bahçe restorasyon öncesi |
Villa Noailles günümüzde restorasyon sonrası eski günlerdeki gibi temiz ve bakımlı bir şekilde ziyaretçilerini kabul etmekte. |
2008 yılında Pascale Mussard tarafından kurulan Saint Bernard Dostları Derneği Villa Noailles’in tarihi ile ilgili nesnelerin, sanat eserlerinin ve belgelerin satın alınması ve restorasyon için gerekli finansmanı karşılanması amacıyla yıl boyunca çeşitli tematik sunum odaklı, kalıcı sergi, sanat gösterisi, moda showları gibi etkinlikler düzenlemekte.
Saint Bernard Dostları Derneği’nin ve etkinliklerinin sitesi:
http://www.villanoailles-hyeres.com/en/actualites
2013 yılının 26-29 Nisan tarihleri arasında düzenlenen ve Thierry Mugler, Christian Lacroix ve Jean Paul Gaultier gibi dev moda tasarımclarının katıldığı 28. Hyères Moda ve Fotoğraf Festivali’nin enteresan tanıtım videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=3m6AfaJQDcY
*
Saint Bernard Dostları Derneği’nin ve etkinliklerinin sitesi:
http://www.villanoailles-hyeres.com/en/actualites
2013 yılının 26-29 Nisan tarihleri arasında düzenlenen ve Thierry Mugler, Christian Lacroix ve Jean Paul Gaultier gibi dev moda tasarımclarının katıldığı 28. Hyères Moda ve Fotoğraf Festivali’nin enteresan tanıtım videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=3m6AfaJQDcY
*
Mimari çalışmalarının
yanı sıra pek çok iç mimari çalışma da yürüten Rob Mallet - Stevens, Le
Corbusier'nin aksine şehircilikle fazla ilgilenmemiş, F.
L. Wright gibi daha çok zenginlere ev yapan dekoratör - mimar kimliğiyle
tanınmıştı.
Paris'te Opera meydanında gerçekleştirdiği ve daha ileri
ki yıllarda pek çok benzerini yaptığı BALLY Ayakkabı Mağazası, Marcel L'Herbier'nin “İnhumaine” (Gayri insani) filmi
için yaptığı set tasarımı, Alfa
-Romeo servis istasyonları için önerdiği tip cepheler, Rob Mallet - Stevens’ı
Paris çevresinde iyice tanıtmıştı.
Mimarın, devrin usta fransız film yönetmeni Marcel L'Herbier ile çalışması onun sanatını sinema yardımıyla daha geniş kitlelere ulaştırmasını sağlamış, ayrıca modern mimarinin tanıtılmasında önemli bir propoganda aracı olarak sinemayı kullanmak için bir fırsat yaratmıştı. Daha sonra Rob Mallet - Stevens, Marcel L'Herbier için “Le Vertige” (Yükseklik Korkusu) filminin dekorlarını da tasarlamıştı.
1925 Paris Dekoratif Sanatlar Sergisi Pavyonu |
Marcel L'Herbier’in “İnhumaine” filminden Rob Mallet-Stevens’in Set tasarımları. |
*
1925'de Rob Mallet-Stevens Paris’te kendi adını taşıyan yerleşim projesine başlamıştı. Paris’in 16. Bölgesinde modern mimarinin doğduğu dönemden günümüze kalmış nadide ve özellikle başarılı bir örneği olan, bir sokağın birbirinden bağımsız olmakla beraber içiçe, sırtsırta, ortak yeşil alanlar yaratarak aynı mimari dil, gabari ve hatlarla ilişkilendirerek tasarlanan beş ayrı konutun oluşturduğu “Rob Mallet - Stevens Sokağı Yerleşim Projesi” gerçekleştirmişti.
Bu onun belki de en kapsamlı mimari çalışması olmuştu. Hatta bu beş özel konutu, aynı tema etrafında oluşturduğu varyasyonları nedeniyle “jazz” ritimleri ile özdeşleştiren ve “modern swing”in en önemli mimari eseri olarak tanımlayanlar da olmuştu.
“Rob Mallet - Stevens Sokağı Yerleşim Projesi”nde daire sahibi olanlardan birisi de Polonya Varşova doğumlu “ilk cazibe yıldızı olan kadın sanatçı” ünvanına sahip Art Deco ressam Tamara de Lempicka’ydı.
Tamara de Lempicka (16 May 1898-18 March 1980) |
Tamara de Lempicka - Blue woman with a guitar 1929 |
*
1932 yılında Rob Mallet-Stevens’in Croix'da yaptığı Villa Cavrois onun geç dönem çalışmaları içerisinde en önemlisi kabul edilir.
Roubaix’li zengin sanatsever Tekstil Fabrikatörü Paul Cavrois ve Lucie Louise (Vanoutyrve) Cavrois, Croix yakınlarındaki büyük arazilerinde yaptıracakları evleri için, 1925'de Arts Decoratifs sergisinde tanıştıkları ve Marcel L'Herbier’in filminde
yarattığı dramatik mekanlardan etkilendikleri Rob Mallet - Stevens’i seçmişlerdi.
Villa Cavrois, onun eserleri içerisinde Amerikalı usta mimar F.L.Wright’ın eserlerini en çok çağrıştıran projesiydi ve üstü pergolalı terasların sistematik kullanımı ve tuğlalı cepheler bu etkiyi en iyi belirten mimari öğeler olarak ortaya çıkmaktaydı.
Bulunduğu arazinin dar uzun formuna
sadık kalarak biçimlenen bina iç mimarisiyle beraber farkedilir bir homojenlik
teşkil etmekteydi ve Mallet-Stevens projesini hava, ışık, iş, spor, hijien, konfor, ekonominin
biraradalığı olarak tanımlamaktaydı.
Bu büyük ve modern kale ailenin dokuz üyesi ve evin personelinin çalışma hayatına göre düzenlenmişti. Mallet-Stevens müşterisinin ihtiyaçlarına uyumlu hacimler tasarlamakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda hem iç mekanın ihtiyacı olan mobilyaları hem de onu çevreleyen bahçelerin dekorasyonunu da tasarlanmıştı. Ev planı dolaşımı kolaylaştırmak ve rasyonel iç hayatı düzenlemek için tasarlanmıştı. Batı kanadı çocuklar ve görevlileri için ayrılmışken, ortadaki büyük salon etrafında ziyaretçileri ağırlayacakları mekanlar, doğu kanadında ise ebeveynlerin alanları geliştirilmişti. Tüm mekanların mobilyalarında sadelik ve işlevsellik hakimdi. Villada lüks paneller veya yaldız yerine, değişik ahşap ve mermer malzemenin birarada ve farklı olarak kullanımıyla zenginlik sağlanmış ve yaşatılmıştı. Villada elektrik özel bir yer işgal ediyordu, her odada zaman ayarlı bir hoparlör, elektrikli saat ve hem dahili hem harici iletişim için telefon vardı. Aydınlatmalara ise mühendis Salomon ile işbirliği içinde, özel bir ilgi gösterilmişti.
1940 yılında Alman ordusu tarafından kamulaştırılan villa, savaş sonrasında 1947’de Paul Cavrois’in isteği üzerine mimar Peter Beard tarafından yeni bir yaşam tarzı için ve birkaç aileyi birarada yaşayabilecekleri şekilde yeniden düzenlenmişti.
1986 yılında Bayan Cavrois ölümünden sonra, mobilyalar dağılmış, evin park bölümleri bir emlak şirketine satılmış ve ihmal edilen villa hızlı bir şekilde işgal edilmiş, yağmalanmış ve tahrip edilmişti. 1990 yılında villa parkı ile birlikte Danıştay kararıyla tarihi bir anıt olarak tescil edilmiş, aynı yıl villanın geleceği konusundaki endişeli duyarlı kişiler tarafından harekete geçilmiş ve bir dernek kurulmuştu.
Villa 2001 yılında devlet tarafından satın alınmış ve 18 Aralık 2008’de başlatılan bir çalışma ile villayı orijinal durumuna döndürecek büyük bir restorasyon çalışmasına girişilmişti. Villanın iç hacimleri, zemini, pencereleri, terasları, orijinal iç hacimleri, duvar kaplamaları, mobilyaları ve ayrıca villanın önündeki su aynası (havuz), parkın aydınlatmaları, parka yeni ağaçlar dikilmesi gibi kapsamlı bir çalışmayla 2013 yılının başlarında tamamlanarak halka açılmıştı. Villanın halka açılması için Ulusal Anıtlar Merkezi 9 milyon Euro’luk bir harcama yapmıştı.
Villa Cavrois’in havadan görünüşü, 5 Temmuz 1932 |
Paul Cavrois (29.8.1890) eşi Lucie Louise Vanoutyrve (8.8.1891) ile Villa Cavrois önünde. Lucie Louise, Belçika’lı zengin bir halı ve dokuma sanayicisinin kızıydı ve ilk evliliğini 23 Nisan 1910’da Jean Baptiste Marie Joseph Leon Cavrois (1888-1915) ile yapmış, eşi 9 Kasım 1915’de Sırbistan, Sirkova’da cephede 27 yaşında ölünce, 4 sene sonra eşinin erkek kardeşi olan Paul Cavrois ile 16 Eylül 1919’da ikinci evliliğini yapmıştı. |
Villa Cavroix Restorasyondan öncesi ve sonrası |
Villa Cavrois, onun eserleri içerisinde Amerikalı usta mimar F.L.Wright’ın eserlerini en çok çağrıştıran projesiydi ve üstü pergolalı terasların sistematik kullanımı ve tuğlalı cepheler bu etkiyi en iyi belirten mimari öğeler olarak ortaya çıkmaktaydı.
Merdiven kovasının restorasyon öncesi ve sonrası |
Giriş holünün restorasyon öncesi ve sonrası |
Restorasyon sonrası iç mekandan görünüşler |
Bu büyük ve modern kale ailenin dokuz üyesi ve evin personelinin çalışma hayatına göre düzenlenmişti. Mallet-Stevens müşterisinin ihtiyaçlarına uyumlu hacimler tasarlamakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda hem iç mekanın ihtiyacı olan mobilyaları hem de onu çevreleyen bahçelerin dekorasyonunu da tasarlanmıştı. Ev planı dolaşımı kolaylaştırmak ve rasyonel iç hayatı düzenlemek için tasarlanmıştı. Batı kanadı çocuklar ve görevlileri için ayrılmışken, ortadaki büyük salon etrafında ziyaretçileri ağırlayacakları mekanlar, doğu kanadında ise ebeveynlerin alanları geliştirilmişti. Tüm mekanların mobilyalarında sadelik ve işlevsellik hakimdi. Villada lüks paneller veya yaldız yerine, değişik ahşap ve mermer malzemenin birarada ve farklı olarak kullanımıyla zenginlik sağlanmış ve yaşatılmıştı. Villada elektrik özel bir yer işgal ediyordu, her odada zaman ayarlı bir hoparlör, elektrikli saat ve hem dahili hem harici iletişim için telefon vardı. Aydınlatmalara ise mühendis Salomon ile işbirliği içinde, özel bir ilgi gösterilmişti.
1940 yılında Alman ordusu tarafından kamulaştırılan villa, savaş sonrasında 1947’de Paul Cavrois’in isteği üzerine mimar Peter Beard tarafından yeni bir yaşam tarzı için ve birkaç aileyi birarada yaşayabilecekleri şekilde yeniden düzenlenmişti.
1986 yılında Bayan Cavrois ölümünden sonra, mobilyalar dağılmış, evin park bölümleri bir emlak şirketine satılmış ve ihmal edilen villa hızlı bir şekilde işgal edilmiş, yağmalanmış ve tahrip edilmişti. 1990 yılında villa parkı ile birlikte Danıştay kararıyla tarihi bir anıt olarak tescil edilmiş, aynı yıl villanın geleceği konusundaki endişeli duyarlı kişiler tarafından harekete geçilmiş ve bir dernek kurulmuştu.
Villa 2001 yılında devlet tarafından satın alınmış ve 18 Aralık 2008’de başlatılan bir çalışma ile villayı orijinal durumuna döndürecek büyük bir restorasyon çalışmasına girişilmişti. Villanın iç hacimleri, zemini, pencereleri, terasları, orijinal iç hacimleri, duvar kaplamaları, mobilyaları ve ayrıca villanın önündeki su aynası (havuz), parkın aydınlatmaları, parka yeni ağaçlar dikilmesi gibi kapsamlı bir çalışmayla 2013 yılının başlarında tamamlanarak halka açılmıştı. Villanın halka açılması için Ulusal Anıtlar Merkezi 9 milyon Euro’luk bir harcama yapmıştı.
*
Eğitimciliğiyle ve
yaptığı sergi organizasyonları ile pek çok mimarın yetişmesinde rol oynayan Rob
Mallet - Stevens, yenilikçi anlayışı ve geleneksel düzenden farklı bir eğitim
yaptığı için tutucu çevrelerin eleştirilerinin hedefi de olmuş, öğrenci
velileri, mimar adaylarının bu tür bir eğitimle ileride asla müşteri
bulamıyacaklarını düşünerek, E.S.D.A'nın müdürü Trelat’a Rob Mallet- Stevens
hakkında şikayette bulunmuş ve
bunun yarattığı buhran sonucunda Rob Mallet-Stevens okuldaki görevinden istifa etmişti.
Robert Mallet-Stevens Portresi 1926 kuzeni Jean Hébert Stevens (1888-1943) tarafından yapılmıştı. Tuval üzerine yağlı boya, 89 x 116 cm. Boulogne-Billancourt’ta “Le musée des Années 1930” (1930’ların Müzesi) koleksiyonundadır. |
Rob Mallet-Stevens Sandalye Bu sandalyeyi 1928 yılında tasarlamış ve Ecart tarafından üretilmişti. Sırt yüksekliği: 82cm. ayak açıklığı: 45 cm. derinlik: 52 cm. tabla yüksekliği: 45 cm. Bu istiflenebilir ve seri üretime uygun olan sandalyeyi mimar mutfak sandalyesi olarak tasarlamış ve ilk kez 1932 yılında inşaa ettiği Villa Cavrois’de çekilen bir fotoğrafta görülmüştü. 1931 yılında Paris Colonial Exposition için de birkaç bin adet üretilen sandalye uzun yıllar unutulduktan sonra 1983 yılında New York Morgans Hotel’in odalarında kullanılmak için seçildi ve yeniden üretildi. |
Mimari projelerin yanısıra pek çok iç mekan tasarımları da yapan Rob Mallet - Stevens yaptığı tüm iç mimari
çalışmaların mobilyalarını da tasarlamış ve üretmişti.
Rob Mallet-Stevens 8 Şubat 1945’te Paris’te 59 yaşında vefat etmiş,
ne yazık ki kişisel arşivlerinin ölümünden sonra yakılarak imha edilmesini vasiyet etmişti.
Tüm bu hikayenin sonucunda Dünyaca ünlü bir mimar olan
Rob Mallet-Stevens’in özgün mimari eserleri kendi ülkesinde
değeri bilinir, korunur ve gelecek nesillere aktarılırken,
bizler Fransa dışında tek ve yegâne eserini Türkiye’de İstanbul’da
gerçekleştirmiş bu mimarın Cumhuriyet Devri Sanayi tesisleri anlamında da önemi olan İstanbul Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikasını
rant uğruna yıkıp yerine gökdelenler inşaa ederiz.
Ne diyelim, kıssadan hisse...
“Alem gider Mersin'e, biz gideriz tersine...”
Birilerinin de bu yazıyı okuduktan sonra şunu söylediğini duyar gibiyim:
“Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğin Niğde’ye...”
:)
ne yazık ki kişisel arşivlerinin ölümünden sonra yakılarak imha edilmesini vasiyet etmişti.
Tüm bu hikayenin sonucunda Dünyaca ünlü bir mimar olan
Rob Mallet-Stevens’in özgün mimari eserleri kendi ülkesinde
değeri bilinir, korunur ve gelecek nesillere aktarılırken,
bizler Fransa dışında tek ve yegâne eserini Türkiye’de İstanbul’da
gerçekleştirmiş bu mimarın Cumhuriyet Devri Sanayi tesisleri anlamında da önemi olan İstanbul Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikasını
rant uğruna yıkıp yerine gökdelenler inşaa ederiz.
Ne diyelim, kıssadan hisse...
“Alem gider Mersin'e, biz gideriz tersine...”
Birilerinin de bu yazıyı okuduktan sonra şunu söylediğini duyar gibiyim:
“Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğin Niğde’ye...”
:)
3 yorum:
teşekkürler, geçmişi olmayan bir millet olduk
Merhaba. Blogunuzu yeni takip etmeye başladım. Sizi tebrik ederim. Mecidiyeköy’de oturan birisi olarak bu yazınızı çok ilginç ve yararlı buldum.
Merhaba. Blogunuzu yeni takip etmeye başladım. Sizi tebrik ederim. Mecidiyeköy’le ilgili bu yazı da gayet ilginç ve yararlı. Teşekkürler.
Yorum Gönder