Sayfalar

5 Kasım 2013 Salı

Mimar Kemaleddin’in Haydarpaşa’dan yükselen çığlığı!..



“Zavallı İstanbul!...
Son düşüş devrinde imâr adı altında ne câhilane, ne zafimâne yıkıma uğradı...
Üçüncü Selim’den sonra, eski Türk sanatının incelik ve temizlikle millî ruh doğuran eserleri takdir edilmedi; Batı tesiri altında batının bakış açışıyla kabalaşma başladı...
Asırlar içinde gelişe gelişe yüzey süslemesinin en kıymetli eserlerini üretmiş olan koca bir sanat birikimi çirkin görülmeye başlandı ve neticede millî sanatımızı yitirdik. Ziyân ettik, koruyamadık...
Batının seri imâlatçıları karınlarını şişirdiler ama aklımız başımıza gelmedi...
Hatta onların memleketimize döktüğü ruhsuz tek tip yapılar gözümüze güzel görünmeye başladı.
Sonuçta bu surette iktidarsız ve
câhil halde kaldık...”

MİMAR (Ahmet) KEMALEDDİN
( 1870 İstanbul - 13 Haziran 1927 Ankara)


Ziyan ediyoruz, koruyamıyoruz...
Çünkü, bilmiyoruz, tanımıyoruz, farkında değiliz,
dikkatsiziz, okumuyoruz, vakit ayırmıyoruz, gelip geçiyoruz,
   g ö r m ü y o r u z . . .

Dün sabah, birşey beni uyardı sanki, hiç planım programım yokken Kadıköy, daha doğrusu Haydarpaşa çağırdı beni... 

Öylesine çıktım evden, atladım arabama, hava güzel belki biryerlerde oturur, bir iki çay içer sonbaharın son güneşli günlerinin tadını çıkartırım diye düşündüm. Kadıköy’e inerken hep önünden geçtiğim, ama bir türlü durup da nedir, ne değildir diyemediğim gözümün ucuyla mimlediğim, caddeye bakan ön yüzünde Ay-Yıldızı ile kötü kötü boyanıp duran küçük bir büfenin yer aldığı yapıyı da resimlerim diye düşünürken yolda; Hiç aklımda olmayan bir durumla karşılaştım ve bu fırsatı kaçırmadım, duraksamadım... Zira, bu fırsatı bir daha bulabilir miyim bilmem...

O küçük büfe aslında hep aklımdaydı da, tam karşı sırasındaki demir parmaklıklı kapıyı hiç açık görmemiştim, yoksa ardında ne olduğunu, o yolun nereye, nerelere kadar gidilebildiğini hep merak etmiştim.
Büyük bir ihtimalle ardındaki yapının girişiydi,
zaman içerisinde büfeye dönüştürüldü.
Üsküdar yönünden gelip, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi yani Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’nü geçip de Kadıköy’e doğru saldınız mı otomobilinizi, Haydarpaşa Köprüsünü geçmeden önceki son düzlükte durun!.. köprüyü geçmeyin... solunuzda o bahsettiğim küçük büfe, sağınızda da büfenin tam karşısında, araç girişi için genişletilmiş bir cep ve o demir parmaklıklı kapı... açıksa hiç durmayın dalın içeri...

İşte tam tamına oradaydım dün...





Aralık bırakılmış demir kapıyı ardımda bırakıp içeri süzülüyorum, biri çıkıp “hoppp! nereye hemşerim” dese, verecek cevabım yok, ama korkum da yok... sık ağaçların arasından ve sağ taraftaki yükseltinin topoğrafyasına uygun kıvrılarak giden yolda, ters güneşin etkisiyle bir hayalet gibi görünen Haydarpaşa silüeti görüş açımdan çıkınca, kendimi sağa doğru kıvrılarak devam eden rayların kenarında metruk bir yapının önünde buluyorum.








İşte o an...
ilk karşılaşma, ilk izlenim...
Benden önce gelenler de var, ya da ben öyle sanıyorum. Binanın arkasından sesler geliyor, hummalı... ancak biraz sonra anlıyorum ki bu bir film ekibi ve bir müzik klibi çekiliyor. Çok moda ya son zamanlarda böyle kırık dökük, yıkık mekanları kullanmak video kliplerde, işte bu da bir yenisi... Yakında hep birlikte izleriz, severim de kendisini aslında, Fatih Erkoç’a bir klip çekiyorlar...

Ben onlarla pek ilgilenmiyorum, ya da girişteki beklentime benzer bir uyarı almamak adına temkinli davranıyorum. Ama bir yandan da onların sayesinde o kapının açık olduğunu düşünüyor, kendilerine söyleyemesem de içimden teşekkür ediyorum. Sağolsunlar onların sayesinde bir muradıma daha eriyorum yıllar sonra, üstelik de hediyesiyle...
Haydarpaşa Askeri Karakol binası ( Pasaport Dairesi

Haydarpaşa Askeri Karakol Binası’nın (Pasaport Dairesi)
tahminen 1939 yılındaki görüntüsü




Rayların öte yakasında küçük bir demiryolu barakası ilişiyor gözüme, önündeki verandada çayını içmekte olan yaşı ilerlemiş bir işçiye doğru yöneliyorum, film ekibinin görüş ve atış alanının da dışına çıkıyorum böylece... Demiryolu işçisinden aldığım bina ile ilgili bir iki ip ucu beni heyecanlandırmaya yetiyor da artıyor; “Devlet Demiryollarının eski Dikimeviymiş... babası da orada askerlik yapmış... İngilizlerin atlarının tavlasıymış...” Resim çekmek istediğimi söylüyorum, beni cesaretlendiriyor, “öte tarafa geç arkadaki binaya, onun içine girersen üst katlara, arkadan öteki binaya da girersin” diyerek rahatlatıyor.
Haydarpaşa Askeri Karakol Binası (Pasaport Dairesi) arkada Kadıköy

O gazla hiç kimseye bir şey söylemeden aynen işçinin tavsiyesine uyarak, oraya buraya uzatma kablosu arayarak koşuşturan ışıkçıların, kamerasına yer arayan kameramanların arasından sıyrılıp ikinci binanın girişinden içeri sızıyorum, sessizce ve kamera açısına girmemeye çalışarak. Giriş o giriş, hemen hemen iki binayı da yukardan aşağı, içten dışa dolaşıyor ve bol bol resimliyorum elbet.



Bir de bu günün anısına, hep yaptığım gibi bir anı objesi alıyorum yanıma, kızım Derya’nın da hoşuna gidebilir, söylüyorum da ona:
Chicago’dan yanına katıp getirdiği iki paslı civataya,
Haydarpaşa raylarından bir kardeş geliyor diye...
Sorsanız, anlatacak ne çok şeyleri var gibi...
Artık bu ziyafetin üzerine gidip biryerlerde keyifle çayımı içebilirim. Girerken açık olan kapı bakıyorum ki kapanmış, “inip açmak zorunda kalacağım besbelli” derken, kapının dışında babanın ardına saklanmış olan bir kafa uzanıyor, belli ki o kapının sorumlusu,
“Sen de mi klipçilerdensin abi” deyiveriyor, çaktırmıyorum...
Başımı sallıyorum “evet” anlamında ve açılan kapıyı ardımda bırakıp sanki yasak meyveyi çalmışcasına içimde bir sevinç ve acelecilik...
çaycının yolunu tutuyorum...








İşte, beni dün fazlasıyla mutlu eden
Mimar Kemaleddin’in o saklı kalmış mücevheri:
Terhis Olan Askerler İstanbul’dan Anadolu’daki köylerine gönderiliyor. Mayıs 1909
Arka planda Haydarpaşa Askeri Karakol Binası (Pasaport Dairesi)
(Sir William Mitchell Ramsay’in 1909 yılında Londra’da basılan “The Revolution in Constantinople and Turkey” adlı anı kitabından)
HAYDARPAŞA
Muhacirin* Misafirhanesi (1903-1908)
Harekat-Münakalat** Mektebi (1932)
TCDD Dikimevi (1956)

Osmanlı Devleti döneminde, Anadolu yakasının en büyük çayırı olarak bilinen düzlüğe (İbrahim Ağa Çayırı) 1553 yılında “Haydar Paşa'nın Bahçesi” denilmeye başlanmış. Tarihi mekana 1806 yılında III. Selim tarafından şimdiki adı olan “Haydarpaşa” adı verilmiş. 1839 yılında daha önce iki kez balonla İstanbul semalarında uçuş yapmış olan İtalyan baloncu Comasgi (Komaşki) Sultan II. Abdülhamit’in kızkardeşi Adile Sultan ve Tophane Mareşali Mehmet Ali Paşa’nın Düğün Töreni sırasında, üçüncü kez Haydarpaşa Çayırında gösteri uçuşu yapmış, çayırı dolduran davetli kalabalığın şaşkın ve heyecanlı bakışları arasında Marmara Denizi üzerine doğru süzülerek uzaklaşmış ve kaybolmuş, bir daha da kendisinden haber alınamamıştı.
Haydarpaşa Askeri Karakolu
Mimarı, 1902 yılında Anadolu Demiryolları Şirket-i Osmaniyyesi
mimarlığına başlamış olan Emile Faracci’dir.
Askeri Karakol’un giriş cephesi


Bulabildiğim bu iki eski fotoğrafta Askeri Karakolun bütünü daha iyi algılanabiliyor. 
Mimar Emile Faracci’nin eseri olan Askeri Karakol binasının eski kartpostalda da görülebildiği gibi, üç cephesindeki kemerlerden geçilerek ulaşılan, birkaç basamakla yükseltilmiş ve üzeri soğan kubbeli ve bugün ayakta olmayan gösterişli anıtsal kapısından ahşap bir camekanla ayrılan orta sofaya giriliyormuş. Anıtsal kapı, bilinmeyen bir nedenle yıkılınca yapıya direkt olarak bahsi geçen camekanlı kapıdan girilip çıkılmaya başlanmıştı. Özgün mimarisinde tek katlı olarak inşaa edilmiş olan yapıya daha sonraki yıllarda zabitan odasına çelik putrellerle yapılan bir ara kat inşaa edilerek değiştirilmişti. Yapının çatı konstrüksiyonunda da çelik putreller kullanılmıştı. Cephesi çeşitli seviyelerde (su basman, pencere altı, saçak) kullanılan yatay silmeler ile bezenmiştir.Ayrıca sivri kemerler, mağribi ve basık sivri kemerler ve eğrisel barok pencereler bir arada kullanılmış, bekleme salonlarında kaş kemer ve tepe pencereleri de kullanılmıştır.  

Mimar Kemalettin’in eseri olan Muhacir Misafirhanesi binası
Bölgede, hemen bu iki yapının arkasındaki sırtın üzerinde 1854 yılında İngiliz Mezarlığı kurulmuş, 1869 yılında da yine buralara yakın bir yerde ilk İstasyon Binası yapılmıştı. 1872 yılında İstasyon Binası ilavelerle son şeklini almış, 1899 yılında dalgakıran yapılırken, dalgakıranın ucundaki Deniz Feneri'nin tasarımı ise Mühendis Mustafa Lütfü tarafından gerçekleştirilmişti. Dalgakıran üzerinde 1902 yılında Mimar Vallaury Hatıra Anıtı’nı gerçekleştirmiş, II. Abdülhamit adına tasarımını bugün artık göremediğimiz Haydarpaşa'nın diğer renkli yapıları Gümrük Binası, Liman Polisi Binası, Liman İdaresi ve Bekleme Salonu 1902 yılında yapılmıştı. Pasaport İdaresi, Elektrik Santralı ve Silo binaları ise bugün halen ayakta kalan yapılar arasında.
Önüne eklenen tek katlı büyük atölye benzeri yapı nedeniyle binanın girişi ve en önemli olan ana cephe arkada kalmış ve belirgin kapı fasadının görkemi kaybolmuş.

Muhacir Misafirhanesi arka cephe.
Arkadaki sonradan eklenen yapıdan Muhacir Misafirhanesinin arka cephesinin görünümü.

Muhacir Misafirhanesinin arkadan görünüşü, merdiven kovası ve ıslak hacimlerin ve altta ısıtma merkezinin yer aldığı çekirdek kule, ve su deposu.
14 Nisan 1903 tarihinde silo, gümrük, liman polisi, liman idaresi, pasaport idaresi, elektrik santrali, bekleme salonu binaları ile liman tesislerinin resmi açılışı yapılmış, daha sonra 1903-1908 yılları arasında tasarımı 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınan ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın önde gelen isimlerinden, Mimar Kemalettin Bey’e ait olan “Muhacirin* Misafirhanesi” binası da bu binalara ilave edilmişti.
Muhacir Misafirhanesi üst katının arkadaki ek binadan görünüşü
aradaki ek binanın çatısı bir bel vermiş...
Cumhuriyetin ilk kamu müzesi olan Demiryolu Müzesi de 1928 yılında TCDD’nin ilk Genel Müdürü olan Behiç Erkin tarafından kapatılmış olan “Muhacirin Misafirhanesi”nde açılmıştı.
Askeri Karakol’un arka cephesi


Daha önceleri Atatürk’ün önerisiyle Anadolu Bağdat Demiryolları İdaresince 11 Haziran 1923’de Konya’da açılmış olan ilk demiryolu okulu olan “Şimendifer Mektebi” iki dönem mezun verdikten sonra, 8 Eylül 1932’de kapatılınca,  Haydarpaşa’daki Misafirhane’ye nakledilmiş ve “Harekat-Münakalat** Mektebi” adıyla bu okulda 14 devrede toplam
4 bin 735 eleman yetiştirilmişti.

Muhacir Misafirhanesi girişinden detay.
Giriş, binanın önüne sonraki yıllarda yapılan bir eklenti nedeniyle giriş dışarıdan anlaşılamamakta bugün, ancak detay bize bazı ip uçları veriyor içerden bakınca.
Muhacir Misafirhanesi üst kata çıkan merdiven.

Muhacir Misafirhanesi üst kat salonlardan biri.
Askeri Karakol, girişin iki yanındaki simetrik odalardan soldaki.
“Harekat-Münakalat Mektebi” kapandıktan sonra binalar 1956 yılından itibaren TCDD personelinin resmi giysilerinin dikimini sağlayan bir “Dikimevi” dönüştürülmüştü.

Alt katta sonradan eklenmiş geçit.
Bu eklenti yapı bir hayvan ahırını andırıyor. Belki de işçinin bahsettikleri arasında geçen;
“eskiden İngilizler At Tavlası olarak kullanmışlar” sözünün bir anlamı vardır.
Askeri Karakol giriş holünün içerden görünüşü

Güzelim siyah-beyaz dökme mozaik karolar...
Giriş salonunun ortasında 4 parçadan oluşan özel göbek...
Binaların önünden devam edip giden rayların üzerinde beklemekte olan son günlerin popüler konusu, “Asrın Projesi” Marmaray’ın şu an tüm hat açılmadığı için kullanılmaya başlamayan vagonlarını görünce, irkiliyorum...
Zira, Marmaray “asrın projesi” değil “Haydarpaşa’nın ölüm fermanı” O fermanın gerekleri tek tek işletiliyor bilindiği gibi, Haydarpaşa Tren Garı açılışının 104. yılını doldurduğu şu günlerde devre dışı bırakıldı ve gelecekteki kara akıbetini beklemekte düşünceli düşünceli...

Sadece olan Gar binasına olmayacak elbette, asıl en önemli eser o, ancak burası tümüyle Arkeolojik bir Teknoloji ve Endüstri Parkı aslında.
Mimar Kemaleddin Bey'in Haydarpaşa Garı’ndan da (1909) yaşlı olan bu eseri, Muhacirin Misafirhanesi (1903-1908) / Hareket-Münakat Mektebi / TCDD Dikimevi, hem mimari değeriyle hem de farklı zamanlarda farklı işlevlerde yaşanmışlıklarıyla, çok önemli bir miras ve Mimar Kemaleddin’in de dediği gibi korunmayı, ziyan edilmemeyi hak eden bir eser.


Blogu, Mimar Kemaleddin'in bir eserine, Türkiye’de değil Bulgaristan’da verilen önemi, korumayı, itinayı ve değerbilirliği örnekleyerek, Bulgaristan’ın başkent Sofya’dan sonra en önemli kenti olan ve bizim Filibe diye bildiğimiz Plovdiv’de (eski adı Philippolis) 1908 yılında inşa edilmiş olan Merkez Tren İstasyonu’nun dünü ve bugününden
yorumsuz fotoğraflarla bitirmek istiyorum...
 










Zavallı Türkiye!..
“Zavallı İstanbul!... Son düşüş devrinde imâr adı altında
ne câhilane, ne zafimâne yıkıma uğradı”n...

- Ruhuna el- fatiha -


Mimar Kemaleddin’in Beyazid Camii haziresindeki kabri.


*   muhacirin: Göçmen
**  münakalat: arapça’dan ulaştırma, transfer








1 yorum:

AussieBaron dedi ki...

SAYIN CIVELEKOGLU,.
BILGILER ICIN MILYONLARCA TSKLER
ilyas ERGIN
Sydney@AUSTRALIA