84 YIL ÖNCE BUGÜN,
1869 YILINDA FRANSA’DA
MONTAUBAN’DA BİR MOBİLYACININ OĞLU OLARAK DÜNYAYA GELEN, 13 YAŞINDA BABASININ
ATÖLYESİNDE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN,
15 YAŞINDA TOULOUSE GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ
BURSU KAZANAN, SONRASINDA PARİS’E GİDİP
“ÉCOLE NATIONALE SUPÉRIOR DES
BEAUX-ARTS”A YAZILAN,
24 YAŞINDA “AUGUSTE RODIN”İN HEYKEL ATÖLYESİNDE ATÖLYE
YARDIMCISI OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLAYIP 15 YIL ONA ASİSTANLIK YAPAN VE BİR YANDAN
DA ÖĞRETMENLİK DE YAPARAK YENİ SANATÇILAR YETİŞTİREN,
“Güzelliğin temeli desen çiziminin bilinmesidir. Sonunda heykelcilik her manada çizimden başka bir şey değildir...”
DİYEREK HEYKEL İÇİN DESEN ESKİZLERİNİN ÖNEMİNİ SAVUNAN, BUGÜN
PARİS’TE KENDİ ADIYLA ANILAN MÜZEDE 6000 KADAR ESKİZİ SERGİLENEN FRANSIZ
HEYKELTRAŞ VE SANAT ÖĞRETMENİ
ÉMILE ANTOINE BOURDELLE,
MAYIS 1929’DA GİTTİĞİ
PARİS YAKINLARINDAKİ SAYFİYE YERİ VESİNET’TE HASTALANMIŞ VE 68 YAŞINDA VEFAT
ETMİŞTİ.
Bourdelle’in eserleri bugün
Rusya’dan Avustralya’ya kadar Dünyanın çeşitli kentlerinde müzelerde
sergilenmektedir. En çok tanınan eserleri:
“Beethoven” Büstleri,
“Beethoven” Büstleri,
“Okçu Herakles”,
“ Paris, Champs-Élysées Tiyatrosu Cephe Rölyefleri”
Emile Antoine Bourdelle, 1910-12 yılları arasında gerçekleştirdiği Paris, Champs-Élsées Tiyatrosu Cephe Rölyeflerinde, Müziğin, Sanatların, Güneşin, Ateşin ve Şiirin Tanrısı Apollon önderliğinde 9 Müz*den oluşan bir koro’yu tasvir etmiştir.
*Müz: (veya Musa) Yunanca “Mousai” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen “men” kökünden gelmektedir. Müzler, Yunan mitolojisinde, ilham tanrıçaları, ilham perileridirler. Müzler Tanrıların Kralı Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne’in kızlarıdır. Dokuz tanedirler ve efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiş ve her gece için de bir müz doğmuştur.
9 Müz’ü sıralarsak: Kleio - Tarih, Thalia - Komedya, Terpsikhore - Dans,
Erato - Korolu/Lirik Aşk şiirleri, Urania - Gök Bilimi, Melpomene - Tragedya’nın ilham perisidirler.
Müzlerin adları hemen hemen her şiirde geçer, ancak kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler.
Mitolojiden bir dip not: Müz’lerden, Korolu / Lirik Aşk Şiirlerinin ilham perisi olan ve çoğunlukla bir Lir ile birlikte tasvir edilen Erato, Anadolu’daki Frig kavminin efsanevi atalarından Arcas’ın karısıdır ve üç oğulları olmuştur. Bunlardan birinin adı Azan’dır ve Kütahya yakınlarında Çavdarhisar’da bulunan Aizanoi kenti adını bu oğuldan alır.
ve Paris’teki “Polonyalı Adam Mickiewicz* Anıtı”dır…
*Adam Mickiewicz, Polonya’nın en önemli şairlerinden birisidir ve ömrünü Polonya'nın bağımsızlığa kavuşması için harcamıştır. Bu amaçla İtalya, Almanya, Macaristan ve Romanya'daki Polonyalı göçmenlerin toplantılarına katılmış, yıllarının çoğunu, Paris'te profesörlük yaparak, aynı zamanda Fransa'ya sığınan Polonyalı ihtilalcilerle işbirliği yaparak geçirmiştir. Dünyanın dört bucağına dağılmış olan Polonyalı göçmenlerle yazışmalar yapmış, birleştirici ilişkiler kurmuştur.
1855 yılında cebinde Fransa İmparatoru II. Napolyon’un bir mektubu ile İstanbul'a dinlenmek amacıyla değil, 1848 yılında Osmanlı Devleti’ne sığınan Polonya’lıların durumlarını incelemek ve 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda Polonya’lıların Osmanlı Devleti’nin safında aldıkları yeri güçlendirmek amacıyla gelmişti. Çünkü Kırım Savaşı Polonyalılar için bir fırsattı ve Fransızlar, İngilizler gibi Polonyalılar da Osmanlıları Ruslara karşı desteklemekteydiler.
Adam Mickiewicz’in İstanbul'daki evi Beyoğlu semtinde (Tatlı Badem sokağı)'nda köşebaşında, 29 nolu bir binadır. Bu üç katlı, her katta küçük iki odası bulunan 128 yıl önce, Polonya'nın milli şairi Mickiewicz'in oturduğu ve gözlerini kapadığı ev Kırım Savaşı'nda Polonyalılar'ın toplandıkları, hararetli konuşmalar yaptıkları, bir merkezdi.
1885 yılında İstanbul'da kolera salgını kol geziyormuş ve şair koleralı hastalara geçmiş olsun ziyaretlerinde bulunuyormuş. Hastalardan kolera mikrobunu alan şair 10 gün içerisinde fenalaşmıştı. Hastalığının kolera olduğunu
ve bu hastalıktan kurtuluş bulunmadığını bilen ve bir ülkü uğrunda,
Türkiye'ye gelmiş bulunan şair -bile bile ölüme giderken-yanından hiç ayrılmayan Türk ordusunda büyük hizmetleri bulunan arkadaşı Polonyalı İskender
Paşa'ya son sözleri olarak şunları söylemişti:
"İstanbul'da, koleradan öleceğimi
bilseydim,
yine buraya gelirdim.
Çünkü bu benim görevimdi.
Ben, Fransa'da bir
ilim akademisinin umumi katibi olmaktansa, bir Türk taburunun
katibi olmayı
tercih ederim."
Ölürken de belirttiği gibi, Mickiewicz'in
Fransa'daki son şerefli görevi, ilim akademisi umumi kâtipliğiydi. Fakat Türk
ordusunda bir kâtip olarak çalışmayı, Fransa'daki ilmi görevinin üstünde
görmüştü.
26 Kasım 1855’de vefat eden Adam Mickiewicz için Polonyalılar dışında birçok başka milliyetten insanların da katıldığı kalabalık ancak sade bir cenaze tören yapılmış, iç organları çıkartılarak yaşadığı evin bodrum katına gömülmüş, cenaze daha sonra o zamanki usullere göre tahnit edilerek Fransız Elçiliği vasıtasıyla Paris’e gönderilmişti. Paris’te Madlen Kilisesi’nde yapılan bir cenaze töreni sonrasında Paris’te toprağa verilmişti. Ancak daha sonra Polonya’nın isteği üzerine mezarı açılarak kemikleri Polonya’ya gönderilmiş, Krakow’da bulunan Wawel Kraliyet Şatosu Kilisesi’nin mezarlığına gömülmüştü.
Böylelikle Adam Mickiewicz’in İstanbul’da, Paris’te ve Krakow’da hatırası yaşamaya devam etmektedir.