TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR:
17 MART 1990;
28 YIL ÖNCE BUGÜN,
yaşadığı dönemde, tüm zamanların en güzel kadınlardan biri olarak kabul edilen
CAPUCINE,
62 yaşında, İsviçre’nin Lozan kentinde Chemin de Primerose 6’da yaşadığı 8 katlı apartmandaki dairesinden,
kendini boşluğa bırakarak hayatına son vermişti.
kendini boşluğa bırakarak hayatına son vermişti.
6 Ocak 1928’de
Germaine Hélène Irène Lefebvre adıyla,
güneydoğu Fransa’nın Provence-Alpes-Côte d’Azur bölgesinde Raphaël, Var kasabasında orta sınıf bir Fransız ailesinin kızı olarak dünyaya gelen Capucine (Kap-oo-seen), genç kızlığında, ünlü Paris Beaux-Arts’da (Güzel Sanatlar) dil eğitimi almış, Avrupa’da savaşın bitiminde, ailesi tarafından öğretmen olarak bir iş bulması için baskı altına alınmasına rağmen, öğretmen olmak yerine bir bankada çalışmayı tercih etmişti.
Gri-mavi gözlü, uzun boylu, çarpıcı ve güzel bir kadın olan Capucine için, ünlü yönetmen George Cukor yıllar sonra onunla çalıştığı dönemi değerlendirerek;
“Kameranın onun yüzü ile
bir aşk ilişkisi vardı”
demekten kendini alıkoyamamıştı.
17 yaşında Paris’te üstü açık bir faytona binerken bir fotoğrafçı tarafından keşfedilmişti. Fotomodelliğe ve mankenliğe de bu şekilde başlamış, bir moda mankeni olarak Christian Dior, Givenchy, Maggy Rouff gibi modaevleri ile çalışmaya başlaması da böyle gelişmişti.
Mankenliğe başladığında uzun olan adını değiştirmiş, adını tek bir kelimeyle, hoş kokulu, parlak kızıl, turuncu, sarı, maun ve krem renklerindeki “Nasturtium” (Türkçesi Latin Çiçeği) adlı sarmaşık türü bir çiçeğin Fransızcası olan “Capucine” yapmıştı. Bu adı kendine uygun bulmuş, profesyonel hayatına Capucine olarak devam etmişti. Ona sadece yakın arkadaşları “Cap” diye hitap ederlerdi. Yıllar sonra bir gazeteciye,
“Germaine adından nefret ederdim, model olduğumda değiştirdim.
Her nasılsa bir şekilde bu isim kaldı;
Ve buradayım.”
demişti.
Bu egzotik isim, onun ince uzun bedenine,
kemikli yüz yapısına,
gri-mavi hülyalı bakışlarına ve
soğuk, ulaşılmaz ve bir o kadar da
asil beden diline,
özel dikim bir elbise kadar iyi uymuştu.
Onu, çıkık elmacık kemikli uzun yüzü,
ince ve sivri burnu ve uzun boynu nedeniyle
Mısır kraliçesi Nefertiti’ye benzetenler de olmuştu.
Germaine Hélène Irène Lefebvre adıyla,
güneydoğu Fransa’nın Provence-Alpes-Côte d’Azur bölgesinde Raphaël, Var kasabasında orta sınıf bir Fransız ailesinin kızı olarak dünyaya gelen Capucine (Kap-oo-seen), genç kızlığında, ünlü Paris Beaux-Arts’da (Güzel Sanatlar) dil eğitimi almış, Avrupa’da savaşın bitiminde, ailesi tarafından öğretmen olarak bir iş bulması için baskı altına alınmasına rağmen, öğretmen olmak yerine bir bankada çalışmayı tercih etmişti.
Germaine Hélène Irène Lefebvre, fotomodellik yaptığı yıllarının başlarında, 27 Temmuz 1947 tarihli ELLE dergisi kapağında. |
“Kameranın onun yüzü ile
bir aşk ilişkisi vardı”
demekten kendini alıkoyamamıştı.
17 yaşında Paris’te üstü açık bir faytona binerken bir fotoğrafçı tarafından keşfedilmişti. Fotomodelliğe ve mankenliğe de bu şekilde başlamış, bir moda mankeni olarak Christian Dior, Givenchy, Maggy Rouff gibi modaevleri ile çalışmaya başlaması da böyle gelişmişti.
Mankenliğe başladığında uzun olan adını değiştirmiş, adını tek bir kelimeyle, hoş kokulu, parlak kızıl, turuncu, sarı, maun ve krem renklerindeki “Nasturtium” (Türkçesi Latin Çiçeği) adlı sarmaşık türü bir çiçeğin Fransızcası olan “Capucine” yapmıştı. Bu adı kendine uygun bulmuş, profesyonel hayatına Capucine olarak devam etmişti. Ona sadece yakın arkadaşları “Cap” diye hitap ederlerdi. Yıllar sonra bir gazeteciye,
“Germaine adından nefret ederdim, model olduğumda değiştirdim.
Her nasılsa bir şekilde bu isim kaldı;
Ve buradayım.”
demişti.
Bu egzotik isim, onun ince uzun bedenine,
kemikli yüz yapısına,
gri-mavi hülyalı bakışlarına ve
soğuk, ulaşılmaz ve bir o kadar da
asil beden diline,
özel dikim bir elbise kadar iyi uymuştu.
Onu, çıkık elmacık kemikli uzun yüzü,
ince ve sivri burnu ve uzun boynu nedeniyle
Mısır kraliçesi Nefertiti’ye benzetenler de olmuştu.
Paris’te Givenchy’nin modeli olarak çalıştığı yıllarda, ünlü Fransız modacı Hubert de Givenchy’nin ikonlarından olan Audrey Hepburn ile tanışmış, arkadaş olmuş, hatta bir süreliğine oda arkadaşlığı bile yapmıştı. Bu ikilinin dostluğu, Capucine’in hayatının geri kalanı boyunca sürmüştü.
Audrey Hepburn ve Hubert de Givenchy |
Capucine, Givenchy’nin bir defilesinde Givenchy elbisesi ile. |
Capucine, Vogue sayfalarında, Fransız Modacı Maggy Rouff kreasyonu tanıtımında |
Capucine 21 yaşında, sinemadaki ilk küçük rolünü 1949’da Jacques Becker’in çektiği Fransız filmi “Rendez-vous de Juillet”de almıştı.
Capucine, “Rendez-vous de Juillet” filminde Pierrot Rabut’un (Pierre Trabaud) sevgilisi rolünde. |
“Rendez-vous de Juillet” filminin setinde sevgilisi rolünü canlandırdığı Pierre Trabaud ile yakınlaşmış, ertesi yıl da evlenmişlerdi. Ancak evlilikleri sadece sekiz ay sürmüş, ayrılmışlardı. Capucine bu evliliğinden sonra hayatının sonuna dek bir kez daha evlenmemişti.
1956’da bir Çarşamba günü, çok sıkıldığını fark etmiş, o cuma günü o güne kadar hiç gitmediği Amerika’ya New York’a uçmaya karar vermiş, bir süre New York’ta modellik yapmıştı. Bir gece “le Pavilion” adlı bir Manhattan restoranında Hollywood yıldızı John Wayne ve artist ajanı ve yapımcı Charles K. Feldman ile tanışmış, Feldman ile kısa sürede ilişkileri ilerlemişti. Charles K. Feldman onu hem ingilizcesini ilerletmesi hem de oyunculuk dersleri alması için Kaliforniya’ya götürmüş, Rus asıllı Amerikalı oyuncu, yönetmen ve yapımcı Gregory Ratoff’a teslim etmişti.
Yıldızların fotoğrafları ile ün kazanmış fotoğrafçı Georges Dambier’in objektifinden, Capucine fotoğrafları. |
1956’da bir Çarşamba günü, çok sıkıldığını fark etmiş, o cuma günü o güne kadar hiç gitmediği Amerika’ya New York’a uçmaya karar vermiş, bir süre New York’ta modellik yapmıştı. Bir gece “le Pavilion” adlı bir Manhattan restoranında Hollywood yıldızı John Wayne ve artist ajanı ve yapımcı Charles K. Feldman ile tanışmış, Feldman ile kısa sürede ilişkileri ilerlemişti. Charles K. Feldman onu hem ingilizcesini ilerletmesi hem de oyunculuk dersleri alması için Kaliforniya’ya götürmüş, Rus asıllı Amerikalı oyuncu, yönetmen ve yapımcı Gregory Ratoff’a teslim etmişti.
Capucine, Hollywood ve Fransız yıldızlarına şapka yapan Jean Barthet’in şapkasıyla, Georges Dambier’in objektifinden, 1952 |
Capucine Paris, Cafe de la Paix’de, 1952 Ünlü fotoğrafçı Georges Dambier’in objektifinden, Capucine fotoğrafları. |
1952 Kış sezonunda Chapeaux de Paris dergisi kapağında, Georges Dambier'in çektiği fotoğraf ile Capucine |
Capucine, iki yıl çalıştıktan sonra 1958’de Columbia Pictures ile kontrat imzalamış ve 1960’da Charles Vidor ve George Cukor’un ortak olarak yönettiği, besteci Franz Lizst’in hayatını konu alan ve Dirk Bogarde ile başrolü paylaştıkları “Song Without End” filminde ilk kez ingilizce konuştuğu rolünü almıştı. Capucine bu rol için incelenen 100 adayın içinden seçilmişti. Seçildiği haberini yapımcı William Goetz’den aldığında, günlerden 1 Nisandı ve “Tek söyleyebileceğim: Ha, ha, haaa... ne kadar berbat bir Nisan şakası bu” demişti. Goetz ise seçimi ile ilgili olarak daha sonra yaptığı bir açıklamada;
“Bir kıza rol yapmayı öğretebilirsin, ama kimse o kıza bir prenses gibi görünmeyi öğretemez.
Biz işe prenses gibi görünen
bir kızla başlamak zorundayız,
zira Grace Kelly artık bizimle değil.”
demişti.
Filmin çekimleri sırasında Capucine,
“Başlangıçta çok soğuktum,
ancak çekim ilerledikçe ısındım.
Bu şekilde çekim yaptık.
Biraz gergindim, ancak gittikçe
çok daha iyiye gittim.”
demişti.
Hollywood’daki bu ilk çıkışında, Capucine, Franz Liszt’in (Dirk Bogarde) sevgilisi Rus Prenses Carolyne Wittgenstein rolü ile Altın Küre’ye aday olmuştu.
“Bir kıza rol yapmayı öğretebilirsin, ama kimse o kıza bir prenses gibi görünmeyi öğretemez.
Biz işe prenses gibi görünen
bir kızla başlamak zorundayız,
zira Grace Kelly artık bizimle değil.”
demişti.
Filmin çekimleri sırasında Capucine,
“Başlangıçta çok soğuktum,
ancak çekim ilerledikçe ısındım.
Bu şekilde çekim yaptık.
Biraz gergindim, ancak gittikçe
çok daha iyiye gittim.”
demişti.
Hollywood’daki bu ilk çıkışında, Capucine, Franz Liszt’in (Dirk Bogarde) sevgilisi Rus Prenses Carolyne Wittgenstein rolü ile Altın Küre’ye aday olmuştu.
COSMOPOLITAN’ın Nisan 1960 kapağında, Capucine ve Dirk Bogarde. |
“Song Without End”deki rol arkadaşı Dirk Bogarde ile yakın arkadaş olmuşlar, hatta Dirk Bogarde onu sık sık Fransa’daki evinde ziyaret etmişti. Söylentilere göre Dirk Bogarde onun için,“evlenmeyi düşündüğüm tek kadın”
bile demişti.
Capucine, 1960’ların başlarında aktör William Holden ile karşılaşmış, onunla 1962 yılında “The Lion”, 1964 yılında “The 7th Dawn” (Yedi Şafak) filmlerinde başrolü paylaşmıştı. William Holden ilk görüşte Capucine’e aşık olmuştu.
O sırada William Holden yönetmen Charles Feldman’ın da yakın arkadaşı olan Brenda Marshall ile evli olmasına rağmen ikili bu filmler süresince iki yıl birlikte olmuşlardı. Capucine, kendisine “dünyanın en güzel kadını” diyen, ancak karısına ve çocuklarına karşı sorumlulukları nedeniyle kendisiyle evlenmeye bir türlü yanaşmayan sevgilisi William Holden’i film bittikten sonra terk etmiş, İsviçre’ye taşınmış ve kısa bir süre sonra kendinden oldukça genç olan İtalyan playboy Gianfranco Piasentini ile bir ilişki yaşamaya başlamıştı.
Hoyrat bir Amerikalı sevgiliden sonra, Latin ırkının bütün özelliklerine sahip, zarif bir erkekle evlenmek üzere flört etmekten Capucine son derece memnundu. Evlenemeseler de Capucine ve William Holden'in arkadaşlıkları Holden’in 1981 yılında ölümüne dek sürmüştü. William Holden 1981’de öldüğünde vasiyetinde Capucine’e Lozan’da rahatça yaşamaya devam etmesini sağlamak için 50.000$ bırakmıştı.
bile demişti.
Capucine ve Dirk Bogarde |
O sırada William Holden yönetmen Charles Feldman’ın da yakın arkadaşı olan Brenda Marshall ile evli olmasına rağmen ikili bu filmler süresince iki yıl birlikte olmuşlardı. Capucine, kendisine “dünyanın en güzel kadını” diyen, ancak karısına ve çocuklarına karşı sorumlulukları nedeniyle kendisiyle evlenmeye bir türlü yanaşmayan sevgilisi William Holden’i film bittikten sonra terk etmiş, İsviçre’ye taşınmış ve kısa bir süre sonra kendinden oldukça genç olan İtalyan playboy Gianfranco Piasentini ile bir ilişki yaşamaya başlamıştı.
Hoyrat bir Amerikalı sevgiliden sonra, Latin ırkının bütün özelliklerine sahip, zarif bir erkekle evlenmek üzere flört etmekten Capucine son derece memnundu. Evlenemeseler de Capucine ve William Holden'in arkadaşlıkları Holden’in 1981 yılında ölümüne dek sürmüştü. William Holden 1981’de öldüğünde vasiyetinde Capucine’e Lozan’da rahatça yaşamaya devam etmesini sağlamak için 50.000$ bırakmıştı.
O sıralarda da Capucine oldukça yalnız ve mutsuzdu, ayrıca bir geliri ve hayat arkadaşı olmadan yaşlanıyor ve o dillere destan güzelliğini giderek kaybediyor olmaktan dolayı endişeliydi. Geçmişte yaşıyor gibiydi ve sık sık intihar etmeye kalkışıyordu.
Bir keresinde Audrey ve eşi Robert Wolders onu aşırı dozda ilaç almış bir halde bulmuş ve kurtarmışlardı. Ancak, Capucine kurtarıldığında,
“Çalışmak isterdim, ama coşku gitti;
Simdi, bu yüzden artık fırsatlar da...”
diyerek hayal kırıklığını ifade etmişti.
1962 yılına kadar, İsviçre’ye dönmeden önce Capucine altı film daha çekmişti. 1960’da yönetmenliğini Henry Hathaway’in yaptığı “North to Alaska” (Alaska Fedaileri) filminde John Wayne ile başrolü paylaşmış, Angel takma adlı bir fahişeyi canlandırmıştı.
1962’de ise, Edward Dmytryk’in yönettiği
“Walk on the Wild Side” (Vahşi Yol) filminde Laurence Harvey ile başrolü paylaşmış, Hallie Gerard adında, yine gözden düşmüş bir fahişeyi canlandırmıştı. Filmde diğer rollerde Anne Baxter, Jane Fonda, Barbara Stanwyck gibi ünlü oyuncular da rol almıştı.
1963 yılının hit filmi
“The Pink Panther” (Pembe Panter),
İngiliz oyuncu David Niven’in canlandıracağı bir centilmen mücevher hırsızı, Sir Charles Litton için tasarlanmışsa da Fransız müfettiş Jacques Clouseau (Peter Sellers) rol çalmış, film neredeyse onun adıyla anılır olmuştu.
Çoğu sahneleri Avrupa’da çekilen Pembe Panter filmi için oyuncu kadrosu olarak, başta David Niven, Peter Sellers ve Robert Wagner ve müfettiş Clouseau’nun karısı rolü için de Ava Gardner seçilmişti. Ancak Ava Gardner’in özel şöför, özel makyöz ve özel villa gibi bitmek bilmez talepleri yüzünden oyuncu değişikliğine gidilmiş, rol Janet Leigh’e teklif edilmişti. Ancak o da yeniden evlenmiş ve yeni bir iş için hazır değildi, o nedenle rol son olarak tam zamanlı olarak İsviçre’de yaşayan Capucine’e teklif edilmişti. Böylece bir dizi hikayeye yol açan bu suç komedisinde David Niven ve Peter Sellers ile birlikte Capucine de rol almıştı.
Bu onun için bulunmaz bir fırsata dönüşmüştü.
Filmde ayrıca Claudia Cardinale ve Robert Wagner’in de rolleri vardı. Capucine, hiçbir zaman bir “A” liste yıldızı olamamasına ve Hollywood’da çok az film yapmasına rağmen, popüler film dizisi Pembe Panter’de müfettiş Jacques Clouseau’nun (Peter Sellers) karısı olarak ekran ölümsüzlüğü kazanmıştı.
Pembe Panter filmindeki rol arkadaşı Robert Wagner, Stefanie Powers ile birlikte rol aldıkları televizyon dizisi “Hart to Hart”a Capucine’i konuk yıldız olarak katmıştı. Stefanie Powers da geçmişte William Holden ile uzun bir romantik ilişki yaşamıştı. Stefanie ve Capucine bu nedenle birbirlerini kıskanmak yerine aksine iyi birer arkadaş olmuşlardı.
Stefanie Powers otobiyografisinde;
“Cappy ve ben aynı adamı çok farklı zamanlarda ve çok farklı koşullarda sevmiştik, ama bu hiçbir zaman birbirimizden bir arkadaş olarak keyif almamızın önünde bir engel teşkil etmedi.”
diye yazmıştı.
Capucine, Robert Wagner ile birlikte “Hart to Hart” dizisinde çalıştığı yıl, iki filmi olan Pink Panther serisine de dönüş yapmıştı. Avrupa’ya dönmeden önce de bir kaç mini TV dizisinde de rol almıştı.
1962’de ise, Edward Dmytryk’in yönettiği
“Walk on the Wild Side” (Vahşi Yol) filminde Laurence Harvey ile başrolü paylaşmış, Hallie Gerard adında, yine gözden düşmüş bir fahişeyi canlandırmıştı. Filmde diğer rollerde Anne Baxter, Jane Fonda, Barbara Stanwyck gibi ünlü oyuncular da rol almıştı.
1963 yılının hit filmi
“The Pink Panther” (Pembe Panter),
İngiliz oyuncu David Niven’in canlandıracağı bir centilmen mücevher hırsızı, Sir Charles Litton için tasarlanmışsa da Fransız müfettiş Jacques Clouseau (Peter Sellers) rol çalmış, film neredeyse onun adıyla anılır olmuştu.
Çoğu sahneleri Avrupa’da çekilen Pembe Panter filmi için oyuncu kadrosu olarak, başta David Niven, Peter Sellers ve Robert Wagner ve müfettiş Clouseau’nun karısı rolü için de Ava Gardner seçilmişti. Ancak Ava Gardner’in özel şöför, özel makyöz ve özel villa gibi bitmek bilmez talepleri yüzünden oyuncu değişikliğine gidilmiş, rol Janet Leigh’e teklif edilmişti. Ancak o da yeniden evlenmiş ve yeni bir iş için hazır değildi, o nedenle rol son olarak tam zamanlı olarak İsviçre’de yaşayan Capucine’e teklif edilmişti. Böylece bir dizi hikayeye yol açan bu suç komedisinde David Niven ve Peter Sellers ile birlikte Capucine de rol almıştı.
Bu onun için bulunmaz bir fırsata dönüşmüştü.
Filmde ayrıca Claudia Cardinale ve Robert Wagner’in de rolleri vardı. Capucine, hiçbir zaman bir “A” liste yıldızı olamamasına ve Hollywood’da çok az film yapmasına rağmen, popüler film dizisi Pembe Panter’de müfettiş Jacques Clouseau’nun (Peter Sellers) karısı olarak ekran ölümsüzlüğü kazanmıştı.
Pembe Panter filmindeki rol arkadaşı Robert Wagner, Stefanie Powers ile birlikte rol aldıkları televizyon dizisi “Hart to Hart”a Capucine’i konuk yıldız olarak katmıştı. Stefanie Powers da geçmişte William Holden ile uzun bir romantik ilişki yaşamıştı. Stefanie ve Capucine bu nedenle birbirlerini kıskanmak yerine aksine iyi birer arkadaş olmuşlardı.
Stefanie Powers otobiyografisinde;
“Cappy ve ben aynı adamı çok farklı zamanlarda ve çok farklı koşullarda sevmiştik, ama bu hiçbir zaman birbirimizden bir arkadaş olarak keyif almamızın önünde bir engel teşkil etmedi.”
diye yazmıştı.
Capucine, Robert Wagner ile birlikte “Hart to Hart” dizisinde çalıştığı yıl, iki filmi olan Pink Panther serisine de dönüş yapmıştı. Avrupa’ya dönmeden önce de bir kaç mini TV dizisinde de rol almıştı.
1965 yılında senaryosunu Woody Allen’in yazdığı, Clive Donner’in yönettiği ve tamamı Fransa’da çekilen “What's New Pussycat?” filminde Peter Sellers (Dr. Fritz Fassbender) ve Peter O’Toole’un (Micheal James) yanısıra Capucine (Renée Lefebvre), Romy Schneider (Carole), Ursula Andress (Rita) de rol almıştı.
Bu filmde Capucine, “Miss Lefebvre” olarak kendi gerçek adını kullanmıştı. Capucine’in “The 7th Dawn” (1964), “What’s New Pussycat?” (1965) ve “The Honey Pot”un (1967) filmlerinin yapımcısı kısa süre aşk ilişkisi yaşadığı Charles K. Feldman’dı.
“Kendimi tanımlayacak bir adama ihtiyacım olduğunu düşünürdüm.
Artık değil.”
Capucine 1969’da Federico Fellini’nin yönettiği,
“Fellini’s Satyricon”da Trifena rolünde oynamıştı.
Pembe Panter’in büyük gişe yapması, filmin devamını da beraberinde getirmişti elbet. 1982’de Blake Edwards’ın yönettiği
“Trail of the Pink Panther”de (Pembe Panter'in İzinde) bu kez müfettiş Clouseau’nun (Peter Sellers) karısı değil, Sir Charles Litton’un (David Niven) karısı Lady Simone Litton rolünde oynamıştı.
Bu filmde Capucine, “Miss Lefebvre” olarak kendi gerçek adını kullanmıştı. Capucine’in “The 7th Dawn” (1964), “What’s New Pussycat?” (1965) ve “The Honey Pot”un (1967) filmlerinin yapımcısı kısa süre aşk ilişkisi yaşadığı Charles K. Feldman’dı.
“Kendimi tanımlayacak bir adama ihtiyacım olduğunu düşünürdüm.
Artık değil.”
Capucine 1969’da Federico Fellini’nin yönettiği,
“Fellini’s Satyricon”da Trifena rolünde oynamıştı.
Pembe Panter’in büyük gişe yapması, filmin devamını da beraberinde getirmişti elbet. 1982’de Blake Edwards’ın yönettiği
“Trail of the Pink Panther”de (Pembe Panter'in İzinde) bu kez müfettiş Clouseau’nun (Peter Sellers) karısı değil, Sir Charles Litton’un (David Niven) karısı Lady Simone Litton rolünde oynamıştı.
Ardindan 1983’te yine Blake Edwards’ın yönettiği
“Curse of the Pink Panther”de
(Pembe Panter’in Laneti)
yine Lady Simone Litton rolünde oynamıştı.
Capucine 1948 - 1990 yılları arasında 36 film ve 17 televizyon yapımında yer almış, intihar ederek hayatına son verene kadar
Avrupa’da film çekmeye devam etmişti.
Capucine’in 1940’ların sonlarında Paris’te Givenchy’de modellik yaptığı yıllardan başlayarak Audrey Hepburn ile arkadaşlıkları yıllarca devam etmişti. Öyle ki, 1969’da Dr. Andrea Dotti ile evlenmelerinde, yakın arkadaşı olan Audrey Hepburn’un şahidi olmuştu.
Capucine uzun bir zamandır manik depresyondan muzdaripti
ve yıllar içinde birçok kez intihar girişiminde bulunmuş, bu girişimleri yine İsviçre’de yaşayan arkadaşı Audrey Hepburn tarafından son anlarda engellenmişti.
19 Mart’ta, rol aldığı “Anne Frank”ın Miami’de gösteriminin yapılacağı akşam, otel odasında bulunan Audrey Hepburn’a bir telefon gelmişti. Audrey’in yüzü, telefona cevap verdikten sonra küle dönmüş ve ağzından büyük bir acıyla, sadece “Capucine” kelimesi çıkabilmişti.
Audrey Hepburn ve eşi Robert Wolders birkaç hafta sonra, İsviçre’ye döndüklerinde, onları birçok “Cap krizinden” tanıdıkları ve nazik bir insan olan Capucine’in psikiyatristi ziyaret etmiş ve onları şok edecek acı gerçeği dile getirmişti:
“Capucine’in acı çekmesi
çok dayanılmazdı,
bu gerçekten de en iyi çözüm oldu.”
Ne yazık ki son zamanlarında Capucine tüm servetini yitirmiş, Holden’in ona bıraktığı para da bitmişti, tek kalan varlığı dairesiydi. Öldükten sonra Capucine, Audrey Hepburn için olağanüstü bir jest yapmıştı. Capucine kendi iradesi ile hazırladığı vasiyetinde, o dairenin satılmasını ve elde edilen gelirin yarısının Kızıl Haç’a, diğer yarısının da Unicef’e verilmesini ve her iki bağışın da Audrey’in çalışmalarının onuruna verildiğinin belirtilmesini şart koşmuştu. Ayrıca satış sonrasında elde edilen yaklaşık 100.000 doların Audrey Hepburn tarafından nereye verilmesi gerektiğinin belirlemesi istenmişti.
İntihar ettiğinde, kimsesi yoktu, arkasında yalnızca evinde onunla birlikte yaşayan
üç kedisi kalmıştı.
Capucine, manken olarak moda dünyasında, beğenilen bir artist olarak da sinema dünyasında şöhret kazanmış olmasına rağmen, hiç bir zaman yakışıksız ve şımarık olmamıştı.
Aksine son derece olgundu ve kibarlığı da yapmacık değildi.
“Kameranın önüne her geldiğimde, onu ilk defa buluşacağım çekici bir erkek olarak düşünüyorum.
Onu zorlu ve çekici buluyorum,
bu yüzden herşeyi var gücümle,
onun ilgisini çekecek şekilde yapıyorum.”
Avrupa’da film çekmeye devam etmişti.
Capucine’in 1940’ların sonlarında Paris’te Givenchy’de modellik yaptığı yıllardan başlayarak Audrey Hepburn ile arkadaşlıkları yıllarca devam etmişti. Öyle ki, 1969’da Dr. Andrea Dotti ile evlenmelerinde, yakın arkadaşı olan Audrey Hepburn’un şahidi olmuştu.
Capucine, Roma’da |
Capucine uzun bir zamandır manik depresyondan muzdaripti
ve yıllar içinde birçok kez intihar girişiminde bulunmuş, bu girişimleri yine İsviçre’de yaşayan arkadaşı Audrey Hepburn tarafından son anlarda engellenmişti.
19 Mart’ta, rol aldığı “Anne Frank”ın Miami’de gösteriminin yapılacağı akşam, otel odasında bulunan Audrey Hepburn’a bir telefon gelmişti. Audrey’in yüzü, telefona cevap verdikten sonra küle dönmüş ve ağzından büyük bir acıyla, sadece “Capucine” kelimesi çıkabilmişti.
Audrey Hepburn ve eşi Robert Wolders birkaç hafta sonra, İsviçre’ye döndüklerinde, onları birçok “Cap krizinden” tanıdıkları ve nazik bir insan olan Capucine’in psikiyatristi ziyaret etmiş ve onları şok edecek acı gerçeği dile getirmişti:
“Capucine’in acı çekmesi
çok dayanılmazdı,
bu gerçekten de en iyi çözüm oldu.”
Ne yazık ki son zamanlarında Capucine tüm servetini yitirmiş, Holden’in ona bıraktığı para da bitmişti, tek kalan varlığı dairesiydi. Öldükten sonra Capucine, Audrey Hepburn için olağanüstü bir jest yapmıştı. Capucine kendi iradesi ile hazırladığı vasiyetinde, o dairenin satılmasını ve elde edilen gelirin yarısının Kızıl Haç’a, diğer yarısının da Unicef’e verilmesini ve her iki bağışın da Audrey’in çalışmalarının onuruna verildiğinin belirtilmesini şart koşmuştu. Ayrıca satış sonrasında elde edilen yaklaşık 100.000 doların Audrey Hepburn tarafından nereye verilmesi gerektiğinin belirlemesi istenmişti.
İntihar ettiğinde, kimsesi yoktu, arkasında yalnızca evinde onunla birlikte yaşayan
üç kedisi kalmıştı.
Ünlü fotoğrafçı Yale Joel’in objektifinden Capucine. |
Capucine, manken olarak moda dünyasında, beğenilen bir artist olarak da sinema dünyasında şöhret kazanmış olmasına rağmen, hiç bir zaman yakışıksız ve şımarık olmamıştı.
Aksine son derece olgundu ve kibarlığı da yapmacık değildi.
“Kameranın önüne her geldiğimde, onu ilk defa buluşacağım çekici bir erkek olarak düşünüyorum.
Onu zorlu ve çekici buluyorum,
bu yüzden herşeyi var gücümle,
onun ilgisini çekecek şekilde yapıyorum.”