bildiklerimiz, bilmediklerimiz,
şifreler ve daha fazlası
Belediye otobüsünün içerisinde kavşaktan geçerlerken ailecek, belki de "evladım öyle parmakla gösterilmez insanlar, ayıptır" diyen annesini dinlemeyip heyecanla arka pencereden parmaklarıyla işaret ederek sorgularken çocuklar, anne söylediğinin komikliğine şaşırmış, kendi kendine gülüyordu ön koltukta, "insanlar mı?.. ne diyorum ben” diyerek. Benimsemişti Ankaralılar kısa sürede onları tüm soğukluklarına, yabancılıklarına rağmen, neredeyse çıplak olmalarına dahi takılmadan kabullenmişler, hatta insan gibi görmüşlerdi. Öyleydi o zamanlar, o günlere dek görmedikleri bu tür yeniliklere çabuk intibak etmişti, Osmanlının kasabasından doğan başkentin insanları, her şey bir başkaydı artık, her anlamda yenilenmek, aydınlanmak iyi gelmişti onlara da, bunu içselleştirmişlerdi. Varsın demirden olsun, soğuk olsun, yüzlerine değil uzaklara baksın, varsın konuşmasın, dinlemesin, insandı onlar da, misafir misali, şehrin en güzel yerinde ağırlanmalı, hoşgörüyle bakılmalıydı... Hiçbir zaman taciz edilmediler, saldırıya uğramadılar, üzerine yazılar da yazılmadı, kolları kanatları da kırılmadı, onlara sorulsa hep o ilk günkü yerinde kalmalıydı belki de, kentin bir simgesi olarak, ancak onlara sormaya dahi gerek görmeyen bazı yönetici kararlarıyla ordan oraya savruldular yıllar boyunca...
Fotoğraf makinesi olanlar hatıra olsun diyerek fotoğraf çektirdi, ki bugün o yıllara ait bir çok hatıra fotoğrafından biliyor, görüyoruz o güzelim Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ni ve Ankara’nın insan ölçeğindeki o güzel günlerini, sakladılar, yeri geldi gelemeyen konu komşuya gösterdiler, onlar da merak edip kalktı geldi, kalktı geldi... Gelen gitti, giden bir daha geldi, ama onlar hiç bir yere kıpraşmadı, öylece beklediler, kış oldu, ayaz oldu kurt indi, kollarını bacaklarını kıtladı, yağmur yağdı, kar yağdı, üşümediler, sadece ıslandılar, ayaz çıktı, don vurdu, üzerlerinden buzlar sarktı yerlere, yine de durdular dimdik, durdular, durdular ve durdular...
Su Perileri ve diğer çocuklar hala hiç istiflerini bozmadan duruyorlar, aynı sessizlikleriyle, aynı donuk bakışlarıyla hep bir arada, ama artık farklı bir yerde. Yıllarca ordan oraya taşıdı onları yönetimler de Ankaralıların pek sesi çıkmadı, kendi göçebeliklerine uydurdular neticesinde, zaman geldi bir tepeye çıkarttılar, baksınlar diye enginlere, zaman geldi bir çukura soktular, belli ki bir şey görmesinler diye, meydan da gördüler, yeri geldi çöplüğü de...
Benzerleri Dünya’nın dört bir yanında, belki de yedi kıtasında el üstünde tutulup, parklar içerisinde, özenle korunup, dört başı mamur günlerini geçirirken, onlar şimdi hiç de kendilerine uymayan bir yerde, def-i bela kabilinden bir kenara sığıştırıldılar. Bu son mekanlarının onlara layık olmadığını ve bu nedenle de çok mutlu olduklarını sanmıyorum, ki ben de öyle...
Hikayemiz, işte bu sekiz sığınmacının hikayesidir;
o hayatın koşuşturması içerisinde belki de hiç farketmediler bile onların göçebeliğini, zaman içerisinde, adlarını da hikayesini de unuttular, sorup sorgulamadılar, adlarını dahi bilmedikleri, bu bir içim su kadar güzel iki kadının büyüsüne, albenisine kapılıp onlara topluca “Su Perileri” adını vermişlerse de, sonrasında vardı bir yerlerde, şimdi nerde kimbilir deyip geçtiler, unuttular...
Cesar Philipp (1859-1930 Alman) Tatlı su perisi, Krenaiai ve Putto’lar çeşme başında Tuval üzerine yağlı boya, 151,3 x 81,9 cm |
Bu Anıtsal Çeşme (antik Yunan ve Roma kültüründe Nymphaeum olarak tanımlanan bu tür kent unsurları, menşei olan Avrupa’da Anıtsal Çeşme - Monumental Fountain olarak adlandırılmaktadır), başkent olduktan sonra hummalı bir şekilde imar ve inşaa edilen Başkent Ankara için, Heussler Haritacılık Müteahhit firması kanalıyla 1925 yılında Berlinli mimar Carl Christoph Lörcher’e Sıhhiye civarından başlayarak 150 hektar büyüklüğündeki bir alan için bir kent planı hazırlatılmış, daha sonra tüm planın uygulanmasından vazgeçilmişse de, kentin merkezi konumundaki günümüz Kızılay Meydanı ile ilgili temel kararlar o plan ile atılmıştı. Yenişehir’i abad etmek, güzelleştirmek ve süslemek için, Lörcher’in “Cumhuriyet”, dönemin yöneticilerinin ise değiştirerek “Kurtuluş Meydanı” adını verdikleri meydana, 1926-1928 yılları arasında Ankara’nın Şehremini olan, Mustafa Kemal Atatürk gibi Selanik doğumlu ve onun çocukluktan beri en yakın arkadaşlarından, Süleyman Asaf İlbay (1882-1957) tarafından Avrupa’dan bir anıtsal çeşme getirtilmişti.
Mustafa Kemal Atatürk ve Süleyman Asaf İlbay (gözlüklü olan) birarada |
Bir dönem Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği de yapmış olan gazeteci, siyasetçi ve diplomat, Ruşen Eşref Ünaydın (1892-1959), vefatından iki yıl önce, 1957’de yazdığı “Atatürk’ü Özleyiş” adlı anı kitabında, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ile ilgili olarak şunları yazmıştı;
Ruşen Eşref Ünaydın (1892-1959) |
“Kurtlar, sâdece, gece vakti dışarı çıkıldığı veya eve dönüldüğü zaman dere içlerine elde fener, omuzda mavzer inilen o ilk kışta değil, zaferden birkaç yıl sonra bile o semtlerde dolaşmakla da kalmadılar. Yenişehir kıyılarına indikleri dahi oldu!.. Hattâ şehremini Asaf (İlbay) Ankara’yı süslemek için Avrupa’dan bir demir havuzla birkaç da dökme nemfos heykeli getirtmişti. Havuz, önceleri Kızılay Meydanı’na oturtulmuştu. Bugün de Sağlık Bakanlığı önündeki meydanda duruyor sanırım. Nemfoslar ise iki üç mevsimi senin bahçende geçirdilerdi. Ve bir kış üstü Yenişehir’e indirildiler. Fakat, bir tipili sabah, uyanılınca görüldü ki çıplak kızların kolları ile baldırları geceleyin kurtlar tarafından dişlenmişler!.. Demirlerin altındaki kırmızı boyalar yaralarının kanları gibi dışarı vurmuştu!..” (1)
(1): Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş, Cilt II (Cumhuriyet Gazetesi’nin okurlarına armağanı), Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul,
Kasım 1998, s.13
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi, karlar altında. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak
Atatürk Bulvarı ve Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’nın kesiştiği noktaya yerleştirilen Anıtsal Su Perileri Çeşmesi ilk günden başlayarak yoğun bir ilgiyle karşılanmış, ilkbahar akşamları Atatürk Bulvarı’nda yürüyüşe çıkan kadınlı erkekli, hatta çocuklu ailelerin pusetleri içindeki ya da bisikletleri üzerindeki çocukları ile Çeşmenin etrafındaki havuzbaşında verdikleri molaların haberleri ve fotoğrafları, dönemin günlük basınında sıklıkla yer almıştı. Bulvarının orta refüjündeki Akasya ağaçları ve iki yanındaki geniş kaldırımlara dikilmiş at kestanelerinin gölgesinde yapılan Ankaralıların “piyasa”sı havuzbaşının etrafına dizilen banklarda nihayetlenirdi.
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin en eski fotoğraflarından birisi; İnşaatın başlangıcında çalışanların çeşmenin üzerine çıkarak çektirdikleri bir hatıra fotoğrafı. Fotoğrafın altında eski Türkçe harflerle Ankara Yeni şehirdeki fıskiye yazmaktadır.
Belki de en eski tarihli yukarıdaki fotoğrafta, Su Perileri Anıtsal Çeşmesi’nin açılmış bir temel çukuru içerisine dökülmüş beton bir kaide üzerine yerleştirilmiş halini ve üzerinde belki de o inşaatta çalışanların hatıra fotoğrafı çektirdiklerini görüyoruz. Sol tarafta duran beyaz gömlekli kişinin önünde marangoz ya da kalıpçıların kullandığı çivi önlüğüne benzer bir önlük takıyor olmasından ve hemen sağ tarafında Su perisi heykelinin ayağının dibine bırakılmış baretinden kalıpçı ya da inşaat işçisi olduğunu, diğer tarafta duran koyu renk takım elbiseli ve elinde şapka tutan kişinin de inşaatı kontrol eden mühendis olabileceği düşünülebilir. Arka planda ise inşaatına 1925 yılında başlanıp 1927’de tamamlanmış olan, 1924-25 yılları arasında CHP Genel Sekreterliği ve 1925-27 yılları arasında İçişleri Bakanlığı yapan Mehmet Cemil Uybadın’ın (1880-1957) kuleli köşkü görünmektedir. Onun yüksek istinat duvarları önünde bazı künkler ve bir tretuvar çalışmasına başlandığı da gözlemlenmekte. Bu ayrıntı bu fotoğrafın 1927 yılı sonrasına ait olduğuna işarettir.
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin yine en eski fotoğraflarından biri olan yukarıdaki fotoğrafın üzerinde eski Türkçe harflerle “Yeni şehirden bir manzara 29” notu yer alsa da, bu fotoğrafın daha önceki bir tarihe ait olması gerekir, zira meydanın umumi bir başka görüntüsünde ki henüz Kızılay Genel Merkez Binası arsasının boş ve inşaat için kazma dahi vurulmamış olduğu, ancak havuzun tamamen bitirilmiş, su doldurulmuş ve çevre düzenlemesinin yapıldığı, ağaçlandırma çalışmalarına başlandığı ve hatta havuzun etrafına bir dönel kavşak yapıldığı da, hesaba katılırsa, üstelik de Kızılay Genel Merkez binasının inşaatının 1928 de başlayıp 1930 yılında bitirildiği düşünülünce bu fotoğrafın 1929 yılına ait olamayacağı, 1928’den de önceki bir döneme ait olması gerektiği anlaşılır. Fotoğrafta sadece çeşmenin etrafına onu ortasına alacak şekilde bir havuz inşa edildiğini ancak çevre düzenlemelerin henüz tamamlanmamış olduğu görülmektedir. Tam çeşmenin önünden Ulus istikametine doğru çekilmiş bu fotoğrafta yolların henüz şose (taş kırıkları üzerine toprak dökülerek yapılmış yol) ve etrafının inşaat artıklarıyla dolu olduğu, iç bükey ve dış bükey bazı kıvrımlarla oluşturulmuş büyükçe yuvarlak formdaki bir havuzun ortasında, çeşmenin taban kaidesinin formuna uygun olarak bir artı ve bir çarpı işaretinin bileşiminden oluşturulmuş sekiz kollu bir yıldızı anımsatan ve üst kenarları pahlanmış, havuz doldurulduğunda sadece pahlı kısmı dışarda kalacak seviyedeki beton bir kaide üzerinde yükseldiği görülmektedir. Arka planda günümüz Zafer Meydanı civarında 26 Şubat 1926 tarihinde kurulan Merkezi İstatistik Dairesi’nin (günümüz Türkiye İstatistik Kurumu) üç katlı beyaz renkli binası, sağ tarafta da yeni yeni şekillenen Yenişehir memur evleri ve havuzun kenarında da belki de yapımı süren dönel kavşağın tretuvar taşlarından bazıları yığınlar halinde görülebilmektedir.
Hemen hemen bir önceki fotoğrafla aynı yerde çekilmiş bu karede de, şık, muhtazam giyimli, Borsalino fötr şapkalı, evrak çantalı ve getrli (ayakkabının üstünden bacağın alt bölümüne değin sarılan bir tür tozluk) ayakkabılarıyla Ankaralı Devlet memuru iki beyefendi iş çıkışı havuzbaşında, Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin önüne yerleştirilmiş bankta istirahat ederlerken poz vermişlerdir, fotoğrafın arka planında da yine Mehmet Cemil Uybadın’ın kuleli evi yer alır tüm haşmetiyle.
Yenişehirdeki dönel kavşağın günümüz Ziya Gökalp Caddesi tarafından Demirtepe istikametine doğru çekilmiş olan, tahminen ünlü Kızılay Genel Merkez binasının inşaa edilmeden önceki ve yerinde belki de bir şantiye barakasının yer aldığı, bu nedenle de 1927-28 yıllarına ait olması muhtemel bu fotoğrafta ise, havuzbaşının etrafındaki yolların şose olsa da yapıldığı, havuzbaşının etrafında oturmak için banklar konulduğu ve şehiriçi taşımacılığında kullanılan ilk otobüslerden birinin kavşakta hareket halinde olduğu görülebilmektedir. Demirtepe istikametinde günümüzde maalesef çoktan yok olmuş, yerlerine betonarme çok katlı binalar yapılmış olan Yenişehir’in ilk ikişer katlı memur evlerini ve az ilerisinde yokuşun başlarında bugün bile hala ayakta olan, biri kebapçı diğeri ise yıllardır Ankara-Çankaya Tapu Kadastro Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak kullanılan iki kuleli ev görülmektedir.
1927-28 tarihli Ankara Yenişehir ve Havuzbaşı Jean Weinberg fotoğrafı. Sonradan renklendiren Onur Ertürk |
20 Mayıs 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’nin eki olarak verilmiş olan “50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933”de Havuzbaşı’nın 1928-29’lardaki görünümü ve Havuzbaşında Konser izleyen Ankaralılar.
Kaynak: 50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933, Cilt-1, Milliyet Yayınları, 1975, s.62
Ankaralıların piyasa vakti yaptıkları yürüyüşler bazı akşamlar Ankara Şehremaneti tarafından organize edilen ve Riyaset-i Cumhur Mızıkası tarafından sıklıkla verilen konserlerle şenlenirdi. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi 3 Kasım 1928 tarihli sayısında bunu şöyle haberleştirmişti;
“Yenişehir’de güzel bir park halini alan meydanda akşamları Riyaseti Cumhur Mızıkası Çalıyor.”
Kaynak: Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi
Kaynak: Ankara Araştırmaları Dergisi 2015, 3(1), Sf:124, “Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950” Mehtap Türkyılmaz makalesinde, VEKAM Kütüphanesi ve Arşivi, Envanter No: 0183 notu ile paylaşılmıştır.
Havuzbaşı, tarih 1928-29, arka solda inşaatı süren yapı(pulun altında), Avusturyalı mimar
Robert Oerley’in (1876-1945) tasarımı olan Kızılay Merkez Binası
1926 yılında şehir merkezine uzak sayılabilecek bir yerde inşaa edilen, ulaşım yolu bile tam bitmemiş, içerisinde yer aldığı park ve bahçe düzenlemesinden başka, o yıllarda etrafında başka bir yapı olmayan, Alışveriş ve Eğlence Merkezi, adını o günlerin uğrak yerlerinden “Hale Bar”dan almıştı.
Mareşal Üniformalı Atatürk Heykeli.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi
Ankara’nın Başkent olması sonrasında memleketin dört bir yanından kente görevli olarak gelen askerlerin barınma ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu.
İçerisinde Sergi Salonu, Kooperatif Ürünleri’nin satışının yapıldığı bir pavyon ve Sinema olan Hale Alışveriş ve Eğlence Merkezi’nin yerine dönemin 1927-1930 yılları arasında Milli Müdafaa Vekili olan (Milli Savunma Bakanı) Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957) Atatürk Bulvarı üzerindeki Hale Alışveriş ve Eğlence Merkezi’nin arsasını uygun bir fiyata satın almış, yanındaki Ankara eski Valisi Yahya Galip’e (Kargı) ait olan 6263,5 m² lik arsayı da satın alarak bu arsaları Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’ye ( Genelkurmay Başkanlığı) Zabıtan Yurdu yapılması maksadıyla bağışlamış, bu teşebbüsü ile Modern Ankara’nın ilk askeri tesisi olan Zabitan Yurdu yapımına girişilmiş, Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’in yönetiminde 1930 yılında başlanan inşaat 1932 yılında tamamlanmıştı.
Bugün hala Zafer Meydanı’nda ayakta olan ve kullanılan Zabitan Yurdu, 22 Aralık 1932 Perşembe tarihinde, serin bir günde saat 16:30’da zamanın Başvekili İsmet İnönü, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Mareşal Fevzi Çakmak, Milli Müdafaa Vekili Zekai Apaydın, 1.Ordu müfettişi Orgeneral Ali Sait Akbaytogan, 2. Ordu müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay, Kütahya Milletvekili Recep Peker tarafından açılmıştı.
Servet-i Fünûn (Uyanış) Gazetesi 29 Aralık 1932 sayısında Zabıtan Yurdu’nun açılışına katılan heyet. Başvekil İsmet İnönü’nün sağ omuz arkasında Mustafa Abdülhalik Renda. Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Atatürk’ün; 25 Aralık 1932 tarihinde yurdu ziyareti sonrasında Orgeneral Fahrettin Altay’a verdiği direktif ile, “Zabıtan Yurdu” ismi “Orduevi” olarak değiştirilmişti.
“Zabıtan Yurdu” adının Atatürk’ün direktifi ile “Orduevi” olarak değiştirildiğini, Emekli Orgeneral Fahrettin Altay, 27 Mayıs 1967 tarihinde Orduevi’nde kaldığı süre içerisinde Orduevi Ziyaretçi Defterine yazdığı bu notla teyit etmişti. Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Zafer Meydanına bakan üç katlı “U” şeklindeki Orduevi Binası, 1962’de beş kata çıkartılmış, 1983’de bulvarın karşısında, Mithatpaşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı arasında kalan köşede yer alanYüksel Palas Oteli de Orduevi bünyesine dahil edilmişti.
Yaklaşık 35 yıl arayla, Sıhhiye Kavşağı, 1978 yılında heykeltıraş Nusret Suman tarafından yapılan Hitit Güneş Kursu Anıtı ve Orduevi, Fotoğraflar: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Zafer Meydanı’ndaki Atatürk Anıtının solunda kalan Zafer Parkı II içerisinde Pavyon Sergi Binası, Zabitan Yurdu diğer adıyla Hale Gazinosu ve fıskiyeli bir havuz, Anıtın solunda ise Zafer Parkı I ve içerisinde fıskiyeli bir havuz vardı.
Kaynak: SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi
Açılışından 3 gün sonra 25 Aralık 1932’de Mustafa Kemal Atatürk Zabitan Yurdu’nu ziyaret etmiş ve bu ziyaret sırasında verdiği bir direktif ile Zabitan Yurdu adı “Ankara Orduevi” olarak değiştirilmişti.
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin kabaca dört bacaklı gibi görünen ancak dikkatli bakılınca dördü diğerlerinden uzun olan sekiz kollu bir yıldız şeklinde olduğu anlaşılan kaidesinin dışarı doğru daha fazla çıkıntı yapmış olan, üzeri bitkisel motifler ve yosun tasvirleriyle bezenmiş, spiral formlu ana taşıyıcı bacaklarında, gözleri göğe bakan su altı yaratıklarına benzer dört masktan ve aralardaki boşluklarda ve daha kısa olan diğer bacakların üzerinde de diz çökmüş vaziyette dört eros’un (cupid) ikisinin kucaklarındaki yunusların ağzından, diğer ikisinin de ellerinde tuttukları büyük deniz minarelerinden havuza doğru su fışkırmaktaydı.
Fotoğraf: © Ahmet Soyak Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin taban kaidesinde spiral formlu ayakların üzerinde yer alan gözleri gökyüzüne çevrilmiş olan su altı yaratıklarına benzeyen dört maskın ağızlarından havuza su fışkırmaktadır. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020 Anıtsal Su Perileri Çeşmesinin taban kaidesinde, kısa boylu diğer ayaklar üzerinde yer alan diz çökmüş vaziyette, kucaklarında tuttukları yunus ve büyük deniz minaresinden havuza su fışkırtan, Aşk tanrıçası Afrodit (Venüs) ile Savaş Tanrısı Ares’in (Mars) çocukları olan ve tutkunun, aşkın kanatlı küçük tanrıları dört Eros (Cupid) figüründen ikisi. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020 Tabandaki bu hareketliliğin üzerinde yuvarlak bir kaide üzerine oturtulmuş olan ana heykel figürü yer almaktaydı. Sırt sırta vermiş iki su perisi ve onların arasında yine sırt sırta iki tüyü bitmemiş erkek heykeli yer almakta ve hep birlikte dayandıkları bir kaide, en tepedeki büyük su haznesini taşımaktaydı. Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin Batı-Doğu aksındaki görünümü. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin üstteki su haznesi ve fıskiyeler. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ndeki Su Perilerinin aralarındaki boşluğun üst noktasında iki aslan başının dişlerinin arasına asılmış, aşağıya doğru kendi ağırlıklarıyla sarkıyormuşçasına görünen, üzüm salkımları ve asma yapraklarıyla bezenmiş garlandlar. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020 Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Mart 2016 Üstteki su haznesinin istakoz ve yengeç motifleriyle bezeli kenarlarından sekizi efsanevi yaratık başlı çörten ve onların aralarındaki sekiz midye kabuğu motifli çıkışlarla birlikte aşağıdaki büyük havuza doğru su fışkırtan toplam 16 fıskiye, üst haznenin ortasında ve en tepede de ananas benzeri büyük ve 12 ağızlı bir fıskiye vardı. Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin üst haznesinrden aşağıdaki havuza su fışkırtan midye kabuklu çörten ve efsanevi yaratık masklar. Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
|
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Restorasyon sırasında sanki bazı sıkıntılar olmuş gibi. Özellikle su perilerinin burunları fazla mı Grek olmuş? yoksa bana mı öyle geliyor. Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Burun!.. Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Fotoğraf: © Ahmet Soyak |
Haziran 2015’te ve Mart 2016’da Ahmet Soyak tarafından çekilmiş olan videolar aşağıdaki linklerdedir.
Artık, 94 yıldır Ankara’da çeşitli sürgünler yaşayan ve şimdilerde en az 158 yaşında olduğunu bildiğim, Anıtsal “Su Perileri Çeşmesi”nin bu güne dek, göz göre göre farkedilmemiş ya da dikkatlerden kaçmış, en önemli şifresi, daha fazla gizli kalmamalı bence.
Çeşmenin bir içim su kadar güzel iki perisinin güzelliği Ankaralıların gözünü öyle bir almıştı ki, ilk kim söyledi bilinmez, ona hemen “Su Perileri” adı yakıştırılıvermişti. 94 yıl boyunca su perileri aşağı, su perileri yukarı, öyle anıldı durdu; Peki onlar periydi de, diğer iki tüyü bitmemiş erkek çocuğu kimdi, neciydi kimse sormadı, sorgulamadı, ilgilenmedi bile.
Bütün bu ipuçları ve şifreler, asma yaprakları, üzümler, amphora, kantharos ve thrysus bizi Yunan mitolojisindeki bağ bozumu, bağcılık, şarap, haz, cümbüş ve coşkunluğun tanrısı Dionysos’a ya da Roma mitolojisindeki karşılığı olan Bacchus’e götürmektedir. Evet, Ankara’daki Anıtsal çeşmenin ana figürü olan heykel kompozisyonundaki iki tüyü bitmemiş “yetim” erkek çocuğu, Ankaralıların gözünden kaçmış olsa da çocuk Dionysos ya da Bacchus’un ta kendisidir.
Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’ndeki iki Dionysos figürü.
Fotoğraf: ©Ahmet Soyak, Ağustos 2020
Elinde asası Thryssus ve Leoparı ile Dionysos ya da Bacchus Kaynak: “Elements of Mythology or Classical Fables of the Greeks and the Romans” Philadelphia, Moss, Brother & Co., 1860 ( Kitap 2016’da Eliza Roberts tarafından yeniden yayınlanmıştır)
Yukarıdaki tasvirlerde görüldüğü gibi genç Dionysos’un diğer bir simgesi de Leopardır. Ankara’daki anıtsal çeşme’de Leopar yoktur, zira orada Dionysos henüz ergenliğe erişmemiş, tüyü bitmemiş bir oğlan çocuğu olarak betimlenmiştir. Leopar, ergenliğinde Dionysos’un yanında görülmeye başlar, tıpkı kadın takipçileri Maenad’lar gibi.
Anıtsal Su Perisi Çeşmesi’ndeki iki kadın figürünün Manead olması mümkün değildir. Zira deli, çılgın, kuduruk anlamına gelen ritmik müzik, dans ve içki ile mest olup kendilerinden geçmiş bir haldeki Manead’lar daha sonra Diyonysos’un genç bir erkek olduğu dönemde ortaya çıkmaktadırlar. Genellikle birlikte tasvir edildikleri sanat eserlerinde Dionysos çocuk değil yakışıklı yetişkin bir delikanlıdır. Yunan Mitolojisine göre Dionysos, Zeus’un kartal kılığına girerek baştan çıkarttığı Thebai (Thebes) prensesi ölümlü Semele’den olma oğludur. Ancak Semela’nın hamileliğini öğrenen Zeus’un karısı Hera, Semela’yı Zeus’un kendisine gerçek kimliğiyle görünmesini istemeye ikna eder. Semela, Zeus’un gerçek kimliğiyle ortaya çıktığında bir ölümlü olarak onun yıldırım ateşiyle yanıp kül olacağını bilmediğinden, başına geleceklerden habersizdir.
Nitekim Semela, Zeus’u gördüğü an yanıp kül olur ancak Zeus cenini son anda kurtarıp baldırına dikerek saklar. Cenin gelişimini babasının baldırında tamamlayıp ikinci kez dünyaya gelince ona iki kere doğmuş anlamında dimetor sıfatı yakıştırılıp, Dios ve Nysos kelimelerinden oluşan Dionysos (Nysa’nın Tanrısı) adı verilir. Dionysos Olympos’a en son kabul edilen, en genç ve annesi ölümlü olan yegane tanrıdır. Zeus karısı Hera’nın gazabından korumak için Dionysos’u gizlemiş, doğduktan sonra yetiştirmeleri için efsanevi Nysa dağının perileri olan Nysiad’lara emanet etmişti. Böylelikle Dionysos ergen olup Olympos’a çıkana kadar Nysiad’lar tarafından bakılıp, büyütülmüştü. “Semelé, consum.e par la foudre de Jupiter ” (Jüpiter'in yıldırımları tarafından yok edilen Semele) Kaynak: Yazar, ressam ve gravürcü Bernard Picart Le Romain (1673-°©1733) ve Henri Abraham Chatelain (1684-°©1743) tarafından 1733’te Amsterdam’da yayınlanan “Beschryving van den prachtigen Tempel der Zang-Godinnen'den Tafereel.” (Hollandaca'dan çeviri: Güzel şarkı söyleyen tanrıçaların -Müz’ler- muhteşem tapınağının sahnesi) adlı kitapta yer alan 60 adet tam sayfa levhadan birisidir. Görüntü boyutu: yaklaşık 25 x 35 cm. Kitapçı envanter no: #12109 Kanımca bu bilgiler ışığında, Ankara’nın Anıtsal Su Perileri Çeşmesi’nin adının, bundan böyle “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi” olarak anılması gerekir.
Şimdi sıra onların Ankara’ya nereden geldiğini ve kimin yaptığını bulmaya gelmişti. Kimi, Milano Belediyesi’nin Ankara’ya hediyesi olduğunu, kimi İtalyan olduklarını, Napoli’den geldiklerini, hatta Napoli Belediyesi’nin Ankara şehrine armağanı olduğunu, kimi de Viyana’dan getirildiklerini anlatmış, yazmış ve bu yalan-yanlış bilgi dilden dile, kulaktan kulağa, metinden metine aktarılmış, taşına taşına tam 94 yıl böyle günümüze kadar gelmişti... Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda, hemen hemen buraya kadar olan 94 yıllık hikayenin tümünü biraz eksik, biraz fazla biliyor olsam da, aklımı kurcalayan esas soru, nereden geldikleri, kimin eseri olduklarıydı. Araştırmalarım sırasında internet ortamında Lyon Belediye Kütüphanesi Arşivinde bulduğum fotoğrafçı Louis Froissart (1815-1936) tarafından 1858 yılında çekilmiş bir fotoğraf, bir dönüm noktası oldu benim için, ondan sonrası da çorap söküğü gibi geldi zaten. 1871 yılında yangınla yerle bir olan Fransa’nın Lyon Kentindeki Eski Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme. Günümüzdeki mevcut Célestins Tiyatrosu 1871 yangınından sonra 1877 yılında yeniden yapılmış olan binada hizmete devam etmektedir. Kaynak: Lyon Belediye Kütüphanesi Koleksiyonu, Envanter No: P0546 S 0093. 21 x 27 cm. boyutlarında cam negatif.
Araştırmalarım sırasında Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin tarzında çok fazla anıtsal çeşme fotoğrafı ile karşılaşsam da onun bu kadar benzeriyle ilk kez karşılaşmıştım, sonrasında da bir tane daha bulamadım zaten. Bugün artık yerinde yeller esiyor olsa da Fransa’nın Lyon kentinde Célestins Tiyatrosu’nun önündeki küçük meydancıkta bulunan bu anıtsal çeşme, Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin kardeşiymiş meğer. Elbette tıpa tıp aynı değiller, nedenini daha sonra açıklamaya çalışacağım gibi üretim tekniğinden dolayı ortaya çıkan farklılıkları göz ardı edersek eğer, anıtsal çeşmenin ana figürü olan heykeller her iki çeşmede de aynı, bu nedenle de kardeşler, “benzersiz” değiller, ancak bir başka örnekleri olmadığı için artık “eşsizler” Hele de Lyon’daki anıtsal çeşmenin artık tamamen yok olduğunu hesaba katarsak, Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi” Dünya’da bir benzeri daha olmayan eşsiz (unique) bir eserdir diyebiliriz rahatlıkla.
Fotoğraftan da anlaşılacağı gibi Célestins Tiyatrosu’nun önündeki çeşme Ankara’daki kardeşine göre daha sadedir; üstteki su haznesi ve alttaki kaidesi daha küçük ve yalındır, alt kaidesinin etrafında Eroslar da yoktur. Heykeller direkt olarak silindirik bir kaideye oturmaktadır. Eski Célestins Tiyatrosu önündeki Anıtsal Çeşme ile Ankara Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi arasındaki benzerlik.
Célestins Tiyatrosu, Saône nehri kıyısındaki Celestine Manastırı’nın (1407-1789) yerine inşaa edilerek 9 Nisan 1792’de Célestins Varyete* Tiyatrosu olarak çalışmaya başlamıştı.
Tiyatronun önündeki meydana 1858’de yerleştirilen çeşmenin tasarımını Fransız heykeltraş ve dekoratör (ornamentalist) Michel Joseph Napoléon Liénard (1810–1870), heykellerini ise yine Fransız olan heykeltraş Mathurin Moreau (1821-1912) yapmış, çeşmenin demir dökümlerini ise Val d’Osne Sanat Dökümhanesi gerçekleştirmişti. Doğal olarak Ankara’daki “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin yaratıcıları da, bu iki Fransız heykeltraştır; Michel Liénard ve Mathurin Moreau. Üreticisi de Fransız Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’dir. Anlaşılacağı gibi, Ankara’daki “Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi” ne Milano’dan ya da Napoli’den, ne de Viyana’dan gelmemişlerdi, çeşme Fransa’dan gelmişti, ya da getirilmişti...
Lyon Célestins Tiyatrosu, 1871 yılında çıkan bir yangında tümüyle harab olmuş, onun yerine 1873 yılında açılan bir yarışmayı kazanan Fransız mimar André Gaspard’ın projelendirdiği bugünkü tiyatro binası inşaa edilmiş ve 1 Ağustos 1877’de açılışı yapılmıştı. Ancak bina, 1880 yılının Mayısında, 25’i 26’ya bağlayan gece çıkan bir yangın sonucu tekrar harab olmuş ancak André Gaspard aynı projeyle binayı tekrar inşaa ettirmişti. Bugün de faaliyetini sürdüren Célestins Tiyatro binası 2002-2005 yılları arasında büyük bir bakım ve onarımdan geçirilmişti.
26 Mayıs 1880’de yanan ancak onarılarak tekrar açılan Célestins Tiyatrosu ve önündeki Anıtsal Çeşme, 1930. Kaynak: La Mougeotte Nº 50 Infolettre du reseau international de la fonte d'art (Uluslararası sanat döküm ağından haber bülteni) Aralık 2013, s.7
Fransa’nın Champagne-Ardenne bölgesinde Haute-Marne ilinin Osne-le-Val isimli bir köyü, özellikle 19. yüzyılda demir döküm sanayiinde önemli bir merkez haline gelmişti. 1835’te Jean-Pierre Victor André’nin kurduğu Val d’Osne Sanat Dökümhanesi, kısa sürede Fransa’da döküm sanatının en büyük merkezi haline gelmiş, Paris’te de bir showroom açarak André, Barbezat et Cie.(A.Ş.) ve Ducel olarak birleşmişlerdi.
Şirket Ulusal fuarlarda (1834 Paris 8. Fuarında Bronz, 1839 Paris 9. Fuarında Gümüş ve yine 1844 ve 1845 Paris Fransız Endüstri Fuarında Altın olmak üzere) çeşitli ödüller almıştı. Ayrıca 1851 Londra Dünya Fuarı, 1855 Paris Dünya Fuarı, 1875 Santiago Dünya Fuarı, 1879 Melbourne Dünya Fuarı gibi Uluslararası Fuarlara da katılmış, 1855 Paris Fuarı’nda bir Altın Madalya, 1878 Paris Fuarı’nda birincilik ve iki Altın Madalya, 1889 ve 1900 Fuarlarında ise Jüri üyesi olmuş ve yarışmaya katılmamıştı. Val d’Osne Sanat Dökümhanesi, Albert-Ernest Carrier-Belleuse (1824-1887), Mathurin Moreau (1821-1912), Jean-Jacques Pradier (1790-1852) ve Michel Joseph Napoléon Liénard (1810–1870) gibi birçok önemli Fransız heykeltraşı ile işbirliği yapmıştı.
Dökümhane, tüm bu sanatçıların tasarladığı çeşitli şehir mobilyalarının, anıtsal çeşmelerin (fıskiyeli havuzlar), hayvan heykellerinin, büyük heykellerin, parklardaki bankların, meşalelerin, saatlerin, selsebillerin, sokak aydınlatma elemanlarının, parmaklıkların, balkon korkuluklarının ve bahçe vazolarının dökümlerini yapmışlardı. Dökümhane, 1970’lere kadar üretim yapmış, sonra üretimini durdurmuştu. Michel Liénard genel olarak anıtsal çeşmenin tüm tasarımını yaparken, Mathurin Moreau ise o anıtsal çeşme tasarımı içinde yer alan ana heykellerin tasarımını yapmaktaydı. Ana heykellerin dışında kalan, dekoratif elemanların, garlandlar gibi, fıskiye ağızları gibi, anıtsal çeşmenin büyük su haznesi gibi ve tüm bunların üzerindeki çiçekti, böcekti, aslandı, balıktı gibi süsleme elemanlarının tümünü de Michel Liénard üstlenmişti. Kısacası bu anıtsal çeşmelerin üretiminde iki sanatçının kollektif çalışması söz konusuydu.
Heykel gibi bağımsız parçalar tek başına çalışılıp dökümü yapılarak satışa sunulurken ve o nedenle de farklılık göstermezken, anıtsal büyük çeşmelerde sistem farklıydı, Mathurin Moreau’nun ya da bir başka heykeltraşın bağımsız olarak hazırladığı ve kalıplanarak dökümü yapılmış heykeller, Michel Liénard tarafından yine önceden dökümü yapılmış ya da yeni tasarlanmış ve dökümü yapılmış başka parçalar ile bir araya getirilerek ortaya heykelleri aynı, ancak bütünde farklı anıtsal çeşmeler çıkabiliyordu. İşte bu nedenledir ki, Ankara’daki ile Lyon’daki anıtsal iki çeşmenin heykelleri aynı olsa da, gerek haznesi, gerek kaidesi, gerek fıskiyesi ve fıskiye ağızları farklılık göstermişti.
Büyük bir ihtimalle parçalar gözün göremeyeceği bir şekilde içerden vidalanmak suretiyle birleştirilebiliyor ve geri sökülebiliyordu. Aynı heykel ya da heykel gurubu, hem anıtsal bir çeşmede, hem de başka, örneğin bir bahçe aydınlatma elemanında da veya tamamen bağımsız heykeller olarak kullanılabiliyordu. Bu da tamamen o sokak mobilyalarını mevcut malzemelerden yararlanarak meydana getiren tasarımcının hayal gücüne ve yaratıcılığına kalmıştı.
Bazı kaynaklarda, Türkiye’nin Val d’Osne Sanat Dökümhanesi ile tanışıklığının aslında daha eskilere, Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanmakta olduğu ve onlara ait bazı ürünlerin, özellikle İstanbul’da günlük yaşantımız içerisinde rahatlıkla görülebildiği belirtilmektedir.
Söz konusu kaynaklar, bunların en ünlüsünün Fransız Heykeltraş Isidore Jules Benheur’un Kadıköy’ün simgesi haline gelmiş meşhur “Tokuşan Boğa” heykeli ve onun kardeşi olan, Beylerbeyi Sarayı Büyük Havuzu kenarındaki “Kükreyen Boğa” heykelleri olduğu belirtilmekte, her ikisinin de Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümlerinin yapılmış olduğunu belirtmektedir. Evet söz konusu Isidore Jules Benheur’un “Tokuşan Boğa” ve “Kükreyen Boğa” heykellerinin Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümü yapılmış kopyaları da vardır, üstelik dünyanın birçok yerinde, hatta Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin kataloğunda da 118 kod numarası ile kayıtlıdır. Ancak tek bir farkla ki, o kopyalar Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nde dökümü yapıldığı için demir dökümdür, İstanbul’daki iki kopya ise, bronz dökümdür ve genellikle de imzalıdır. Kadıköy’ün Tokuşan Boğa’sı Fransa’da Thiébaut Frères Fondeurs (Thiébaut Kardeşler Dökümhanesi) tarafından bronz olarak dökülmüştür. Demir döküm heykellerin zamanın tahribatına, korozyona açık oldukları bir gerçektir, bronz heykeller ise onlara göre daha dayanıklı ve bu yüzden de daha değerlidirler.
Sultan Abdülaziz’in 1867 yılında yaptığı Avrupa Seyahati sırasında Paris Uluslararası Sanat ve Endüstri Fuarı’nda görüp, beğenip sipariş vererek İstanbul’a getirttiği, 12 tanesi bronz, 10 tanesi mermer hayvan heykeli ve 8 tane bronz vazo 2 tane mermer frizden oluşan bir koleksiyonun içerisinde yer alan Kadıköy’deki Tokuşan Boğa heykelinin kaidesinde yaptığı hayvan heykelleri ile tanınan bir Fransız heykeltraş olan (Pierre Louis Rouillard 1820-1881)P. Rouillard imzası görünür, ancak heykelin asıl sanatçısı olan Isidore Jules Bonheur’dur ve onun da imzası bulunur. 1840-1881 yılları arasında Paris’te Güzel Sanatlar Akademisi’nde Profesör olarak görev yapan Pierre Louis Rouillard, Isidore Jules Bonheur’un da dahil olduğu bir heykeltraşlar ekibinin ( Louis Joseph Doumas, Hippolyte Heizler, Louis Joseph Leboeuf, Paul Edouard Delabriere gibi) başkanlığını yapmaktadır, yöneticisidir. İlginç olan, o dönemin anlayışına göre heykellere sadece yöneticinin adı yazılırken, o lütfetmiş ve eserin gerçek sahibi olan Isidore Jules Bonheur’un adının da eserlin altında olmasına izin vermiştir. Aynı zamanda kaidede F. du par V..(?) THIÉBAUT yazısı görülür ki, bu da heykelin bronz dökümünün yapıldığı Thiébaut Frères Fondeurs’un (Thiébaut Kardeşler Dökümhanesi) imzasıdır. Ve son olarak bu imzanın en sonunda da Paris 1864 yazıldığı görülür. Fotoğraflar: Levent Civelekoğlu
Kadıköy’ün “Tokuşan Boğa”sı ile ilgili daha fazla ayrıntı için: ve linklerine bakabilirsiniz. Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin Anıtsal Çeşmeleri içerisinde birisi vardır ki; O belki de Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’nin en çok bilinen, bilinmesi gereken ürünü olmayı hak etmektedir. Söz konusu olan Anıtsal Çeşme, Tazmanya’dan Tacna’ya, Hyéres’ten Cenevre’ye, Quebec’den Liverpool’a, Lizbon’dan Boston’a, Troyes’ten Maipú’ya, Kahire’ye, yedi kıtanın altısında boy göstermekte, ilgi görmekte, el üstünde tutulmakta, sevilmekte ve değeri bilinip korunmaktadır. Anıtsal Çeşmesi’nin Val d’Osne Katalogunun 554. levhasında yer alan Mathurin Moreau imzalı çizimi. Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889
Dünyanın değişik kentlerine dağılmış olan Anıtsal Çeşmelerin hemen hepsi gayet bakımlı vaziyettedirler. Arjantin’in Maipú kentinde, Fransa’nın Pays de Loire Bölgesi’nde Angers’te, Cote d’Azur bölgesi’nde Hyéres’te, Champagne-Ardenne bölgesi’nde Troyes’te, Bordo’da Comédie meydanında, Girondo bölgesindeki Soulac-sur-Mer sahil kasabasında, Peru’nun Tasca kentinde, Kanada’da Quebec’te Parlamento’nun karşısında Tourny Çeşmesi adıyla, Lisbon’da Pedro ya da Rossio meydanında, İngiltere’de Liverpool Steble Anıtsal çeşmesi adıyla yer alan çeşmelerin hepsi Mathurin Moreau ve Michel Joseph Napoléon Liénard’ın birlikte gerçekleştirdikleri Anıtsal Çeşme’nin birer kopyasıdır, Bu çeşmenin bir kopyası da İsviçre’nin Cenevre kentinde “İngiliz Bahçesi”nde yer almaktadır. Anıtsal Çeşme 1855’de düzenlenen bahçeye, 1862’de yerleştirilmiştir. İsviçre Cenevre İngiliz Bahçesi’ndeki Val d’Osne Anıtsal Çeşmesi. Kaynak: “La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique” David Ripoll, Cenevre şehri, Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, s.2 İki katlı bu çeşmenin ilk katını oluşturan kaidesindeki dört ana heykelin ikisi Yunan Deniz tanrısı Poseidon (Roma mitolojisindeki karşıtı olan Neptune) ve karısı Amphitrite’yi tasvir ederken, diğer ikisi birbirlerine olan aşkları ile bilinen Su Perisi Galatea ile ölümlü Acis’i tasvir eder.
Anıtsal Çeşmesi’nin Val d’Osne Katalogunun 552. levhasında yer alan Mathurin Moreau imzalı çiziminde, kaideyi oluşturan heykeller. Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889
İsviçre Cenevre İngiliz Bahçesi’ndeki Val d’Osne Anıtsal Çeşmesi’nde Acis ve Galatea detay. Kaynak: “La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique” David Ripoll, Cenevre şehri, Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, s.14
Val d’Osne bu Anıtsal Çeşme ile 1855 Paris Uluslararası Fuarı’na katılarak Altın Madalya kazanmıştı. Osmanlı döneminde 1854-1863 yılları arasında Mısır’ın son Valiliğini yapmış olan Said Paşa da, Paris 1855 Uluslararası Fuarı’na gezerken bu çeşmeyi çok beğenmiş ve Kahire’ye içme suyunun getirilmesini kutlamak adına satın almıştı.
Böylelikle çeşmesinin ilk kopyası ve bir anlamda orijinali böylelikle Kahire’ye götürülmüştü. Çeşme bugün, Kahire’de Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kız kardeşi Prenses Amine için İtalyan mimar, mühendis, şair ve müzisyen Antonio Lasliac tarafından projelendirilmiş olan Al-Tahra Sarayı’nın bahçesindedir. 8 metre çapındaki havuzun etrafında su püskürten 8 Putto’dan bugün sadece iki tane kalmıştır.
|
Nemfos değilse peki,
bu havuz neyin nesiydi?
Fransızcası Nymphé olan Nymph sözcüğü, genç kız olan doğa tanrıları olarak tanımlanır, kesinlikle erkek ve çocuk değillerdir. Nymph, bazı Türkçe sözlüklerde Nemf veya Nimf olarak geçmektedir. Yeryüzünü ve denizleri dolduran çok sayıda, ölümsüz olmayan, tanrıların kimi zaman yiyeceği kimi zaman da içeceği olan, Homeros’un hoş kokulu olduğunu söylediği ve nektar adını verdiği “sonsuz hayat” iksiri ile, balımsı ambrosia ile beslendiklerinden uzun yaşayan çok güzel ve zarif dişi varlıklar olarak tanımlanmaktadır Nymph’ler.
Yaptığım araştırmalar sonucunda, anladım ki, Ruşen Eşref Ünaydın’ın “Nemfos” diye adlandırdığı, genellikle çıplak olan, çok nadir olarak da kanatlı olabilen ve bu tombul erkek çocukları tekil olarak “Putto”, çoğul olarak da “Putti” olarak adlandırılmaktadırlar.
Meyve Garland*ı taşıyan Putto’lar, Frans Synders (1579-1657) ve Sir Peter Paul Rubens (1577-1640) Tuval üzerine yağlı boya, 116,8 x 203,2 cm. Münih Eski Pinacotheca Müzesi Koleksiyonu *Garland: genellikle festival gibi vesilelerle kullanılan dekoratif çelenk veya kordon |
İncil Melekleri olan “Cherub”larla ya da arzunun, erotik sevginin, ve aşkın küçük melekleri “Eros”larla (veya Cupid) karıştırılmalarına rağmen, diğerleri ikinci dereceden melek sayılırken, özellikle Barok dönemde resim, heykel gibi sanatlarda kullanılan Putto’lar dinsel bir figür değillerdir ve dinsel olmayan tutkuları temsil ederler. Ayrıca, bazı kaynaklar 1400’lü yıllardan başlayarak İtalyan Rönesansı ile birlikte resim, heykel gibi sanat dallarında görülmeye başlayan Putto figürlerine çeşitli anlamlar yüklendiğini, eğer bir putto çiçeklerle birlikte tasvir edilmişse baharı, bir demet buğday ve küçük bir orak ile birlikte ise yazı, bir salkım üzüm ve kertenkele ile birlikte ise sonbaharı ve bir kaz ve asa ile birlikte ise de kış mevsimini ifade ettiği belirtmektedir.
Hollandalı sanatçı ve dekoratör Jacob De Wit’in (1695-1754) Putto’lar ve Dört Mevsimin Alegorisi, Yaz, Sonbahar, Kış, İlkbahar |
Putto ve Yaz |
Putto ve Yaz Yaz Panosu’nda Putto’lar. Paris’teki Fountain de Grenelle ya da daha fazla bilinen adıyla (La fontaine des Quatre-Saisons) Dört Mevsim Çeşmesi’nin 4 mevsim panosundan Yaz Mevsimi panosunun 1735-1745 tarihleri arasında Fransız heykeltraş Edmé Bouchardon (1698-1762) veya onun öğrencileri tarafından mermerden yapılmış 51,4 x 85,7 cm boyutlarındaki küçük bir kopyası. Metropolitan Sanat Müzesi Koleksiyonu. |
İzmir Caddesi’nde bulunan Putti Çeşmesi’nin üst katındaki Putto’lardan birinin, bir buğday demetine sarılmış ve elinde küçük bir orak tutuyor olması da bu havuzun “Yaz Mevsimi” temasını işlediğinin en önemli göstergesidir. Dolayısıyla bu dökme demir heykel grubu ve çeşme Yaz mevsimini ve Buğday hasatını temsil etmektedir. Bu nedenledir ki, şu an İzmir Caddesi’nde umarım son yerlerini bulmuş olan bu güzel çeşmeye, bundan böyle Putto’lar havuzu ya da daha doğru bir söyleyişle,
Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”
demek farz olmuştur.
Ankara Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi” İzmir Caddesi’ndeki durumu ve tertemiz hiç kullanılmamış örneğin karşılaştırması. 94 yılın tahribatı çok açık bir şekilde görülebilmektedir.
Kaynak: ©Ahmet Soyak, Mart 2016 fotoğrafı ve janantiques.com/Lot/jac1897.php / Referans: A1987, Erişim tarihi: 25 Ağustos 2020
Ankara Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi” heykellerinin tertemiz hiç kullanılmamış örnekleri.
Ayrıca söz konusu katalogda da bu heykel grubu, Putto olarak tanımlanmakta. Tüm gayretime rağmen ne yazık ki ikinci kattaki iki Putto ile ilgili bir kaynağa ulaşamadım.
Yaz mevsimini tasvir eden Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”nin alt katındaki figürlerde, birinci Putto diz çökmüş ve elinde bir kuş yuvası tutmaktadır.
Hasır şapka giymiş sırtı dönük ayaktaki ikincisi ise bir elinde çiçeklerden yapılmış bir taç tutmakta, diğer eliyle başaklara tutunmaktadır. Yine diz çökmüş olan bir üçüncüsü buğday başaklarından bir demeti kucaklamaktadır. Ayakta olan dördüncü pelerinli Putto ise bir eli belinde, diğer elinde harman döveni* ile buğday saplarına dayanmış olarak durmaktadır.
*Harman döveni (İng: flail, wheat thresher) eski zamanlarda biçilen buğday başaklarının sapıyla tanesini ayırmak için kullanılan bir el aleti. Bu antik el aleti günümüzde de bazı yerlerde hala kullanılmaktadır. |
Katalogda 1900 yıllarına ait bu heykel grubunun büyük bir ihtimalle Fransız Val d’Osne Sanat dökümleri ürünü olduğu söylenmektedir, ki bu tez yanlış değildir, zira Val d’Osne Kataloğunda bu Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi’nin iki çizimi vardır.
Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi’nin Val d’Osne Kataloğunun 559. levhasında yer alan çizimi. Bu çizimde alt kat Ankara’daki havuz ile aynı olmasına rağmen üst katı farklıdır.
Kaynak: “Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne” Paris, 1889
Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”nin
Mart 2016 tarihinde Ahmet Soyak tarafından çekilmiş olan videosu aşağıdaki linktedir.
https://www.youtube.com/watch?v=GteQ0zpc7kQ
Gerek “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”, gerekse “Anıtsal Putti Yaz Çeşmesi”ni adlarına yakışır ve anlamlarına daha uygun yeşil alanlar, parklar, bahçeler içerisinde yer almaları; mesela Anıtsal “Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”ni Ankara’daki su kültürüne en uygun bir yerde, Gençlik Parkı’ndaki kaskadlı havuzun aksında, havuzun bitip Göletin başladığı noktadaki platformda; küçük Anıtsal “Putti Yaz Çeşmesi”ni belki Kuğulu Park’ta ya da Sıhhiye’deki Abdi İpekçi Parkı’nda görebilmek; “Acis ve Galatea” heykellerini de depolarda daha fazla çürümelerine izin verilmeden, bir an önce onarıldıktan sonra, ilk yerlerinde, 1988 yılından itibaren yeniden düzenlenerek Devlet Mezarlığı’nın bünyesinde bir park ve dinlence yeri olarak halkın kullanımına açılan Karadeniz Havuzu’nun kenarında, Kerç Boğazının iki yakasında seyredebilmek, uzun yıllar keyif alabilmek dileğiyle...
.....................
Kaleme aldığım bu yazı için yaptığım araştırmalar sırasında, bulduğum bilgiler karşısında yaşadığım heyecanımı, benimle paylaşan, çektiği fotoğrafları ile desteğini esirgemeyen, Ankaralı dostum Ahmet Soyak’a, fotoğraflarından yararlanmama izin verme nezaketini gösterdiği için bir kez daha teşekkür etmek isterim.
.....................
Kaynakça:
- Cangır, A., Cumhuriyetin Başkenti, Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Yayınları, No.3, 2007
- Cumhuriyet Döneminde kurulan ilk Askeri Sosyal Tesis, Zabitan Yurdu, m.zabitan.net, Erişim tarihi: 12 Ağustos 2020
- Duyan, U., Su Perileri: Başkentin Kayıp Heykelleri, İdealKent, Sayı 4, Eylül 2011, ss.130-146
- Dündar, C., Hatırla ey peri !, Milliyet Gazetesi, 02.08.2008
- Günel, G., Ankara Şehri 1924 Haritası, Eski bir Haritada Ankara’yı tanımak, Ankara Araştırmaları Dergisi 3(1), Haziran 2015, ss.78-104
- Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 3 Kasım 1928
- Infolettre du reseau international de la fonte d'art (Uluslararası sanat döküm ağından haber bülteni), La Mougeotte, Nº 50, Aralık 2013, s.7
- janantiques.com/Lot/jac1897.php, Erişim tarihi: 20 Ağustos 2020
- Kısakürek, Necip Fazıl, Cinnet Müstatili (Yılanlı Kuyu’dan), Geçen Mevsimler, Büyük Doğu Yayınları, 7. Basım, İstanbul, Ekim 1992, s. 245
- Koç Üniversitesi - VEKAM Arşivi
- Lyon Belediye Kütüphanesi Koleksiyonu, Envanter No: P0546 S 0093
- Milliyet, 50 Yıllık Yaşantımız 1923-1933, Cilt-1, Milliyet Yayınları,1975, s.62
- Ripoli, D., La Fontaine du Jardin Anglais, Etude Historique, Cenevre şehri, Mimari Mirasın Korunması, Temmuz 2007, ss.2-14
- Roberts, E., Elements of Mythology or Classical Fables of the Greeks and the Romans, Philadelphia, Moss, Brother & Co., 1860 ( Kitap 2016’da Eliza Roberts tarafından yeniden yayınlanmıştır)
- SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi
- Société Anonyme des Hauts Fourneaux & Fondies du Val d’Osne, Paris, 1889
- Soyuer, Halil, Ankara Kabadayıları, Pencere Yayınları, Ankara, 2. Baskı, Mayıs 2015, s.38
- Sönmez, S. Ankara Yazıları / Yaşıtım Gençlik Parkı, Çağdaş Türk Dili, Ekim 2015, Sayı 332, ss. 508-511
- Şevket, E., Ankara’da Bahar, Yedigün Mecmuası 322, Yedigün Matbaası, İstanbul, 1939, s.16
- Tankut, G., Ankara’nın Başkent olma süreci, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 1988, (8:2), s.93-104
- Tuğluoğlu, F., Türkiye’de Sıtma Mücadelesi (1924-1950), Aksaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Türkiye Parazitoloji Dergisi, 32 (4), 2008, ss.351-359
- Türkyılmaz, M., Ankara’da Havuzbaşları:1923-1950, Ankara Araştırmaları Dergisi 3(1), Haziran 2015, ss.105-136
- Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş, Cilt II (Cumhuriyet Gazetesi’nin okurlarına armağanı), Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, Kasım 1998, s.13
- Ünaydın, Ruşen Eşref, Bütün Eserleri XII.Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s.38