*eks: ex·i·tus’dan gelir, ağırlıklı olarak ileri giden, çıkan, çıkış, son, bitiş gibi anlamlara da gelmekle birlikte Türkçemizde daha çok “eks olmak” ile ölüm, “eks sevgili” ya da “eks karı” gibi kullanımlarla da biten bir ilişki kastedilir. Ben de burada Marmaray sonrasında var olan banliyö hattındaki tren istasyonlarının geleceği ile ilgili olarak duyduğum kaygıyı dile getirmek adına bir eğretileme yaptım, istasyon yerine ses benzeşmesinden hareketle “ekstasyon” dedim.
Anadolu yakası banliyö tren hattı üzerindeki istasyonlardan belki de en fazla ilişkimin olduğunu söyleyebileceğim istasyondur,
Erenköy Tren İstasyonu
|
Desen: Haydar Dişbudak |
1982 yılında askerlik dönüşü yıllarca yaşadığım Ankara yerine İstanbul’a gelmiş, nişanlanmış, kısa bir süre sonra da evlenmiş ve Erenköy’de İstasyon’a çok da uzak olmayan Kaptan Arif sokağa yerleşmiştim.
2 kızım da yaklaşık olarak 15 sene geçirdiğimiz Erenköy’deki o evde dünyaya gelmişlerdi. Çok sık olmasa da özellikle İstanbul’da Cağaloğlu’nda çalıştığım 1983-87 yılları arasında, zaman zaman trenle Haydarpaşa’ya gider oradan da vapurla karşıya geçer ve işe giderdim, işte o zamanlarda kullanırdım Erenköy Tren İstasyonunu.
Ancak insan, o işe yetişme telaşı ve sabah koşuşturması içerisinde ne fazla anı biriktirebiliyor, ne de o mekandan izler kalıyor hafızasında. Şu an bu yazıyı yazmak için oturduğumda klavyenin başında, düşünüyorum da Erenköy İstasyonu ile ilgili aklımda neredeyse hiç anı kalmamış, yer etmemiş ne yazık ki belleğimde...
Ancak yine de, eski bir Ankara’lı olarak Erenköy İstasyonu’nun hayatımda ilk kez tattığım o banliyö yaşantısını sevmişimdir.
|
Yıl 1995, Erenköy İstasyonu’nda kızım Derya |
Özellikle de akşam iş çıkışı yine trenle dönmüşsem eve, trenden indiğimde, beni karşılayan o İstasyon meydanı, çarşısı, meydandaki dükkanları, esnaf ve insanlar arasındaki o sıcak ilişkiler, yeni tattığım ve o güne kadar tanımadığım, usta bir romancının kaleminden çıkmış hissi uyandıran ayrıntılı tasvirleri ile canlanıp, sizi bir an için bile olsa eskilere, çok eskilere götüren mekanlar, insanlar, ilişkiler gibi duygusal izler bırakmıştır belleğimde.
|
Yıl 1995, kızımın hazırlık sınıfı ödevi için çektiğimiz fotoğraflarda, Erenköy İstasyon Çarşısı.
Arka planda görülen Cami 1902 yılında Mustafa Zihni Paşa (1838-1911) tarafından, mimar Vedat Tek’e yaptırılmış. Caminin arka köşesinde yer alan bugün Erenköy Kız Sanat Okulu olarak hizmet veren kagir iki katlı yapı ise, yine Zihni Paşa’nın Av Köşküymüş bir zamanlar.
|
1923 tarihli J.Pervitich Sigorta haritasında Erenköy İstasyonu ve çevresi |
|
|
Erenköy İstasyonu ve Çarşısının günümüzdeki görünümü. |
|
Fotoğrafın sağında görünen taş duvar, Zihni Paşa Av Köşkü’nün duvarı. |
......
“O kışın nasıl geçtiğini anlamadım. İlkbahar geldi, Haydarpaşa Erenköy arasındaki o köşklerin bahçeleri leylaklar, güller, kapı üstlerinden , duvarlardan sarkan salkım söğütler beyaza bürünmüş ağaçlar, nefis bir görünümdü. Bu güzelliği öğretmenler ve arkadaşlarla paylaşmak istedim, eve davet ettim.
Erenköy’ün en güzel seneleriydi, her yerde ağaçlar arasında köşkler, birde baharın güzelliği. Hocalarımız da, arkadaşlar da bu güzelliklere bayıldılar. Bomboş sokaklarda bisiklete bindiler. Bilen de bindi, bilmeyen de bindi, düşe kalka pek güzel eğlendik. Her güzelliğin önünde resimler çektik. Bahçedeki küçük ağaçlardan meyve yemeği de her şeyi de çok sevdiler. Kışın yorgunluğunu attık üstümüzden diye teşekkür edip gittiler.
Gelen misafirlerimizi eskiden biz trene kadar mutlaka geçirirdik, uzak yola gidiyormuş gibi uğurlardık...
Arkadaşlarımı trenden karşıladığım gibi, onları yine trene kadarda geçirdim.
Eski Erenköy banliyösünde böyleydi yaşam...”
Evvel Zaman İçinde - Leyla Tilav’ın Hatırladıkları
1940’ların sonu, 1950’lerin başı, Erenköy'de Genç kızlık yılları.
......
|
Şeker Ahmet Paşa’nın (1841-5 Mayıs 1907) “Erenköy civarında Tren İstasyonu” tablosu.
Tablo en erken 1873 (İstanbul- İzmit arasındaki ilk tren hattı bu tarihte hizmete girmiştir) ile en geç 1907 tarihleri arası Erenköyü’nü kırlık, bahçelik, bomboş olarak tasvir etmektedir. Tek tük bir kaç bina görülebilirken, manzaranın derinliklerinde büyük bir ihtimal ile Kınalıada ve ardında çok daha gerilerde belli belirsiz kapıdağ yarımadası görülmektedir.
Ancak Google Map’te tablodaki İstasyon binasının perspektifine bakılarak tahminen ressamın hangi açıdan bu tabloyu yaptığı aşağı yukarı tahmin edilebilmektedir ve o açıdan manzaraya kesinlikle adalardan herhangi birinin girebilmesi söz konusu bile değildir. Zira tablo batıya dönük olarak yapılmıştır, halbuki adalar güneyde kalmaktadır.
|
......
“ Erenköy’lü, Türkçe’yi en güzel İstanbul diksiyon ve aksânı ile konuşmaya dikkat ederdi. Cümle içinde basit kelimeler kullanmak veya anlaşılması zor bir tarzda önemsemeden konuşmalar, büyükler tarafından eleştirilirdi. Sokaklarda, hele gece vakti yüksek sesle konuşmak çok ayıp sayılırdı. Erenköy’lü, en sinirli olduğu anda bile sesini yükseltmemeli ve çirkin sözler kullanmamalıydı. Bunlara uyulunca da Erenköy’de kavga gürültü diye bir şey duyulmazdı..
Tren istasyonunda, İlhan ve Orhan adında, yolcuların yüklerini taşıyarak geçinen (Hamal) iki kardeş vardı. Trenden inen yabancılar, bavullarını taşıyan bu kardeşler konuşmağa başlayınca, onların hamal olduklarına inanamazlardı.”
“Sosyal yaşam tarzı ve farkı ne olursa olsun, tüm Erenköylüler, her gördükleri yerde biri biriyle selâmlaşıp, hatır sormalıydı. Dalgınlıkla geçip gitseniz, karşıdan gelenin nâzikçe selâmı sizi mahcup ederdi.
Bir gün, asker arkadaşım Erenköy’e beni ziyarete gelmişti. Epey sohbet ve hasret gidermeden sonra, tren istasyonunda Büfeci Ali Efendiye, çay içmeye doğru yola koyulduk. Çaylarımızı içerken, merakla bana sordu;
Geldiğimiz yol, bir kilometre yok. Kadın, erkek, çoluk, çocuk saydım, otuz kişiden fazla insanla selâmlaştın. Onların hepsini tanıyor musun, Allah aşkına?
Beni bir gülme almıştı. Bizim çok alıştığımız ve keyif duyduğumuz bu olay, onu neden şaşırtmıştı acaba.! Sonradan hatırlayabildiğim Postacı Suat, Elektrikçi İsmail Hakkı, Arabacı Tozkoparan Osman, Şimendiferci Kâmil ağabey, Hoş Sokaklı Müeyyet abla, Avcı Güzel İhsan, Kasap Ali Efendi, Dr. Sabahattin bey, ilk okul arkadaşım Maruf Evren ve mahallemizin Çöpçüsü selâmlaştığım güzel insanlar arasındaydı... ”
“Erenköy’lü Olmak” - Tanbûri, Özcan Korkut
27.03.2004
......
Sonraki yıllarda, 1997 yılında Memet Fuat’ın yazdığı Adam yayınlarından çıkan “Gölgede Kalan Yıllar” kitabını okumuş, günlerce kitapta anlatılan yerleri, mekanları, sokakları, ağaçları, yaşayabilmek adına sokak sokak dolaşmış, o günleri hayal etmeye, anılardan izler bulmaya çalıştığım çok olmuştu. Çoğu zaman da o bahsedilen eski zaman köşklerinden, bahçelerinden geriye kalan, ya bir müştemilat, ya bir giriş kapısı, ya da yıkık bir duvar parçası bulmuş, hüzünlenmiştim.
|
Büyük bir köşkün giriş kapısının sağ ve sol yanında yer alan bu birbirinin ikizi iki küçük köşk yavrusu, bir zamanlar Sultan Abdülmecid’in kızlarından, Sultan Abdülhamid’in ve Sultan V. Mehmet Reşat’ın kızkardeşleri olan ve amcası Sultan Abdülaziz’i öldürmekten suçlanarak, Mithat Paşa ile Taif‘e sürgüne gönderilen ve orada Mithat Paşa ile birlikte 8 Mayıs 1884’te muhafızlar tarafından boğularak infaz edilen Mahmut Celalettin Paşa’nın (1836 - 1884) eşi Cemile Sultan’ın (18 Ağustos 1843 - 7 Şubat 1915), kocasının ölümünden sonra taşınarak yerleştiği Saray gibi büyük konağının müştemilatları olarak günümüze kadar gelebilmişler. |
|
İstasyonun arkasındaki Tellikavak sokak üzerinde bulunan bu iki müştemilat köşkü, kapının ortasından geçen bir duvar ile ayrılmış ve iki farklı fonksiyonla kullanılmaktadırlar. Elbette arkalarındaki vaktiyle tren yoluna kadar inen büyük bahçe, bahçedeki diğer müştemilat binaları, ahırlar ve asıl konak bugüne kadar yetişememiş, büyük bahçenin içerisinde bugün sokaklarıyla ve apartmanlarıyla koca bir mahalle yerleşmiş durumda. |
|
Müştemilatta gösterilen özene ve detayların inceliğine ve güzelliğine bakınca, insan ister istemez bugün göremediğimiz esas konağın nasıl bir şey olduğunu merak etmeden yapamıyor. |
|
Kimbilir hangi eski zaman Kaşanesi’nin demiryoluna açılan bahçe kapısından, kala kalanlar...
Katil olan sadece Polis olsa... İster istemez, dilimde o ünlü gazel... “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler, kâşaneler gördüm. Dolaştım mülk-i islamı, bütün viraneler gördüm...”
Ziya Paşa (1825-1880)
|
İşte yine bir İstasyon, yine Nazım Hikmet
ve yine bir ağaç öyküsü...
Erenköy İstasyonu’nda da karşıma çıkıyor Nazım Hikmet, daha önce Kızıltoprak İstasyonunda fıstık ağacıyla, Feneryolu İstasyonunda çınar ağacıyla çıktığı gibi... Meğer, İstasyonlar ve ağaçlar, Nazım’ın hayatında ne kadar önemli bir yer tutmuş, özellikle de ağaçlar...
Öyle olduğunu da zaten, 1953 yılının
27 Nisan’ında Barviha Sanatoryumu’nda
yazdığı “Vasiyet” şiirinden biliyoruz ya:
...
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani
...
İşte yine bir istasyon, Erenköy...
Ve bir değil, tam üç ağaç...
Bu kez Nazım Hikmet’ten
Erenköy’de Üç selvi ...
1930’lu yılların Erenköy’ü, Ethem Efendi Caddesi, caddenin her iki yanında büyük bahçeler içerisinde köşkler, büyük çamlıklar, meyve ağaçları, sebzelikler, oraya buraya koşuşturan tavuklar, ördekler, köpekler ve arkada tren yolu ve Erenköy İstasyonu...
|
Nazım Hikmet ve Piraye Hanım Mithatpaşa Köşkü bahçesinde |
O Köşklerden birisi Memet Fuat’ın annesi Piraye hanım’ın Vedat Örfi ile ilk evliliğinde 16 yaşında gelin olarak geldiği, Ethem Efendi Caddesi’nden başlayıp Erenköy İstasyonuna kadar dayanan 32 dönümlük büyük bir bahçe içerisindeki, Sultan Abdülhamid’in yaveri Mehmet Ali Paşa’nın Köşkü... karşısında da Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Vedat Örfi Bengü’den 1932 yılında ayrıldıktan sonra Piraye Hanım’ın Nazım Hikmet ile önce birlikte yaşadığı sonrasında da, 31 Ocak 1935’te Pendik’te evlenip yerleştiği Mithat Paşa Köşkü... Tüm Erenköylülerin tanıklık ettiği o büyük aşkın yuvası.
|
Piraye Hanım, Nazım Hikmet ve önde ortada Memet Fuat, Mithatpaşa Köşkü bahçesinde.
Soldan sağa Metin, Nail ve Suzan, Memet’in sağında Adnan ağabey (Memet Fuat’ın Notu) |
Bugünlerde artık o köşk yok, ortasından yol geçen, iki sıra apartmanların sıralandığı bir mahalleye dönüşmüş, Mehmet Ali Paşa Köşkü ise büyük bahçesine yapılan göğü delen azman apartmanların gölgesinde ona yaşam denirse artık, yaşıyor...
|
İbrahim Balaban’ın fırçasından Nazım Hikmet |
İşte o dönemde, “Bir Millet Uyanıyor” filminin bazı sahnelerini Mithat Paşa Köşkü’nde çeken Muhsin Ertuğrul’un yardımcılığını yapan Nazım Hikmet, Nişantaşı’ndaki İpek Film Stüdyosu’na gitmek için sabah evden çıkıp Ethem Efendi Caddesini geçer, Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün yıkık duvarından bahçeye atlar, Selamlık Köşkü’nün arkasındaki üç selvi ağacının yanındaki kapıdan çıkıp Erenköy Tren İstasyonuna gider, dönüşte de aynı yoldan eve geri dönermiş.
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü Fotoğraf Müfid Ekdal’ın “Kapalı Hayat Kutusu-KADIKÖY KONAKLARI” kitabından alınmıştır. |
İşte o her sabah ve her akşam rast geldiği o üç selvi onun hafızasına yer etmiş ve sonunda bir şiir olmuş.
|
Nazım Hikmet’in Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün Selamlığının kapısından çıkıp Erenköy İstasyonuna gittiği yol, günümüzde Ülke sokak ve solda O, üç selvi... |
ÜÇ SELVİ
Kapımın önünde üç selvi vardı.
Üç selvi.
Selviler rüzgarda sallanırlardı.
Üç selvi.
Kökleri yerde, başları yıldızlarda
Üç selvi.
Selviler sallanırlardı rüzgarda.
Üç selvi.
Bir gece düşman bastı evi.
Üç selvi.
Yatağımda öldürüldüm ben.
Üç selvi.
Kesildi selviler köklerinden.
Üç selvi.
Artık ne kökleri yerde, başları yıldızlarda
Üç selvi.
Selviler sallanmıyorlar rüzgarda.
Üç selvi.
Mermer bir ocakta parçalanmış yatıyor,
Üç selvi.
Kanlı bir baltayı aydınlatıyor...
Üç selvi...
Nazım Hikmet / 1933
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün Selamlığının kapısı solda ve kapının yanında, kaldırımın kenarında O, üç selvi... |
İşte o üç selvi ve selamlık kapısı, ama artık ne o kapı Selamlığa açılıyor ne de üç selvi her sabah ve akşam önünden geçen Nazım’a selam verebiliyor. Üçünden biri ise zaten kırılmış, kurumak üzere.
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün Selamlık Kapısı, bugün artık büyük bahçesinin içerisine yapılmış sitenin otomatik bariyerli kapısına dönüşmüş. |
|
Üç selvi’den biri ne yazık ki kurumuş... |
|
“başı yıldızlara değen” artık üç selvi değil, en az 25 katlı apartman azmanı... |
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün bahçesindeki küçük Selamlık Köşkü arkadan görünüşü. Dilman Towers sitesinin blokları arasında sıkışmış bir şekilde bahçesindeki oyuncaklara bakılırsa artık bir kreş. |
Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün ihtişamlı dönemi,
harcamalarda gözle görülür bir şekilde kısıntıya gidilmesine rağmen artan mali sıkıntılar yüzünden bahçenin bir bölümü Avukat Kami Nazım Dilman’a satılmak zorunda kalınmıştı. 28 Mayıs 1950’de Mehmet Ali (Bengü) Paşa’nın kalp rahatsızlığından vefatı sonrasında ise Paşa’nın varisleri Vedat Örfi Bengü ve kardeşleri mülkün geri kalanını da yine Avukat Kani Nazım Dilman’a satmışlardı. Dilman, bahçenin içerisindeki üç katlı büyük köşkün yanısıra var olan diğer iki katlı ve tek katlı köşkü tamir ettirmiş, bahçeye de itina göstermiş ve kendisi için kagir iki katlı bir köşk yaptırmıştı.
|
Köşkün 1995’teki hali. |
|
36 Et - Et Lokantası |
Avukat Kami Nazım Dilman’ın kagir köşkü zaman zaman Türk filmlerine de plato olarak kiralanmıştı. Bunlardan birisi de senaryosunu Memdun Ün ve Lütfi Akad’ın William Irish’in bir kitabından uyarlıyarak yazdıkları ve Memduh Ün’ün yönetmenliğinde çekilen “Bir’e On vardı” filmiydi.
|
“Bir’e On Vardı” filminden kareler, arka planda Avukat Kani Nazım Dilman Köşkü |
|
Aralık 2013 itibariyle Avukat Kani Nazım Dilman Köşkünün durumu.“Bir’e On Vardı” filminde görünen Palmiyeler sökülmüş, camı çerçevesi kırılmış. Köşkün ve bahçesinin durumuna bakılırsa çok yakın bir tarihte bu köşk de tarih olacak, yerinde devasa bir apartman yükselecek. |
1963 yılında vizyona giren ve başrollerde Fatma Girik’le Tamer Yiğit’in rol aldığı filmde Avukat Kani Dilman Evi genel planlarda ve bazı iç çekimlerde kullanılmıştı.
Avukat Kani Dilman’ın vefatından sonra Caddeye ve Erenköy Tren Köprüsüne yakın olan köşede yer alan iki katlı ahşap köşk bir dönem İstasyon Sanat Evi olarak kullanılmıştı. Daha sonraki yıllarda “Ethem Efendi 36” adıyla bir restoran olarak işletilmiş olan köşk şimdilerde ise “36 ET” adıyla bir Et lokantası olarak faaliyetini sürdürmektedir.
Yıllar içerisinde büyük bahçe içerisine çeşitli büyüklüklerde ona yakın apartman inşaa edilen Mehmet Ali Paşa Köşkü’nün bahçesinde kalabilen alanlara da en son olarak Dilman Towers adıyla iki kule inşaa edilmişti.
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü Selamlığı, solda arkada Ana Köşk 1900'lerin başı. Fotoğraf Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar” kitabından alınmıştır. |
|
Mehmet Ali Paşa Köşkü Selamlığı 1970’ler.
Fotoğraf Müfid Ekdal’ın “Kapalı Hayat Kutusu-KADIKÖY KONAKLARI” kitabından alınmıştır. |
|
1995’te bahçe girişi ve Mehmet Ali Paşa Selamlık Köşkü |
|
Dilman Towers Sitesine Ethem Efendi Caddesi’nden giriş. Mehmet Ali Paşa Köşkü’nden kalan tek katlı zarif Selamlık Köşkü tam girişin karşısında, tam önünden köşkün altına Otoparka girilmekte. |
Ethem Efendi Caddesi, Mehmet Ali Paşa Köşkü’nü geçip 200-250 metre kadar devam edince küçük bir rampa yaparak yükselir ve tren yolunun üzerinde bir köprü oluşturarak tekrar aynı şekilde inip düzleşerek devam eder ve Sahrayı Cedid’e çıkar. İşte altından tren yolunun geçtiği bu köprünün Kurtuluş Savaşı zamanında yaşanmış olan bir öyküde yeri vardır...
|
Ethem Efendi Caddesi üzerindeki tren yolu köprüsü’nden Göztepe yönüne bakış. |
13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız İşgalciler Maltepe Havaalanı’ndaki uçakları ve hangarları incelemeye gelip kontrol edince, şüphelenen ve endişelenen Türk havacılık tarihinin en önemli isimlerinden biri olan mühendis ve pilot Vecihi Hürkuş ve arkadaşları Anadolu’daki yükselen Kurtuluş hareketine destek olmak için 3 uçağı acilen Anadolu’ya kaçırmak istemiş, sabahın erken saatlerinde Kazım Bey’in kullandığı ilk uçak havalanmış ancak İsmail Bey’in kullandığı ikinci uçak bir engele takılarak düşmüştü.
Üçüncü ve Vecihi Hürkuş’un kullandığı uçak ise motorundaki bir tıkanıklık nedeniyle zor hareket etmiş, Vecihi Bey gaz verip bir tümseğe vurdurarak motoru çalıştırmaya gayret edince de dengesi bozulan uçak düşmüş ve yanmaya başlamıştı. Gürültüyü duyan ve gökyüzüne yükselen dumanı gören İngiliz İşgal Birliğine mensup Hintli askerler olay yerine doğru yaklaşmaya başlayınca, Vecihi Hürkuş tren istasyonundan, hiçbir şey olmamış gibi yolcularla beraber Haydarpaşa yönüne doğru giden ilk trene binmiş, olay yerinden uzaklaşmıştı…
|
Ethem Efendi Caddesi üzerindeki tren yolu köprüsü’nden
Göztepe yönüne bakış. |
Tren Suadiye’ye gelip, istasyondan hareket ettikten az sonra Pilot Vecihi Hürkuş’a yaklaşan bir kondüktör, “Vaziyetinizi bozmayınız, size bir şey söyleyeceğim... Vecihi Bey, Maltepe’de olanları herkes duydu. Sizi trende takip eden iki İngiliz var, tren bazı yerlerde oldukça yavaşlar, böyle bir yerde treni terk ederseniz sizin için iyi olur, ancak atlarken çok dikkat ediniz.” diye uyarmıştı.
Tren Erenköy İstasyonu’na gelip tekrar hareket ettiğinde, trenin henüz hızlanmadığını da hesaba katan Vecihi Hürkuş, ani bir kararla Erenköy Köprüsü’nün altındaki loşluktan da yararlanarak kendisini boşluğa bırakmış, tren geçtikten sonra, düştüğü yerden kalkmış, üstünü başını temizlemiş ve civarda bulduğu bir araba ile süratle Kızıltoprak’a doğru hareket etmişti.
Vecihi Bey’in trenden atladığı O köprü, Ethem Efendi Caddesi üzerindeki bu köprüdür ve ne yazık ki, üstünden hergün birçok insan ve araç geçse de, bu köprünün Kurtuluş Savaşı’ndaki en büyük kaçış öykülerinden birine tanıklık ettiği,
Sunay Akın olmasa, pek bilinmez, ...
|
Ethem Efendi Caddesi üzerindeki tren yolu köprüsü’nden
Erenköy İstasyonu’na ve Suadiye yönüne bakış.
Öyküyü okuyan biri olarak o köprüye gidip, köprüden aşağıya bakarak, yazarın istediği gibi, Vecihi Hürkuş’un anısına saygıyla bir selam gönderiyorum...
|
Vecihi Hürkuş (1896-1969) |
Sunay Akın’ın “Hisse Senetler”Pilot Vecihi, James Bond’a karşı öyküsünden. |
................................................
Bir Erenköy hikayesi de, daha çocuk yaşlarında, sokak satıcılarının taklitlerini yaparak, mahalleyi kırıp geçirmiş, sonraları uydurduğu fıkra ve hikâyeleri ve tatlı muziplikleriyle, Osmanlı’nın son yıllarında İstanbul'un renkli simalarından biri haline gelmiş, Bahriye Silahendaz (gemilerde silah atan, kullanan) Taburu’nun İtfaiye bölüğünde Gedikli çavuş (uzatmalı çavuş) rütbesiyle borazan çalarken, çalımlı yürüyüşü ve yakışıklılığı ile nam salmış ve sevilmiş, o yüzden de “Borazan” adı verilmiş olan ünlü nüktedan
Borazan Tevfik’ten...
Borazan Tevfik sıcak bir yaz günü, üstelik de Ramazan ayında Erenköyü’nden trene binmiş. Havanın aşırı sıcağı yüzünden başına vuran oruç bir yandan, şişmanlık diğer yandan bunalmış bir halde kendini kompartımanlardan birine zor atmış. Tesadüf bu ya kompartımanda karşısına eskiden beri tanıdığı iki kardeş denk gelmiş;
Sâim ve Âbid kardeşler.
|
Borazan Tevfik |
Kardeşlerden biri,
“Tevfik Bey!.. galiba oruç seni fena sarsıyor” diyerek takılmaya kalkınca,
hazır cevap Borazan Tevfik, altta kalır mı!..
hiç düşünmeden yapıştırmış;
“Ne yapayım? Siz iki kardeş vazifeyi aranızda bi güzel taksim etmişsiniz. Bana gelince hem sâim (oruç tutan), hem âbid (ibadet eden) olmak mecburiyetindeyim.
Eh, bu sıcakta da bu, kolay bir iş değil.”
................................................
|
“... Sonra İstasyonun yanındaki çay bahçesi, sonra yeraltı geçidi, inişi de, çıkışı da dura dura, sonra karşı peronda ağaçların altındaki banklar, sonra arkadaki boş arsada üst üste yığılmış raylar, sonra küçük derenin, yarı tahta, yarı demir uydurma köprüsünden köşkün arka bahçe kapısı...” böyle anlatıyor Memet Fuat “Gölgede Kalan Yıllar” kitabının 114. sayfasında çocukluğunda dedesi ile birlikte Erenköy İstasyonu’ndan köşke dedesi Mehmet Ali Paşa ile birlikte dönüşlerini... peronda ağaçların altındaki banklar... |
|
...sonra yeraltı geçidi, inişi de, çıkışı da dura dura... |
|
Bir zamanlar sıcak yaz günlerinde, ya da baharda bir yerlere gidip gelmekten çok, vakit geçirmeye, hasbıhal etmeye gelen çoğunlukla emekli insanların gölgesinde soluklandıkları, sohbetlerin en koyusunu kurdukları o emektar banklar artık sessizce gelmeyen, gelemeyen emeklilerinin yollarını gözlemekte. |
|
Artık kullanılmayan ve belki de bir daha hiç kullanılmayacak olan Erenköy İstasyon binasının Lojman olarak kullanılan bölümünde ne yazık ki yoksul bir yaşamın izleri sokaktan bile görülebilecek durumda. |
|
Zamanında hoş sohbetlerin yapıldığı o güzelim çardak bile derin bir sonbahar sessizliğine bürünmüş... |
Yahya Kemal Beyatlı, Erenköyü’nde Baharı yaşamış ve şöyle anlatmıştır şiirinde;
ERENKÖYÜ’NDE BAHAR
Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi'ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın
Gönlümde kalan akislerinden.
Mevsim iyi, kâinât iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda
Bir saltanatın güzelliğiydi.
İstanbul'un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinâlık...
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü’nde artık
Görmez felek öyle bir bahârı.
Türk şiirinin büyük isimlerinden
Oktay Rifat (Horozcu)’nun anılarında da
vardır Erenköy, O da şöyle anar bir şiirinde;
ANIŞ
Her dakikasını ayrı hatırlarım
Erenköy’de geçen zamanımın
Rüyama girer bir arada
İstanbul bahar ve Türkân’ım
Bir odamız vardı etrafı sarmaşık
Bostanlara bakan penceremiz
O güller kadar taze
Ben ona deli gibi âşık
Bir yastıkta dinlenir başlarımız
Saçlarım saçlarına karışırdı
O güzel bir kızdı ince alımlı
Ne giyse yaraşırdı
Yeter ki gönüller şen olsun
Şarkılar söylerdik yolda
Hep karşıma otururdu ellerini tutardım
Akşam üstü eve dönerken paraşolda*
Ağaçlar çiçekteydi
Türkân’ım sağ beraberimde
Kalbim sevda içindeydi
İstanbul bahar içinde
*Dört yanı açık, üstü örtülü, tek atlı araba
Bir sonraki istasyon Bostancı...