Riyaset Divanı’nın 4 Aralık 1936 tarihli kararı |
Hacettepe’den Çankaya istikametinde çekilmiş Ankara manzarasında kırmızı okla işaretli Abdülhalik Renda’nın Sarı Köşkü ve TBMM arazisi, 1928-29 |
Hacettepe’den Çankaya istikametinde çekilmiş Ankara manzarasında kırmızı okla işaretli Abdülhalik Renda’nın Sarı Köşkü ve TBMM arazisi, 1930-31 |
Hermann Jansen’in Ocak 1930 tarihli Ankara Planında A.Renda Köskü |
Atatürk Bulvarı üzerinden Çankaya istikametine bakışta A. Renda Köşkü (kırmızı ok ile işaretli), solda Mısır Büyükelçiliği |
SSCB Sefareti inşaatından Yenişehire bakışta, solda A. Renda Köşkü. 1925-26 |
SSCB Sefareti’nden Yenişehire bakışta, solda A. Renda Köşkü. |
“17 Mayıs 1924, Cumartesi. Bir iki bağa baktım. Fuat Bey’in elinde kalan…”, “18 Mayıs 1924 Pazar... refikayı (eşi Saadet hanım) Fuat Bey’in bağına götürdüm. Beğendi. İnşallah Çarşamba’ya oraya naklediyoruz. Bina fena olmamakla beraber bağ ve meyvesi çoktur. Çocukların [kızları Nerime (Anaydın) ve Nezihe (Sayarı)] istifade etmesi muhtemeldir.”, “21 Mayıs 1924, Çarşamba. Bağa naklettik.” diye not düşerek satın aldığı bağdaki eski evi yıktırıp yerine yeni bir ev yaptırmak üzere çalışmaya başlamıştı. Bir kaynağa göre köşkün projesi Arif Hikmet Koyunoğlu’nun 1923’te açtığı “Türk İnşaat Evi” tarafından tasarlanmıştı.
|
Uçaktan çekilmiş bu fotoğrafda A. Renda Köşkü, diğer evler ve III. TBMM arazisi |
Kızılay’dan çekilen bu farklı fotoğraflarda dahi, çok uzak olmasına rağmen kulesi ile A. Renda’nın Sarı Köşkü farkedilebiliyor. |
“16 Haziran 1925,Salı. İskan’daki iş bitti. İmza edilmek üzeredir… Öğleden sonra Asaf Bey de dahil olduğu halde hep birden eve gittik. Ev iyi ilerliyor. Sabahleyin çatı aksamını gördüm. Onlar da çok iyi ve kuru bir keresteden yapılmış.”, “15 Temmuz 1925, Çarşamba. Müteahhitler, Sırrı ve Asaf Beylerle beraber eve kadar gittik. Bazı cihetleri kendilerine söyledim. İnşallah ev iyi olacaktır… Linnolyum yerine ksiloit koymaya karar verdim.”, “16 Temmuz 1925, Perşembe. Sabahleyin Postanede fayansları vesaireyi gördüm.”, “19 Eylül 1925, Cumartesi. Eve gittik. İnşaat aynı haldedir. Asaf bey’in gelmesine intizar (bekleme) lazım. Mamafih Teşrînisânî’ye kadar bitmesi muhtemeldir.”, “20 Eylül 1925, Pazar. Bankadaki evrakimizi hazırladık... Beş bin lira almak istiyorum. Alırsam kimseye muhtaç olmadan evi ikmal mümkün olacaktır.”, “21 Eylül 1925,Pazartesi. Bankadaki işlerimizi bitirdik. Ziraat Bankası’na rehin ettiğim bağa mukabil 4.800 lira üç sene müddetle istikraz ettim (faizle borç aldım)… İş bankası’na da 2.500 lira, ki yekunu 8.300 lira ediyor. Ev için girdiğim borç bundan ibarettir. Bakalım kaç senede tediyeye muvaffak olacağım?”, “22 Eylül 1925, Salı. Asaf Bey geldi. Gittim gördüm. Ev için görüştük. Bakalım 15 Teşrînîevvel’e kadar girebilecek miyiz?”, “24 Eylül 1925,Perşembe. Sabahleyin eve gittik. Müteahhit ile beraber masarifât-ı sâireyi tesbit ettik. Kapı ve pencereler bugün gelebildi.”, “12 Ekim 1925,Pazartesi. Eve gittik. Ev bir haftaya kadar bitecektir. Yarın müteahhitle görüşeceğim.”, “13 Ekim 1925,Salı, Mühendislerle beraber eve kadar gittik. Noksanlarını tesbit ettik. Gelecek hafta eve girmekliğim çok muhtemeldir.”, “14 Ekim 1925,Çarşamba. Aileyle beraber tekrar eve kadar gittik. Gelecek hafta teslim alabileceğimizi ümit ediyoruz.”, “20 Ekim1925, Cuma. Öğleden iki saat sonra Ankara’ya muvasalat. Evde bir fark göremedim. Linolyum ve matbah (mutfak) sobaları gelmedi.”, “21 Ekim 1925, Cumartesi. Mühendislerle eve kadar gittim. Su ve lağım meselesini konuştuk. Suyun çıkabileceğine kanaat getirildi.”, “23 Ekim1925, Cuma...refika ile biraber eve kadar gittik ve geldik. Ev epeyce fark etti. Bakalım ne vakit bitebilecek.”, “25 Ekim, Pazar. Sabahleyin eve kadar gittim. Lağım ve kuyu meselesini hallettim.”, “27 Ekim 1925, Salı. Linolyum tutkalı henüz gelmedi. Ev için dört yüz lira daha verdim.”, “29 Ekim 1925, Perşembe. Bugün de linolyum tutkalı gelmedi. Sobalar geldi.”
Bir dönem İtalya Sefareti olarak kullanılan (4) numaralı yapı. |
Bazı eksiklikler olmasına rağmen Abdülhalik Renda ve eşi Saadet hanım iki kızları ile birlikte tamamlanan yeni köşklerine 30 Ekim 1925’te taşınmış, günlüğüne de; “Bugün alessabah yeni eve naklettik. Eşyalarımızı zararsız getirdik. Allah afiyet ve sıhhat ile burada ikame muvaffak buyursun, amin.
Bütün gün eşyayı yerleştirmekle iştigal ettik. Mamafih evde daha on beş günlük iş vardır. Su, tulumba, kuyu gibi teferruat henüz bitmemiştir.” diye eklemişti.
Ailenin güzelce ambalajlanmış eşyaları 3 Kasım’da İzmir’den ziyansız bir şekilde gelmişti. 22 Kasım’da Abdullah Efendi gelmiş, görüşmüşler Abdülhalik Renda, Abdullah Efendi’ye yüz elli lira daha vermiş, ayrıca bahçeye yeni bir kuyu daha açtırmayı düşünmüştü. İki gün sonra 24 Kasım’da çinko karolar için Abdullah efendi iki usta göndermiş, ertesi gün çalışmaya başlamak üzere gitmişlerdi. 1 Aralık’ta evi yapan mühendisle birlikte ameleler gelmiş, çatıda akan yerleri tamir etmişlerdi. O gün gelen Abdullah Efendi o gün çinko vesaireyi göndereceğini belirtmiş, ertesi gün için de daha fazla amele göndereceğini söylemişti. 1926 yılının 8 Ekim Cuma gününe, “Bizim evdeki boyacılara, perdecilere ve camcıya nezaret ettim.” diye not almış ve 1926 tarihli defterin son sayfalarına; “… Ve bu sene geçen seneden daha fena bir surette seneye giriyorum. Hemen hemen hiç alacağım yok gibidir. Borcum ise tezayüd etti (arttı). O da yaptırdığım garaj ve kuyusu buna sebeb oldu. Sene-i hâliyeye on altı bin lira borç ile giriyorum.” diye yazmıştı.
Aslen Yanya’lı olan ve babasının çiftlik sahibi ve tarımla uğraştığı bilinen Abdülhalik Renda da bahçe işlerine oldukça meraklıydı ve köşkünün bahçesinin güzelliğinden hep bahsedilmişti. Bahçe işlerine merakı günlüklerine de yansımıştı; “11 Mart 1932, Perşembe … Avrupa’dan gelen fidanları diktik.”, “25 Kasım 1932, Cuma. Bahçedeki ağaçların yerlerini değiştirdim.”, “21 Nisan 1933, Cuma… Bahçede çamları diktim. Lodos.”, “23 Nisan 1933, Pazar… Bahçede çalıştım. Bağı budamaya başladım.” gibi…
Sonunda, “9 Nisan 1934, Pazartesi… Evimin mütebaki borcunu verdim ve tapu senedimi aldım. Cenabı hakka çok şükür.” diyerek bahçe işlerine daha bir hevesle sarılmış, bunu yine günlüklerine;
“4 Mayıs 1934, Cuma… Bahçede biraz gezindim. Biraz yağmur serpti. Armutlara torba kazdık.”, “5 Mayıs 1934, Cumartesi… Ağaçları sulamaya başladık.”, “8 Mart 1936, Pazar… Ağaçların aşıları yapıldı.”, “18 Mart 1937, Perşembe. Gece sıfırın altında 1. Sabaha doğru güneşten evvel -5. allah vere de ağaçlar donmasa.”, “4 Nisan1937, Pazar… Bağın bellemesi bitti.”, “1 Eylül 1937, Çarşamba. Sabah ancak 9.30’da Anakara’ya gelebildik. Evimizi, akrabalarımızı, bahçemizi iyi bulduk.”, “17 Kasım 1937, Çarşamba… Bağı belletmeye başladım.”
diyerek kaydetmişti yıllarca...
Abdülhalik Renda’nın kızları Nerime ve Nezihe Sarı Köşk’ün bahçesinde havuz başındı. |
Sarı Köşke Mustafa Kemal Atatürk bir kaç kez, İsmet İnönü ise sıklıkla gelmiş ve misafir olmuşlardı. Mustafa Kemal Atatürk’ün,
Çankaya’dan, II. Meclis’e gider ya da dönerken, şoförüne korna çalması talimatı vermesi, korna sesini duyunca bahçe kapısına kadar koşuşturan Renda’nın kızları Nerime ve Nezihe’nin ona el sallamaları, bir hikaye olarak anlatılırdı.
1938 yılında Sarı Köşk’ün arazisinin bir kısmı istimlak edilmişti, bunu da not etmişti Abdülhalik Renda defterlerine;
“15 Ağustos 1938, Pazartesi… İstimlak edilen yerin takririni (mülkiyetin devri belgesini) verdim. Binalara 4.000, arsanın beher metre murabbaına (her metrekaresine) 14 lira takdim ettiler. Ağaçlara bir şey vermiyorlar. Meclis yolu için olduğundan itiraz etmedim.”, “16 Ekim 1938, Pazar… Meclis’in hafriyatını gezdim.” ve 1939 yılının defterinin ilk sayfalarına şu notu düşmüştü Abdülhalik Renda; “… Oturduğum Köşkü (Sarı Köşk) sağ iken intifaı (kullanım hakkı) bana ait olmak üzere şimdiden resmen Kızılay’a verdim. Sarı Köşk artık benim malım değildir; Kızılay’ın malıdır…”
1939 tarihli uçaktan çekilmiş bu fotoğrafta da Millet Meclisi Başkanı Resmi Konutu olan “Modern Ankara Villası”, sağında A. Renda’nın Sarı Köşkü, sol tarafta da diğer yapılan görülmektedir. |
1945 yılına girildiğinde o senenin defterinin ilk sayfalarına da;
“…Bu seneye Ziraat Bankası’na 5.600 lira borçla giriyorum. İnşallah bu sene zarfında ödemeye çalışırım. İki arsamı sattım ve on bin liralık bir tesis yaptım. Şimdi yalnız satılık bir arsam kaldı.” diye yazmıştı Abdülhalik Renda... O yıl o çok sevdikleri Sarı Köşk için pek iyi bir yıl olmamıştı, emek emek inşaa ettirdiği Sarı Köşk’ünden ve yıllarca gözünün içine baktığı bahçesinden ayrılma vakti gelmişti Abdülhalik Renda’nın; “… Bu sene oturduğum ev istimlak edildi. Evin mülkiyetini harpten evvel Kızılay’a verdiğim için istimlâk bedeli olan 250 bin lirayı Kızılay aldı. Biz de ev için çok düşündük. Müstakil bahçeli Saadet’in istediği yerlerde bulamadık. Nihayet mülkiyeti Kızılay’a ait olan rahmetli Refik Saydam’ın evine karar kıldık. Ve sene bitmeden 4-5 gün evvel hayatta bulunduğum müddet ile intifa (başkasına ait bir maldan yararlanma) tapusunu aldık. Bakalım içeride oturan ile ne yapacağız. İnşallah gelecek sene başını evimizde geçiririz.”
Ve Renda ailesi istemeyerek de olsa Sarı Köşk’lerinden ayrılıp, biraz daha Çankaya’ya doğru, bugün de ayakta olan bir zamanların Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın 1942’de vefat etmeden önce Kızılay’a bağışladığı Köşke taşınmışlardı.
O günlerin detaylarını da şu şekilde not almıştı Renda; “25 Temmuz 1945, Çarşamba... 28 N. arsayı Cumhurbaşkanı İnönü’ye ferağ ettim. Bu suretle bütün borcumdan kurtuldum. Allah’a çok şükür. Çankaya Tapu Sicil Müdürlüğü’ne istimlak bedeli 250 bin liranın tamamının Kızılay’a verilmesini yazı ile bildirdim. Kızılay meblağı aldı.”, “11 Ağustos 1945, Kızılay’ın Çankaya’daki evini gördüm. Bence fena bir ev değil. Karımla beni alabilecek.”, 1946 yılı defterinin ilk sayfalarında da; “ Evimize mukabil Kızılay’ın alıp tamir ettirdiği eve ancak Ekim ayında geçebildik. Ustalar içeride iken geçtik. Geçinceye kadar çok sıkıldık. Yeni ev zarif ve havadar, fakat eski evimiz gibi kullanışlı değil. Mamafih ferah olduğu için alışacağız. Yalnız çok pahalıya mal oldu.”, “18 Mayıs 1946, Cumartesi… Saydam’ın evini tekrar Kızılay’a iade için müracaat ettim. Muamele bitti. Rana bey’e Akil’in evini gösterdim… Kalorifer olursa iyi olacak.”, “20 Mayıs 1946, Pazartesi...Saydam’ınki üzerindeki intifa (faydalanma) hakkımı ret ve iade ettim.”, “30 Eylül 1946, Pazartesi… Eve taşınmaya başladık.”
İç mekan fotoğrafları köşkün Çekoslovakya Büyükelçiliği olarak kullanıldığı dönemdendir. |
Renda’lar Refik Saydam’ın evinde çok uzun yaşamamışlardı, 1945’in Ekim ayından 1946’nın Eylül ayı sonuna kadar, yaklaşık bir yıl. Burada şunu eklemeliyim ki, bir zamanlar Çekoslovakya Elçiliği’nin de kiracı olarak yerleştiği, söz konusu halen Kızılay’a ait ve ayakta olan bu köşke, Abdülhalik Renda Köşkü denmesi yanlıştır, görüldüğü gibi o köşkte hepi topu ancak bir yıl oturmuşlardır. Adı anılması, bir isme maledilmesi gerekiyorsa, doğrusu yapılmalı, o köşke Dr. Refik Saydam Köşkü denmelidir.
Abdülhalik Renda, 5 Şubat 1926’da köşkün müteahhidi Behiç Bey ile köşkün hesabı ile ilgili Asaf Bey’in yanında görüşmüş, fazla inşaat ve bodrum için fazladan 1000 lira vermiş, noksanlıklardan ve taşlardan yapılan indirimden sonra 10.948 lirada anlaşmışlardı. Ayrıca daha önce talip olduğu komşu arsa için, günlüklerde şu notu düşmüştü;
“7 Mayıs 1926, Cuma...Ustalar bugün duvara başladılar. Komşu yer sahibi de geldi görüştük. Dönümüne beş yüz liraya bırakıyor. Alırsak, iki dönümünü Asaf Bey için, iki dönümünü kendim için, bir dönümünü de Hakkı Bey için alacağım.” diyerek Köşkün bitişiğindeki arsayı alma niyetinden bahsetmişti.
1935 senesi defterinin ilk sayfalarındaki bir nottan, bu niyetini gerçekleştirdiğini ve arsayı almış olduğunu ve daha sonra da sattığını anlıyoruz;
“Mali vaziyetim geçen senekinden iyidir. A. Naci (Abdurrahman Naci Demirağ) arsamın mütebaki kısmını aldı. Bu surette bütün borçlarımı vermiş oldum….”
“… Ankara’daki evi yaptırdığım zamandan beri borçsuz geçirdiğim ilk tam senedir. Çünkü geçen sene A. Naci Bey’e arsamın bir kısmını sene ortasında satmış ve Emlak Bankası’na olun borcumu tamamen tediye ederek evimin tapularını almış idim.”
6 Haziran 1935, Perşembe günü de not defterine;
“Abdurrahman Naci Demirağ geldi. 7.000 lirayı tediye etti. Ferağı (feragat işlemlerini) geçen hafta yapmış idim.” diye yazmıştı.
Yani Abdülhalik Renda, Sarı Köşk’ün yanındaki arsasını Abdurrahman Naci Demirağ’a satmıştı. Daha önceki fotoğraflardan ve hava fotoğraflarından bilmekteyiz ki o tarihten önceki dönemde o sıradaki evlerin dışında bir tek Sarı Köşk’ün Yenişehir yönünde bir boş arazi vardır, Çankaya istikametinde ise bir başka binanın varlığı fotoğraflarda görülmektedir. O zaman bu notlardan şöyle bir çıkarım yapılabilir mi? Abdurrahman Naci Demirağ’ın satın aldığı arsa o boş arsadır ve o arsanın üzerinde de bizim konu ettiğimiz “Modern Ankara Villası” tam da 1935 sonrasındaki yıllarda inşaa edilmiştir. Abdurrahman Naci Demirağ’ın aldığı arsaya bir ev inşaa ettirdiğini de, yine Abdülhalik Renda’nın günlüklerinden anlamaktayız;
“19 Temmuz 1945, Bugün Ulus (Gazetesi) istimlak muamelesini ilan etti. Sarı Köşk ve Abdurrahman Naci (Demirağ) evleri 250’şer bin lira kıymet takdir edildi.”
Abdülhalik Renda’nın Sarı Köşkü ve bir yıl öncesinde aniden vefat eden Abdurrahman Naci Demirağ’ın evi (büyük bir ihtimal ile Modern Ankara Villası) 19 Temmuz 1945’te istimlak edilmiş, ancak Renda’nın Sarı Köşkü yıkılırken, belki de istimlakden sonra yeni TBMM binasının yol projesinde bir değişikliğine gidildiğinden, “Modern Ankara Villası”nın yıkılmasına gerek kalmamış ve villa yıkılmaktan kurtularak TBMM’nin mülkiyetine geçmişti.
Elbette bu günlüklerden yaptığım bir çıkarım, bunu teyid eden her hangi bir kaynak olmadığı için, kesinlikle bu böyledir diyemem, ama ihtimal dahilinde midir? Evet...
Abdurrahman Naci Demirağ (1890-1944), zengin bir iş adamı, kardeşi Nuri Demirağ gibi Müteahhit ve siyasetçiydi. Divriği’nin eski ailelerinden Mühürdarzâdeler’e mensup olan Abdurrahman Naci Demirağ CHP’den VI. (26.03.1939-08.03.1943) ve VII. Dönem (28.02.1943 – 05.08.1946) Sivas Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmişti. Fransızca ve Arapça bilen, evli, ve 5 çocuk babası olan Demirağ’ın oğlu ünlü sinema yönetmeni, yapımcısı ve senaristi Turgut Demirağ (1921-1987), Güney Kaliforniya Üniversitesi Sinema Bölümü’nde eğitim görüp Türkiye’ye döndüğünde adını babasının adının baş harflerinden alan AND Film adlı bir yapım şirketi kurmuştu.
Turgut Demirağ’ın ses ve sahne sanatçısı Rüçhan Çamay ile evliliğinden Melike Demirağ, 1970 yılında Milliyet Gazetesinin düzenlediği yarışmada Türkiye Güzeli seçilen Afet Tuğbay (Karacan) ile evliliğinden de Ali Koç’un eşi Nevbahar Demirağ dünyaya gelmişti.
Farklı tarihlerde Meclis Kavsağı. Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Farklı tarihlerde Meclis Kavsağı. Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Farklı tarihlerde Meclis Kavsağı. Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
Solda Kazım Özalp Evi, sağda Refik Koraltan Evi |
Sol başta Kazım Özalp Evi. O dönemde caddenin adı da Kazım Özalp Caddesi’dir. |
|
Ali Sami Ülgen ve Orhan Alnar'ın ortaklaşa hazırladıkları ve İkincilik ödülü kazanan Yenişehir Camii projesi |
Ali Sami Ülgen ve Orhan Alnar'ın ortaklaşa hazırladıkları Yenişehir Camii projesin,n eskizleri |
1957 seçimlerinden sonra da DP iktidarı her türlü devlet imkânından yararlanmış, yasal düzenlemelerle muhalefetin elini kolunu bağlamıştı.
“Bastonunu kırdılar” yazmıştı 14 Haziran 1960 tarihli Akis Dergisi bu fotoğrafın altına. |
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın DP amblemli bastonu Yassıada Duruşmalarında da gündeme gelmişti. Yassıada Duruşmalarını yazan Akis Dergisi, 24 Temmuz 1961 tarihli nüshasının 20 sayfasında bu konuya şöyle yer vermişti;
“...Celâl Bayar telefonla kendisini aramış ve ‘Biraz evvel Radyoyu dinledim. Bu ne demek? Nereye gidiyoruz?’ sözleriyle kendisini haşlamıştı. Bu kanaatte olanların diktaya gitmesine imkan var mıydı? Hani, yaptıkları bilinmemiş, on yıllık iktidarları devrinde ipliği pazara çıkmamış olsa, insan su Ağaoğlu*na acıyabilirdi. Fakat, şimdi? Bundan bir müddet evvel süngüler arasında konuşamamaktan şikâyet eden Ağaoğlu o günlerin acısını çıkarmak istiyor gibi, konuşuyor, konuşuyordu. Bir defa daha eski günlerini hatırladı ve DP’nin politikasını müdafaa vazifesini zayıf ve çelimsiz omuzlarına aldı. DP politikasında ‘münevvere sırt dönme’ diye bir şey yoktu! Üstelik, elde taşınan DP markalı bastonun diktaya gidişle ne ilgisi olabilirdi.”
*Samet Ağaoğlu (1909-1982); 1950, 1954, 1957 seçimlerinde Manisa’dan seçilmiş DP’li milletvekilidir. Çalışma, Ticaret ve Devlet Bakanlıkları yapmıştı. Yassıada Duruşmaları’nda yargılanmış, hüküm giymiş, ömür boyu hapisle cezalandırılmıştı.
Akis, 9 Haziran 1969’da “Paraşütsüz Düşünce” başlıklı yazısında da Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın DP amblemli bastonunu bir kez daha konu etmiş;
“… Bayar hiç oralı değildi. Devam etti: ‘-Kararnamenin bir yerinde, benim için ‘Menderesten istifade etti’ denilmektedir. Ayrıca, sayın düşük Koraltan’ın hatıra defterinden* bazı pasajlar kararnameye alınmış.’ Bayar bundan sonra kendisi hakkında not tutan arkadaşlarını bir güzel boyadı ve kendileriyle hiç bir hususta teması bulunmadığını Menderes’i kullanmadığını, Koraltan’a ilham kaynağı olmadığını açıkladı. Sonra sordu : ‘- Bu hatıra defteri ne sebeple yapıldı?’ Suale gene kendisi cevap vermeğe başlamıştı ki, Başkan sözünü kesti: ‘-Bunlar fazlasıyla anlatıldı.’ Ne var ki Bayar konuşmak istiyordu. Davanın müsamahasına sığındı ve meşhur D.P. rumuzlu baston hikâyesini anlatmağa koyuldu: ‘-Bu bastonu bir kaç ay kullandım.’ Mesele, sanığın arkadaşlarına intikal etmişti. Bayar, D.P. grubunun hiç bir zaman diktaya gitmediği tezinin bir numaralı müdafiiydi.”
*Refik Koraltan’ın günlük, hatırat ve notları,
Yassıada Duruşmalarında DP’ye karşı delil olarak kullanılmıştı.
Türk tarihinde önemli rol oynayan kişileri inceleyen eserleri ile ünlenmiş düşünür, yazar ve tarihçi Şevket Süreyya Aydemir (1897-1976), 10 Mart 1968’de Cumhuriyet Gazetesi’nin dördüncü sayfasında “İkinci Adam 1950 ve Sonrası / Verimsiz Çabalar” başlıklı makalesinde, 1950-60 yılları arasında, iktidar partisi DP’nin lideri Adnan Menderes ile muhalefet partisi CHP’nin lideri İsmet İnönü arasında bazı çabalara rağmen sağlanamayan diyalog ve bir türlü buluşturulamamalarından bahsetmektedir. Bu dönemde belki de tek bir buluşma olmuştur ki o da Meclis Başkanı Refik Koraltan’ın evinde…
Yani “Modern Ankara Villası” yine çok nadir ve tarihi bir ana tanıklık etmiştir denilebilir.
Şöyle anlatır Şevket Süreyya Aydemir o buluşmayı;
“…ruhsuz, maksatsız, hayal kırıcı bir buluşma! Öyle denilebilir ki, kaderin elinin bu düğümleri bir gün bir 27 Mayıs İhtilali ile koparıp atmasının fal tal örgüsünde, bu son ve davet sahipleri için biraz da taksirli buluşmanın, galiba bir müdahalesi vardır. Çünkü, Muhalefet Partisi Lideri, o küçük ve son ümit kırıntısını da sanıyorum ki asıl o gece kaybetmiştir.
1954 Haziranından beri sürüp gelen çabalar, aradan bir seneye yakın bir zaman geçtiği halde, yani 1954 Haziran-1955 Mart arasında, iki şefin bir defa olsun bir araya gelmelerini bile sağlayamamıştı.”,
“… bir davet, ancak bu kadar soğuk, bu kadar sıkıntılı, bu kadar zoraki olabilirdi. İnönü’yle Menderes arasında ve özel surette bir araya geliş de bundan ibaret kaldı. Bu garip toplantı, Meclis Reisi Refik Koraltan’ın evinde oldu. Ve bunun dilden dile dolaşan yankıları, Ankara’da günlerce söylendi durdu.”,
“…memleketin kaderi için, buluşmaları, konuşmaları, başbaşa kalmaları o kadar şart olan, gerekli olan, birbirlerini ikmal edebilecek olan bu iki insan, bir türlü yalnız kalamazlar. Bir türlü başbaşa veremezler. Refik Koraltan’ın evindeki yemek toplantısı ise, ruhsuz, maksatsız, zoraki ve başbaşa olmayan sıkıcı bir toplantıdır. Yenilir, içilir, laklak edilir. Fakat o lanetleme siyasetten, memleketin kaderi üstünde gitikçe kördüğüm olan o siyasi keşmekeşten ve bu düğümlerin çözülmesi yolunda, tek kelime bile konuşulmaz. Sanki görünmez bir el, her kadehte biraz daha şenlenmiş gibi görünmeye, sanki karşısındakinin boynuna sarılacakmış gibi görünmeye çalışan Menderes’in dilini, adeta bağlamıştı. Gecenin geç saatlerinde Paşa evine döndüğü zaman ise dalgın, düşünceli, kötümser ve ümitsizdir. Evet, o son ‘ufak bir ümit’ de uçup gitmiştir. Yalnız kendi kendine söylenir:
‘Bu da başka bir tertip! Başka bir tertip! Halkla beraber olduğumuzu, arada bir ihtilaf olmadığını göstermek istiyorlar…’
Hülasa iki şefin ilk ve son masabaşı sohbetlerinin hikayesi bu kadar hazindir. Gerçi iki parti mensupları arasındaki güya siyasi buluşmalar, 1954 Haziranından, 1955 Martına kadar sürdürülmeye çalışılır. Ama netice sıfırdır. Hatta sıfırdan da aşağı…”
22 Nisan 1955 tarihinde gerçekleşen bu akşam yemeğinin haberini, Akis Dergisi 30 Nisan 1955 tarihli nüshasının 4 ve 5 sayfalarında şu şekilde aktarmıştı okuyucularına;
“…Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan, Cuma akşamı İnönü’yü evinde yemeğe davet etti. Yemekte Başbakan Adnan Menderes, Devlet Bakanı Fuad Köprülü ve C.H.P. Genel Sekreteri Kasım Gülek de hazır bulunuyordu. Orada dış politika meselelerinden uzun uzadıya bahsedildi. Ziyafet hususi olduğundan bu politika etrafında alâka uyandırıcı görüşmelerin cereyan ettiğini tahmin etmek zor değildir. Muhalefet liderlerine bizzat Adnan Menderes tarafından dış politikamız izah edildi, onlar da kendi fikir ve görüşlerini bildirdiler. Esaslarda bir mutabakat bulunduğu anlaşıldı. Ziyafet çok geç vakte kadar sürdü. İsmet İnönü ile Kasım Güleğin, Koraltanın evinden çıktığı gece yarısından sonra oradan geçenler tarafından görüldü. Fakat konuşmalar esnasında iç politika meselelerine asla temas edilmemiştir. Zaten bunların bir yemek sofrası başında ele alınmasının ciddiyetle uzaktan yakından bir alâkası olmadığı son derece aşikârdır. Temaslar, bir vazife temasına temel teşkil ettiği takdirde mâna taşıyacaktır. Fakat umumi kanaat Başbakan Adnan Menderes’in şimdilik iç politika meselelerini ele almak niyetinde olmadığını göstermektedir. Yahut alsa bile bunu ya bir ziyafette, ya iki nükte arasında yapmak arzusundadır.”
Harp Okulu öğrencilerinin Zafer Anıtı’na kadar yaptığı sessiz yürüyüş, 21 Mayıs 1960. Fotoğraf: Atilla Dirim aile arşivinden |
Çeşitli yıllarda, “Modern Ankara Villası”nın Akay Yokuşu’ndan inerken çekilmiş fotoğrafları. |
Fotoğraf: Ankarafili Ancyraphiliæ |
“27 Mayıs sabahı saat dörde gelirken, eski Meclis Başkanı Refik Koraltan’ın resmî ikametgâhının tam karşısındaki mütevazı bir apartman katının sakinleri bir yaylım ateş sesiyle uyandılar. Kısa boylu, babacan tavırlı, top burunlu, yaşını göstermeyen bir adam pijamasıyla yataktan fırladı. Hanımı arkasından ‘Eyvah!.. demek söylenenler doğru çıktı. Çapulcular Yenişehri bastılar!..’ diye söylenirken o, ‘Sus hanım!.. abuk sabuk konuşma!.. Çapulcular falan yok! Bizim Koraltan Paşa, galiba sabık Meclis Reisi olmak üzere’ diyordu. Bunları söyleyen DP’nin dört kurucusundan biri (1958’de partisinden istifa etmişti) ve muhalefetteki 2 numaralı adamı Prof. Fuat Köprülü’den başkası değildi. Köprülü, üç yıldır bütün münasebetini kesmiş olduğu eski arkadaşının süngülü Harbiyeliler arasında evinden çıkışını ve tevkif edilişini gözleriyle seyretti. Ondan sonra hâdiselerin inkişafını sükunetle beklemeğe başladı.”
(Akis, 14 Haziran 1960)
“...haftanın ortasında bir gün sakıt Meclis Başkanı’nın evinde yapılan araştırma bu iddiayı teyid etti. Bu yüzden bir Yargıç Üsteğmen hayli güç durumda kaldı. Koraltan’ın evinde, tarihi eşyaların tesbiti tela (ardından) yapılan araştırmanın ertesi günüydü. Genç bir kadın, Yargıç Üsteğmene gelerek sitem edercesine ‘Beyefendi, köşkte tesbit yapılırken biz de hazır bulunmak isterdik‘ dedi. Genç üsteğmen başını önüne eğmişti. ‘Bulunmadığınıza sizin adınıza ben çok memnun oldum’ diye cevap verdi. Genç kadın üsteğmenin ne demek istediğini anlamış olacak ki hafifçe kızardı ve bir şey söylemedi. Kadın, sakıt B.M.M. Başkanı Komitan’ın sakıt DP milletvekillerinden Halûk Timurtaş’la evli olan kızı Ayhan Timurtaş’tı. Bir gün evvel Koraltan’ın oturduğu köşkte müzelerden alınarak getirtilen eşyaların tesbiti yapılmıştı. Araştırma yapılırken büyük kütüphanenin gizli bir gözü bulunması ihtimali üzerinde durulmuş ve bütün kütüphane elden geçirilmişti. İşte ne olduysa o anda olmuş, sakıt Meclis Başkanı’nın ailesi tarafından boşaltılması unutulan küçük bir çekmece bulunmuştu. Çekmecenin içi bir âlemdi. Çıkan resimler arama yapanları hem güldürüyor, hem da hicaptan yerin dibine geçiriyordu. Küçük çekmecede ikisi hariç bir yığın müstehcen resim vardı. Hem bunlar özel resimlerdi. Dansöz Nana*ya aittiler. Hele birinin nasıl çekildiğine doğrusu akıl erdirilemedi. Zira divana çırılçıplak uzanmış olan ünlü dansözün öyle bir pozu vardı ki bir insanın soğukkanlılıkla deklanşöre basması imkansızdı. Diğer biri de köşkün banyosunda alınmıştı. Dansöz köpükler içinde bir Babil Kraliçesi pozundaydı. Mamaafih diğerleri de bu pozlardan aşağı kalmıyordu. Hele büyük halının üzerine yatırılmış iki genç kadının pozu, resimleri bulanları bir hayli düşündürdü.”
(Akis 13 Temmuz 1960)
*Ayşe Nana (Aslanoğlu), babası Fransız, annesi İstanbul Ermenisi olan ve 1936’da Beyrut’ta dünyaya gelen Kiash Nanah 15 yaşındayken bir güzellik yarışmasında Boğaziçi güzeli seçilmişti. Kasım 1958’de Roma’da Rugantino adlı bir gece klübündeki partide üstünü çıkartarak yaptığı dansıyla hem İtalya’da hem de Türkiye’de gündem olan Nana, “La Dolce Vita” filmindeki çılgın dans sahnesi için Federico Fellini’ye ilham vermişti. İtalya’da Aïché Nana adıyla tanınan Nana, 1950-80 arası İstanbul, Roma ve Paris’te dansözlük yapmış, 1984’de Ermeni örgütü Asala’ya yataklık ettiği gerekçesiyle Türk vatandaşlığından çıkartılmıştı. 2014’de tedavi gördüğü kanser hastalığına yenilmiş, Roma’da ölmüştü.
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa’daydım
hiç biriniz orada yoktunuz
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
polis katilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa’daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
- Attila İlhan -
(Cinayet saati)
“… kabine toplantıları böylesine samimi bir hava İçinde devam ederken, başkentte bir kısım insan da faydalı bir teşebbüsü tekrar ihya etmek için feragatla çalışıyorlardı. Bunlar Türk Kültür Derneği kurucularıydı. Dernek, geçen haftanın ortasında faaliyete geçti. Ne var ki Kültür Derneği’nin faaliyete geçtiği bir hayli hatıraya sahip bir binaydı. Onun için açılış merasiminde bulunan gazeteciler, bu binayı bir başka vesileyle ziyaret ettiklerini hatırladılar ve iki hatıra arasında bir bocalama geçirdiler. Türk Kültür Derneği’nin çalışmaya başladığı bina Koca Reis Koraltan’ın on yıl müddetle ikâmetine tahsis olunan ve 27 Mayıs’tan sonra tahliye edilen B.M.M. Başkanlığı köşküydü. Onun içindir ki Koraltan’ın meşhur, güzelliği dillere destan 19 yaşındaki mürebbiyesi Barbara Kutzke’nin mayo ile dolaştığı salonda 30º hararet altında oturmak ve Kültür Derneği’nin açılışına şahit olmak gazetecilere garip geliyordu. Ancak vazife vazifeydi. Gazeteciler mayolu dilber Kutzke’i bir tarafa bırakıp işlerine baktılar. Bulunulan salon, bej renkli köşkün alt katındaydı. Duvarlarında bir müddet önceye kadar asılı duran resimlerin şimdi yerleri boştu. Köşkün kapısı üzerinde kırmızı zemin üzerine iri beyaz harflerle ‘Türk Kültür Derneği Genel Merkezi’ yazılmıştı. Böylece bina işret merkezi olmaktan çıkıyor. Kültür Merkezi oluyordu. Kapının önü Cemal Gürsel’i görebilmenin heyecanı ile dolu Ankaralılarla kaplıydı. Nitekim biraz sonra önlerinde duran siyah Cadillac’tan Orgeneral Cemal Gürsel indi.”
şeklinde okuyucularına aktarmıştı.
Alparslan Türkeş, Yeni Delhi’de |
Eski fotoğraflarda düz çatılı olarak görünen villanın üzeri sonradan kiremit çatı ile kaplanmış. |
26 Mayıs gecesi Başbakan Eskişehir Şeker Fabrikası’ndan İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığını aradığında karşısına çıkarak “Merak etmeyin, bu beyanatınız hiçbir zaman yayımlanmayacak” diyerek cevaplayan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız, 1976 yılında yapılan Halkevleri Genel Kurulu’nda “Devrimci Halkevciler” grubunun adayı olarak seçimi kazanmış ve bu görevini 12 Eylül 1980’de kapatılana kadar sürdürmüştü.
Ahmet Yıldız, İhtilalden sonra Milli Birlik Komitesi üyesi olmuştu. 15 Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerden sonra seçilen milletvekilleri ile kurulan 12. Dönem TBMM, 25 Ekim 1961’de toplanarak askeri rejime ve dolayısıyla Milli Birlik Komitesi’nin hukuki varlığına son verince, emekliye ayrılmış ve kayd-ı hayat şartıyla Cumhuriyet Senatosu Tabii üyeliğine seçilmişti.
Ahmet Yıldız, Yassıada Duruşmaları’ndan sonra, 15 Eylül 1961 günü yapılan Evet/Hayır oylamasında sabık Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu için verilen idam kararına, Mehmet Özgüneş ile birlikte Evet oyu kullanarak, idama taraftarlar ve karşıt olanlar arasındaki 11’e 11 olan eşitlik durumunu bozup sonucun 11 Hayır’a karşı 13 Evet olmasına neden olan kişilerden birisiydi. Mehmet Özgüneş, idamlardan sonra pişman olduğunu bildirmişti.
İsmet İnönü bu kararlara net bir şekilde karşı çıkmıştı. Bu kapsamda Milli Birlik Komitesi üyesi Ahmet Yıldız’a, ölüm cezasının onaylanmamasını, onaylanırsa İsmet Paşa olarak bu kararın karşısında duracağını belirtmişti. Bununla da kalmayıp Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e mektup yazmış, mektupta ölüm cezalarının infazından vazgeçilmesi gerektiğini belirtmişti. İdam kararlarının netleşmesi üzerine de aynı gün içerisinde iki kere Başbakanlık’a gitmiş, fakat çabaları sonuç vermemişti.
Meclis Başkanı Refik Koraltan, çapkınlığı ile nam almış bir siyasetçiydi. Derler ya “ateş olmayan yerden duman çıkmaz”; vardı ki bir şeyler bu kadar söylenti çıkıyordu hakkında.
Sevim Çağlayan (1934-2000) |
Birlikte adının anıldığı en bilinen kişi, “Şahane Kadın” adıyla maruf şarkıcı ve film yıldızı Sevim Çağlayan’dı
. Konya doğumlu Sevim Çağlayan’ın güzelliği de tescilliydi üstelik, 1951 yılında birinci seçilip sonrasında Avrupa Güzeli seçilen Günseli Başar’ın katıldığı Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği Güzellik Yarışması’nda, Sevim Çağlayan üçüncülük tacını takmıştı. Güzeldi, hareketli ve canlı bir hayatı vardı, sayısız erkekle gönül ilişkisi yaşamış, kimi resmi, kimi imam nikahlı olarak 13 evlilik yapmıştı, ki bu imam nikahlarından biri de Refik Koraltan’laydı. 1958 doğumlu gazeteci, yazar Turhan Feyizoğlu, Adnan Menderes ile ilişkisi olduğu bilinen Suzan Sözen üzerine kaleme aldığı bir makalesinde Refik Koraltan-Sevim Çağlayan ilişkisini de şu şekilde aktarmıştı;
“… 1952 yılında Refik Koraltan, Sevim Çağlayan’ı ‘manevi evlat’ olarak ilan etti. İlanın yapıldığı yerde o devrin Başbakanı Adnan Menderes de bulunuyordu.”, ki Adnan Menderes’in de Sevim Çağlayan’a karşı bir ilgisi olduğunu da; “Başbakan Adnan Menderes, Sevim Çağlayan’ı beğeniyordu. zaman zaman telefon açıyordu.” yazarken, bu konuya Sevim Çağlayan da bir söyleşisinde; “Menderes, 37 no’lu özel arabasını evime göndererek beni aldırıyordu. Hep beraber, Devlet Bakanı Emin Kalafat da olmak üzere çay içmeye gidiyorduk köşke. Bazı akşamlar da Mithat Dülger’in evinde toplanıyorduk…” diyerek açıklık getirmişti. Turhan Feyizoğlu yazısının devamında; “… Sevim Çağlayan’ın en uzun ilişkisi Yılmaz Gündüz ile oldu. Yılmaz Gündüz ile ilişkisi başladığında Yılmaz Gündüz evli idi. Sevim Çağlayan, Yılmaz Gündüz ilişkisini özektle şöyle anlatmıştı: ‘Yılmaz Gündüz bir türlü yerinde duramıyor. İlle de tutturmuş: ‘-Sevim, sen benim kısmetlimsin, birbirimizi kaçırmayalım. Allahın izniyle seni annenden isteyeyim’, diyor. ‘-Aman sakın annemden böyle bir şey isteme. Çünkü bu iş o zaman hiç olmaz’… ‘-Yılmaz, her şey güzel ama, ben şu an bir başkasıyla imam nikahlı evliyim. Bu iş nasıl olacak’ dedim. ‘-Kimmiş bu yahu…’, ‘Refik Koraltan…b’ deyince iyice aptallaşıyor. ‘-Refik beyden seni allahın emriyle isterim. O senin baban yaşında… Herhalde anlayış gösterecektir’ diyor. Ve hemen beni istemek için köşke gidiyor. O sırada köşkte Refik Koraltan’la birlikte Namık Gedik ve Celal bayar da var. Yılmaz durumu anlatıyor. Koraltan bu olaya için için gülerek: ‘-Verdim gitti oğlum, hadi hayırlı olsun…’ diyor. Yılmaz Gündüz ile Sevim Çağlayan, 1959 yılı Haziran ayında resmi olarak evlendi.” diyerek bu konuya netlik kazandırmıştı.
27 Mayıs’ın ertesinde Sevim Çağlayan, geçmişin siyasilerine saldırıda gecikmemiş, Çankaya alemlerini anlatmaya koyulmuştu. Dediğine göre, Çankaya Köşkü’nde konser verdiği bir akşam, Refik Koraltan ona dönerek seslenmiş: “Kız Sevim!.. Evlâdım, neden açık saçık giyinmedin bakayım? Gazinoda soyunursun da burada mı giyinik durursun?” demiş, bunun üzerine Celâl Bayar da “ İlahi Refik, anlayamadın mı, Sevim Hanım rahibe olmaya karar vermiş…” diyerek espriyle katılmıştı.
27 Mayıs sonrasında Sevim Çağlayan’ın, Akis Dergisi’nin İstanbul muhabirine verdiği bir röportajda, Çankaya Alemlerini çok daha açık ve net bir şekilde dile getirmiş, oldukça cüretkar açıklamalarda bulunmuştu. Elbette bunları “düşenin dostu olmaz, hele bir yol düşte gör!” çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Sevim Çağlayan’ın sansürleyerek burada ancak bir kısmını paylaşabildiğim bu uzun söyleşisinde, daha çok Çankaya Köşkü’ne yüklendiği, konu Refik Koraltan’a geldiğinde dilini daha yumuşattığı dikkat çekicidir.
“Çankaya âlemlerine ısrarla davet edilen güzel bir ses sanatkarının İstanbul muhabirimize anlattıklarıdır. Sevim Çağlayan ses sanatkârlarının en alımlılarından biri
olduğu için erkân nezdinde uyandırdığı ‘alâka’ da fazla olmuş, bu sayede gazete reklamlarının meşhur Şahane Kadını eğlenceli hâtıralar ve intibalar biriktirmek imkânını bulmuştur.
‘İnanır mısınız, bu sofrada bir kere dahi memleket meselelerini konuşup münakaşa ettiklerine rastlamadım. Bütün düşünceleri zevk, âlem ve işret idi. Cereyan eden konuşmaları, sanatkârların maruz kaldıkları sululukları burada anlatmağa utanırım. Kaç defa kadınları soyunmaya, kucaklarına oturmaya mecbur etmişlerdir. Ziyafet geç vakitlerde sona erdiği zaman, Köşkün önü görülecek yerdi. Ağzından salyalar akan bir sürü sarhoş, ziyafetteki kadınları paylaşmak için yarış ederler ve birbirlerine yapmadıklarını bırakmazlardı.
Bu gözü dönmüş adamların elinden iffetimi nasıl güçlükle kurtardığımı tahmin edebilirsiniz: Bizlere çeşitli hediyeler vermek isterlerdi. Paraları o kadar boldu ki... Ben şahsen bir tanesini bile kabul etmedim. Bu işret âlemleri zaman zaman Komitanın evinde de tekrar edilirdi. Ama, ne yalan söyleyeyim, bunlar Çankaya köşkünde olan biten yanında nezih kalırdı. Koraltan’ın evinde daha ziyade misafir gelen yabancı heyetler, meselâ Iraklılar bulunurdu.”
(Akis, “Cümbüşün Hikâyesi, Çankaya Alemleri”, 8 Haziran 1960, sf:14-15)
Mualla Mukadder Atakan (1924-1997) |
Refik Koraltan’ın aşk listesindeki diğer bir ünlü isim yine güzelliği ile bilinen bir şarkıcı, 1955 yılında “Ses Kraliçesi” seçilen Mualla Mukadder Atakan’dı. Çocukluğumun anılarında bizim evde Mualla Mukadder adının geçtiğini çokça hatırlarım. Ailem babamın görevi nedeniyle 1943-48 yılları arasında Karacabey Harası’nda bulunmuşlardı. Konu nasıl açılır nereden Mualla Mukadder’e gelirdi onu hatırlamıyorum. Ancak o dönemde ne vesile ile gelmişse oralara Mualla Mukadder, belli ki bir konser ya da özel bir toplantı, onun adını daha çok anan annem, o dönemde Hara’da görev yapan bazı erkeklere, belki biraz da “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” baabında babama da dokundurarak, erkeklerin nasıl da Mualla Mukadder’in ağzının içine baktıklarıni biraz iğneleyerek anlatırdı; Belki babamın değilse de o sırada Harada görevli birilerinin bir kaçamağını da dedikodu olarak duymuş, ama çocuğun yanında konuşulmaz böyle şeyler diyerek dillendirmemişti daha fazla, kapatmıştı….
Refik Koraltan’ın listesindeki diğer bir isim de Alman hemşire Barbara Kutzke’ydi. Yassıada Duruşmaları’nda “Bebek”, “Köpek” davası gibi, “Barbara Davası” diye de özel bir dosya açılmıştı.
“Barbara Davası”, Refik Koraltan’ın, daha yıllar önce DP’nin kuruluş yıllarında, İzmir’de yapılacak bir açıkhava mitingi öncesinde, birinin gelip kendisine “İzmir’de darağaçları kuruldu, Koraltan’ı da diğerlerini de asacaklar” demesi üzerine tansiyonu fırlayan ve sağ tarafına felç gelen ve ömür boyu o şekilde yaşamaya mahkum olan eşi Mukbile Hanım’a ilâç getirmek için aldığı dövizle, “Barbara” adlı bir Alman kızını getirttiği, böylece Türk Parasını Koruma Kanunu’na aykırı hareket edildiği iddiası üzerine açılmıştı.
Akis Dergisi’nin 30 Ekim 1954 tarihli kapağında Refik Koraltan |
“Koraltan’ın, bu haftanın içinde su yüzüne çıkan hikâyesi bir hayli alâka çekici idi. Düşük Meclis Başkanı günlerden birgün genç bir mürebbiye tutmayı arzu etmiş, ancak bu arzusunu açıkça kuvveden fiile çıkarmak cesaretini bulamamıştı. Fakat bu gibi meselelere kafası yatkın dostları, ona bir formül bulmuşlar ve böylece koca Başkanın Allaha hamdüsena etmesini sağlamışlardı. Koraltan’ın ilk teşebbüsü, bu nadide çiçeğe yol parası tedarik etmek için olmuştu. İçi geçmiş düşük Başkan bu işi Maliye Bakanına -her ne hikmetse- doğrudan doğruya açamamış ve karısının hastalığını bahane ederek, ilâç getirtmek zorunda olduğu mucip sebebiyle 500 dolarlık, döviz talep etmişti. Döviz talepnamesine malzeme-i sıhhiye olarak geçen bu 500 dolar, esasında, AImanya’ya sipariş edilen güzel mürebbiyenin yol masrafını karşılamak için isteniyordu. Mürebbiyenin sipariş edilmesi de bir hayli eğlenceli olmuştu. Koraltan, ‘Hasta eşine malzeme-i sıhhiye’ masrafı olarak 500 dolarlık dövizi koparınca, hemen B.M.M.’ndeki masasının başına geçmiş, ayaklarını nadide Acem halısına uzatarak eline kalemi almış ve önündeki kâğıt kutusundan, başlığında ‘T.B.M.M. Başkanlığı’ ibaresi bulunan bir kâğıt çekerek Bonn Büyük Elçisi’ne bir mektup yazmıştı. Koca Başkan bu mektubunda, kendisine tez elden ‘eli yüzü düzgün, cinsî câzibesi kuvvetli bir mürebbiyenin’ gönderilmesini talep ediyordu. Elçilik sabık ve sakıt Meclis Başkanının arzularının derhal isafı cihetine gitmişti. Mektubun, Bonn’daki muhatabının eline geçmesinden birkaç gün sonra gazetelerde bir iş ilânı intişar ediyordu. İlânın meali şuydu: ‘Genç, sarışın bir Alman kızı, yabancı bir memlekette sekreterlik yapmak üzere işe alınacaktır...’ İlânın hemen altında da T.C. Bonn Büyük Elçiliği’nin adresi bulunuyordu!.. İlanın gazetelerde intişarından hemen sonra elçiliğin memurları bu mühim ve mesuliyetll işin üstesinden gelmek için geceli gündüzlü bir faaliyete geçmişlerdi. Tabii bu arada, zevk-i selim sahibi memurların fikirlerinden faydalanmak ta ihmal edilmiyordu. Nihayet koca Başkan’ın hoşuna gidebilecek bir sekreter bulmak mümkün olmuştu. Ne var ki Başkan’ın bu dilberi beğenmemesi gene de mümkün olabilirdi. Bunun için ihtiyatlı hariciye memurları, taliplerin resimlerini süratle koca Başkan’a göndermeyi uygun görmüşlerdi. Resimleri hâvi zarf, tabiî gene sakıt ve sabık Başkan’ın iş adresine postalanıyordu. Zarfın üzerinde ‘Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Refik Koraltan-Ankara/Turkei’ yazmaktaydı. Koraltanın dilber seçimi bir haftaya yakın sürmüştü. Nihayet bir hafta sonra Bonn Büyük Elçiliği, gene T.B.M.M. antetli bir zarf almıştı. Zarfın içinde, arkası kırmızı kalemle işaretlenmiş bir kız resmi bulunmaktaydı. Resme de, seçimi kazanan Barbara Kuts’un (Kutzke) yolluğu olarak 500 doların çıkarıldığını ifade eden bir tezkere iliştirilmişti. Tabii, tezkerenin, altındaki imza Koraltan’a aitti. Formalite tarafı süratle İkmal edilmiş ve sarışın dilber Barbara Kuts (Kutzke), Koraltan’ın Atatürk Bulvarı üzerindeki köşküne yerleştirilmişti. İşte Koraltan için, işin asıl zevkli faslı bundan sonra başlamıştı. Zira koca Başkan bütün itiyatlarını terk ederek, bir vapur kamarasını andıran banyosuna yerleşmiş ve B.M.M. ile alâkalı meseleleri bile buradan halleder olmuştu. Fakat saltanat kısa sürdü.”
(Akis, “Mürebbiye Davası”, 21 Ekim 1960)
Davaya dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan da (1915-1961) dahil edilmişti. Duruşma sırasında Hasan Polatkan’a ne diyeceği sorulduğunda, Polatkan: “Refik Koraltan’ın Barbara isimli mürebbiyeyi Almanya’dan getirmesi veya getirmemesi ile ne alakam olabilir ki, bu meseleden dolayı diktaya gidişi arz edeyim? Dokuz yıl Maliye Vekilliği yapan insan, 500 dolardan ibaret Barbara Davası’ndan mı diktanın tahakkukunu arzu etmiş olacağım! Diktanın tahakkuku gibi korkunç bir mevzuda gösterilen şu mesnetlere hukuki bir dava diyebilmek mümkün müdür? Yüksek heyetiniz bunu takdire müşkülat çekmeyecektir” diye yanıt vermişti.
21 Kasım-20 Aralık 1960 tarihleri arasında görülen “Barbara Davası” sonucunda yargı kararını vermiş, Refik Koraltan ve Hasan Polatkan mahkum olmuşlardı.
9 ay, 20 gün süren 287 oturumluk Yassıada Duruşmaları’nın sonunda 15 kişinin idam kararı radyodan anons edildiğinde, idamlıkların arasında Refik Koraltan’ın da adının anılması, bunu dinleyen felçli eşi Mukbile hanımın kararın ağırlığı altında ezilmesine ve sabaha karşı kalp krizi geçirerek vefat etmesine neden olmuştu.
Yassıada Duruşmaları sırasında 72 yaşında olan Refik Koraltan ve Celâl Bayar’ın cezaları idam olarak açıklanmış olsada, yaşları nedeniyle cezaları müebbet hapse çevrilmişti.
3 Ağustos 1966’daki af yasasıyla önce hapis ve ardından 16 Nisan 1974’te siyaset yasağı kararları kaldırılsa da takati kalmayan Refik Koraltan 17 Haziran 1974’te gut hastalığına bağlı olarak böbrek yetmezliği/üremi nedeniyle kaldırıldığı Amerikan Hastanesi’nde kanama geçirmiş ve saat 11:20’de ölmüştü. Cenazesi, 19 Haziran’da yaşadığı İstanbul, Levent Ulus Sitesi Yeşim Apartmanı önünde yapılan saygı duruşunun ardından, Ankara’ya nakledilmişti. 20 Haziran’da Numune Hastanesi’nden alınan cenaze 11.30’da TBMM önünde yapılan merasimden sonra, Hacı Bayram Camii’nde kılınan öğle namazını müteakip Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verilmişti.
1976’da yapılan Halkevleri Genel Kurulu’nda devrimci Genel Başkanlık görevine seçilen Ahmet Yıldız’ın Başkanlığı döneminde 13 Ocak 1978’de Halkevleri Genel Merkezi, “Modern Ankara Villası” tahrip gücü yüksek bombalı bir saldırıya uğramış, yerle bir olmuştu. Bir süre yıkıntı halinde duran enkaz daha sonra kaldırılmış binanın yeri düzenlenerek park haline getirilmişti.
(Milliyet, 14 Ocak 1978, s.6)
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hemen burnunun dibindeki Halkevleri Genel Merkezi’ne tahrip gücü çok yüksek bir patlayıcı madde atılmasından sonra, bu olayla ilgili görülen bir Hava Astsubayının evi aranmıştır. Görgü tanıkları 31 DU 636 plâka sayılı aracın Halkevleri Genel Merkezi’ne patlayıcı madde attıktan sonra olay yerinden uzaklaştığını ileri sürmüşlerdir. Ülkücü militanların egemenliğindeki Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrenci olduğu bildirilen Hava Astsubayı Osman Ateş’in bu araçla olay yerine gelip, patlayıcı madde attığının bildirilmesi üzerine, Garnizon Komutanı Korgeneral Osman Fazıl Polat’ın o!ayla ilgilenmesinden sonra, olay Hava Kuvvetleri’ne yansıtılmıştır. Hava Kuvvetlerl Mahkemesi’nin arama yapmaya karar vermesi üzerine Merkez Komutanlığına bağlı ekiplerce Astsubay Ateş’in evinde arama yapılmış, Halkevleri Genel Merkezi’ne atılan bombayla ilgili görülen Astsubay Ateş’in evinde herhangi bir suç kanıtına rastlanmamış, söz konusu araca da elkoymuşlardır.”
(Cumhuriyet Gazetesi, 16 Ocak 1978)
Aslında Halkevlerine ve Halkevleri Genel Merkezi’ne yapılan bu bombalı saldırı ilk değildi, Sadece 1977 yılı içerisinde Pazar, Üsküdar, Samsun, Gölbeyli, Polatlı, Fethiye, Akdere, Yenidoğan Halkevlerine patlayıcı maddeler atılmış, Halkevleri Genel Merkezi ise 13 Ocak 1977 Perşembe günü dinamit atılarak tahrip edilmiş, Meclisin hemen burnunun dibindeki tarihi “Modern Ankara Villası” artık kullanılamaz hale gelmişti.
1977 yılında Halkevleri, saldırıların ötesinde sürekli tehdit alıyordu. Halkevleri Genel Başkanı Ahmet Yıldız, MHP Ankara İl Başkanı’nın kendilerine telefon ederek, Halkevlerinin kapatılmasını istediğini söylemiş, “Siz kapatmazsanız, biz kapatacağız” dediğini öne sürmüştü. Yıldız, bu konuşmadan yarım saat sonra da Sincan Halkevine saldırıldığını ve dört kişinin yaralandığını söylemişti. Ahmet yıldız, durumu bir telgrafla İçişleri Bakanı’na bildirmişti.
Bunun karşılığında MHP Ankara İl Başkanı Muhlis Şensöz, telefon ettiğini yalanlamamış, ancak böyle bir ifadede bulunmadığını, Mamak’taki Halkevinin başka bir semte taşınmasını Ahmet Yıldız’dan rica ettiğini belirtmiş; “Halkevinin açılmasıyla Mamak’ta sükun ortadan kalktı. Haleviyle bizim şubemiz arasında 20-25 metre kadar bir mesafe vardır. Bizim gençlerimiz halkevlerinin önünden geçerken orada bulunanlar gençlerimize laf atarak onları tahrik ediyorlar” demişti.
(Milliyet 1 Ocak 1977, s.1)
Ayrıca, 28 Mayıs 1977 tarihinde Ankara Valisi Durmuş Yalçın*ın emriyle Halkevleri Genel Merkezi’ni basan polis, bir şey bulamamış ve bir tutanak hazırlayarak Genel Merkezi terk etmişti. Bu olay üzerine Halkevleri Genel Başkanı Ahmet Yıldız İçişleri Bakanı Sabahattin Özbek’e bir mektup göndererek Genel Merkezlerinin bir gerekçe olmaksızın basıldığını bildirmiş, Valinin tutumunu kınadığını bildirmişti. Ahmet Yıldız, Ankara Valisi’nin bu tür yasal olmayan eylemlerine çok tanık olduklarını bildirdiği mektubunda;
“Bir kültürevi olan halkevlerinin açtığı çeşitli kurslara katılanlar arasında on sekiz yaşından küçüklerin bulunması (üye olmadan) kapatma gerekçesi sayılabiliyor. On sekiz yaşından küçüklere eğitimin yasak olmadığını ve okuma yazmanın, yaşı da bulunmadığını anlatamadığımız bu valiye, dernekler yasasının amaçlarını anlaması ve saptırmaya uğraşmaması gerektiğini de anlatamadık. Seçim ortamında, böyle bir valinin ve onun güçlü eylemlerine araç olan polis görevlilerinin hala başkentte, görev başında, tutulmaları rejim yönünden de büyük kaygılar yaratmaktadır. Demokratik kurallara bir türlü uyamayan bu gibilerin, sizin gibi bağımsız bir bakanın döneminde yasa dışı anti-demokratik eylemlerini yoğunlaştırarak sürdürmelerinin, sizi de rahatsız ettiği inancındayım.
Belirtilen kişilerin görevlerinde kalmaları sürdürülecekse, yasa ve kural dışı tutumlarını düzelterek çoğulcu demokratik sistemi yaşadığımızın bilincine kavuşmalarını ve halkevlerini haksız yere, rahatsız etmemelerini sağlamınızı içtenlikle dilerim” demişti.
(Milliyet 29 Mayıs 1977, s. 14)
*Durmuş Yalçın’ın (1928-….), Ankara Valiliği ancak bu mektuptan 9 ay sonra, 10 Şubat 1978’de son bulmuş, yerine Tekin Alp (1925-2016) atanmıştı. Durmuş Yalçın, 1984 Mart ayında YÖK üyeliğine atanmış Yürütme Kurulu üyesi olarak bu görevi 17 yıl kesintisiz sürdürmüş, bunun yanında 1986 yılından itibaren de 15 sene boyunca, Anıtkabir Derneği Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüştü. (!)
1977 yılındaki bombalı saldırılar sonrasında, Meclis Başkanlığı Halkevlerinin artık kendisi için yeni bir Genel Merkez binası aramasını bildirmişti. Halkevleri Genel Merkezi bunun üzerine Ulus semtinde eski ve yıkılmakta olan bir binada çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı. Parasal desteklerin kesildiği, bütün yurtta planlı bir şekilde sürdürülen saldırılarla Halkevlerinin haklı olarak kendini savunma savaşının içine itildiği ve parasal darboğazların aşılamadığı bu ortamda doğru dürüst kültürel etkinlik yapılamadığını dile getiren Genel Başkan Ahmet Yıldız, en son Genel Merkezlerine yapılan bombalı saldırı sonrasında;
“Yurdun üzerine bir karabasan gibi çöken, halkımızın ve özellikle emekçi kesimlerin taşıyamayacağı ağır bir yük haline gelen eli kanlı MC’yi ( İkinci Milliyetçi Cephe Koalisyonu*) taşıma çilesini çekmede, en çok bunalan örgüt haline geldi Halkevleri. Son aylarda yalnız başkentte 24 Halkevi Şubesine patlayıcı madde atıldı. 21 Halkevi şubesi polisçe basıldı, 3 Halkevi üyesi şehit edildi, üyeleri gerekçesiz olarak dövüldü ve çeşitli hakaretlere uğradı. 46 Halkevi üyesi kurşunla yaralandı, 100 den fazla Halkevi üyesi polisce gerekçesiz olarak gözaltına alınarak işkence gördü ve Halkevine gidilmemesi tehditleri ile karşılaştılar.”
diyerek isyanını dile getirmiş, dernek üzerindeki baskıları olanca açıklığı ile ortaya koymuş;
“... güvenlik kuvvetlerinin hiç olmazsa bundan sonra, devletin buyruğunda ve halkın hizmetinde olma bilinci içinde, yasal ve örgütsel görevlerini yan tutmadan yapmaları en içten dileğimdir.”
çağrısında bulunmuştu.
* 1977 yılında Cumhuriyet Halk Partisi %41 oy almasına rağmen elde ettiği 213 milletvekili tek başına hükûmet kurmasına yetmediği için, CHP lideri Bülent Ecevit diğer partilerle koalisyon kurma girişiminde bulunmuş ancak uzlaşı sağlanamadığından hükümeti kuramamıştı. Daha sonra Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini seçimde ikinci gelen Adalet Partisi’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel’e vermiş, O da Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi ile uzlaşma sağlayarak bir koalisyon hükümeti, İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni kurmuştu.
Halkevleri Genel Merkezi’nin bomba ile havaya uçurulduğu,
13 Ocak 1978 tarihinin bir ay sonrasında, 18 Şubat Cumartesi günü, Halkevleri 46. kuruluş yılını kutlamıştı. Bu vesileyle Genel Başkan ve Tabii Senatör Ahmet Yıldız, o gün bir basın toplantısı düzenlemiş, ve Halkevlerinin bu son yılını “Savaş Yılı” halinde yaşadığını söylemiş; “Son sekiz ay içinde yalnız Başkent Arkara’daki şubelerimize 55 saldırı olmuş, dört üyemiz şehit edilmiş, 26 üyemiz yaralanmış, yüzlerce üyemiz işkence görmüş ve hiç bir haklı gerekçe gösterilmeden 54 şube için valilikçe kapatma buyruğu verilmiştir.” demişti…
(Milliyet 19 Şubat 1978, s.6)
Milli Hareket Partisi’nin Başkanı ve MHP’nin gençlik örgütü Ülkü Ocakları’nın Başbuğu olarak Alparslan Türkeş’in II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulunması, Halkevlerine MC döneminde hem hükümet kuvvetleri, hem de Ülkücüler tarafından yapılan baskı ve şiddet olaylarının ardında, Halkevlerinin toplumsal muhalefette öne çıkan eylem ve tutumlarını baskılama isteğinin ötesinde, Türkeş’in geçmişten gelen, kendi kurduğu Türk Kültür Dernekleri’nin feshedilerek Halkevlerinin kurulması, başında eski Milli Birlik Komitesi’nden Ahmet Yıldız’ın olması ve bütün bunların üzerine bir de Yeni Delhi’ye sürgün edilmesi gibi şahsi hırs ve intikam duygularının etkin olduğu da akla yakın gelen bir ihtimaldir.
Zaten daha öncesinde iki kez bombalı saldırı sonrasında kullanamadıkları Genel Merkez Binası yerle bir olan Halkevleri’nin ikinci dönemi, 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbeyle son bulmuş, yurt çapında tüm Halkevleri kapatılmış ve Genel Başkanı Ahmet Yıldız tutuklanmış, Halkevleri ve üyeleri hakkında da çeşitli davalar açılmıştı. Ancak, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 numaralı Askeri Mahkemesi’nde yürütülen Halkevleri davasında mahkeme 11 Nisan 1984 Çarşamba günü, tüm sanıkların beraatine karar vermiş, Askeri Yargıtay’da mahkemenin vermiş olduğu 1984/480 esas, 1984/445 sayılı kararını 17 Ekim 1984 Çarşamba günü onamıştı. Bu gelişmeler üzerine Halkevleri Yönetim Kurulu, Ankara Sulh Hukuk Yargıçlığına başvurmuş, Halkevlerinin yeniden açılması doğrultusunda karar verilmesini talep etmişti. Bu talep Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce 23 Haziran 1987 Salı günü verilen 1098 sayılı karar ile kabul edilmiş, Halkevlerinin 31 Ekim 1988 Pazartesi günü toplanan 10. Kurultayı ile Halkevleri’nin üçüncü dönemi, ikincisinin devamı olarak tekrar başlamıştı.
Teşekkür
“...şu Koraltan Evi ile de ilgili bir yazı yazsanız keşke” diyerek, bu yazıyı yazmama vesile olan Ankara, Ayrancı Semti Kent Kültürü ve Dayanışma Derneği’nden (Ayrancım Derneği) Aykut Alyanak’a, gerek fotoğraf desteği, gerekse bilgi birikimi ile her zamanki gibi yardımlarını esirgemeyen Ankara’lı dostum Emrah Türüdü’ye, yine yardımlarını esirgemeyen Ankara’lı dostlarım Ahmet Soyak’a ve Burak Kaya’ya teşekkür etmek isterim.
Kaynaklar
1- “Cumhuriyet’in derinliklerinden hatıralar: eski Ankaralılardan dostum Sayın Nurettin Daş ile eski Ankara hakkında bir söyleşi.”, Bayram, S., Türk Dünyası Tarih Dergisi, 220, 55-58, 2005
2- “Demirkırat - Bir Demokrasinin Doğuşu”,
Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, Doğan Kitap, 1999
3- Bir Politikacının Anıları Refik Koraltan / HER ŞEY VATAN İÇİN,
Coşkun Ertepınar, Hacettepe-TAŞ, 1999
4- “Işıyarak yok olan aktör Erkan Yücel”, Mesut Kara,
Evrensel Gazetesi, 17 Ağustos 2013
5- “Adnan Menderes ve M. Fuad Köprülü’nün Cumhuriyet Partisi’nden İhraçları.” Nasrullah Uzman, TAD, C. 36/S. 62, 2017, s. 205-228
6- “Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Tek Partiden Çok Partiye(1944-1950),
Metin Toker, Bilgi Yayınevi, Ankara 1998, s.74
7- “Çok partili hayata geçişte önemli bir adım: Demokrat Parti’nin Kuruluşu”,
Sabit Dokuyan, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 2/1,
Haziran 2014, s. 151-169
8- “Verilişinin 70. yılında Demokratikleşme Belgesi olarak Türk Siyasal Hayatında Dörtlü Takrir”, Işıl Tuna,
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi / Journal Of Modern Turkish History Studies XV/30, 2015 Bahar/Spring, ss.203-219
9- “Falih Rıfkı Atay’ın Tek Parti ve Çok Partili Dönemde Demokrasiye Bakışı”,
Veysel Çolaker, Pamukkale Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Belgi Dergisi, Sayı 9, Kış 2015/1, Denizli
10- “Fuad Köprülü ve Demokrat Parti’nin Kurulmasındaki Rolü”,
Yrd. Doç. Dr. Osman Akandere, Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Sayı:3 Konya 1997, ss.231-242
11- Cumhuriyet’in “ilk darbesi”, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Mayıs 2011.
12- “İşte Siyasi Günlükler”, odaTV, Soner Yalçın’ın kaleminden, 4 Nisan 2008
13- Can Dündar, Haber7com, 26.05.2007
14- “Darbeden bir akşam önce Menderes’in yanındaydım”, Erkin Usman,
Yeni Asır, 27.05.2010
15- “Yurtta Olup Bitenler / Millet / Hikayenin Sonu” Akis Haftalık Aktüalite Mecmuası, 30 Mayıs 1960, ss. 3-11
16- “Yurtta Olup Bitenler / Dernekler/ Aslına rücu”
Akis Haftalık Aktüalite Mecmuası, 27 Nisan 1963, ss.10-12
17- “13 Kasım 1960 Tasfiyesine Giden Süreçte Alparslan Türkeş
ve Milli Birlik Komitesi İçinde İhtilaf”, Ferit Salim Sanlı,
Hacettepe Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi,
Yıl 14, Sayı 27 (Bahar 2018), s. 230
18- “Türkiye’de Halk Evlerine İlişkin Çalışmalar ve Değerlendirmeler Üzerine”,
Yaşar Akyol, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C2/S6-7, s.132, 1996
19- “Atatürk’ün Kültür Kurumu Halkevleri”, Prof. Dr. Anıl Çeçen,
Gündoğan Yayınları, 29 Ekim 1990, Ankara
20- “Genel Merkez Bombalandı”, Ahmet Yıldız,
Bağımsızlık ve Demokrasi Mücadelesinde Halkevi,
Halkevleri Yayın Organı, Sayı:1, Ocak 1978
21- “Bir aşkın vakitsiz Çocuğu”, Berivan Tapan, Posta, 7 Aralık 2009
22- “Günlükler 1920-1950”, M. Abdülhalik Renda, Yapı Kredi Yayınları, Ekim 2019
23- Ali Cengizkan “Bir Şehir Kurmak 1923-1933” Sergi Kitabı, Kollektif,
Vekam, Vehbi Koç Üniversitesi, Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi,
2019 Ankara
24- “Kocatepe Camii Tarihi”, Dr. Abdullah Manaz, 2018
25- "Efendi / Beyaz Türklerin büyük sırrı" Soner Yalçın, Doğan Kitapçılık, 2004
26- "Yeter Söz Milletindir!", Soner Yalçın, Hürriyet, 10 Haziran 2007
3 yorum:
Bu eski fotoğraflara bakınca bir başka Dünyaya adım atmışız gibi hissediyorum.
Yıllardan beri internette dolaşan Ankara fotoğraflarını topluyorum analiz ediyorum.
Bu sayfada gördüğüm bazı fotoğraflar hiçbir yerde olmayan (sanıyorum ilk kez internet'e çıkan) fotoğraflar. Bazı fotoğraflar da daha başka kaynaklarda mevcut ama hiçbir yerde bu kadar yüksek çözünürlükte mevcut değil (sanıyorum ilk kez orijinal çözünürlükleriyle bu sayfada yayınlanmışlar).
Ve havadan uydu görüntüsüne benzeyen görüntüler de bir o kadar ilginç başka yerde bulunmayan türden.
Çok merak ettim doğrusu, eğer sakıncası yoksa kaynağınız veya kaynaklarınızı öğrenmek isterdim.
Yazınızı çok severek dikkatlice okudum ve enteresan bilgiler öğrendim. Çok teşşekür ediyorum.
Yorum Gönder