TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR:
12 ARALIK 1913
102 YIL ÖNCE BUGÜN,
LEONARDO DA VİNCİ’NİN “LA GIOCONDA” PORTRESİ ÇALINMASINDAN 27 AY SONRA, FLORANSA’DA BİR OTEL ODASINDA BULUNMUŞ, TEKRAR LOUVRE MÜZESİNDE ÖZEL BİR KORUMA İLE SERGİLENMEYE BAŞLAYINCA İNSANLAR AKIN AKIN MÜZEYE GİDER VE TABLOYU GÖRMEK İSTER OLMUŞLARDI.
Leonardo Da Vinci, La Gioconda, 1503-1507/1519 Kavak pano üzerine yağlı boya, 53x77cm. Louvre Müzesi |
GÜNÜMÜZDE DÜNYANIN EN TANINMIŞ,
EN ÇOK KOPYALANAN VE ÜNLÜ TABLOSU OLAN, LEONARDO DA VİNCİ’NİN YAKLAŞIK 500 YILLIK “MONA LISA”, “LA GIOCONDA” YA DA “LISA DEL GIOCONDA” PORTRESİ,
21 AĞUSTOS 1911’DE LOUVRE MÜZESİ’NDEN ÇALINANA DEK TANINMAZ, BİLİNMEZ VE ÜNSÜZ BİR TABLOYKEN,
ERTESİ GÜN GAZETELERDE BOY BOY FOTOĞRAFLARININ YAYINLANMASI VE FRANSIZ POLİSİNİN PARİS SOKAKLARINDA MONA LİSA RÖPRODÜKSİYONLU EL İLANLARI DAĞITMASI SAYESİNDE, ARTIK HERKES TARAFINDAN TANINMIŞ, BİLİNMİŞ VE ÜNSÜZ DEĞİL, ÜNLÜ BİR TABLO OLMUŞTU...
Paris’teki Louvre Müzesi 21 Ağustos Pazartesi sabahı da her zamanki gibi rutin bir şekilde açılmıştı. Güvenlik görevlileri ayılmak için sert kahvelerini yudumluyor, müze çalışanları dünyanın dört bir yanından gelen turistlere bilet kesiyordu. Kimse “Mona Lisa”nın her zamanki yerinde asılı olmadığını fark etmemişti. Edenler de, resmin görevli müze fotoğrafçısı tarafından alındığını ve stüdyoda resimlerinin çekildiğini düşünmüştü. Sonradan verdikleri ifadede “Ne bileyim, temizliğe gitmiştir sandım” diyen bekçiler de olmuştu. Anlaşılan o ki, o zamanlarda müze güvenliği denilen şey bugünkü kadar sıkı tutulmuyordu. Salı sabahı, doğal olarak beklendiği gibi resim geri dönmemiş, fotoğrafçının stüdyosunda, temizlikte ya da tamirde de olmadığı nihayet anlaşılmıştı. Hemen müze yetkililerine haber verildi.
Tablo çalınmıştı!..
Polis müzeye gelmiş, müze yöneticisinin odasında bir merkez ofis kurulmuş, müzenin her tarafı baştan sona bir hafta boyunca aranmıştı.
O bir haftanın sonunda dedektiflerden birinin ikinci kata La Gioconda’nin boş çerçevesini bulmasıyla çalınma olayı kesinlik kazanmıştı.
Ertesi günün gazete manşetleri :
Mona Lisa çalındı!..
“Der Raub der Mona Lisa” belgeseli:
Bu haberi gazeteye basan matbaa görevlileri büyük bir ihtimalle, “Mona Lisa’da kim?” diye düşünüyorlardı.
Ancak, tablonun röprodüksiyonu ertesi gün, milyonlarca kopyayla dünyanın her yanına yayılmış ve Amerika ’nın en ücra kasabasındaki çiftçi de, İsveç’in en zengin işadamı da artık onu tanımıştı. Bununla da kalınmamış, Fransız polisi tabloyu aramak için binlerce el ilanı bastırmış ve binlerce “Mona Lisa” röprodüksiyonu ile Paris sokaklarını donatmıştı.
Mona Lisa tablosu çalınmadan önce ve çalındıktan sonra sergilendiği salonun görüntüsü |
Herkes hırsızın müze görevlilerinden ya da yakında yaşayanlardan biri olduğunu düşünüyordu. “Mona Lisa”nın ortadan kaybolmasından 10 gün sonra, olayı soruşturan polis müfettişi Louis Lépine’in eline büyük bir fırsat geçmiş, Louvre’un heykellerini çalan Baron Ignace d’Ormegan yakayı ele vermişti. Polis müfettişi heykelleri çalanlarla “Mona Lisa”yı çalanların aynı kişiler olduğunu düşünüyordu: Picasso Çetesi!
Müfettiş Louis Jean-Baptiste Lépine (1846-1933) |
Zira, Picasso ve sanatçı arkadaşları, o dönem Marquis de Sade’ın “sanatçı her şeyden önce babasını öldürmek zorundadır” düsturunu şiar edinmiş ve bütün müzeleri yıkıp, modern sanatı doğurtmaktan bahseder olmuşlardı. Tabii ki bu durumda topun ağzında da ilk hedef olarak Louvre Müzesi vardı. Baron d’Ormegan’ın yakalandığını öğrenen Picasso apar topar Paris’e geri döndü. Çünkü evinde daha önce Pieret adlı arkadaşından satın aldığı ve üstünde “Louvre’un malıdır” yazan iki heykel bulunuyordu. Pieret bronz çağından kalma bu İberyan (ispanyol) kadın ve erkek heykellerini,
“Mona Lisa” çalınmadan çok önce Louvre Müzesi’nden çalmıştı. Picasso ve arkadaşı Fransız şair, yazar ve sanat eleştirmeni Guillaume Appollinaire paniğe kapılmış, suçtan sıyırmak için çeşitli planlar yapmış ancak bir işe yaramamıştı. İlk tutuklanan Apollinaire olmuş, ardından Picasso da sorguya alınmıştı. Yüzleştirildiklerinde birbirlerini tanımadıklarını söylemişlerdi. Picasso’nun hırsız hakkında bir şey bilmediğine karar verilmiş ve hemen bırakılmış, Appollinaire ise beş gün gözaltında tutulmuş, sonra o da bırakılmıştı.
“Mona Lisa” çalınmadan çok önce Louvre Müzesi’nden çalmıştı. Picasso ve arkadaşı Fransız şair, yazar ve sanat eleştirmeni Guillaume Appollinaire paniğe kapılmış, suçtan sıyırmak için çeşitli planlar yapmış ancak bir işe yaramamıştı. İlk tutuklanan Apollinaire olmuş, ardından Picasso da sorguya alınmıştı. Yüzleştirildiklerinde birbirlerini tanımadıklarını söylemişlerdi. Picasso’nun hırsız hakkında bir şey bilmediğine karar verilmiş ve hemen bırakılmış, Appollinaire ise beş gün gözaltında tutulmuş, sonra o da bırakılmıştı.
Antikacı Alfredo Geri |
Alfredo Geri’ye gelen Leonardo imzalı mektup |
Tablo çalındıktan 27 ay sonra 1913’te, İtalyan antikacı Alfredo Geri, “Leonardo” imzalı bir mektup almıştı. “Leonardo”, Mona Lisa’nın kendi elinde olduğunu, 500 bin lirete satabileceğini söylüyordu. Alfredo Geri, bunu ciddiye almış, “Leonardo” ile buluşmuş, buluşmada adam bavulunun içinden gerçekten de Mona Lisa’yı çıkarmıştı. Alfredo Geri, hemen İtalyan polisiyle irtibat kurmuş ve ertesi gün gerçek adı Vincenzo Peruggia olan hırsız yakalanmıştı. Hırsız Vincenzo Peruggia’nın, daha önce Louvre’da çalıştığı anlaşılmıştı. Tablo çalınmadan 10 ay önce Louvre Müzesi ustaların resimlerinin cam muhafalar içerisine konulmasına karar vermişti. Asıl mesleği marangozluk olan Peruggia da bu iş için seçilen dört kişiden biri olmuş, o nedenle soygundan sonra polis Peruggia’yı sorgulamış ancak sakin ve soğukkanlı tavırları ve rahatlığı yüzünden ondan kuşkulanmamıştı.
Vincenzo Perugia, Pazar gecesini Louvre’da, gözlerden uzak bir odada saklanarak geçirmiş, Pazar sabahı müze kapandığında, resmin bulunduğu odaya girmiş ve duvardan indirmiş, merdivenlerde resmin çerçevesini keserek, resmi çıkarmıştı. Binayı terk etmeye çalışırken, kilitli bir kapıya denk gelmiş, kapı tokmağının vidalarını çıkarmış ve çantasının içine koymuş ve binayı terk etmişti.
Yakalandıktan sonra Vincenzo Peruggia, tabloyu çalma nedeni olarak;
“Asıl hırsızlık bir İtalyan eserinin Fransa ’da tutulmasıdır” demişti.
Gerçekten de Leonardo da Vinci tabloyu İtalya’da Floransa’da yapmaya başlamış ancak daha sonra Fransa’ya yanında götürmüş ve orada tamamlamış, daha sonra da Kral I. François’e 4.000 écu’ya satmıştı.
İlk kez XIV. Louis himayesinde Fontainebleau Sarayı’na asılmış, daha sonra Versay Sarayı’na taşınmış, Fransız İhtilali sonrasında 1797’de Louvre Sarayı’na nakledilen tablo Napolyon Bonaparte isteği üzerine Tuilleries Sarayı’na götürülmüş ve yatak odasına astırılmıştı. Ancak tablo kısa bir süre sonra tekrar Louvre Sarayı’na geri dönmüştü.
Bu soygun, bir sanat eserinin çoğaltılıp dolaşıma sokulmasıyla daha çok kişi tarafından tanınmasının ve sanatla özel olarak ilgilenmeyen kişilere bile ulaşabilmesinin o sanat eserinin ünlenmesine hizmet ettiğinin ve edeceğinin de bir kanıtı olmuştu.
Artık, insanlar belki de “Mona Lisa”ya bakmıyor, ama istemeden de olsa ona maruz kalıyorlar. Zira pek çok otel ya da kafe duvarında, tişört ve kupaların üzerinde bu resmin kopyasıyla karşılaşıyor ve ona bakmak zorunda kalıyorlar. İstatistiklere gösteriyor ki, Louvre Müzesi’nin hediyelik eşya mağazasında en çok satılan ürünler, üzerinde “Mona Lisa”nın olduğu çikolata kutuları ve “Mona Lisa” posterleri.
Yıllar önce ben de Louvre Müzesi’ni dolaşmaya gittiğimde çok istekli olmasam da “Mona Lisa”yı arayıp bulmuş ve çok da şaşırmıştım. Şaşkınlığım iki nedenleydi, birincisi yıllarca çeşitli mecralarda görmüş olduğum bu resmin bunca küçük olmasınaydı (77x53 cm) çünkü ben daha büyük olduğunu düşünmüştüm her nedense, ikinci şaşkınlığım ise kalın bir cam ile korumaya alınmış ve önündeki kalabalık nedeniyle ve az ışık nedeniyle çok da iyi görünmeyen bu tablonun önündeki Japonların sanki hiç bir yerde bulup bakamayacakları bir şeymişçesine, yasak olmasına ragmen şakır şakır flaş patlatarak tablonun resmini çekme çabalarınaydı.
Bu gezi sırasında beni ikinci hayal kırıklığına uğratan eser ise, ünlü Milo Venüs’ü olmuştu, belki de Mona Lisa ile aynı nedenlerle o kadar fazla o imge ile yüzleşmiştik ki, gerek resimleri gerekse taklit biblolarıyla, o yüzden gerçeğini gördüğümde çok etkilenmemiş, hatta yüzeyindeki zamanın yarattığı korozyonlar nedeniyle de çok da hazzetmemiştim.
Halbuki efes Müzesi’nde Artemis Heykeli ile karşılaştığımda onun içinden ışık çıkıyormuş hissi veren pürüzsüz mermerine hayran kalmış, elimi sürmek, o mermerin soğuk ancak yakıcı çekiciliğini tenimde hissetmek istemiştim fazlasıyla...
Milo Venüs’ü (M.Ö. 130-100) 1820 yılında Yunanistan’ın Milos Adası’nda bulunmuş, Kral XVIII. Louis tarafından Fransa’ya getirtilmişti, 203 cm. |
Halbuki efes Müzesi’nde Artemis Heykeli ile karşılaştığımda onun içinden ışık çıkıyormuş hissi veren pürüzsüz mermerine hayran kalmış, elimi sürmek, o mermerin soğuk ancak yakıcı çekiciliğini tenimde hissetmek istemiştim fazlasıyla...
Louvre Müzesi’nde beni esas etkileyen eser ise, büyük bir merdiven holünün üst başında sergilenen büyük boyutlu, her an kanatlanıp uçacakmışcasına dimdik duran Semadirek’li Zafer Tanrıçası Nike heykeli olmuştu.
Semadirek’te (Samothrace) bulunmuş Kanatlı Zafer Tanrısı Nike Heykeli M.Ö. 220-190, 244 cm (kaidesiyle birlikte, 328 cm) |
1 yorum:
çok zevkle okudum kaleminize sağlık
Yorum Gönder